Haluk Sur: 30 ve 60. kuzey paralellerinin tam ortasındayız
Konut sektörü ile ilgili bilgisine başvurulabilecek üç beş insandan biri olan Haluk Sur, GYODER derneğinde yaptığı başkanlık ve sonrasında Emlak GYO başta olmak üzere konut sektörüne yön veren firma ve kuruluşlarda aldığı görevler çerçevesinde sektörün gelişine önemli katkılar sunmuştur. Almış olduğu yeni görevler çerçevesinde de sektöre hizmet etmeye devam eden Haluk Sur, okuyucularımız için, yaşanan ekonomik krizin etkilerini ve konut sektörünün bu ortamdan nasıl etkilendiğini değerlendirdi.
Ekonomik krizin bugün itibari ile geldiği nokta ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?
Küresel kriz sona erdi dersek çok iyimser olur. İnsanlık tarihinde bu boyutta bir krizin yaşanmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz ve bu söylemimizi destekleyecek en önemli nokta, hiç kuşkusuz bir birine entegre olmuş, dünyanın bir ucundaki etkiyi diğer ucunda hisseden ekonomilerdir. O nedenle bu kriz insanlık tarihinin yaşadığı en ağır krizdir. Ekonominin bu kadar büyük ve küresel olması krizin etkilerini de artırmaktadır.
Bu krizin bize öğrettiği önemli bir husus var. Bu kriz bize dünyaya hakim olduğunu düşündüğümüz ekonomilerin, düşünüldüğü kadar dünya ekonomisine hakim olmadığını gösterdi. Bu açıdan da bakıldığında yaşanan bu kriz, yaşadığımız diğer ekonomik krizlerden ayrışır. Dünya ekonomisine baktığımızda dünyadaki ekonomik büyüklüğün %80’ini dünyanın küçük bir coğrafik parçası tarafından oluşturulmaktadır. Bu coğrafyayı da kuzey yarımkürenin 30. paraleli ile 60. paraleli olarak ifade edebiliriz. Bu coğrafyanın da batıdaki nihai noktasını New York, doğudaki nihai noktasını da Tokyo kabul edersek, İstanbul bu iki uç noktanın tam ortasında kalan bir yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Küresel ekonomiyi tarif ederken kaşımıza çıkan bir başka unsurda, her ne kadar güneş doğudan doğup batıya doğru hareket etse de, ekonomik hareketlilik bunun tam tersi bir seyir içerisindedir.
Bu kriz patlak verdiğinde gelişmiş ekonomiler kendilerine bir şey olmayacağını, gelişmekte olan ülkelerden akışın gelişmiş ülkelere doğru olacağını düşünüyorlardı. Böyle bir dünya olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Bunun en önemli nedeni gelişmiş ülkelerin nüfusunun ürettikleri ürünleri tüketememesidir. ABD ve Avrupa’nın toplam nüfusu 650 milyondur. Buna mukabil dünya nüfusu 7 milyar. Bu noktada 30 trilyon dolar ekonomik büyüklüğe ulaşmış bu ülkelerin ürettikleri ürünleri 650 milyonluk nüfusa tükettirmeleri mümkün değil. Bu çerçevede de gelişmiş ülkelerin kendilerine bir şey olmayacağı yönündeki düşüncesinin gerçeklerle uyuşmadığı kısa sürede görüldü. Bu ortamda dünya ekonomisinin sürükleyici gücü gelişmekte olan ülkeler oldu. Bu kriz bize AB’nin ne kadar birlik olduğu ile ilgili soruyu sormamıza neden oldu. Kriz dönemi boyunca AB son beş yılda ilk kez şimdi nefes almaya başladı ve birlik neredeyse dağılma noktasına geldi.
Türkiye ölçeğinde düşünüldüğünde kriz için neler söylenilebilir?
Türkiye bu krizden karlı çıktı ya da zararlı çıktı demek yanlış olur. Karlı çıktığı alanlarda oldu zararlı çıktığı alanlarda oldu. Eskiden Türkiye daha çok dış ticaretinin %65’ini AB üzerinden yaparken, AB’de yaşanan tıkanıklıklar farklı alanlara yönelmesine neden oldu. Türkiye bu noktada kapılarını Afrika, Ortadoğu, Asya’ya açtı ve bu yönelimle AB’ye yaptığı ihracat %42’lere kadar düştü. Bu durum THY’nin uluslararası bir havayolu şirketi haline gelmesine neden oldu. Kriz öncesi THY’nin filosunda 80-90 uçak vardı. Şimdi bu rakam 260 rakamlarını aştı ve Anadolu Jet diye başka bir markayı da ortaya çıkardı. Buna paralel olarak havalimanlarımızın kapasiteleri inanılmaz boyutlara ulaştı. Beklentiler 2020 yılında İstanbul’a üçüncü bir havalimanı inşa etmek yönündeyken, bugün üçüncü havalimanının inşasına başlandı. Bu yatırım bir yana diğer taraftan mevcut işletmeci işletme süresi kısalmasına rağmen yüzlerce milyon dolarlık yeni yatırım kararı aldı. Krizden dolayı bu yatırımların arttığını söylememiz mümkün değil, keşke kriz olmasaydı da Türkiye daha fazlasını başarsaydı demek lazım. Fakat diğer ekonomilere göre ülkemizin gerçekleştirdiği atılımlar oldukça önemlidir diyebiliriz. Kriz çıkmasaydı da dün hayal olarak ifade edilen dorudan yatırım amaçlı gelen yabancı sermaye 130 milyar dolar yerine bugün 250 milyar dolar olsaydı fena mı olurdu?
Mümkün mü böyle bir durum?
Elbetteki mümkündü.
Kriz öncesinin şişkin bir balona benzetilmesi ve bu balonun eninde sonunda patlayacak olması gerçeği ile karşı karşıyayken yine aynı sonuca varabilir miyiz?
Şişkin bir balondan bahsediyorsak, eninde sonunda bu balonun patlayacağını ifade edebiliri ama aynı zamanda bu patlamanın etkilerinin her yerde aynı hissedilmeyeceğini de ifade edebiliriz. Diğer taraftan balonun şişirilmesi hususunda da gelişmiş ekonomilerin büyük günahı olduğunu söylememiz gerekir. Bu kadar denetimsiz başıboş bir ekonomik büyümeye taraftar olmamız mümkün değil.
Denetim kelimesinin üzerinde biraz daha durmamız gerekir diye düşünüyorum. Bugün hak ve özgürlükler gündeme geldiğinde insanların verdikleri tepkileri düşünüp diğer taraftan sizin denetimsizlik nedeni ile bu balonun şiştiği ifadesini birleştirdiğimizde karşımıza farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Bu tablo ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?
Aşırı denetim büyümeyi tamamen durdurur boyuttaysa, bu durumu kabul etmek mümkün değil, diğer taraftan hiç denetimsiz kaos ortamlarına sürüklendiğimizi de görmeliyiz. Türkiye bu kadar uzun soluklu bir iktidar ile hiç karşılaşmadı. En önemli örnek DP iktidarı idi. DP iktidarı, ikinci dönemi oy kaybederek, üçüncü dönemi ise darağaçları ile sonlanmıştır. Şimdi bu durum mevzu bahisken, bir iktidar düşünün ki üç dönem iktidarda ve her dönem oy artırarak yoluna devam ediyor. Burada yüz eskimesi diye bir hususun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu düşünceme de çok sevdiğim Süleyman Seba ile destekleyebilirim. Süleyman Seba on dört sene şampiyonluk yüzü görememiş bir takıma başkan oldu ve başkanlığı döneminde de hem sportif başarılar hem de ekonomik başarılarla dolu uzun bir süre başkanlık yaptı. Gidişi de hiç neden yokken ‘Ahmet dursun Süleyman gitsin’ sloganları ile oldu. Süleyman Seba gitti, Beşiktaş bir daha gün yüzü göremedi. Bu ülke de maalesef böyle bir sorun var. Diğer ülkelerin bu konularda yaptığı kaşımalarda elbette ki ekonomik çıkarların çatışmasından dolayıdır. Buna engel olamayız, uluslararası sürtüşmeler ekonomik çatışmalar olduğu sürece hep var olacaktır. Menfaatleri üzerinden dış politika gütmeleri hususunda kimseyi suçlayamayız.
Türkiye’nin yaşadığı gelişimin herkesi memnun etmesini beklemek iyimserlik olur. Elbette bu durum birçok ülkenin işine gelmeyecektir.
2008 yılında Başbakanımız Tayyib Erdoğan kiriz teğet geçecek dediğinde birçok iyi bildiğini iddia eden bıyık altıdan gülmüştü. Ancak gerçek o ki Türkiye AB ve diğer gelişmiş ülkelerin yaşadığı gibi krizin etkilerini yaşamadı. Türkiye’nin eğer petrole dayalı, enerji politikalarına dayalı bir cari açığı olmasaydı, küresel krizden hiç etkilenmezdi. Türkiye krizin ilk etkilerini 2009’un ilk yarısında yaşadı. Sonrasında 2009’un üçüncü çeyreğinden bugüne Türkiye sürekli büyüdü.
Bu ortamda konut sektörü ile ilgili neler söylenebilir?
Sektör için genel itibari ile olumsuz şeyler söylemek mümkün değil. Konut satışları 2013 yılı itibari ile 1.015.000 adet gibi rekor bir rakama ulaşmış. 2014 yılı ilk yarısına baktığımızda 600.000 rakamına ulaşıldığı görülürken, bu rakamın ikinci yarıda da yakalanacağı tahmin ediliyor. Krizin olduğunu iddia edenler, 2014’ün ilk çeyreğine bakıp, bu rakamları 2013’ün ilk çeyreği ile kıyaslıyorlar. Evet, ilk çeyrekte bir düşüş vardı ancak bu dönemde Türkiye Gezi olaylarını, arkasından 17 Aralığı ve 25 Aralığı yaşamıştır. Baktığımızda gözaltına alınan insanlar konut sektöründen insanlar ve bizim Emlak Konut’tun yedi yönetim kurulu üyesinden üçü gözaltına alınmış. İnsanlar telefonlara sarılarak neler olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Bizde dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz. Bir yanlış varsa hesap sorulur ancak firmaların bütün itibarını zedeleyecek şekilde bir günde şirketi 1.8 milyar zarara uğratacak şekilde sorulması uygun değildir. Arkasından Türkiye seçim sathına girmiş. Bu arada da uluslararası arenada yaşanan gelişmelerden sonra faiz oranlarının yükselmesi ve buna paralel döviz kurlarında artış olması doğal olarak konut sektörünü de etkilemiştir. Ancak balon patlayacak söylemlerini hak edecek bir ortamdan bahsedemeyiz. Bugün baktığınızda sadece Londra’da bir yılda 33 milyar dolar yatırım için girdiğini düşünürseniz bir balondan söz etmek mümkün değil. Eğer siz gerekli güveni sağlarsanız bu rakamlar bizim için hayal değildir.
Yabancılara konut satışı ile ilgili yapılan düzenlemeler konut satışlarına yansıdı mı?
Yansıdı ancak yapılan düzenlemenin beklentilere cevap verdiğini söyleyemeyiz. Türkiye’yi ikinci vatanı bilen insanlara oturma izin süreleri açısından daha uzun bir süre vermemiz gerekirdi. Bu aynı zamanda dış ticaretinizi de doğrudan etkileyecek bir durumdur. Benim düşüncem oturma izninin beş sene olması yönünde, ancak tepki doğuracağını bildiğim için hiç olmazsa üç sene verilebileceğini düşünüyorum.
Biraz’da sizin özelinizde gelişmelerden bahsedelim. Emlak GYO’dan ayrıldınız. Sonrasında yeni bir gelişme olarak Torunlar GYO’da Yönetim Kurulu Üyesi olduğunuzu haber aldık. Öyle bir şey oldu. Aziz Bey’in bizden bir ricası oldu, geçmişte de GYODER’in başına geçmesi için bizim ondan bir ricamız olmuştu. O bizi kırmamıştı, bizde onu kırmayarak Torunlar GYO’nun gelişimine katkı sunmak için görevi kabul ettik.