AB’NİN SU GÜNDEMİ: KÖTÜNÜN İYİSİ MODELİ

İlge Kıvılcım, İKV Yardımcı Uzmanı

Gökhan Kilit,  İKV Yardımcı Uzmanı

AB’nin, çevre koruma politikalarında öncü role sahip olduğu yorumları, uluslararası literatürde yerini almış durumda. Ancak AB’nin bile bu yorumlara rağmen, çevre politikasının mekanizmalarını çalıştırma konusunda her zaman kusursuz işleyemediğini gösteren raporlar güncelliğini koruyor. Hatta bu raporlar Avrupa Komisyonu’nun kendi hazırladığı raporlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu tablo, özellikle su politikasının AB genelinde daha senkronize çalışmasını sağlayacak çalışmalara çağrı niteliğinde. AB’nin “Su Çerçeve Yönergesi” öne çıkmakla birlikte, Birliğin uzun vadeli su politikasını bir takvime bağlamış durumda. Ancak raporlar, Yönerge ile sunulan “sularda iyi kaliteye” ulaşma tarihi olan 2015 yılını çok erken bir zaman olarak görüyor.

Dünyada 827,6 milyon kişi ise içme suyuna erişimden mahrum durumdaiken, her gün 2 milyon ton insan atığı su kaynaklarında bertaraf ediliyor ve atık suların yüzde 80’inden fazlası dünya genelinde kontrolsüz durumda. Halbuki su; insanlığın, tüm canlıların ve ekosistemin devamı için gerekli olan en temel doğal kaynaktır. Deniz ekosisteminin, sosyal hayatın ve ekonomik faaliyetlerin can damarını oluşturan su, küresel çevre sorunları zincirinin en güncel başlıkları arasında yer almaya devam ediyor. Nüfus artışı ve ekonomik faaliyetlerle doğru orantılı giden su kaynakları üzerindeki talebin artması, bu en temel hayat kaynağının tükenmesi sorununu karşımıza getiriyor. Dünya nüfusunun 2030 yılında 8,3 milyar; 2050 yılında 9,1 milyara ulaşması beklenirken bu noktada ulusal ve uluslararası boyuttaki politikaların doğruluğu önem kazanıyor. Birleşmiş Milletler’in (BM) mesajı, “Herkes için, Sürdürülebilir Su Güvenliği” (Securing Sustainable Water For All) temasında birleşiyor. İçme suyunun temiz olması ve dünyada herkesin suya erişiminin sağlanması, kaynakların verimli kullanılması, atıksu yönetimi ve küresel ısınmanın etkisiyle oluşan suya bağlı doğal felaketlerle mücadelede ekonomik kayıpların telafi edilmesi gibi konular, bu temanın bileşenleri niteliğinde.

Sadece Türkiye değil, gerek AB, gerekse küresel boyutta çevre sorunlarının başında sayılan su kıtlığına bağlı problemlerin üzerine getirilen yorumlara artık sıkça rastlıyoruz. “Sınırlı kaynak” sıfatını alan suyun dünya genelinde sadece yüzde 1 el değmemiş durumda ve büyük bir kısmı ya toprakta depolanmış ya da yer altındaki kaya tabakalarında yer almakta. Peki AB’nin su politikası gündeminde neler var?

AB’NİN SU GÜNDEMİ: KÖTÜNÜN İYİSİ MODELİ

AB’nin su politikasındaki CV’si çok dolu değil. AB’nin 1970’lere dayanan su politikasındaki en somut gelişme, 1991 yılında Şehir Atıksu Yönetimi Yönergesi ve Nitrat Yönergesi ile atılmış; ardından 1996 yılında Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrol Yönergesi (IPPC), 1998 yılında İçme Suyu Yönergesi ve 2006 yılında Yüzme Suyu Yönergesi yürürlüğe girmiştir. Zamanın ilk sorunları daha çok tatlı su havzalarında ve içme sularında görülen kirlilikle ortaya çıkmış ve bunu tetikleyen “insan sağlığı” faktörü, AB’yi entegre politikalar geliştirme sürecine itmiştir. 1970’li yılların başında başlayan ilk genişleme dalgasının getirisi olarak da, sınır aşan suların koordinasyonlu yönetimi, AB’nin su politikasının o tarihlerdeki en önemli konuları arasında yer almıştır.

AB’nin su alanına yönelik temel argümanı; insanlığın, ekosistemin, ekonomik canlılığın ve üretimin devamlılığının temini için gerekli olan su kaynaklarının sürdürülebilir olmasını sağlayıcı hedeflerin hayata geçirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Çok uzak değil, 2007 yılında aşırı kuraklık ve sellerle boğuşan Avrupa kıtası, ciddi boyutta üretim azalması ile karşı karşıya kalmış ve bu durum, aslında AB’nin mevzuatlarının güncellenmesi gerekliliğini gündeme getirmiştir.

DAHA ESNEK VE TOPARLAYICI BİR MEVZUAT

Hiç şüphesiz, AB için, 1970’li yıllarda kalan sorunların pek çoğu bugün önemli oranda yasal mevzuat ve eylem planlarıyla aşılmıştır. En önemlisi, üye ülkelerin politika uygulamalarındaki farklılıkları azaltılması ve birbirinden bağımsız yasal düzenlemelerin uyumlaştırılması için çabalar devam etmektedir. Nitekim bu “dağınık” yönetim anlayışını toparlayıcı özelliğe sahip Su Çerçeve Yönergesi, AB’nin günümüze yansıyan su politikasının temelini oluşturmaktadır. Mevcut süreçte de Yönerge’nin üye ülkeler tarafından içselleştirilmesi çalışmaları Yönerge’de belirlenen takvim üzerinden devam etmektedir.

2000 yılında yürürlüğe giren Su Çerçeve Yönergesi söz konusu alanda belirlenen mevcut sorunlara çözüm önerileri sunan, daha kapsayıcı ve üye ülkeler için uzun vadeye yayılmış bir yol haritası niteliği taşımaktadır. Yönerge ile istenilen sonuç, Avrupa’daki kıyı suları, yer altı ve yüzey suları da dâhil olmak üzere “nehir havza yönetimi” konusunda işbirliğinin temini, üye ülkeler arası “entegre su kaynakları yönetimi”, AB genelindeki su kalitesinde “iyi statü” durumunun elde edilmesi ve “halkın sürece katılımının sağlanması” olarak sıralanmaktadır. Yönerge ile, 2015 yılında mevcut standartların entegrasyonu planlanmaktadır (imkan verilmiyor). 2027 yılı ise AB’nin su politikasının temel argümanlarının hayata geçirilmesi için son tarih olarak belirlenmiştir.

Su kalitesinin iyileştirilmesine odaklı Yönerge’nin kabul edilmesinin ardından AB’nin mevcut nehir havzalarının yönetimi planlarına yönelik durum analizinin yapıldığı ara dönem değerlendirme raporları sırasıyla 2007, 2009 ve 2012 yıllarında çıkarılmış ve raporlarda özellikle hidro-morfolojik baskılar (ekolojik yaşam alanları üzerinde yapılan değişiklikler sonucu oluşan reaksiyonlar), su kaynaklarının aşırı kullanılması ve kirlilik gibi konular AB için en önemli sorunlar olarak ortaya konulmuştur. Hatta AB genelindeki su kalitesinin Su Çerçeve Yönergesi’nde yer alan “iyi kalite statüsüne ulaşma” hedefinin 2015 yılında gerçekleşmeyeceği açıklanmıştır.

Avrupa Komisyonu’nun yine su kalitesinin teminine odaklı 14 Kasım 2012 tarihli son strateji belgesinin (Blueprint to Safeguard European Water Resources) bir parçası halinde hazırlanan AB’nin su kıtlığı sorununa ışık tutan diğer belgesinde de (Policy Review for Water Scarcity and Droughts) 2007 yılında sunulan çözüm seçeneklerinin gerçekleşmesi halinde bile genel hedeflere ulaşmanın zor olduğu bilgisi verilmiştir. Bunun en büyük etkenleri, üye ülkeler arasındaki farklı öncelik ve uygulamaların yanı sıra, AB’de hissedilen ekonomik kriz olarak gösterilmektedir.

AB’de 1987 yılında AB Çevre Politikası’na yasal zemin sağlanmasından bu yana çıkarılan hemen hemen her raporda Avrupa kıtasının su kalitesinin iyileştirilmesi gerektiğine dair mesajlar verilmekte. Nitekim en belirgin mesajları, AB’nin son dönem havza yönetimi ve su kıtlığına yönelik raporlarında görmek mümkün. Raporlar, su kalitesinde AB için yakın vadede olumlu sinyaller vermiyor. Hatta AB genelindeki su kalitesinin Su Çerçeve Yönergesi’nde sunulan “suların iyi kalite statüsüne ulaşması”hedefinin 2015 yılına kadar gerçekleşmeyeceğinin altı çiziliyor. Brüksel’in gündemindeki en önemli konulardan biri içme sularının kalitesi. Bu konuda AB genelinde başlatılan Right4Water kamuoyu soruşturması Eylül 2014 sonuna kadar devam ediyor. Sonuçlarla birlikte yasal mevzuatta değişikliğe gidilmesi talebi oldukça güncel. AB’nin en iyi sonuç aldığı yüzme sularının temizliğine ilişkin son çalışmalar, mevcut durumun iyiye gittiğini gösteriyor. Nitekim, 2013 yılında AB sınırları içindeki kalan yüzme sularının yüzde 94’ünden fazlası temiz durumda olduğu açıklanmaktadır.

SU, TÜRKİYE İÇİN ULUSAL BİR SORUN

Küresel su yönetimine dair uluslararası bir anlaşma olmamakla birlikte, AB, su politikası hedeflerini uzun vadeli bir takvime sığdırmış durumda. Türkiye’nin ise gündemi yeni mevzuatlarla oldukça meşgul. Türkiye’nin su politikaları, başta tarım, ekonomik ve sosyal kalkınmanın önceliğinde, AB ile yürütülen müzakere süreci ve bölgesel gelişmeler göz önüne alınarak oluşturulmaktadır. Ancak küresel ısınma tehdidi ve bunun Akdeniz Bölgesi’nde yarattığı sonuçlarla Türkiye, su konusunda zengin bir ülke olmaktan çıkmaktadır. Türkiye’nin verileri incelenmeye değer bir görünümde dikkat çekiyor. Ülkemizin yıllık ortalama yağış miktarı, 643 mm ile 501 milyar m3 miktarına denk gelmekte ve buna karşılık buharlaşma oranı 274 milyar m3 olarak gözükmektedir (Bkz. Tablo 1). Toplam yer altı suyu potansiyeli 21,54 milyar m3 iken, işletme rezervi 16,95 milyar m3, tahsis edilen yer altı suyu 13,56 milyar m3 civarındadır (Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü).

Tablo 1. Türkiye’nin Su Potansiyeli

Yıllık ortalama yağış643mm/yıl
Türkiye’nin yüzölçümü783.577km2
Yıllık yağış miktarı501milyar m3
Buharlaşma274milyar m3
Yer altına sızma41milyar m3
Yüzey Suyu
Yıllık yüzey akışı186milyar m3
Kullanılabilir yüzey suyu98milyar m3 
Yer Altı Suyu (potansiyel)21,54milyar m
Yıllık çekilebilir su miktarı14milyar m3 
Toplam Kullanılabilir su (net)112milyar m3
Gelişme Durumu
DSİ Sulamalarında Kullanılan              32 milyar m3 
İçme suyunda Kullanılan                7 milyar m3 
Sanayide Kullanılan                5 milyar m3 
Toplam Kullanılan Su              44 milyar m3 

Kaynak: Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü

YENİ SU KANUNU VE AB İLE GÜNCEL KONULAR

Türkiye’nin yeni dönem su politikasına şekil veren önemli bir etken AB uyum sürecinin getirisi olarak, mevzuat uyumunda kilit yasalardan biri yeni Su Kanunu Taslağı’dır. İlgili kurum ve kuruluşların görüşüne açılan taslak metin ile, AB’nin Su Çerçeve Yönergesi’ne paralel hedefler benimsendiği görülmektedir. Özellikle AB’nin Yönerge’de bağlayıcı kıldığı üye ülkeler arası senkronize havza yönetimi için yeni taslağın yürürlüğe girmesi ve uygulanmaya başlanması son derece önemlidir.

AB ile uyumda dikkat çeken diğer önemli konu, “sınır aşan” suların korunması başlığında belirginleşmektedir ki; bu konuda AB, Su Çerçeve Yönergesi ve Birliğin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar doğrultusunda Türkiye’den beklentilerini açıkça sıralamaktadır. AB tarafından, Türkiye göz önüne alındığında, Orta Doğu’ya kadar uzanan sınır aşan suların korunmasının öne çıkarıldığı vurgulanmakta ve gelecek dönemde Orta Doğu’nun su sıkıntısıyla karşılaşmasına mutlak gözle bakılarak, özellikle Türkiye’den istenen talepler, bu tür suların korunması ve AB ile işbirliği içinde oluşturulan bir yönetim anlayışının faaliyette olması esas alınmaktadır.

AB ile üyelik süreci paralelinde, Türkiye’de yeni Su Kanunu Taslağı ile yeni bir döneme geçileceği beklenmekte ve Kanun, AB’ye mevzuat uyumu için gerekli kriterleri sağlaması açısından oldukça önemli. Nitekim Çevre başlığının kapanış kriterlerinden biri de su kalitesine yönelik mevzuatın kabul edilmesi. Ancak Çevre başlığında, Türkiye’nin karnesi her yıl “sınırlı” ilerleme statüsü ile anılmakta. Türkiye, nüfusu hızla artan ülkeler arasında yer alırken, Akdeniz Bölgesi’nin küresel ısınmadan dolayı hissedilen kırılgan yapısında, Türkiye için ulusal ve stratejik bir su politikasına duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Su Kanunu’na ek olarak kendine özgü ulusal stratejik planları hayata geçirmesi beklenmektedir.