Kendi ayakları üzerinde durduğunuzda gerçekten üniversite gibi davranabilirsiniz

Vakıf üniversitelerimiz mevcut sistemde yerlerini aldı ve ihtiyaçlar doğrultusunda gelecekle ilgili yapmak istedikleri atımlar hususunda, sistemin belirleyicilerinden beklentileri var. Bu konuda görüşlerini aldığımız Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Yıldırım Üçtuğ sorularımızı yanıtladı. 

Genel olarak vakıf üniversitelerinde bir mutsuzluk hissediliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Doğrusu bizde aynı mutsuzluğun olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu sene 4. eğitim öğretim dönemimize başladık. Öğrenci sayımız yaklaşık olarak dört bini buldu ve bu rakama dört yıl gibi kısa zaman zarfında ulaşmamız oldukça önemlidir.

Sağlık alanlarına yönelmeye başladık. Geçen yıl tıp fakültemizi açtık, önümüzdeki yıl diş hekimliği fakültemizi açmayı planlıyoruz. Eğitim alanlarımızı genişletiyoruz. Bu programlarımızın da eklenmesi sonucu iyi bir büyüme içerisindeyiz diyebilirim. Kuruluşumuzdaki heyecanımızı bizler yitirmedik. Aynı hızla ve kalitemizi düşürmeden devam ediyoruz.

Vakıf üniversiteleri için sistem henüz oluşmadı diyebilir miyiz?

Bu bir süreç tabi. Kuruluşundan sonra bir üniversitenin kurumsallığa ulaşması zaman alacak bir durumdur. Kamuoyunda vakıf üniversitesi algısı zaman içerisinde oturacaktır ama çok nitelikli vakıf üniversiteleri var ve gelişmeye devam edecekler. Benim beklentim bu üniversitelerin devlet üniversitelerine çok yakın bir zamanda alternatif haline gelmesidir.

Şuan tartışılan bir başka noktalardan biri de niteliği talep eden öğrencilerin olup olmaması durumudur. Sizce öğrenciler iş güvencesini mi istiyor yoksa nitelikli eğitim mi?

İkisi birbirine çok paralel bir durumdur. Diplomayı hedefleyen yani sadece elimde diplomam olsun diyen bir kesim var. Ancak buna karşılık da nitelikli bir yüksek öğretim alıp buna bağlı olarak bir iş olanağı elde etmek isteyen çok geniş bir kesim var. Bence zaman içerisinde oluşacak olan da odur. Yani iyi bir eğitim alayım ve buna bağlı olarak da iyi bir iş bulayım diyen gençlerimizin sayısı artacaktır.

Rifat Sarıcaoğlu ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızda, “Vakıf üniversitelerimizde gelir kaynaklarını çeşitlendirdikçe o zaman daha kaliteli, daha verimli çalışmalar ortaya çıkacaktır” demişti. Bu hususta sizin düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Türkiye’de bağış kültürünü oluşturmanın kolay bir durum olmadığını düşünüyorum. Bu Amerikan üniversitelerinde çok olan bir şey, büyük ölçüde bağışlarla yaşarlar. Ancak Türkiye’de bu kültür maalesef yok. Bu yapı devlet üniversitelerinde de yok, vakıf üniversiteleri için de ben yakın gelecekte böyle bir olasılığı görmüyorum. Ama bir taraftan da belli bir ekonomik düzeye ulaşan holdingler ya da diğer kurumlar vakıf üniversiteleri kuruyorlar. Bu üniversitelerden mezun olan kişiler gelecekte, ülkemizin üniversiteler açısından belli bir doygunluğa ulaşmasının ardından yeni üniversite kurmak yerine var olan üniversitelere destek sağlayacaklardır. Öte taraftan vakıf üniversitelerinin tek gelir kaynağının öğrenci harcı ve öğrenciden alınan kayıt ücretinin olmaması gerekiyor. Bu konunun çeşitlendirilmesi gerekiyor. Biz de bunun için çabalıyoruz. Üniversite her zaman kendi ayakları üzerinde durabilmelidir. Bizde üniversitemize gelir getirici çeşitli faaliyetlerin yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz ve bu yönde çabalarımız var.

Yürütmüş olduğunuz bu faaliyetlerinize birkaç örnek verebilir misiniz?

Bizim şuan yönelmiş olduğumuz alanlardan biri sağlık. Bu konuda bir Diş Hekimliği Fakültesi açma amacımızın yanı sıra bir diş kliniği açacağız. Tıp fakültemiz ile birlikte ona yönelik bir takım çalışmalarımız olacak. Bu tür konulara yatırım yaptığınız zaman yaptığınız araştırmalar yanı sıra bu faaliyetler üniversitemize ek gelir de getiriyor olacak.

Türkiye’de bulunan yabancı ilaç firmaları, üniversiteler ile ortak çalışma yürütmek istiyorlar ancak üniversitelerden yanıt alamadıklarını belirtiyorlar. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Devlet üniversitelerinde bazı mekanizmalar ve işleyişler kolay değil. Devletten gelen bir takım kısıtlamalar var. Bu sebepten dolayı öğretim üyeleri bu faaliyetlere karşı heyecanlı olamıyorlar. Bir diğer handikap da bunları zorlayıcı mekanizmalar yok. Yani devlet üniversitesinde ömür boyu kadrolu öğretim üyesisiniz. Hiç bir şey yapmasanız da orayı kaybetme gibi bir riskiniz yok. Dolayısıyla belli kademelere ulaştıktan sonra daha rölanti de bir yaşam sürebiliyorsunuz. Vakıf üniversiteleri bu açıdan daha avantajlılar. Öğretim üyelerinden daha çok talepte bulunabiliyorlar. Öğretim üyeleri de bu talebe yanıt verme durumundalar.

Vakıf üniversitelerinde, mütevelli heyetinden çıktıkça daha özerk bir yapı oluşabilir görüşü hakim. Katılır mısınız bu görüşe?

Benim yıllardır savunduğum bir görüş vardır. Üniversite özerkliği mali özerklikten geçer. Eğer bir yere birisi parayı veriyorsa kişi, kurum ya da devlet olsun fark etmez. Parayı veren her kişi, o yönetime katılmak isteyecektir. Bu doğal bir haktır. Yani kendi ayakları üzerinde durduğunuzda gerçekten üniversite gibi davranabilirsiniz. Tabi, hesap verilebilirliğin her zaman bir yerlerde durması şartıyla.

Kemerburgaz Üniversitesi bu anlattıklarınızın ışığında özerklik istiyor, bilimsel çalışmalar ortaya koymak istiyor, geleceğe doğru ilerliyor diyebilir miyiz?

Evet kesinlikle diyebiliriz. Bu saydıklarımızın 3 yıl içerisinde oluşmuş olması, her şeyin mükemmel ve kusursuz olması, büyük araştırmaların yapılıyor olması. Tabi bunlara imkan yok ama ben doğru yolda ilerlediğimizi düşünüyorum.

Yabancı öğrencilerin Türkiye’de okuması bir alternatif olarak görülüyor ve Türkiye’nin de buna hazır olduğu söyleniyor. Sizce Türkiye’deki koşullar uygun mudur?

Kesinlikle uygun. Yabancı öğrenci konusunda Türkiye’nin biraz geç kaldığını düşünüyorum. Biz bu konuda daha muhafazakar bir yapı izledik, kendi içimize kapandık. Daha önce yabancı öğrencilerin girmiş oldukları bir sınav vardı, dünyanın birkaç yerinde bu sınavı yapabiliyorduk ya da öğrencilerin sınava girebilmeleri için Türkiye’ye gelmeleri gerekliliği gibi bir takım zorluklar vardı. YÖK bu sınavı birkaç yıl önce kaldırdı. Ve üniversiteleri yabancı öğrenci almaları konusunda daha özgür bıraktı. Şu an inanılmaz bir talep var. Biz bu sene 200 tane yabancı uyruklu öğrenci aldık. Özellikle sağlık alanlarında inanılmaz talep var.

Bu durum üniversitenin marka olmasını destek oluyor mu?

Sağlıyor, bunun yanı sıra bu durumun ülkeye katkısı büyük. Ayrıca bu öğrencilerimiz okulu bitirip döndüklerinde her biri bu ülkenin birer elçisi olacaklar. İş yaptıkları zaman Türkiye’yi tercih edecekler. Ülke açısından çift yönlü faydası olan bir işlem. Bizim uluslararası ofis çalışanlarımız çeşitli ülkelere tanıtım fuarlarına gidiyorlar. İstanbul’da okumak tercih sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Biz Afrika, Ortadoğu gibi ülkelerden, Müslüman ülkelerden çok fazla öğrenci alıyoruz.

Geçtiğimiz dönemde bir vakıf üniversitesi %75 indirim yapıyoruz yönünde bir açıklama yaptı. Bu durum Türk öğrenciler için haksızlık değil mi?

Bunlar zaman içerisinde yerine oturacaktır. Yabancı öğrenciler için devlet üniversiteleri çok ucuz. Bir de kiminle rekabet ettiğiniz de önemli. Devlet üniversitesi ile mi rekabet ediyorsunuz? Yoksa yabancı öğrenci daha önce Amerika ya da İngiltere’de okumak istiyor; oradaki üniversite ile mi rekabet ediyorsunuz? Yani orada alabildiği eğitime yakın bir eğitimi Türkiye’de alıyorsa, bu noktalarda farklı durumlar ortaya çıkabiliyor. Bizim üniversitemizde Tıp bölümü ve şimdi açmayı planladığımız Diş Hemimliği Fakültesi için müthiş bir yabancı öğrenci talebi var.

Büyük özel hastaneler genelde üniversite açmaya başladılar. Bu durum var olan vakıf üniversiteleri için zorluk yaratıyor mu?

Yeni üniversite açma durumları yavaşladı ve yavaşlayacak da. Artık belli bir doygunluğa ulaşılıyor. Artık bu pazarın içerisinde yer bulmak kolay olmayacak. Bazı özel hastaneler üniversite açmaktansa var olan üniversiteler ile anlaşma yoluna gidip destekliyorlar. Bizim üniversitemiz de Medical Park Bahçelievler Hastanesi ile anlaşma gerçekleştirdi. Yavaş yavaş bu yapının genişleyeceğine inanıyorum.

Geçtiğimiz yıllarda YÖK başkanımız “geleneksel üniversite anlayışımızla küreselleşmeye çalışıyoruz.” Yönünde bir açıklaması oldu. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Geleneksel üniversite yapısını değiştirecek yapının en başta yok olması gerektiğine inanıyorum. Belki bunun için birtakım yasal kısıtlamalar var, bilemiyorum. Ama bütün üniversitelerin bir kalıba sokulmaya çalışılması geleneksel bir yapının varlığını gösteriyor ve bu durumun değiştirilmesi oldukça güç bir durumdur.

Bu durumla baş edilebilmesi için nasıl bir yapının var olması gerekiyor?

Merkezi koordinasyon ve kalite kurumunun olması gerekiyor. Bence birinci problem YÖK’ün şuan çok detaylara boğulmuş olmasıdır. İkinci problem de olmayan bir yöntem uyguluyorlar ve ön kontrol ile çalışıyorlar. Yani bir bölüm açacağınız zaman bütün olması gereken şartlar titizlikle inceleniyor ama sonrasında yürütülen eğitim sürecini kontrol eden hiç kimse yok. Yani kaliteli bir eğitim veriliyor mu? Uyguladığınız müfredat nedir? Bunları kontrol eden mekanizma yok.

Kemerburgaz Üniversitesi olarak öğrencilere sağladığınız CO-OP uygulaması ile ilgili neler söylemek istersiniz?

İş olanaklarını üniversite olarak gerçekten önemsiyoruz. Amerika’da uygulanan CO-OP adlı yeni bir sistemi ülkemizde de oluşturmaya çalışıyoruz. Firmalar ile anlaşma yapıyoruz ve öğrencilerimizi uzun süreli olarak bu firmalara gönderiyoruz. Örneğin 3. sınıfın 2. döneminde 7-8 ay maaşlı bir şekilde 1 gün okula gelip haftanın 4 günü firmada çalışıyor olacaklar. Öğrenciler hem iş hayatını tanıyacak, hem öğrendiklerini uygulayacak bir alan bulacaklar. Bu uygulama firma, öğrenci ve üniversite açısından faydalı bir unsur. Bu projeyi nitelikli, bilinçli öğrenci yetiştirme yolundaki en büyük projemiz olarak adlandırabilirim.