Masallar şehri St. Petersburg
Sanki masallar âlemindeyim St. Petersburg sokaklarında yürürken. İhtişamlı binalar, saraylar, sokaklar her şey sanki Alice Harikalar diyarında gibi. Uçaktan inmişim ve bir kapıdan bambaşka bir dünyaya geçmişim sanki… Şimdilerde Kurt Seyit ve Şura dizisiyle popülaritesini arttıran St. Petersburg bence kesinlikle ölmeden önce görülmesi gereken yereler arasında. Bir tarafta zenginlik ve lüks içinde yaşayan hayatların diğer tarafta fakirlik seviyesinde yaşayan halkın izlerine rastlamak mümkün, Petersburg sokaklarında gezerken. Unesco tarafından dünya mirası listesine alınan St. Petersburg ülkenin geçirdiği savaşlar nedeniyle bir çok kez isim değiştirmiş, önce Petrograd ardından Leningrad son olarak da şimdiki adı St. Petersburg’u almıştır.
Baltık Denizi kıyısındaki bu masalsı şehirde her zevke uygun bir şey bulmak mümkün. Hermitage müzesi, içerisindeki özel koleksiyonlarla sanatseverler için eşi bulunmaz bir müze. Ancak biletinizi önceden almanızda fayda var, aksi takdirde uzun kuyruklarda beklemek zorunda kalabilirsiniz. Doğanın eşsiz güzelliklerini yaşamak, tarihimizde ‘Deli Petro’ diye bilinen Petro’nun her köşesinden ayrı bir zenginlik akan yazlık sarayını görmek isteyenler ise Peterof Bahçelerini mutlaka görmeli. Şehrin biraz dışında kalan bu bahçeleri gezmek için bir taksici ile anlaşabilirsiniz. Çoğunluğu Azeri olan taksiciler genellikle taksimetre kullanmıyor, taksiye binmeden önce pazarlık yaparak orta bir fiyatta anlaşabilirsiniz. Eğer kalabalık bir grupsanız en mantıklı ve makul yöntem taksi sayılabilir. Maddi boyutunun yanı sıra bir diğer nedeni ise sokaklarda veya toplu taşıma araçlarında asla İngilizce yazmadığı için kaybolduğunuz an nerede olduğunuzu anlamanızın oldukça uzun sürüyor olması.
Moskova’da yemekten oldukça uzaklaşmış olsam da St. Petersburg’da doya doya birbirinden lezzetli yemekler yiyebildiğim için çok mutluyum. Yemek seçimlerimizi Mehmet Yaşin’in yazısında yazdığı restoranları keşfederek başladık. Öncelikle tatlı bir ailenin işlettiği yerel bir Gürcü restoranına gittik, Gürcü yemeklerini ilk kez tadacak olmanın verdiği heyecanla elimizde Mehmet Yaşin’in yol tarifi ile düştük yollara. Kardeşimle beraber haritaya bakıp sokak adlarını karşılaştırmaya çalışmaktan Kiril alfabesini neredeyse çözmek üzereydik. Neyse ki çok uzun sürmeden restoranı bulduk, tam hayal ettiğim gibi küçük sevimli bir aile işletmesiydi. Yemekler içindeki favorim hiç tartışmasız bir nevi üzeri açık peynirli pide olan ama asla aman canım alt tarafı bir pide denilip geçilemeyecek kadar lezzetli olan ‘haçapuri’. Zaten Gürcü peynirlerinin methini duymuştum yedikten sonra da övgülerin ne denli doğru olduğunu anladım. ‘Kharcho’ denilen etli ve pirinçli çorba da kesinlikle denemeye değer. Gürcü mutfağının bir diğer meşhur yemeği ise kabaca dev mantı diye tabir edebileceğimiz ‘hinkal’. Türk mutfağından farklı olarak sossuz, sade olarak yenilen bu mantı yemek severlere tam bir lezzet şöleni yaşatacak cinsten. Gürcü mutfağı elbette ki sadece hamur işinden ibaret değil. Etleri ve kebapları da oldukça lezzetli, erik sosu ile servis edilen şaşlık kebabı Osmanlı mutfağını andırıyor. ‘Garo beef with wallnut’ dedikleri et de oldukça lezzetli, baharatla marine edilen et üzerine bol miktarda ceviz dökülerek servis ediliyor. Etlerinin de hamur işleri kadar lezzetli olduğunu tereddütsüz söyleyebilirim. Ev yapımı kırmızı Gürcü şarabı ile tatlandırdığımız yemeğin tadı hepimizin damağında kaldı, kesinlikle söyleyebilirim ki Gürcü mutfağı favori mutfaklarım arasında üst sıralardaki yerini aldı.
Yediklerimin tadı hâlâ damağımda olan bir diğer restoran ise yine Mehmet Yaşin tavsiyesi üzerine gittiğimiz Gürcü restoranına oranla biraz daha lüks kaçan yerel bir Rus restoranıydı, adı bile hâlâ aklımda İngilizce hâliyle ‘Molokhovets Dream’. Borç çorbasından, ‘Beef Stroganof’a’ yediğimiz çoğu şey Rus mutfağının baş tacı sayılabilecek yemeklerdi ve her biri yok böyle bir lezzet dedirtecek türdendi. Ailecek gittiğimiz için herkes farklı bir yemek istedi ve böylece daha çok farklı lezzetin tadına bakma şansımız oldu, babam ve ben beef stroganof tercih ettik annem ve kardeşim ise ördek eti yediler. Yemeklerin her biri Moskova’dakilerin aksine büyük ve doyurucu porsiyonlarda geldi. Bu da bizi en çok mutlu eden ikinci bir noktaydı. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim diğer bir noktada çalışanların son derece kibar, iyi derecede İngilizce bilen ve oldukça güler yüzlü insanlar olmalarıydı. Kalkarken Türkiye’de bir gazetede okuyup onun üzerine geldiğimizi söylediğimizde çalışanlar duyduklarına çok şaşırdılar ve yanımızda getirdiğimiz gazete sayfasını bizden rica ederek duvara astılar. Yazıyı duvarda görünce bir kendimizi bir havalı hissetmedik desem yalan olur.
St. Petersburg her anlamda mükemmel bir tatildi benim için, hem uzun zamandır hayalini kurduğum Rusya’yı gördüm, hem de birbirinden lezzetli yemekler yedim, hem de kedimi bir süre de olsa tarihin sayfalarında geziniyormuş gibi hissettim. İşte böyle güzelliklerin ardından bir tatilin daha sonunda geldik, her tatilin sonunda olduğu gibi yine bir hüzün kapladı içimi. Beyaz geceler zamanını kaçırmış olduğumuz için aklımda beyaz gecelerde tekrar gelmek hayaliyle bulutların ardından el salladım Petersburg’a, İstanbul’a doğru yola çıkarken…