NEDEN BU DENLİ ANARŞİ VAR?

Robert D. Kaplan

Yirmi yıl önce, Şubat 1994’te, The Atlantic Monthly’de uzun bir kapak konusu hikayesi yayımlamıştım ve başlığı şu şekildeydi: “Yaklaşan Anarşi: Kıtlık, Suçluluk, Nüfus Fazlalığı, Aşiretçilik ve Hastalıklar, Gezegenimizin Sosyal Dokusunu Hızla Tahrip Ediyor.” Benim iddiama göre; kaynakların tükenmesi (örneğin su), demografik açıdan gençlerin geçici artışı ve kalkınmakta olan ülkelerde gecekonduların yaygınlaşması bir arada düşünüldüğünde, etnik ve hizipsel bölünmeler alevlenecek, ülke içinde siyasi ayrışmanın koşulları yaratılacak ve savaş, giderek daha düzensiz biçimlere dönüşecek – ki bu da çoğu zaman savaşın terörizmden ayrı tutulamayacağı koşulları yaratacak. Ulusal sınırların aşınması ve çevrenin 21.yüzyılın temel güvenlik meselelerinden biri olarak yükselişe geçmesinden söz etmiştim. Öte yandan, ABD’de ırksal bölünmelerin olası bir şekilde şiddetlenmesi gibi durumları da yanlış bir şekilde yorumlamıştım; keza söz konusu bölünmeler şaşırtıcı bir şekilde iyileşmişti.

Bununla birlikte, tartışılmayan bir şey var ki, o da, her ne kadar sivil toplumun giderek güçlenip yaygınlaştığına dair yetersiz kanıtlar olsa da, yeryüzünün önemli bir kısmı yönetilmesi giderek daha zor bir hale geliyor. Dünyanın önemli bir kısmında sivil toplum, halen başkentlerde yaşayan az sayıdaki elitin hakimiyeti altında – az sayıdaki Batılı gazeteci, bu kuruluşlarla yakınlaşabiliyor ve görüşme imkanı buluyor; dolayısıyla bu sınıfın boyutu ve nüfuzu, medya tarafından abartılıyor.

Bununla birlikte, Arap dünyasında ortaya çıkan anarşinin başka kökenleri var – ve söz konusu kökenler, benim ilk makalemde tam olarak ele alınmamış kökenler:

Emperyalizmin Sonu:

Bu doğru. Emperyalizm, Afrika’nın, Asya’nın ve Latin Amerika’nın büyük kısmına güvenlik ve idari düzen sağladı. Avrupalılar, gezegeni –yapay olan ve olmayan- bir dizi farklı birime böldüler ve yönettiler. Adaletli olmayabilir, medeni olmayabilir ama hepsine düzen sağlandı. Binlerce yıldır insan toplulukları için bir istikrar kaynağı olan emperyalizm ise, şimdilerde yok oldu.

Sömürge-Sonrası Güçlü Adamların Sonu

 Sömürgecilik, Avrupalı sömürgecilerin gitmesiyle birlikte tamamen sona ermedi. Sömürgecilik, sömürgecilerden devlet sistemlerini miras almış olan güçlü diktatörlerin kisvesi altında on yıllar boyu devam etti. Söz konusu güçlü adamlar kendilerini genellikle batı-karşıtı özgürlük savaşçıları olarak gördükleri için, şu anda devleti istedikleri gibi yönetebileceklerine dair bir ahlaki gerekçelendirme olduğuna inanıyorlardı. Ne Avrupalılar, ne de yeni yönetici sınıf Orta Doğu’da demokratik olamadılar. Hafız Esad, Saddam Hüseyin, Ali Abdullah Saleh, Muammer Kaddafi ve Mısır’da Nasırcı firavunlar, Hüsnü Mübarek’e dek, hep bu kategoriye mensuplardı ve emperyalistler gibi onlar da sahneden kısa süre içerisinde çekildiler (Mısır’da eski güçlerine kavuşmalarına rağmen).

Hiçbir Kuruma Yer Yok

Bu noktada kilit bir unsura ulaşmaktayız. Sömürge dönemi sonrası Arap diktatörleri, istihbarat devletleri kurdular: bu devletlerde emirler, gizli polis ve diğer ilgili güvenlik hizmetlerine bağlıydı. Ancak, bunun ötesinde, kurumsal ve bürokratik gelişim zayıftı ve nüfusun gereksinimlerine yanıt vermiyordu –giderek kentleştiği için söz konusu nüfusun sosyal hizmetlere ve karmaşık altyapıya ihtiyacı vardı. (Ne yazık ki, kentli nüfus, geçimini tarımdan sağlayanlarla kıyaslandığında merkezi hükümetlere daha fazla bağımlıdır ve dünya da hızla kentleşiyor.) Üst düzeydeki yönetici ile alt düzeydeki geniş aile veya aşiret arasındaki boşluğu ise kurumlar doldurmaktadır. Dolayısıyla, yetersiz kurumsal gelişimin olduğu bir ortamda, ya diktatörlük ya da anarşi güçlenir. Sivil toplum ise, iki aşırı nokta arasındaki orta yeri işgal eder; ancak gerekli kurumlar ve bürokrasi olmaz ise gelişemez.

Güçsüz Kimlikler

 Güçsüz kurumlarla, bu tür sömürge-sonrası devletlerin güçsüz kimlikleri olur. Eğer devlet sadece “baskı” anlamına gelirse, bu durumda nüfusu da vatandaşlardan değil, tebaadan oluşur. Despotizme maruz kalanların tek bildiği korkudur, sadakat değil. Eğer devletin sunduğu tek şey “korku” ise, bu durumda, eğer diktatörlük unsurları harap olur veya küçük düşürülürse, oluşan boşluğu devlet-dışı kimlikler doldurur. Ve uzun zamandır varlığını sürdüren, ancak yapay bir şekilde tanımlanmış olan yasal sınırlarla belirlenmiş bir devlette, devlet-dışı kimliklerin yükselişi, anarşi anlamına gelir.

Doktrin Savaşları

Din, İslam dünyasında güncelik yaşamda bir konuma sahiptir ve Batı, söz konusu konumu –bin yıl önce- Batı’nın “Hıristiyan dünyası” olarak adlandırıldığı dönemden beri bilmiyor. Dolayısıyla, 21.yüzyıl Orta Doğu’sunda devlet-dışı kimlik, genellikle, dini kimlik anlamına gelmektedir. Ve, İslam gibi büyük bir dünya dini içinde bile inanç farklılıkları olduğu için, dini kimliğin yükselişi ve beraberinde devlet kimliğinin zayıflaması, doktrin savaşlarının patlak vermesi anlamına gelir ve bu durum da düzensiz, askeri bir şekil alabilir.

Orta Çağ’ın ilk dönemlerinde, Bizans İmparatorluğu’nda –ki tüm kimliği, Hristiyanlıkla donatılmıştı- ikonoklastlar (ikonlar gibi oyma imajlara karşı çıkanlar) ile ikonodüller (söz konusu imajlara tapanlar) arasında şiddet içeren, doktrin savaşları yaşandı. Roma İmparatorluğu çöktüğünde ve ikame kimlik olarak Hıristiyanlık yükselişe geçtiğinde, netice huzur oldu olmadı; Donatistler, Monotelitizm’e inananlar ve diğer Hıristiyan mezhepler ile sapkınlar arasında şiddetli, doktrin tartışmaları yaşandı. Dolayısıyla, bugün Müslüman dünyada, devlet kimlikleri zayıflarken ve İslam içerisinde mezhepsel ve diğer farklılıklar genellikle şiddet içerir bir şekilde sahneye çıktı.

Bilgi Teknolojisi

Elektronik iletişimin farklı biçimleri –ki genellikle akıllı telefonlarla sağlanıyor- kalabalıkları nefret edilen bir rejime karşı güçlendirebilir; keza birbirlerini kişisel temelde tanımayan protestocular, Facebook, Twitter ve diğer sosyal medya araçları üzerinden birbirleriyle tanışabilirler. Ancak, söz konusu teknoloji hükümetlerin devrilmesine yardım ederken, ardından siyasi istikrarı sürdürmek üzere tutarlı ve organize bir ikame bürokratik güç odağı sağlayamaz. İşte teknoloji anarşiyi bu şekilde güçlendiriyor. Endüstriyel Çağ, büyüklük ile ilgiliydi: büyük tanklar, uçak gemileri, demiryolu ağları, büyük merkezi devletlerin gücünü artırıyordu. Ancak, endüstriyel-sonrası çağ, küçüklükle ilgili: küçük ve baskı altındaki grupları güçlendirebilir; devlete meydan okumalarına izin verebilir ve bazen sonuç anarşi olabilir.

Burada spesifik olaylardan ziyade uzun vadeli süreçlerden söz ettiğimiz için, anarşi, belli bir süreliğine yaşayacağımız bir durumdur – ta ki gereken düzeni sağlayacak yeni siyasi formasyonlar ortaya çıkana kadar. Ve bu yeni siyasi oluşumların mutlaka demokratik olmasına gerek yoktur.

Sovyetler Birliği dağıldığında, önemli oranda orta sınıfa sahip olan ve İkinci Dünya Savaşı öncesi makul bürokratik gelenekleri bulunan Orta ve Doğu Avrupa’daki toplumlar, kendilerini görece olarak istikrarlı demokrasilere dönüştürebildiler. Ancak, Orta Doğu ve Afrika’nın büyük kısmında bu tür burjuvazi gelenekleri bulunmamaktadır; dolayısıyla güçlü adamların ortadan kalkması, ardından bir boşluk doğurmaktadır. 1990’ların sonunda anarşiye kapılan Sierra Leone, Liberya ve Fildişi Sahilleri gibi Batı Afrika ülkeleri –yani benim makalemin yayımlanmasından birkaç yıl sonra- halen kendilerini toparlayabilmiş değiller; ancak yabancı barış koruma güçleri ve danışmanlar yoluyla uluslararası toplumun gözetiminde tutuluyorlar – her ne kadar bir orta sınıf ve bir imalat temeli geliştirme mücadelesi içerisinde olsalar da. Etkin ve duyarlı bürokrasiler geliştirilmesi, okur-yazar memurları gerektirir; bu da bir orta sınıf gereksinimi anlamına gelir.

Gerçek soru işaretleri ise; Rusya ve Çin’dir. Bu genişleyen devletlerde otoriter yönetimin olası zayıflaması, demokrasiden daha çok, kronik istikrarsızlık ve etnik ayrılıkçılığın habercisidir ve boyutları Orta Doğu’da halihazırda yaşanan istikrarsızlığı bile gölgede bırakacaktır. Vladimir Putin’den daha sonra gelen kişi, ondan daha iyi değil daha da kötü olabilir. Aynı şey, Çin’de zayıflayan otokrasi için de geçerlidir.

Dünya siyasetinin geleceği; hangi toplumların geniş coğrafi alanları yönetebilecek makul kurumlar geliştireceği, hangilerinin geliştiremeyeceğiyle alakalı olacaktır. Bu; halihazırdaki anarşi ortamının nereye evrileceği sorusunu da gündeme getirir.

Kaynak: http://www.stratfor.com/weekly/why-so-much-anarchy?