Gelenekten geleceğe cesur adımlar
Bazı ifadeler koşulan bir maratonun ya da yaşamın özeti gibidir. Mimar Hakan Kıran’ın, mimari yönelimini ve mücadelesini anlatan, kendi deyimi ile “Gelenekten geleceğe cesur adımlar” ifadesi, mimarın bugüne kadar ortaya koyduğu ve koyacağı eserleri daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Son olarak hayata geçirdiği Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile uzun süre ülke gündemini meşgul eden tartışmaların odağındaki Mimar, Marmara Üniversitesi öğrencileriyle 10.12.2014 tarihinde Sultanahmet Rektörlük binasında buluştu.
Her zamanki sakin üslubu ile konuları gençlere aktaran Hakan Kıran, “Bir mimariyi anlamak çok zordur. Bu nedenle de insanlara anlatırken gıda örneği vermeyi tercih ederim. Gaziantep baklavasıyla ünlüdür. Fakat İstanbul’da aynı baklavayı yapan yerler olmasına rağmen aynı tadı alamazsınız. Geleneğin bölge ile ilişkilendirilmiş dışa vurumunu başarıya ulaştıran her türlü lezzetler, o bölgeye özeldir. İnsanlar etraflarında bulduklarıyla o kültürlerini geliştirmişlerdir. Gelenek kültürümüzdür, yaşadıklarımızdır, üstünde yaşadığımız coğrafyadır. Bizim gelenek dediğimiz kendi tarihimiz, kendi kültürümüz, kendi öz tarihimiz değil yaşadığımız coğrafyanın tarihidir” diye ifade ettiği hususlarla yaşamanın detaylarının mimarideki belirleyici rolüne dikkat çekti.
Yapmış olduğu restorasyon çalışmaları neticesinde elde etmiş olduğu deneyimler sonucu eski binaların taklit edilerek geleneksel bir bina inşa ettiğini ifade etmenin yanlışlığına değinen Mimar, Her dönemin kendi mimarisini yarattığını belirtirken, özgün bir yaklaşımın geleneğin yeni gelenekle bütünleşebileceğini vurguladı. İfadelerini örneklerle destekleyen Hakan Kıran, “Erzurum’da yapılan bir evin geleneksel olabilmesi için bugünkü şartlarda yapılması ve bugünkü yaşam biçimini, sosyolojik yaşamı aktarmanız gerekmektedir. Kars’taki ev başkadır, Antalya’daki başka. Bende buradan yola çıkarak, ‘Gelenekten geleceğe cesur adımlar’ sloganını geliştirdim. Çünkü gelecek geçmişin referanslarını alarak bir sonraki dönemin geleneğini yarattığımız bir süreçtir. Hepimiz geçmişte yaşanılan kültüre saygı duyarak, fakat tapınmadan kendi geleneğimizi yaratmak zorundayız. Saygıyla tutuculuk arasındaki farkı anlayarak, bizde gelecek nesillere eserler ve izler bırakmalıyız. Nasıl ki çocuğumuzu bugünkü teknolojiyle ve dünyada iyi yaşayacağı kültürlerle donatmak istiyorsak, yaşadığımız bölgeye de bunları aktarmamız gerekiyor. Sloganımızda cesur kelimesini kullanmamızın nedeni ise bu işleri yapmak için cesur olmak gerektiğidir. Birçok ülkede yapılan bu tür girişimler genelde ciddi tepkiler aldı. Fakat sonunda hep uzlaşıldı. Türkiye’de maalesef yaratıcılık misyonu çok gelişmediği için uzlaşmak daha zor oluyor. Ben bunu Haliç Metro Köprüsü inşası döneminde yaşadım. Burası Türkiye burada her şey olur dememek için bir hikâye anlatmak isterim. Fransa’da Louvre müzesinde meşhur piramidin yapılması konusunda bir yarışma açıldı ve o yarışmayı Çinli bir mimar kazandı. Fakat milliyetçiler bunu kabul etmediler, biz dünyaya lider olmalıyız dediler. Bizim tarihi binamıza bir piramit koyuyorsunuz, biz bunu yaptırmayız diye büyük gösteriler oldu. O dönemde iktidar sarsıldı. Günün sonunda o dönemin iktidar sahipleri projenin arkasında durarak bitirmeyi sağladılar. 4-5 yıl önce Louvre Müzesini Abu Dabi’ye franchising olarak verdiler. 1 milyar Euro sadece isim hakkı alacaklar. Sembol olarak da buradaki piramit yapılacak. Bunun üzerine Fransa’da yine gösteriler yapıldı, bu defa piramidi vermeyiz, bu piramit Fransa’nın hakkıdır, diye eylem yaptılar”
İnsanların yaptıkları yapacaklarının göstergesidir, düşüncesinden yola çıkarak mimari geçmişi ile ilgili bilgiler aktaran Hakan Kıran, “Ben bu işe restorasyonla başladım. 1998 yılına kadar restorasyon yaptım. Son olarak Rumeli Hisarında Perili Köşkü restore ettim. Yaptığım her işin inşaatını da bazen kendim yaptım dokunulacak bir yeri varsa elimle dokunarak yaptım. Sadece projeci olmadım. Bu nedenle de bazı arkadaşlarca sürekli eleştirildim, müteahhit mimar diye eleştiri konusu oldum. Fakat bana göre mimarlık sadece bir hayal veya resim değildir. Mimarlık aynı zamanda o eserin bitmesi, eser bittikten sonra fonksiyonların geçmesi ve fonksiyonların başarılı çalışmasıdır. Aksi takdirde sizin binanız bir gün yalnızlaşır ve yıkılır.
Hayatımızı eser yapmaya adadık. Bunun için çok sayıda iş yapmam, inandığım işi yaparım. Yaptığım işinde sonuna kadar arkasında durarak benden sonra da var olması için her türlü çalışmayı ve fedakârlığı gösteririm ve eserlerimde dünya teknolojisinin geldiği noktayı kullanmayı tercih ederim. Bu doğrultuda 1998 yılında Mydonose Showland’i hayata geçindim. O dönemde Mydonose Showland diye çok amaçlı bir salon düşünülüyordu ve bu projeyi yapan kişi de benimle çalışmayı uygun gördü. Bana sonsuz imkân verdiler. Son derece vizyonlu bir iş adamıydı. Bu proje için dünyayı üç tur attım diyebilirim. Dünyadaki birçok salonu inceledim. Türkiye’ye ve İstanbul’a en iyi şovu getirmek için elimizden geleni yaptık ve sonunda gelenekten geleceğe diyeceğimiz için geçmişi araştırdık. Araştırmalarımız sonucunda Dünya’da eğlence sektörünü oluşturanın Osmanlı olduğunu öğrendik. Kanuni Sultan Süleyman en büyük seferlerinde bile yanında bir çadır taşırmış ve her gittikleri yerde bu çadırda eğlenceler gerçekleştirirmiş. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi aslında bu işin sosyo kültürel anlamını kavramış bir geçmişin çocuklarıyız. Ben kavramı aldım ve içine bugünkü dünya teknolojisini yerleştirerek bir Mydonose Showland dediğimiz ve dünyada bir ilk olan çatır yapısına dönüştürdüm. Bu yapıdan da iki tane yurt dışına sattık. Çünkü 5.500 kişi aynı anda bir gösteri izledi ve hür türlü şov yapılabildi. Bu benim modern mimariye geçişimin ilk adımıydı. Bu çalışma bana mimarlığın sadece beton ve kalfa üçgenine sığmayacak kadar büyük bir meslek olduğunu öğretti. Sonrasında ise modern mimariye başladım”
Mimari gelişimi ile ilgili aktarımları sonrası Haliç Metro Köprüsü yapım süreci ile ilgili yaşananları aktaran Hakan Kıran, “1985 yılında Unesco’ya başvurmuşuz. Ondan sonraki süreçte de onların kurallarına uyacağımıza dair gerekli imzaları atmışız. Bu şartlara uygunluk için de Unesco’nun alt kuruluşu olan Okeanos o ülkede bunu takip edecek kişiler edinir. Bizimde değerli hocalarımız başvurmuşlar ve Okeanos üyesi olmuşlar. 1985 yılında Haliç’te bir köprü yapılması için bir proje ortaya çıkmış, altında bütün hocalarımızın imzası var, fakat bu projeyle ilgili gerekli bilgiler Unesco’ya verilerek bizi destekleyin denilmemiş. 1992 yılında proje yapma çalışmaları başlamış fakat yine bu kurulun hocaları gelen projeler konusunda uzlaşamamışlar. Bu arada tüneller bitmiş fakat köprüyle ilgili uzlaşmalar sağlanamamış. 2004 yılında birçok mimar arkadaş gibi bende bir proje hazırladım. Gelen herkes eskiyi yıkarak kendi eserini yapmaya çalışmış. 8 bin yıllık bir tarihten bahsediyoruz. Günün sonunda da bugünkü yapı oluşmuş. Süleymaniye Camisini yaparken Mimar Sinan, önceliği Ayasofya Cami’nin daha iyisini yapmak olmuş. Onu geçmeye çalışmış, ondan daha görkemli yapmaya çalışmış. Fakat bu kadar önemli mimar, eser yapmaya çalışırken hiç kimse buraya bir köprü yapmamış. Oysa bugün Avrupa’ya gittiğiniz zaman en önemli eserler köprülerdir. Ayrıca buraya köprü yapımı ile ilgili Leonardo da Vinci hikayesi var. 1500 yılların başında Leonardo da Vinci sultandan iş istiyor ve Haliç’le ilgili hiç kimsenin yapamayacağı bir proje hazırlıyor. O dönemde de çağın en büyük iddiası Haliç’e bir köprü yapmaktır. Fakat gerçekleşmiyor. Çünkü iki tarafı da fay hattı olduğu için Haliç’in altı sürekli hareket eder. Bütün dünyanın da ifade ettiği gibi balçığı ne kadar ileri götürürseniz o kadar gidiyor. Zamanında da STFA köprü yaparken de araştırma yapılmış, fakat dikkate alınmamış. Örneklerden de anlaşılacağı üzere buraya ayaklı bir köprü yapma imkanınız yoktu. Şuanda bir galata köprüsü var çoğu zaman kapalıdır. Çünkü her yıl bir buçuk santim batar. Açılıp kapanan bölümü yüzer vaziyettedir, diğerleri kazıklıdır ve kazıklı olan ayakları sürekli batar. Batmasının nedeni dünyanın teknolojisine değer verilmesidir. Biz köprüyü yaparken dünyanın en iyi zemincileriyle çalıştık. Ben yaptığım her eserde kimden akıl almam gerekiyorsa gidip almışımdır. Biz bu çalışmaların hepsinin analizini yaptık. İki yakada iki tünel var yapılmış ve bitmiş. Yükseklik 12.5 metre diğer tarafta 12 metredir. Yıllarca bu projenin neden yapılmadığını ise sonradan anladık. Biz projeye başlamadan önce Unesco ile yapılan çalışmaları bilmiyorduk, projeye başladıktan sonra anladık ki Unesco ile yapılan anlaşmalardan sonra kurmamız gereken birimleri kurmamışız. Bu noktada Süleymaniye Camii Külliyesi’nin Dünya mirası listesinde olduğunu ve bizim projemizin Unesco tarafından değerlendirilmesi gündeme geldi. Bu noktada kamuoyunda yaratılmaya çalışılan olumsuzluklarla uğraştığımız gibi, diğer taraftan da Unesco ile çalışmalarımızı yürüterek projemizi neticelendirdik ve bugün kullanımda olan Haliç Metro Köprüsü’nü hayata geçirdik”
Son olarak öğrencelere iyi dileklerini ileten Hakan Kıran, “Herkes yaptıklarını yazıyor bende yapamadığım projeleri kitap yapacağım” sözlerine son verdi.