Paris Anlaşması Ve Türkiye’nin Konumu

İlge Kıvılcım, İKV Uzmanı

Dünyanın önde gelen bilim adamları ve araştırmacıları tarafından hazırlanan ve müzakerelerde bilimsel dayanak olarak gösterilen Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporuna göre iklim değişikliği, yüzde 100’e yakın bir olasılıkla insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkmış küresel bir sorun olarak tanımlanıyor. Sheffield Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, son 40 yılda dünya genelinde ekilebilir alanların üçte biri yok olmuş durumda. İngiltere Meteoroloji Ofisi’nin tahminlerine göre ise 2016 yılını, 2015 yılına kıyasla ve yüzde 95 olasılıkla çok daha sıcak geçireceğiz.

Birleşmiş Milletler nezdinde iklim değişikliği müzakereleri, 1992 yılında biyoçeşitlilik, iklim değişikliği ve çölleşme olmak üzere üç ayrı sözleşmenin kabul edilmesiyle gündemdeki ağırlığını göstermeye başladı. Bu üç sözleşmeden biri olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), mevcut süreçte müzakerelerin tek uluslararası metni. 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’nün ne kadar etkili olduğu ise uzun yıllardır tartışma konusu. Nitekim bugün sadece 38 ülke Protokole yönelik hedef belirlemiş durumda ve bu rakam dünyadaki toplam emisyonun sadece yüzde 12’si. Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan resmi belgelerde de Protokolün yetersiz olduğunun açıkça belirtildiğini eklemek gerekir.

Kyoto Protokolü 2020 yılında sona eriyor. Gelinen noktada Protokolün yerine geçecek yeni iklim değişikliği anlaşmasına yönelik müzakerelerin son aşaması, 30 Kasım-11 Aralık 2015 tarihleri arasında BMİDÇS’nin yürütme organı olan Taraflar Konferansı’nın 21’incisi (COP 21) kapsamında Paris’te gerçekleştirildi. Sonuç olarak 2020 yılından itibaren geçerli olacak tarihi Paris Anlaşması 12 Aralık 2015 tarihinde onaylandı. 22 Nisan 2016 tarihinde resmi imza süreci başlayacak olup, Paris Anlaşması için atılacak imzalar, sadece devlet liderlerini değil, iş dünyasını ve en önemlisi vatandaş düzeyinde hepimizi ilgilendiriyor.

Paris Anlaşması Neleri Getirdi ve Değiştirdi?

Anlaşma ile bu yüzyıl sonuna kadar küresel ısınmanın 2°C derecenin altında tutulması ve hatta mümkünse 1,5°C derece ile sınırlandırılması karar alındı. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için belirlenmiş olan ve ülkelerin sosyal ve ekonomik koşullarına bağlı olarak geliştirilen “ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesi yeni anlaşmaya da eklenmiş durumda. Paris öncesinde 180’den fazla ülkenin BM’ye sunduğu ulusal emisyon azaltım beyanları (Intended Nationally Determined Contributions-INDCs) COP 21 sırasında en kritik konulardan biriydi. Özellikle konferans kapsamında açıklanan BMİDÇS’nin INDC Sentez Raporu’na göre, mevcut INDC’lerin kısa vadede “çok yavaş” emisyon azaltımına imkan vereceği ve hatta küresel ısınmanın 3°C dereceyi aşacağı açıklandı. Bu açıklamayı takiben yeni anlaşma ile “her 5 yılda bir” ulusal katkıların ya da beyanların kontrol edilmesini sağlayacak yeni bir sistem devreye sokulacak. Gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelerden alacakları finans yardımları ve gelişmekte olan ülkelerin emisyon azaltım hedeflerini sürdürmeleri konusundaki görevlerinin devam edeceği anlaşmada yer alıyor. 2013 yılında Varşova’da yapılan konferansın sonuçlarından biri olan “kayıp ve zararlar” kısmında, Kayıp ve Zararlar Varşova Uluslararası Mekanizması’nın güçlendirilmesi gündemde olacak. Yeni bir terim olarak “emisyon sıfırlama” (emission neutrality) anlaşmaya dahil edilmiş durumda. Özellikle sıfır karbonlu ekonomi gibi iddialı bir hedef ve ülkelerin fosil yakıttan vazgeçme yolları aranacak.

Avrupa Birliği’nin (AB) müzakerelerdeki pozisyonu, belirlediği 2020, 2030 ve 2050 hedefleri çerçevesinde oluşturulmuştu. 1990 yılına göre, 2020 yılında yüzde 20, 2030 yılında yüzde 40 ve 2050 yılında yüzde 80-95 oranında emisyon azaltım hedefi üzerinde çalışan bir AB görünmekte. AB ayrıca Paris öncesi yayımladığı açıklamasında üç temel mesaj üzerinden anlaşmanın oluşturulmasını önermişti. Bu üç temel mesaj; “küresel uzun vadeli bir vizyona sahip”, “ortak ve daha iddialı hedefleri içeren” ve “ölçülebilir ve şeffaf olan” bir anlaşma olması üzerine şekillendirilmişti. AB özellikle yeni anlaşmada beş yılda bir ulusal katkıların kontrol edilmesini destekleyen ve finansal yardım mekanizmalarının içinin doldurulmasını talep eden tarafta yer aldığını söyleyebiliriz. Ancak daha da önemlisi, Kyoto’nun 2020 yılına kadar uzatılmasında önemli rol üstlenen AB’nin, Paris müzakerelerinde etkisiz kaldığı yorumları mevcut süreçte oldukça belirgin. 

Kyoto Protokolü’nden Farklı bir Rejim Geliyor

Paris Anlaşması’nın resmi metni, giriş bölümü dâhil 32 sayfadan oluşuyor. Anlaşma kısmı sadece 12 sayfa. Yeni anlaşmanın ülkeler üzerindeki bağlayıcı kısımları bazı maddeler üzerinden okunabiliyor. Ancak Paris Anlaşması’nın, en başta bağlayıcı bir anlaşmadan ziyade ve 2020’ye kadar sürecek “Kyoto-tipi” iklim rejiminin aksine, ülkeler için daha esnek ve içi yumuşak bir çerçeve sunduğu yorumları oldukça güçlü. Bu tür bir çerçeve ne anlama geliyor?

Bu durum, Paris Anlaşması’na yönelik zorunlu taahhütlerinden ziyade, ülkelerin ulusal politikalarını dikkate alarak sadece anlaşmaya “katkı” sunduğu anlamına gelmesiyle yorumlanıyor. Ayrıca yeni anlaşmanın mevcut haliyle ülkelere yönelik herhangi bir yaptırım uygulaması olmayacak.

Grafik.1 AB’nin 1990 ve 2013 Yıllarındaki Sektörel Emisyon Salınımları

                                                                               Kaynak: Eurostat

Yeni anlaşmanın klasik bir çevre anlaşması formatından çıkmasının en büyük nedeni, sürdürülebilir kalkınma ve belirtildiği gibi ülkelerin ulusal “katkıları” çerçevesinde oluşturulmuş farklı bir çevre koruma rejimi çizmesi olarak yorumlanıyor. Diğer önemli bir nokta, INDC’lerde business as usual (olağan ile devam etme) modeli oldukça hakim.

Protokolün esneklik mekanizmaları olan Ortak Yürütme (JI), Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM) ve Salım Ticareti de (ET) artık yeni anlaşma ile rafa kalkacak. Bunların yerine yeni anlaşmada farklı bir mekanizmanın oluşturulması gündemde. Bilindiği gibi ülkelerin bu mekanizmalardan yararlanabilmesi için uygunluk kriterlerini karşılaması gerekiyor ve Türkiye bu esneklik mekanizmalarından yararlanamıyor.  

“Ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar” ifadesi anlaşma kapsamında yer almakta ancak BMİDÇS’nin EK’ler mantığı, artık bu anlaşma ile sona eriyor.

Genel hedef çerçevesinde 1,5°C derecenin telaffuz edilmesi anlaşmanın en olumlu tarafını yansıtmakta. Aynı şekilde; INDC’lerin her beş yılda bir gözden geçirilmesi, 2013’te Varşova’daki COP 19’da alınan kararlardan biri olan ve iklim değişikliğinden en fazla etkilenen en az gelişmiş ülkelere ve küçük ada ülkelerine yönelik uyum mekanizması olarak tanımlayabileceğimiz “kayıp-zarar” mekanizmasının anlaşmaya dahil edilmesi, en tartışmalı konulardan insan hakları, göç ve okyanuslar konularının anlaşmada yer alması, sıfır karbonlu ekonomiler, fosil yakıtsız kalkınma modeline geçişin anlaşma dahilinde çözüm olarak sunulması/kabul edilmesi ve siyasi irade dışında anlaşmaya özel sektör, yerel yönetimler ve şehirlerin dahil edilmesi oldukça önemli.

Türkiye’nin Talepleri Karşılandı Mı?

Türkiye’nin mesajı daha çok EK’ler, farklılaştırılmış sorumluluklar ve finansal mekanizmalardan yararlanma noktasında belirgindi ve bu talebi sürmekte. Türkiye, OECD ülkesi olarak Sözleşmenin EK-I listesinde ancak tarihi sorumluluğu olmadığı için finansal yardım talebinde bulunan ülke konumunda. Önceki COP’larda tanınsa da, Türkiye’nin özel konumunun yeni anlaşmada netlik kazanamadığını söyleyebiliriz. Türkiye, bu noktada “gelişmekte” olan ülke olarak anılmak istediğini 12 Aralık günü son oturumda özel söz alarak dile getirdi. Ancak Türkiye için bazı konuların fırsata dönüşeceği de belirtilmekte: Türkiye’nin kalkınma politikaları kapsamında yürüttüğü iklim politikası göz önünde bulundurulduğunda, kendi pozisyonunun uygulanabilirliğini ve uluslararası müzakerelerde “uygulayan ülke” konumuna geçmesini sağlayabileceği noktalardan biri anlaşmada yer alan sürdürülebilir kalkınma alanı olabilir. Aynı şekilde yeni kurumsal yapı ve anlaşmada olan Yeşil İklim Fonu’ndan faydalanma fırsatı da doğabilir.

Türkiye’de Hangi Sektörler Etkilenecek?

Yeni anlaşma ile başta enerji, sanayi, tarım, atık ve elektrik gibi sektörlerin ciddi revizyon sürecine girmesi bekleniyor. TÜİK tarafından açıklanan Mayıs 2015 tarihli verilere göre, Türkiye’de 2013 yılında sektörel emisyon salınımında enerji ve sanayi başı çekiyor. Türkiye’de halihazırda emisyonların kontrol edilmesi ve izlenmesine ilişkin “Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik” altında çalışmalar yürütülmekte. Yönetmelik; elektrik, buhar üretimi, demir-çelik, çimento, cam, kağıt ve seramik gibi sektörleri yakından ilgilendiriyor. Yönetmelik gereği ayrıca işletmeler, ilk “doğrulanmış” 2015 emisyon raporlarını Nisan 2016 tarihine kadar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na iletmekle yükümlü. 

Öte yandan, Türkiye, henüz AB’nin Emisyon Ticaret Sistemi’ne dahil olan bir ülke değil. Ancak ulusal karbon piyasasının kurulmasına yönelik çalışmalar Türkiye’de hazırlık aşamasında devam etmekte olup, bu konuda Türkiye ve Dünya Bankası arasında imzalanan karbon piyasasına hazırlık programı (PMR) dahilinde çalışmalar yürütülmekte. Bu sürecin dışında, Türkiye’de bilindiği gibi gönüllü karbon piyasasına yönelik projeler hazırlanmakta ve uygulanmakta. Projelerde en fazla hidro elektrik ve rüzgar enerjisi alanlarına yatırımların gündemde olduğunu ekleyelim.

2016 Yılında Anlaşmaya Dair Neler Olması Bekleniyor?

Paris Anlaşması’nın onaylanmasının ardından ilk COP toplantısı yıl sonunda Marakeş’te yapılacak. Anlaşmadaki bazı konular diğer COP’lara bırakıldı. Örneğin; finans mekanizmalarının işlevselliği, INDC’lerin nasıl gözden geçirileceği, REDD+ ve fosil yakıtlardan uzun vadede nasıl vazgeçileceği gibi konular Paris’te netlik kazanamayan konular.

Grafik 2. Türkiye ve Dünyada Sektörel Emisyon Salınımları

Kaynak: TÜİK (Türkiye) ve Uluslararası Enerji Ajansı-IEA (Dünya) 22 Nisan 2016 tarihinde resmi imza süreci başlayacak. Türkiye Delegasyonu tarafından açıklanan bilgiye göre, Türkiye’nin imzası, anlaşmadaki özel tanımı ve finans başlığına bağlı olacak. Yani Türkiye’nin konumunun netleşmesi de önemli bir soru işareti olarak duruyor. Bunun dışında Paris Geçici Çalışma Grubu Haziran 2016’da toplanacak ve her ülke Adaptasyon Bildirimi’ni 2016’da BM’ye sunmakla yükümlü olacak. 2011 Durban’da kabul edilen ve gelişmiş ülkelerden her yıl 2020’ye kadar 100 milyar doların toplanmasını içeren fon olan Yeşil İklim Fonu’nun anlaşmada yer almasıyla beraber bu konunun netlik kazanması da gerekiyor. Paris Anlaşması gereğince ayrıca IPCC’nin 2018 yılında bir değerlendirme raporunu tüm dünya ile paylaşması bekleniyor. Bu rapor oldukça önemli çünkü 2020 öncesi ön izleme raporu niteliğinde olacak. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre, 2 derece için 2030 yılına kadar toplam 16,5 trilyon dolar yatırımın, yeşil iş modellerine aktarılması elzem. Köklü değişim, iş dünyası ve siyasi irade için zor olacak ancak imkânsız da değil. Bunun için bireysel çabaların ve sivil toplumun da sürece ek ivme kazandırması gerekecek.