Robert Koleji bize balık tutmayı öğretti

Carl Rogers’in eğitim sürecini özetleyen, “Eğitilmiş insan nasıl öğreneceğini bilen insandır” sözleri oldukça anlamlıdır ve nasıl öğreneceğini bilmek, anlamlı olduğu kadar başarının da anahtarıdır. Nasıl öğreneceğini öğreten kurumlarımızdan biri olan Robert Koleji, 150 yılı aşkın bir süredir ülkemizde faaliyetlerine devam ediyor. Başbakanlar, bakanlar, sanatçılar, gazeteciler, yazarlar, siyaset adamları, akademisyenler, mesleğinde başarılı insanlar yetiştiren Robert Koleji, ülke ekonomisine yön veren birçok iş adamı ve yönetici yetiştirmesi ile farkını ortaya koymuştur. Ekonomiye yön veren Robert Koleji mezunları içerisinde yer alan ÜNLÜ & Co Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Varlık Genel Müdürü Selçuk Tuncalı Robert Koleji’nin 1985 mezunları arasında yer alıyor. Robert Koleji’nde aldığı eğitimin yaşamına yön vermesinde önemli bir yeri olduğunu ifade eden Selçuk Tuncalı, sorularımızı yanıtladı.

Robert Koleji ile tanışmanız nasıl oldu?

Biz ÜNLÜ & Co’nun Kurucusu Mahmut Ünlü ile Robert Koleji’nden sınıf arkadaşıyız. Ve bizim zamanımızda Robert Koleji’ne 11 yaşında sınav ile girebiliyordunuz. Bugün de sınav yapılıyor ama bizim dönemimizde, okullar sınavlarını kendi bünyelerinde yapıyorlardı. Yani Robert Koleji, Alman Lisesi, Avusturya Lisesi, kendi hazırladığı sınavlarda başarılı olan öğrencileri seçip okula kabul ediyorlardı. Ben de bu sınavlara girdim ve başarılı oldum. Sonrasında da Robert Koleji süreci başladı.

Biraz seçici bir durum söz konusuydu denilebilir mi?

Okulun bence kendi istediği tarzda öğrencileri seçmek için daha iyi bir sistem diyebiliriz. Şimdi bu kadar kalabalık olunca daha uniform bir hale geldiği söylenebilir. Hepsinin kendi artı ve eksileri var ama özetle bizim zamanımızda sistem böyleydi ve dönem arkadaşlarımıza baktığınızda ortak özelliklerimiz olarak çok kesişen noktalar var, çok farklılaşan  noktalar da var. Kesişen noktalara baktığınızda daha zeki, yaratıcı, kendi yolunu seçmeye meyilli insanlar olduğu çıkıyor ortaya.

Robert Koleji mezunlarında diğer okul mezunlarından farklı olarak bir bağlılık olduğunu gözlemliyoruz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Bağlılık konusu, bence sınıftan sınıfa değişen bir konudur. Tüm Robert Koleji mezunları birbirine bağlı mıdır sorusuna net bir şekilde ‘evet’ cevabını veremeyebiliriz. Ama 85 mezunları olarak biz birbirimize  oldukça bağlıyız diyebilirim. Hala perşembe sabahları Bebek’te Cafe Nero’da toplantılarımız devam etmekte. O anda zamanı uygun olan arkadaşlarımız mutlaka uğrar, sabah kahvemizi beraber içeriz sohbet ederiz ve güne başlarız. 

Robert Koleji mezunlarına genel olarak baktığınızda sizi diğer okul mezunlarından farklı kılan nedir?

Genelde biz okulumuzu seviyoruz. Okul yıllarımızdan bahsederken hep keyifle hatta gururlanarak bahsediyoruz. Benim kız kardeşim Avusturya Lisesi mezunudur. Aynı hissiyatı ben onda göremiyorum. Arkadaşlarım ve benim hayatımızda en özlediğimiz dönem kuşkusuz Robert Koleji yıllarıdır. Robert Koleji’nde paylaştıklarımız daha farklı, daha samimi olması sebebiyle en iyi arkadaşlarım Robert Koleji’nden tanıdığım arkadaşlarımdır diyebilirim. Robert Koleji Amerikan ekolü olan birey haklarına, isteklerine, kendine güvenine önem veren bir yapıdır. Bu da aile gibi sizi sarıp sarmalıyor.

Dönem dönem bakıldığında çok başarılı insanları yetiştirdiğini gözlemledik. 1950’li 1960’lı yıllara bakıldığında bu oldukça fazladır. Buda okula ayrı bir sempati kazandırıyor diyebilir miyiz?

Orada çok başka durumlar da söz konusu. O dönemlerde bu özel okullar daha zengin zümrenin çocuklarının tekelindeymiş. 1971 yılı Boğaziçi Üniversitesi’nin devlet üniversitesi haline getirilmesiyle birlikte yavaş yavaş bu kolejler daha orta gelirli ailelerin çocuklarına da hitap eder hale geldi. Tabi söylediğiniz doğru. O dönem seçkin ailelerin gittiği okul olan Robert Koleji’nde çok başarılı mezunlar var. Sonrasında da bu başarı devam ettirildi.

Geliri düşük ailelerin çocuğu olup da sonradan çok başarılı olmuş olan isimler de var. Feyyaz Berker gibi…

Bence burada 2 türlü şey birbirini tetikliyor. Okulun başarısı nereden geliyor diye düşünürseniz biz kendi aramızda da değerlendirdiğimizde, okulun bir sisteminin olduğu ve bu sistemin oturmuş olduğu kanaatine varıyoruz. Ayrıca kampüsün güzelliği, 150 senelik bir okul olması, öğretmenlerin iyi olması bunlar evet etkili ama öğretmenlerin hepsi mi iyi derseniz hayır. Bence bütün başarı kaliteli öğrencilerin bir araya gelmesi sonucu oluşan bir durumdur. Benim özelliklerimi geliştirmemde arkadaşlarımın çok etkisi olmuştur.

Evet belirttiğiniz gibi bulunduğunuz ortamın etkileri çok fazla. Başarılı bir insan diğer insanlara da yol gösterici olabiliyor. Bir diğer tarafta insanın bireysel farklılıklarına saygı gösteren yapıda başarılı bir eğitim süreci ortaya çıkarıyor. Ana hat bu olabilir değil mi?

Robert Koleji mezunlarını başarılı kılan konuların başında bu geliyor zaten. İnsanları öğrenmeye, araştırmaya yönlendiren, bunu tetikleyen bir eğitim sistemimiz vardı. Kendi çocuklarıma da bunu aşılamaya çalışıyorum. Çocuklara küçük yaşta bu bilinci verebiliyorsanız zaten doğru düzgün insan yetiştirebiliyorsunuz.

Tarihi güçlü çok eski bir eğitim kurumu. Haliyle gelenek göreneği bulunan bir yapı ve bu durumunda başarıda payı var. Örneğin Galatasaray Lisesi’nden mezun olanlar hep abilerinden bahsederler. Sizde böyle bir yapı var mı?

O kadar baskın bir yapı yoktu bizde. Genelde sınıf içinde bir bağlılık hakimdi.

Abiler ablalar gibi değil de sizde birey kavramı çok fazla sanki…

Tabi muhakkak. Yani ilk günden itibaren bunu hissediyorsunuz. Okulda başarısızlık durumu olduğunda da öğrenciyi kazanmaya yönelik bir anlayış vardı.

Robert Koleji ile ilgili gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde hep sosyal aktivitelere bir matematik dersi kadar önem verildiğini ve bu sebeple mezunların sanat, siyaset, spor, ekonomi gibi alanlarda başarılı insanların yetiştiği aktarıldı. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Çok doğru. Biz orta bir diye ifade edeceğimiz sınıftayken, Amerikalı bir müzik öğretmenimiz bize değişik tarzda plaklar dinletmişti. O zamanlar tabi bizim müzik ile tanışıklığımız türkçe müzik etrafındaydı. Klasik müzikten haberimiz yoktu. Bütün müzik aletlerini bize tanıtmıştı. 1 sene sonra seçmiş olduğu öğrenciler Oliver Twist Müzikalini oynamışlardı. Şimdi bunlar daha normal bir durum haline geldi ama bizim dönemimizde bu tarz aktiviteler diğer okullarda yapılmazdı.

Cem Karaca, Melih Kibar, gazeteci Perihan Mağden, Ercan Arıklı, Ceo Turgay Durak, Hakan Binbaşgil, Hüseyin Özyeğin, Rahmi Koç gibi önemli iş adamları, Haldun Dormen, Halit Refiğ, Yeşim Ustaoğlu gibi isimler Robert Kolejli olarak karşımıza çıkıyor. Bunların dışında bir de tarikat şeyhi olan bir Robert Koleji mezunu bulunuyor. Bu örneğin çeşitlilik anlamında sınırlama olmadığını gösteren bir başka örnek diyebilir miyiz?

Evet ama son dönemde bu söylediklerinizin bir anlamda daraldığını düşünüyorum. Örneğin sanat anlamında Robert Koleji mezunlarının etkisi oldukça azaldı. Kendi sınıf arkadaşlarımı düşündüğümde ekonomi ve iş alanında mezunlar çok. Doktor, akademisyen olarak da çok fazladır. Sanat, spor, gazetecilik alanında bu algının daraldığını düşünüyorum. Bunda biraz da Amerikan kapitalizmin etkisinin olduğunu düşünüyorum.

Ekonomi ve iş dünyasında çok fazla Robert Koleji etkisinin olduğunu belirttiniz. Bu durumda başarılı insanlar kendinden sonraki dönemlere sahip çıktığı yönünde bir algı oluşuyor. Bu algının gerçekliği ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Onun mutlaka etkisi var. Bizim bile çalışma ortamımızda birçok Robert Koleji veya Boğaziçi mezunu arkadaşlarımız var. Aynı dili konuşmak, aynı kültüre sahip olmak önemli bir kavramdır.

Kendi döneminizden bahsetmek istersek başarılı olmuş isimler ile ilgili neler söyleyebiliriz?

Bizim dönemimizden bir patronlar diyebileceğimiz kendi işini kurmuş ve başarılı olmuş olan kesim var Mahmut Ünlü onlardan bir tanesi. Bir de aile işini ilerletmiş olan grup var. Dönem arkadaşım Yapı Merkezi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Başar Arıoğlu örnek olabilir.

Bizim döneme baktığımızda bireysellik tarafımız iyi gelişiyor da, girişimci tarafımız daha da gelişebilir diye düşünüyorum. Yani müteşebbis tarafımız ön planda değil. Risk almayı sevmiyoruz belki de.

Bugüne baktığımızda daha uluslararası bir yapıya doğru gittiğimizi söyleyebiliriz. 80’ler ya da 90’lardan daha iyi bir pozisyondayız. İyi mi kötü mü, tabi bu tartışılır ama uluslararası sermayemizin arttığını belirtebiliriz. Bu durum sizin gibi uluslararası ilişkileri iyi düzeyde olan insanları ön plana çıkarıyor mu?

Yönetici tarafında söylediklerinize katılıyorum. Müteşebbislik alanında öyle mi bilemiyorum.

Robert Koleji’nde almış olduğunuz eğitim daha sonra iş yaşamınıza nasıl etki etti?

Biz Robert Koleji’nde 11 yaşından itibaren koşmaya alıştığımız için bu sistem kanımıza giriyor. Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra ben Boğaziçi Üniversitesi’nde makine mühendisliği okudum, yurt dışında master yaptım. Ama bu kendi yolunu çizme durumu Robert Koleji’nde başlıyor. Bir kere ne istediğime kendim karar verdim. Mühendislik sonrası farkettim ki benim ilgi alanım finans üzerine. Bunu da master ile gerçekleştirmiş oldum. Kararları vermemde araştırma, bilgiye ulaşma gibi alt yapıyı Robert Koleji oluşturdu. Yani bize kısacası, Robert Koleji’nde balık tutmayı öğrettiler. Tabi üzerine devamlı bişeyler ekliyorsunuz ve hal böyle olunca iş hayatında daha başarılı oluyorsunuz.

92 senesinde Amerika’dan döndükten sonra İnterbank’ta bankacı olarak göreve başladım. İlk dönem kredi pazarlama işi yaptım. 96 senesinde Finansbank’a geçtim. Orada hazine bölümündeydim. Türkiye’de o dönem faizler çok yüksekti. Mevduat toplayıp hazine bonosuna yatırım yapıyorsunuz. Bankaların hazine bölümleri o parayı yönettiği için esas karlılığın merkezi şeklindeydi. 99 yılı 2000 yıllarında İktisat Yatırım’daydım. 2001 yılında bankacılık krizi oldu ve İktisat Bankası battı. O dönem Mahmut Ünlü kurmuş olduğu şirketi  büyütme çabasına girmişti. Bir aracı kurum satın almayı planlıyorlardı. Ben de değişik şirketlerde edindiğim tecrübe sonrasında bir yatırım bankasında çalışmak istiyordum. 2002 yılında Mahmut Ünlü’nün bir aracı kurumu satın almasıyla beraber çalışmaya başladık. İlk başladığımız yıllarda benim çalıştığım bölümde 2 kişiydik. Bugün aracılar sıralamasında ikinci olduğumuz şirket tahvili piyasasının gelişeceğini düşünüyorduk ve bu amaç doğrultusunda yatırım gerçekleştirdik. 2009’da varlık yönetim şirketimizi kurduk ve o günden bugüne işimizi oldukça büyüttük. 1.5 milyar liralık toplam borç yönetiyoruz. İçinde 260 bin bireysel borçlu var. Bankaların tahsil edemediği temerrüde düşmüş olan borçları belli bir iskonto karşılığında satın alıyoruz. Bu işimiz diğer işlerimiz arasında önem kazandı ve şu an ilk 3 yatırımcı arasındayız. .