Haliç itibarını yeniden kazanıyor

Bir yerin özelliği o yerin tarihi ve yaşanmışlıklarında gizlidir. Yaşanmışlıklarıyla güzel, onlarla kederlidir. Shakspeare, insan demek şehir demektir sözünü söylerken bu yaşanmışlıkların önemine vurgu yapmıştır. Bir dönem dünya imparatorlarını kendine âşık eden Haliç, yakın bir döneme kadar kokusuyla geçmişine gölge düşürse de bugün yeni projelerle tekrar hak ettiği değeri alma yolunda ilerliyor. Haliç’in yaşanmışlıklarına âşık olan Alaeddin Babaoğlu da Haliç’in kaybettiği itibarını geri kazandırmak için kendini bölgenin gelişimine adıyor. 

Sayın Alaeddin Babaoğlu, yabancı fonlar İstanbul’da yatırım yapıyorlar ve dünya şehirlerine uygun konutlar ürettiklerini ifade ediyorlar.  Bu konutlar sizce İstanbul’a uygun mu?

İstanbul 3 imparatorluğa başkentlik yapmış bir şehir. Son kazılarda çıkan eserlerden gördüğümüz kadarıyla tarihimiz yaklaşık 10 bin yıl öncesine dayanıyor. Böyle tarihi olan İstanbul’u, New York ile karşılaştıramayız. Onun için burada yerleşik, hem tarihinden hem de kullanımından dolayı kemikleşmiş olaylar var. Bu, ırmak yatağında konut yapmaya benziyor. Ne kadar ıslah ederseniz edin işe yaramaz. Bu mekanik açıdan bir örnek ama buna soft açıdan da örnek verilebilir. Mesela burası ibadet için kullanılan bir yerse buraya Disneyland yapamazsınız.

Aynı durum Haliç için de geçerlidir.

Tabi ki. İstanbul’da da Haliç bölgesi bu şehrin Bizans zamanında M.Ö. kurulurken seçtikleri bölgedir. Burası şehrin doğal limanıdır. Bu doğal limanın sağını solunu şehirleşme ile birlikte sağlıksız yapılaşma çevrelemiş. Biz bu sağlıksız yapılaşmanın düzgünleştirilerek şehre bu bölgenin bir değer olarak herkesin kullanımına açık olarak yeniden kazandırılması için çalışıyoruz. Biz bu adımı attıktan sonra herkes Haliç’in uygun olmadığını, tabakhanelerin o bölgede olduğunu söylediler. Fakat biz oranın da geçmişine baktık ve buranın doğal liman olduğunu gördük. Hükümetin burada artılarını da söylemek gerekiyor. Verdikleri bütün sözleri tuttular.  Mesela buraya tünelin açılıp boğazla birleştirilmesi ile trafik rahatladı. Deniz suyu verildi. Bu, büyük bir proje oldu. TEM bağlantı yolu buraya konuldu. Deniz yolunun geliştirilmesi ile deniz taksilerin girebileceği hale geldik. Buradaki deniz çamurunun alınması ile bir kültür merkezi de yapıldı. Orası herkesin kullanımına açık bir rekreasyon alanı haline geldi. Yaya köprüleri yapılacak. Hükümet olarak gelişimi daha da geliştirdiler ve yatırımcılara da cesaret geldi. Şu anda orada 5 tane daha otel yapılıyor. Bu oluşumlarda sadece deprem dayanıklı bir oluşum değil sosyal anlamda ve göze düzgün görünmesi anlamında da mimari yarışmalarla yapıyoruz. Biz apartman da yapsak mimari yarışma olmadan yapmıyoruz. En az 4 tane farklı proje gelecek ve 4 değişik mimarın bakış açısı olacak ve içerisinde enternasyonal mimarlar da olacak. Bundan dolayı otelin mimarisi fantom otel diye geçiyordu çünkü şehrin siluetine gömüldü. Aslında çok büyük bir yapı ama hiç belli olmuyor. Haliç’in aynı şekilde gelişiminin devam etmesi için çalışıyoruz.

İstanbul’da otellerimizin çoğu sadece bir binadan ibarettir.

İnsanlarımız da artık bu konuya değer vermeye başladı ama bu normal bir süreç. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de aynı Avrupa’da olduğu gibi elzem ihtiyaçları ile uğraşıyordu. Mimari güzel mi değil mi bakmadan en önemli ihtiyaçlarını giderdiler. Şimdi ise öyle değil. İnsanlar bir şekilde sosyal bir ağ oluşturmaya ve bunu güçlendirmeye başladı. Böyle olunca da insanların enerjileri mimarinin güzel olması gibi unsurlara açık olmaya başlıyor. Bu güzellikler ekonomik gelişmeyle birlikte geliyor. O yüzden umutluyum.

Biz bazı şeyleri iyi yapamadık. Örneğin Sulukule’de insanlar evlerinden çıkartıldı ve lüks yerler yapıldı. İnsanlar orada oturamazlar.

Kesinlikle haklısınız. Zaten ben hep geçmiş diyorum ama hataların bugüne gelenleri var. En son 16:9 projesi gündeme geldi. Kamuoyu hassasiyet gösterince projeyi yapanlar daha dikkatli davranma yoluna girecek.

Bir gazeteci olarak Haliç’te bir dönüşüm olsun ama oradaki doku kalsın istiyoruz. Binlerce yıllık kültürün ölmesini istemiyoruz.

Çok doğru. Hatta kültürü bırakın ben şu an Kemer Country’de oturuyorum ve oraya yatakhane diyorum. Yatakhanede oturmak saman yemek gibidir. Projelerde bakkalı, manavı, eczanesi olacak. Bu, insanlara esnafın getirdiği hayat kalitesini veriyor. Dünyanın en zengin adamı için bile bakkala olan konuşmayı yapması onun o günkü ruh halini etkileyecek. Psikologa gitmiş gibi olacak. Bugün ilaç endüstrisinin en çok üretim yaptığı şey psikolojik ilaçlardır. İnsanlar bu kimyasallarla yaşıyorlar. Halbuki oradaki manav, berber, bakkal bunun bir parçası. Ayrıca orada başka komşularınızla da buluşuyorsunuz. Bu konuşmalar bile yetiyor. İnsana kendini sıcak bir atmosferde buluyor. Bizim yaptığımız projelerde süper market de olmayacak çünkü orada da sıcaklık olmuyor. Bakkallarda kurulan iletişim bizim için bir artı değer. Bu hiçbir şeyle ölçülemez. Bizim yapacağımız projelerde dokunun aynı kalmasına özen gösteriyoruz ama orada da karşımıza şu çıkıyor. Öyle ya da böyle İstanbul’un içindeki gayrimenkuller öyle bir değere geldi ki geçiş yaptığımız yerdeki insanların belli bir değerde kalmasını istiyoruz. Ben bunun örneğini Almanya’da yaşadım. Yapılan bir dönüşüm alanında toplumun her kesimi için proje ön görüldü. Belediyenin yardımına muhtaç olandan villada oturan insanlara kadar karışık bir kompleks oldu. Bir de çocuklu aileler ile çevreci bir proje oldu. Biz 20 senedir orada yaşıyoruz. Hapisten yeni çıkmış insanda orada oturuyor, bölgenin üst gelir grubunda olan insanlarda orada oturuyorlar. Aralarında ciddi bir gelir farkı bulunuyor. Fakat insanlar kendisine saygı duyulduğunu hissettiği an ona göre davranıyor. Onun artısını göre göre o sosyal yaşamla birlikte gelişiyoruz. Yoksa o adamları bir araya getirip getto kurduğunuzda sorunlar yaşanıyor.

Teknik gelişimin bir şekilde yanında olmalıyız ama onu yaşamımızın kalitesini arttıracak şekilde kullanmalıyız. Aksi takdirde siz yatakhane olarak adlandırılan bir sitede yalnız yaşıyorsanız evinize gelip kimseye merhaba bile demeden dairenize giriyorsunuz. Sonrasında tek işi internet oluyor. Onun için onu destekleyici ortamların geri gelmesi lazım.

Burada yapıyı bozan şeyler var. Yabancıların İstanbul’a ilgisi sadece konut fiyatlarının artmasına neden oldu. İstanbul’da yaşayanlarda geçim sıkıntısı yaşamaya başladı.

İstanbul çok hızlı büyüdü. Sağlıksız oldu ama kimse isteyerek göç etmiyor. Benim çocukluğumda Türkiye’ye bu konuda sahip çıkmadık. Sadece bulunduğumuz yeri gördük İstanbul’a gidelim belki orada şansımız olur diyerek geldiler. Şu anda yaşadığımız aslında geriye dönüş olayı başlangıcıdır. Bugün Diyarbakır’dan Kars’a kadar ülkenin her yerinde her şey gelişti. İnternet sayesinde bilgilere her yerden ulaşılabiliyor. Bu yüzden bence yeniden bu aşırı artış dizginlenecek ve belli bir süre sonra geri dönecek. Çünkü birçok insan aradığı kaliteyi artık İstanbul’da bulamıyor. Almanya’daki duruma bakarsak orası çok optimal. Almanya’nın yüzölçümü Türkiye’nin yarısı kadar ama nüfusu 84 milyon. Türkiye’de ise 73 milyon. Daha az nüfusla iki kat fazla toprakla biz nerede yürüyeceğimizi bilmiyoruz. O düzgün şehirleşme yapılamadık fakat bunların üzerine yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütün şehirlere master planlar yapalım diyor.

İyi planlar yapabiliyor muyuz?

Şu ana kadar sınıfta kaldık ama son 10 senedir gerçekten Türkiye’de her açıdan iyileşme görüyorum. Genel anlamda baktığımızda yeni dönemin getirdiği çok büyük artılar var. Özgürlükler de insanları bu konuda hassas ve yaratıcı olmaya itiyor. Mesela şehircilik olayında Beşiktaş şu an stadyum yapıyor. Ben olsam kullanım alanını yeninden define edip park yaparım ve herkesin kullanımına sunarım. Yeşil alan olarak şehre kazandırırım. Bu şansları kavrayıp üzerine gitmemiz lazım ama orada da politika, din, dil, ırk, futbol takımı da üzerinde düşünerek bir şeyler yapıyoruz. Ama bizim bir de ortak zeminlerimiz var. Kim olursa olsun gelip o parkta oturabilir.