Savunma Sanayinde 2010 yılından beri motorumuzun devri yükseldi vites artırmaya ihtiyacımız var

Savunma sanayinde özgün ürünler meydana getirmeye devam ediyoruz. Yapılan çalışmalar ülke ihtiyaçlarını gidermek noktasında belli bir seviyeye gelse de sektörde verimlilik konusunda bir artışa ihtiyaç olduğu dile getiriliyor. Konu ile ilgili görüşlerini kamuoyu ile paylaşan C Tech Bilişim Teknolojileri San ve Tic AŞ Genel Müdürü Cüneyd Fırat, önemli açıklamalarda bulundu.

Ülkemizde savunma sanayinin gelişimi ile ilgili gözlemelerinizi okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Savunma sanayiindeki tecrübem TÜBİTAK’da başladı. Sekiz yıl TÜBİTAK tecrübesinden sonra 2005 yılında CTech’i kurduk. Dolayısıyla 1997 yılından bu yana savunma sanayiinin içerisinde olduğumu söyleyebilirim. Özellikle içerisinde bulunduğum ve gözlem yapabildiğim son 24 yılı göz önünde bulundurduğumda, savunma sanayiinin kayda değer bir gelişim sağladığı yönündeki fikirlerinize katılıyorum. Bu dönemden öncesi ile ilgili de sektörün geçmişi ile ilgili aktarılanlardan yola çıkarak fikir sahibi olduğumu söyleyebilirim. Bugün geldiğimiz noktanın temellerini Kıbrıs’ta yaşanan bir takım sorunlar nedeni ile 1963 yıllarına dayandırabiliriz. O dönemde çıkartma gemisi inşa etmek için Türk Donanma Cemiyetinin kurulması ve 1974 Kıbrıs Harekâtı bir kilometre taşı olarak karşımıza çıkıyor. Seksenli yıllarda Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın nüvesi olan Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı’nın kurulması da önemli bir kilometre taşıdır. Bana göre diğer iki önemli kilometre taşı da 2004 yılında Murad Bayar’ın ve 2014 yılında ise Prof. Dr. İsmail Demir’in Savunma Sanayi Müsteşarlığına atanmalarıdır. Burada bahse konu olan Murad Bey ve İsmail Bey’in şahısları değil ancak Savunma Sanayii’ne getirdikleri açılımlardır.

Bu gelişim seyri içerisinde Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın kurulmasına ayrı bir parantez açarsak, gözlemleriniz doğrultusunda neler söylemek istersiniz?

Müsteşarlığın kurulmasının ana amacı Türkiye’de yerli bir savunma sanayiinin kurulmasıdır. Kuruluşu sonrası geçen on beş yıl boyunca SSM’nin ana odağı ortak üretim ve teknoloji transferi oldu. Gelişimin bir aşaması olarak bu dönemi yaşamaya mecburduk. Doksanlı yılların ortalarından itibaren ise daha çok yazılım ağırlıklı belli sistem ve alt sistemlerin yerli olarak üretilmesi hedeflendi ve hayata geçirildi diyebiliriz. Bunun yanında o dönemlerde Milgem gibi bir platformun yapımı ile ilgili fikirler oluşmaya başlamıştı. Bu dönemle ilgili başka bir durum ise sektörün endüstri tarafındaki ağırlığının Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı firmaları ve TÜBİTAK enstitülerinde olduğudur. Vakıf şirketleri çok ön plandaydı ve özel sektörün bu alanda gelişimi çok zayıftı. Tabii ki FNSS vb. gibi az sayıda özel teşebbüs firmalar da vardı ancak bunlar istisnai düzeydeydi.

2000’li yıllarla birlikte projelerin de artışıyla özel sektörün savunma sanayiinde yer almaya başladığını söyleyebilir miyiz?

Haklısınız 2000’li yıllar projelerin arttığı yıllardı ve bu sayede özel sermayeli sektörün önünün de açıldığı söylenilebilir. Özellikle Murat Bayar’ın SSM’ye atanması ile birlikte bu alanda yeni yeni firmaların sektöre giriş yaptığını görüyoruz. Örneğin, CTech, o gün özel sektörün işin içerisine daha fazla katılması politikasının neticelerinden biridir. 2005 yılında CTech’i kurduğumuzda o atmosfer olmasaydı, can suyunu almaya ve sürdürülebilirliğe muvaffak olamazdık. Bu dönemde hedef kendi tasarım platformlarımızı yapmaktı ve bunun en güzel örneklerinden bir tanesi “Milgem Projesi” oldu. Bir diğer örnek “Atak Projesi” oldu. Bu projeler hayata geçirilirken özel sektörün bu projelere dahil olması için politikalar da oluşturuldu. Bu politikalar çerçevesinde de platformların alt sistem yüklenicileri olarak bazı özel sektör firmalarının yer aldığına tanık olduk. Bu çalışmalarda da SSM’nin ciddi inisiyatifler aldığını söyleyebiliriz. SSM projelerin sözleşmelerine belli oranda kobilere iş verileceği yönünde maddeler koyarak, özel sektör firmalarının önünü daha da açtı. O gün ortaya koyulan yaklaşım bizi ve bizim gibi firmaları cesaretlendirdi. Bununla beraber Ar-Ge faaliyetlerinin bu dönemle birlikte hız kazandığını söyleyebiliriz. 2010’a geldiğimizde bahsettiğimiz çalışmalar belli bir aşamaya gelmiş, yazılım sistemleri için %80’ler mertebesinde bir yerlileştirme oranına ulaşmıştık.

2000’li yıllar, aynı zamanda savunma sanayiinin ihracat ile tanıştığı yıllar oldu.  

Özgün ürünler ortaya çıkardıkça ihracatta başladı. Tersanelerin aktif olarak işin içerisine girdiğini gördük. 2014’e bakarsak, İsmail Demir Bey ile beraber yeni firmaların sektöre giriş hızının arttığına ve sektörün daha da genişlemeye başladığını görebiliriz. Bu dönem, önceki dönemlere nazaran, yerli tedarikçiler arasında rekabet koşullarının daha çok oluşması için bazı güdümlü yaklaşımların başladığı dönem olarak nitelendirilebilir. Önceki dönemde rekabetin çok daha az olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemin bir diğer özelliği de teknoloji geliştirme çalışmalarının ağırlık kazanmaya başlamasıdır. Bu yolla daha fazla alt sistemin millileştirilmesi sağlanabilmiş ve endüstri tabanında da ciddi oranda bir genişleme olmuştur. Bu dönemde geliştirilen kabiliyetlerin sadece askeri alan değil, sivil alanlarda da kullanımının önemi ve uygulamaları ortaya çıktı.

Doğal olarak savunma harcamalarının tek başına firmaları ayakta tutması oldukça zor.    

Doğru, kendi tecrübelerimizden de yola çıkarak bunun oldukça güç olduğunu söyleyebilirim. Savunma alanında sistemin doğal bir yavaşlığı var ve bu durum finansal gelişme ihtiyacı içerisindeki firmaları farklı alanlara da yönlendiriyor. Sağlıklı olanında bu olduğunu söylemekte fayda var. Kısaca özetlersek 2021 yılına geldiğimizde, ana sistem firmalarının büyüdüğünü yeni alt yüklenicilerin sektöre girmesi ile rekabetin arttığını güzel gelişmeler olarak aktarabiliriz. Ancak 2010’dan itibaren artan kıvamda bir verimlilik problemi ortaya çıktı. Bu durum en üst düzeyde de vurgulanıyor. Bana göre 2010 yılından beri motorumuz yüksek devir fakat görece düşük viteste gidiyor. Seksen bin çalışanın ve 8-10 milyar dolar cironun olduğu, dünyaya ihracat yapan sektörümüze bakıldığında üretkenliğimizi ve etkinliğimizi daha da arttırmamız gerektiği aşikâr.

Bunun nedeni nedir?

Geçmişten getirdiğimiz ve dönüştüremediğimiz bazı alışkanlıklar, sorunları aşmamıza engel oluyor. Sonuçta geçmişten bu yana uygulanan politikalar bizi bir yerlere getirdi ancak bugüne kadar bazı yapısal problemlerin birikmesine de neden oldu. Bunlar sektör içerisinde sıklıkla konuşuluyor ancak henüz bu sorunları önemli ölçüde giderdiğimiz görüşünde değilim. Savunma sanayii endüstri piramidine baktığımızda bu sorunların izdüşümünü orada da görmemiz mümkün. Üstte ana sistem ve platform yüklenicileri, altında birinci seviye alt sistem yüklenicileri ve en sonda parça üreten firmalara kadar bu piramit devam eder. Bunun yanında piramide yandan giren araştırma kuruluşları ve üniversiteler var. Bunlarda kendi içinde sorunlar yaşıyor. Örneğin TÜBİTAK, bir araştırma kuruluşuyken bakıyorsunuz taahhüt tarzındaki birçok projede ana yüklenici olarak çalışabiliyor. TÜBİTAK’ın, misyonu gereği, odağı teknoloji çalışmaları iken bence bu durum bir odak kayması yaratıyor ve TÜBİTAK’ın birikim ve enerjisinin verimini düşürüyor. Öte yandan firmalar ile karşılaştırıldığında TÜBİTAK’ın hareket esnekliğinin daha az olması, gerçekleştirilen projelerin yürütülmesi ve idamesinde aksaklıklara yol açabiliyor. Bana göre bu vb. durumlar sektördeki bazı taşların doğru yerde olmadığının göstergelerinden.

Piramide geri dönersek bizim piramidimizin doğru şekillenmediğini söyleyebilirim. Şöyle ki; Piramidin üstündeki ana sistem firmalarının beş ila on bin arasında çalışan sayısına ulaştığını ve cirolarının milyar dolarlar mertebesinde olduğunu görüyoruz. Bundan da mutluyuz. Ancak piramidin bizim de içerisinde bulunduğumuz ikinci kısmına baktığımızda, ortalama çalışan sayıları 250’yi geçmez, bu kısımdaki ortalama cirolar ise 25 milyon dolarları geçmiyor. Buradan baktığınızda da üst ile bir altın arasında dengesiz bir durumun olduğunu söyleyebiliriz. Bu dengesizlik sistemin işleyişinde, doğal olarak, verimsizlik ve zafiyetler oluşturuyor. Gürbüz bir yapıda bir alt basamakta yer alan bir firmanın çalışan sayısının 750 ile 1000 kişi mertebelerinde olması beklenir. Cirolarının da ana sistem firmalarının ortalama bir milyar dolar civar olduğu ortamda, en az yüz milyon dolarlar mertebelerinde olması beklenmeli.    

Aktardıklarınızdan ana sistem firmalarının daha fazla işi size paslaması fikrini çıkarabilir miyiz?  

Bu kesin ancak bunun nasıl ve hangi mantıkla yapılacağı oldukça önemlidir. Bunun için de sektörümüzün nasıl çalıştığına bakmamız gerekiyor. Savunma sanayii sektörünün geleneği tekil projeler tabanlı çalışılan bir tarzdadır. Tabiri caiz ise terzi usulü çalışıyoruz. Çalışmalarımızın birçoğunu bu yaklaşım ile sürdürüyor olmamızın verimimizi düşürdüğüne inanıyorum. Verimimizi arttıracak temel paradigma değişiminin projeler odaklı çalışmak yerine ürün ve alan odaklı bir yaklaşıma geçmekte olduğunu düşünüyorum. Ürün odaklı sisteme geçince herkesin rollerinin daha rahat belirlendiği, tecrübe ve bileşenlerin tekrar kullanım oranının arttığı, ana sistem firmalarının platform ve ana sistem düzeyine odaklandığı, ihtiyaçlarını belirlediği, diğer alt yüklenici firmaların ise söz konusu ürünler ve alanlardan ne kadarlık bir yeri alabileceğini bilebildiği ve öngörebildiği bir ortam doğar. Bu da firmaların ayakları daha çok yere basan ve uzun soluklu planlamalar yapmaları, daha rekabetçi fiyatlar oluşturmaları, tecrübe ve birikimlerinin tekrar kullanım oranlarını arttırmaları, pazara çıkma sürelerini kısaltmaları vb. gibi avantajları sağlar ve daha verimli bir çalışma ortamı doğar.

Bu ortamda CTech firmasına gelirsek. CTech kuruluşunda Sinpaş’dan Avni Çelik’in büyük ortak olarak kurduğu bir firmayken, ilerleyen dönemlerde Topbaş ailesinin hisseleri satın aldığını gördük, nihayetinde ise belli oranda sektörün ana sistem firmalarından Türk Havacılık Uzay Sanayi AŞ’nin iştiraki ile sektörde daha güçlü bir konuma geçtiniz. Firmanız ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?

CTech tam bir girişim sermayesi firmasıdır. Bu çerçevede tecrübe ve bilgi ile yatırımcının ortaklığı çerçevesinde serüvenine halen devam etmektedir. 2005 yılında faaliyetlerimize başta savunma havacılık olmak üzere, ileri teknoloji alanında özgün ürün ve çözümler ortaya koymak hedefi ile başladık. Bu çerçevede de sadece savunma alanında değil sivil alanda da yer almak vizyonu ile hareket ettik. Bunu da kısmen başardık. Savunma ve güvenlik, havacılık ve uzay, telekom ve yayıncılık alanlarında haberleşme, siber güvenlik ve modelleme-simülasyon teknolojilerinde faaliyet göstermekteyiz. Bugüne kadar kırkın üzerinde projeye ve birçok özgün ürüne imza attık.

Proje anlamında öne çıkaracağınız projeler hangileridir? Şu anda hali hazırda yirmi civarında çalışma yürütüyoruz. Bunların bir kısmı sözleşmeli proje kapsamında gerçekleştirdiğimiz işlerken bir kısmı da kendi geliştirdiğimiz ürünler. ANKA insansız hava aracının uydu haberleşme terminalini biz sağlıyoruz. Bu terminal, Türkiye’deki önemli yerlileştirme adımlarından biridir. Bu konuda ürün ailemizi çeşitlendirip dünya ölçeğinde pazarlamak için de çabalıyoruz. Bunun dışında TSK’nın kullanımına sunulacak olan karıştırmaya dayanıklı güvenli uydu haberleşme terminalini de biz yapıyoruz. Burada da ASELSAN’ın alt yüklenicisiyiz. TÜRKSAT 6A projesinde ise CTech konsorsiyumdaki tek özel teşebbüs firma olarak çalışmalarını sürdürüyor. Bu projede de her şey yolunda, uydunun 2022 yılında fırlatılması planlanıyor. TÜRKSAT 6A projesinin Türkiye adına bir vizyon projesi olduğunu ve bu projede çok önemli ilklerin yaşandığını söyleyebilirim. Sivil alandaki işlere ise Turkcell ile imzalamış olduğumuz sözleşme kapsamında 80 GHz gibi 5G teknolojisinin omurgasını oluşturan bir teknolojide ülkemizin ilk yerli üretim radyolinklerini sağlamamızı ve televizyon yayıncılığı alanında ülkemizden çıkıp tüm dünyaya satılan Modeo mobil canlı yayın cihazlarımızı örnek olarak sayabilirim.MART 2021