Türkiye-İran Ekonomik İlişkileri
Prof. Dr. Kemal İnat
Türkiye ile İran arasındaki ticaret, merkezi güç olma iddiasında olan her iki ülkenin bu hedeflerini destekleyecek düzeyin çok gerisindedir. Ancak 1980’li ve 90’lı yıllarla karşılaştırıldığında son dönemde ulaşılan ticaret hacminin oldukça büyük ilerlemeler kaydettiğini de ifade etmek gerekir. İki ülke arasındaki ticaretin gelişimi incelendiğinde 1985’ten beri birbirinden farklılaşan dört dönemden bahsetmek mümkündür: Ekonomik işbirliği hedefinin öne çıktığı 1980’li yıllar, ekonomik ilişkilerin ideolojik ve güvenlik merkezli dış politika yaklaşımın ipoteği altında olduğu 1990’lar, dış politikanın ekonomik kalkınmanın hizmetine sunulduğu 2000’li yıllar ve siyasal sorunların ekonomik işbirliğini yeniden gölgelemeye başladığı Arap Devrimleri süreci.
1980’li yıllarda Türkiye’nin İran’la ticaretine bakıldığında, bu ülkenin Türkiye’nin toplam dış ticaretindeki payının 1985 yılına kadar oldukça yüksek olduğu ve 1983 yılında bu oranın yüzde 15’in üzerine çıktığı görülür. 1985 yılı rakamlarına bakıldığında İran’ın Türkiye’nin ihracatında yüzde 13,54; ithalatında ise yüzde 11,18’lik bir paya sahip olduğu, buna karşılık İran’ın ihracatında Türkiye’nin payının yüzde 8,96; ithalatında ise yüzde 9,29 olduğu görülmektedir. İran’ın 1970’li yıllardaki yüksek miktardaki petrol ihracatının 1980’lerde yaşadığı iç karışıklıklar, Irak’a karşı yürütülen savaş ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerle yaşadığı sorunlar nedeniyle hızlı bir şekilde düşmesi sonucunda gelirlerinde yaşadığı kayıplar toplam ithalat miktarında da önemli düşüşlere yol açmıştı. Savaş ve uluslararası izolasyon nedeniyle Tahran’ın başka pazarlara ulaşma konusunda yaşadığı zorluklar ve savaş ekonomisi çerçevesinde ihtiyaç duyduğu ürünleri temin etmekte karşı karşıya kaldığı sıkıntılar, komşusu Türkiye’nin hem İran petrolünün alıcısı olarak hem de bu ülkenin ihtiyaç duyduğu ürünleri tedarik eden ülke olarak öne çıkması sonucunu doğurmuştur. O dönemde Türkiye’nin 1970’lerin sonuna kadar uygulanan ithal-ikameci ekonomi politikası nedeniyle dış ticaret konusunda henüz çok geri ülkelerden biri olmasından dolayı, İran’la bu olağandışı şartlar sebebiyle artan ticaret bu ülkenin Türkiye’nin toplam ticaretindeki payının çok yüksek olması sonucunu doğurmuştur.
1980’li yıllarda Türkiye ile İran arasındaki ticaret hacmindeki göreceli yükseklik İran’da gerçekleşen devrim ve sonrasında yaşadığı savaştan kaynaklanan olağandışı şartlarla ilgiliydi. Benzeri bir olağandışı dönem olarak nitelendirilebilecek olan 2010’lu yıllarda İran’a karşı Batılı ülke yaptırımlarının çok güçlendirildiği zaman da Türkiye ile İran arasındaki ticaret hacminin normal dönemlerdeki yüzde 3’ler düzeyinin çok üzerine çıktığı görülmüştür. Bu dönemde ABD ve AB yaptırımlarının ekonomik ilişkilerine zarar vermesini engellemek isteyen Ankara ve Tahran’ın aralarındaki ticareti Türkiye’nin İran’a ihraç ettiği altın ile finanse etmeye çalışması iki ülke ticaret hacminde büyük artışlara yol açmıştır. Bunun sonucunda İran’ın toplam ithalatında Türkiye’nin payı 2012 yılında yüzde 17,4’e yükselmiştir ki, bunun yaklaşık üçte ikisi Türkiye’nin bu ülkeden aldığı petrol ve doğalgaz karşılığında ihraç ettiği altından oluşmaktaydı. Tahran’a karşı ekonomik yaptırımların yoğunlaştığı bu dönemde İran’ın toplam ihracatında Türkiye’nin payı da yüzde 10’ların üzerinde seyretmiştir. 2011 yılında yüzde 11,3 olan bu oran 2012’de 11,5’e ve 2013 yılında da yüzde 12,6’ya kadar yükselmiştir. Yaptırımlar nedeniyle uluslararası piyasalara çıkmakta zorlanan İran’ın toplam ihracatı bu dönemde hızla düşerken, Türkiye’nin genel olarak BM yaptırımlarını kabul etmesine rağmen ABD ve AB’nin tek taraflı yaptırımlarına mesafeli duran tutumu sayesinde Türkiye’ye yaptığı ihracat önemli artışlar kaydetmiştir. Ancak 2013 yılına kadar İran’ın Türkiye’ye ihracatı oransal olarak sürekli artış gösterse de, 2011 sonrasında miktar olarak bir azalış söz konusudur. Bu azalışa yol açan üç nedenden söz etmek mümkündür:
1. Yukarıda değinildiği gibi, İran’ın yaptırımlar nedeniyle toplam ihracatında yaşanan ciddi azalmanın etkisi sonucunda Türkiye’ye ihracatı da azalmıştır. 2011 yılında 109 milyar dolar olan İran’ın toplam ihracatı, yaptırımların etkisiyle 2013 yılında 82 milyar dolara düşmüştür.
2. Önceki bölümde vurgulandığı gibi, Arap Devrimleri nedeniyle Ankara ve Tahran’ın özellikle Suriye konusunda yaşadıkları sorunlar iki ülke ticaretini de olumsuz etkilemiştir. Siyasi sorunlar ve özellikle de İran’ın bölgede yayılmacı bir politika izlediği konusunda Türkiye’de oluşan algı ekonomik işbirliği imkanlarını sınırlandırmıştır.
3. Türkiye’nin 2008-2009 ekonomik krizinden sonra 2008 öncesindekine benzer bir ekonomik büyümeyi yeniden yakalayamaması ve ihracatının genel olarak fazla artış kaydetmemesi de İran’a yönelik ihracatta AK Parti iktidarının ilk dönemlerindekine yakın bir gelişmenin yaşanamamasının nedenlerinden biridir.
Ankara ve Tahran, 2010’lu yıllarda İran’a karşı ekonomik yaptırımların ve Arap Devrimleri sürecinde yaşanan siyasi sorunların ekonomik ilişkileri üzerine etkisini mümkün olduğunca sınırlamak isteseler de bu çabaları iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2013 ve 2014 yıllarında düşüş göstermesini engellemeye yetmemiştir. Bu şekilde Türkiye ile İran arasındaki ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkarılması hedefinden uzaklaşılmıştır.
İki ülke arasındaki ticaretin, yaşanan siyasi sorunlar nedeniyle düşüş kaydettiği başka bir dönem 1990’lı yıllar olmuştur. Bu dönemde İran’ın PKK’ya destek verdiği ve Türkiye’de gerçekleştirilen bazı suikastlarda parmağının olduğuna dair Ankara’dan yöneltilen suçlamalar ve buna karşılık Tahran’ın Ankara’yı kendi içişlerine karışmakla ve Halkın Mücahitleri Örgütü’ne destek vermekle suçlaması iki ülke arasındaki güvensizliği o kadar artırmıştır ki, bu olumsuz atmosferde 1980’lerin sonunda söz konusu olan ticaret hacminin korunması mümkün olmamıştır. 1990 yılında İran’ın Türkiye’nin toplam ihracatındaki payı yüzde 3,8 iken 2000 yılında bu oran 0,8’e düşmüş, aynı yıllarda Türkiye’nin İran’dan yaptığı ithalatın oranı ise yüzde 2,2’den 1,5’e inmiştir. 2000 yılında Türkiye İran’a sadece 235 milyon dolar değerinde bir ihracat yapıyordu ki, iki ülkenin büyüklüğü açısından bakıldığında bu rakam çok ciddi bir soruna işaret ediyordu. 2014 yılında bu rakamın 3,8 milyar dolara çıkmış olması bu alanda önemli bir iyileşme olduğunu gösterse de halen olması gereken düzeyin çok gerisinde olduğunu ifade etmek gerekir.
28 Şubat Darbesi döneminde Refah-Yol hükümetinin İran ile ilişkileri geliştirmeye dönük adımlarının darbeyi meşrulaştırıcı araçlardan biri olarak kullanılması ve darbeye destek veren ABD’nin İran’a karşı yaptırımları, Türkiye’nin bu önemli komşusu ile ticaret düzeyinin rasyonel bir savunması olamayacak düzeylere gerilemesi sonucunu doğurmuştur. 1998 yılında Türkiye’nin İran’la toplam ticaretinin 627 milyon dolara gerilemesi, içeride yürütülen ideolojik kavgaların ülkenin dış ilişkileri ve ekonomisi üzerindeki tahribatının ne kadar büyük olabileceğinin göstergesi oldu. Türkiye’nin ideolojik yaklaşımların ve ABD gibi ülkelerden gelen baskıların gölgesinde şekillendirdiği dış politikası 2001 yılında tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biriyle karşılaşması sonucunu doğurmuştur.
2001 krizi sırasında devletin içine düştüğü ekonomik sorunlar, bu kriz sonrasında iktidar olan AK Parti hükümetlerinin dış politikayı “ekonomik kalkınmanın hizmetine sunan” bir yaklaşım içerisinde hareket etmeleri sonucunu doğurmuştur. Ekonomik karşılıklı bağımlılığın artırılmasını dış politikasının esası olarak belirleyen AK Parti hükümetleri için İran, kavga edilecek bir devlet değil, Türkiye’nin “merkezi güç” olma hedefine katkıda bulunacak şekilde ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi gereken önemli ortaklardan biri olarak görülmüştür. Bu çerçevede İran ile siyasi alanda yaşanan sorunların çözümü konusunda önemli adımların atıldığı ve 2008 yılında yaşanan dünya ekonomik krizine kadar bu ülke ile yapılan ticaret hacminin hızlı bir şekilde artırıldığı görülmüştür. AK Parti’nin iktidarı devraldığı 2002 yılında 1,2 milyar dolar olan Türkiye-İran dış ticaret hacmi 2008 yılında yaklaşık 8,5 kat artarak 10,2 milyar dolara ulaşmıştır. Ankara’nın artık 1990’lı yıllardaki ideolojik yaklaşımdan sıyrılması ve ABD’den gelen baskılara rağmen Tahran ile ilişkileri geliştirmek istemesi bu büyük artışta temel rolü oynamıştır.
2008 yılında Türkiye’nin İran’dan ithalatının yüzde 90’ından fazlasını petrol ve doğalgaz gibi mineral yakıtlar oluştururken, 2 milyar doların üzerine çıkan ihracatı ağırlıklı olarak otomotiv ürünleri, makine-teçhizat ve demir-çelik gibi sanayi ürünlerinden oluşmaktaydı. İki ülke arasındaki ticarette yaşanan bu artışla birlikte 2000- 2008 arasında İran’ın toplam ihracatında Türkiye’nin payı yüzde 2,8’den yüzde 7,2’ye çıkmıştır. Aynı dönemde Türkiye’nin İran’ın toplam ithalatındaki payı yüzde 1,69’dan yüzde 3,53’e yükselmiştir. Bu şekilde Türkiye İran’ın en önemli ticaret ortaklarından biri haline gelmiştir. Söz konusu dönemde Türkiye’nin ihracatında İran’ın payı yüzde 0,8’den yüzde 1,53’e, ithalatındaki payı ise yüzde 1,5’den yüzde 4’e çıkmıştır. Bu rakamlar, ihracat açısından olmasa da ithalat söz konusu olduğunda İran’ın Türkiye için en önemli ticaret ortaklarından biri olduğunu göstermektedir.
Türkiye ile İran arasındaki ticaret hacmi AK Parti’nin ilk altı yıllık yönetimi döneminde –2002-2008 yılları arasında– 8,5 katlık bir artışla 1,2 milyar dolardan 10,2 milyar dolara çıkarken 2008-2014 arasında sadece 1,3 katı bir yükselişle 13,7 milyar dolara ulaşmıştır. Bu arada 2011, 2012 ve 2013 yıllarında sırasıyla 16, 21,8 ve 14,5 milyar dolarlık ticaret hacmi rakamlarına ulaşılmıştır; ancak 2012 ve 2013 yıllarında Türkiye’den İran’a yapılan ihracatta yüksek miktarda altın satışı (sırasıyla 6,5 ve 1,6 milyar dolar) söz konusudur. 2014 rakamlarında da yaklaşık 820 milyon dolarlık altın ve değerli taş satışı olduğu ve bunun İran’dan ithal edilen petrol ve doğalgazın ödenmesi amacıyla gönderildiği düşünülürse, iki ülke arasındaki gerçek ticaret rakamını görmek için bu altın satışı rakamlarını toplam miktardan düşmek gerekir.
Bu şekilde, 2008’den itibaren dünya ekonomik krizi, ardından İran’a karşı ağırlaştırılan uluslararası yaptırımlar ve Arap Devrimleriyle bozulan siyasi ilişkiler Türkiye ile İran arasındaki ticaretin, AK Parti hükümetlerinin ilk dönemindeki gibi artırılmasını engellemiştir. Ancak iki ülke arasında Başbakan Erdoğan’ın 28-29 Ocak 2014 tarihlerinde gerçekleştirdiği İran ziyareti sırasında imzalanan ve gerekli onay süreçlerinin tamamlanmasının ardından 1 Ocak 2015 tarihinde yürürlüğe giren Tercihli Ticaret Anlaşması’nın etkisiyle 2015 yılında yeniden yükselişe geçeceği beklenmektedir. 10 yıllık uzun bir müzakere sürecinin ardından imzalanan söz konusu anlaşmayla Türkiye’nin İran’a bazı tarım ürünlerinde, İran’ın ise Türkiye’ye bazı sanayi ürünlerinde tarife indirimi uygulaması kararlaştırılmıştır. Bu çerçevede ilk etapta Türkiye 140, İran da 125 farklı üründe gümrük vergilerini ya tamamen kaldırmış ya da önemli oranlarda indirime gitmiştir.
Enerji İşbirliği
Ankara ile Tahran arasında enerji alanında yapılan işbirliği daha çok Türkiye’nin İran’dan petrol, doğalgaz ve bazı dönemlerde elektrik satın alması çerçevesinde olmuştur. Bunun yanında 2000’li yılların ikinci yarısında Türkiye’nin İran’ın bazı doğalgaz sahalarında üretim yapması, çıkarılacak gazın Türkiye’ye taşınması, bir kısmının Avrupa’ya ihraç edilmesi ve bir kısmıyla üretilecek olan elektriğin İran’a satılması da gündeme gelmiş ve hatta vbu konuda mutabakat protokolleri de imzalanmış, ancak bugüne kadar bunun hayata geçirilmesi mümkün olmamıştır.
Türkiye’nin İran’dan enerji ithalatı konusunda da, yukarıda değinilen engelleyici faktörler nedeniyle sürekli sorunlar yaşanmıştır. Özellikle doğalgaz ithalatına ilişkin süreç 1990’lı yılların ortalarında ABD yaptırımlarının gölgesinde sorunlu olarak başlamış, 2001 yılı sonunda Türkiye’ye İran’dan ilk gazın ulaşmasının ardından da, zaman zaman yeterli teslimatın yapılmadığı gerekçesiyle ve sık sık Türkiye’nin aldığı doğalgazın fiyatında revizyon yapmak istemesi nedeniyle tartışmalara sahne olmuştur. Bu sürecin başlangıcını gölgeleyen ABD yaptırımları da ayrıca bugüne kadar geçen süre boyunca Türkiye’nin İran’dan enerji ithalatını engellemeyi amaçlayan baskısını artırarak devam ettirmiştir.
Ham petrol ihtiyacının yüzde 92’sini, doğalgaz ihtiyacının ise yüzde 98’ini ithal etmek zorunda olan Türkiye için, dünyanın ispatlanmış doğalgaz ve petrol rezervleri açısından en üst sıralarda yer alan ülkelerinden biri olan komşusu İran ile enerji alanında işbirliği yapmak kaçınılmazdır. Türkiye’nin enerji ihtiyacının ekonomik büyümeye bağlı olarak sürekli arttığı ve bu ihtiyacın karşılanması konusunda petrol ve doğalgaza alternatif olan kaynakların yetersizliği düşünüldüğünde, Ankara’nın bütün olumsuzluklara rağmen İran’dan enerji ithalatına neden önem verdiği anlaşılabilir. 1980-2014 arasında Türkiye’nin petrol ve doğalgazın en önemli kısmını oluşturduğu mineral yakıtlar ve türevleri ithalatında İran’ın payı incelendiğinde, bazı istisnalar dışında bu ülkenin genel olarak yüzde 10-20 civarında bir paya sahip olduğu görülür. AK Parti’nin iktidar olduğu dönemde 2009 yılı dışında İran’ın Türkiye’nin enerji ithalatındaki payı yüzde 15- 20 arasında seyretmiştir (Tablo 3).
2011 ve 2012 yıllarında Türkiye’nin İran’dan enerji ithalatında görülen artışın nedenlerinden biri petrol fiyatlarındaki artıştır. Bu dönemde varili yaklaşık 120 dolar civarında olan petrol için Türkiye’nin ödediği ithalat bedeli çok artmış olsa da miktar olarak o kadar fazla artış söz konusu değildir. 2011 sonrasında ise hem miktar olarak hem de değer olarak İran’dan ithal edilen petrolde ciddi bir azalma görülmektedir ki, yukarıda ifade edildiği gibi, bunun temel nedenini ABD ve diğer Batılı ülkelerin yaptırımları ve Arap Devrimleri sürecinde Tahran ile yaşanan sorunlar oluşturmaktadır. İran’dan ithal edilen petrol 2011 yılında 9,2 milyon tondan 2013 yılında 5,2 milyon tona gerilerken aynı dönemde Irak’tan alınan petrolün miktarı iki katı artışla 3 milyon tondan altı milyon tona çıkmıştır (Grafik 2).
İran’a karşı yaptırımların yoğunlaştığı dönemde bu ülkeden satın aldığı petrol miktarını ciddi oranda azaltan Türkiye, İran’dan aldığı doğalgaz miktarını azaltmamıştır. Hatta İran’dan alınan doğalgaz miktarı 2011 yılında 8,2 milyon metreküpten 2013 yılında 8,7 milyon metreküpe çıkmıştır (Tablo 4). Bu dönemde İran’dan alınan doğalgazın fiyatı Rusya ve Azerbaycan’dan alınan gazdan daha pahalı olmasına rağmen, doğalgaz alımındaki “al ya da öde” prensibi nedeniyle Ankara bu şekilde hareket etmek zorunda kalmıştır.
Türkiye ile İran arasında bugün halen geçerli olan doğalgaz anlaşması 1996 yılında imzalanmış ve bu anlaşma çerçevesinde İran’dan Türkiye’ye ilk doğalgaz sevkiyatı iki ülke arasında inşa edilen boru hattı üzerinden 2001 yılında başlamıştır. “Take or pay” (al ya da öde) ilkesine göre yapılan bu anlaşmaya göre Türkiye yıllık almayı taahhüt ettiği gaz miktarını İran’dan almaması durumunda Tahran’a almadığı miktarın ücretini ödemeyi kabul etmişti. Bu İran’a özgü bir durum değildir. Ankara, Rusya ve Azerbaycan ile imzaladığı doğalgaz alım anlaşmalarını da aynı esasa göre yapmıştır. Türkiye’nin bugüne kadar imzaladığı “al ya da öde” anlaşmaları çerçevesinde yıllık olarak İran’dan 9,6 milyar metreküp, Rusya’dan 20 ve Azerbaycan’dan 6 milyar metreküp doğalgaz alması gerekiyor. Bunların dışında Cezayir ve Nijerya’dan likit gaz alım anlaşmaları bulunan Türkiye’nin bazı yıllarda ithal ettiği doğalgazın tamamını iç piyasada tüketemediği görülmektedir. Bundan dolayı da “al ya da öde” düzenlemesi çerçevesinde satın almadığı gazın ücretini ödeme sorunuyla karşı karşıya gelmektedir.
Yukarıda verilen rakamların da gösterdiği gibi, İran Türkiye’nin ikinci büyük gaz tedarikçisi ülkedir. Buna karşılık Türkiye, İran’ın en büyük müşterisidir, uluslararası ambargolara maruz olan İran’ın sattığı doğalgazın yüzde 90’a yakın kısmını Türkiye aldığı için bu açıdan Tahran’ın Türkiye’ye ciddi bir bağımlılığı söz konusudur. İran’ın Irak’a ve Pakistan’a gaz satışı için yapmaya çalıştığı boru hatları sonrasında bu bağımlılığın azalması beklenmektedir. Son yapılan araştırmalara göre, ispatlanmış doğalgaz rezervleri açısından Rusya’yı da geçip dünyanın en fazla doğalgaz rezervlerine sahip olduğu düşünülen İran ile Türkiye’nin doğalgaz alanında işbirliği yapması kaçınılmazdır. Türkiye, büyüyen ekonomisinin enerji ihtiyacını karşılamak için İran doğalgazına ve İran, başka pazarlara ulaşma konusunda zorluk çektiği için Türkiye pazarına muhtaçtır. Bu durumda, enerji alanında iki ülke arasında söz konusu olan bu kaçınılmaz ilişkiye rağmen Ankara ile Tahran arasındaki doğalgaz konusunda yaşanan sorunlara yakından bakmak faydalı olacaktır.
İran’dan alınan doğalgaz konusunda temel tartışma konusu, 2014 yılı itibarıyla bu gazın fiyatının Rusya ve Azerbaycan’dan alınan gaza göre oldukça pahalı olmasıdır. Yapılan doğalgaz alım anlaşmaları çerçevesinde Türkiye, her 1000 metreküp gaz için Azerbaycan’a 335, Rusya’ya 425 dolar öderken İran’a ise yaklaşık 490 dolar ödemiştir. Uluslararası piyasalarda gaz fiyatlarının düşmesiyle birlikte Türkiye sadece İran değil Rusya gazına da fazla ücret öder hale gelince, her iki ülkeden aldığı doğalgazın fiyatını azaltma çabası içerisine girmiştir. Bu çerçevede Rusya’nın gaz fiyatında indirim yapması, kısmen İran gazının fiyatının düşmesine bağlı olmuştur, çünkü daha pahalı olan İran gazının fiyatında indirim olmadan Moskova’nın ikna edilmesi zordu. Bu nedenle Ankara son dönemde Tahran’ın Türkiye’ye sattığı gazın fiyatını azaltması konusundaki çabalarını artırmıştır.
Ocak 2014 sonunda Başbakan Erdoğan’ın İran ziyareti sırasında konuşulan konulardan biri doğalgaz fiyatı konusundaki anlaşmazlık olmuştur. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda, İran’la doğalgaz fiyatları konusunda henüz bir anlaşmanın sağlanamadığını, Türkiye’nin başvurusu üzerine tahkim sürecinin devam ettiğini ve İran tarafından önerilecek bir fiyat indiriminin “tahkimde elde edilecek kazancı karşılayacak düzeyde olması durumunda” Ankara’nın tahkimden vazgeçebileceğini ifade etmiştir. Türkiye’nin tahkim başvurusu iki konuyu içermekteydi. Birincisi İran’dan alınan doğalgaz fiyatının düşürülmesi ve Türkiye’nin bu yüksek fiyattan kaynaklanan zararının karşılanması, ikincisi ise İran’ın yükümlülüklerini yerine getirmeyerek zaman zaman Türkiye’ye taahhüt ettiğinden daha az gaz sevk etmesiyle ilgiliydi. Türkiye İran’a karşı daha önce de tahkime gitmiş, 2004 yılında yaptığı başvuru sonrasında BOTAŞ’ın fiyat revizyonu isteği haklı bulunmuş ve İran Ulusal Doğalgaz Şirketi NIGC, hem Türkiye’ye sattığı gazın fiyatını yüzde 16,5 indirmiş hem de BOTAŞ’a geçmiş döneme ait yaklaşık 971 milyon dolar ödemek zorunda kalmıştı.
17 Şubat 2014 tarihinde Uluslararası Tahkim Divanı (UTD) Türkiye ile İran arasındaki doğalgaz davasını görüşmeye başlamıştır. Davanın görüşülmesi sürecinde iki ülke arasındaki çeşitli temaslarda doğalgaz anlaşmazlığının tahkim dışı yollarla giderilmesi konusu sürekli olarak gündeme gelmiştir. Medyada da, Tahran’ın Türkiye’nin tahkimden vazgeçmesi ve İran’dan daha fazla gaz almayı kabul etmesi durumunda gaz fiyatında indirime hazır olduğu, Türkiye’nin beklediği oranda indirimin yapılmaması durumunda tahkimden vazgeçmeyeceği ve İran’ın bu konuda kendisine baskı yapılmasını kabul etmeyeceği içerikli haberler yayınlandı. Ancak bütün görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı ve taraflar UTD’nin kararını beklediler. Kasım ayı sonunda UTD davanın ilk ayağıyla ilgili kararını açıkladı ve İran’ın Türkiye’ye eksik gaz teslimatı yaptığı yönündeki Ankara’nın şikayetini haksız buldu. Davanın ikinci ayağı olan, İran’ın Türkiye’ye sattığı gazın fiyatını düşürmesi talebi konusunda ise UTD 2015 Nisan ayına kadar henüz bir karar vermemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Nisan 2015 tarihinde gerçekleştirdiği İran ziyaretinde bu konu yeniden gündeme gelmiş, ancak tarafların tahkim dışında bir çözüm bulması mümkün olamamıştır. Bu ziyaretten bir hafta sonra İran Petrol Bakanı Bijen Namdar Zengene, Tahran’ın Ankara’ya doğalgaz fiyatında indirim yapmak için doğalgaz ihracatını ikiye katlamayı teklif ettiğini ancak Ankara’nın bu teklifi reddettiğini açıklamıştır. Türkiye prensip olarak İran’ın yeterli indirimi yapması durumunda İran’dan daha fazla gaz almayı kabul etmektedir, ancak iki ülke yetkilileri söz konusu olacak bu indirim oranı konusunda anlaşamamaktadırlar.
Türkiye ile İran arasında enerji işbirliği konusunda gündeme gelen ancak yaşanan sorunlar nedeniyle başarıyla sonuçlandırılamayan bir diğer konu ise Türkiye’nin İran’ın Basra Körfezi’ndeki doğalgaz sahasında yatırım yapması meselesi olmuştur. İki ülke ilişkilerinin oldukça iyi olduğu bir dönemde, 14 Temmuz 2007 tarihinde kabul edilen bir mutabakat belgesiyle, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Basra Körfezi’ndeki Güney Pars Sahası olarak bilinen çok zengin doğalgaz bölgesindeki bazı parsellerde üretim yapması kararlaştırılmıştı. Ancak Türkiye’nin İran’dan doğalgaz satın almasının da ötesine geçerek bu ülkenin sınırları içerisinde üretim yapma haklarını satın alması Amerikan yönetimini ciddi şekilde rahatsız etmiştir. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamalarda, Washington’ın Tahran’la yapılan her türlü işbirliğine karşı olduğu, Ankara’nın, BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Atom Enerji Ajansı kararlarını ihlal etmekle suçladıkları İran’la işbirliği yapmasının Hazar Havzası doğal kaynakları konusunda Türkiye ile ABD arasında geliştirilen projeleri tehlikeye soktuğu ifade edilmişti.Ankara ise, gerek cumhurbaşkanı gerekse başbakan ve dışişleri bakanı düzeyinde yaptığı açıklamalarla bu eleştirileri reddetmiş, Türkiye’nin giderek artan enerji ihtiyacının karşılanması konusunda İran’la işbirliği yapılmasının son derece doğal olduğunun altını çizmişti. ABD’den gelen tepkilere rağmen Türkiye geri adım atmamış ve İran’la yürütülen görüşmeler sonrasında iki ülke arasında 2007 yılında varılan mutabakat genişletilerek 17 Kasım 2008 tarihinde doğalgaz işbirliği konusunda yeni bir mutabakat zaptı imzalanmıştı. Buna göre Türkiye, İran’ın Güney Pars doğalgaz havzasındaki 22, 23 ve 24. fazların işletim hakkını elde ediyordu. Buradan çıkarılacak günlük 46 milyon metreküp gazın yarısını Türkiye alacak, diğer yarısı ise İran’a kalacaktı. Bu doğalgaz havzasının bulunduğu bölgedeki İran’ın Asuluye şehrinden Türkiye sınırına kadar uzanacak 1850 kilometre uzunluğundaki yeni bir boru hattıyla taşınılması planlanan bu gazın bir kısmının Avrupa’ya satılması düşünülmekteydi. Söz konusu boru hattının ise Türkiye ile İran tarafından ortak inşa aedilmesi planlanmıştı. Ayrıca Türkiye, yıllık 35 milyar metreküplük İran doğalgazının Avrupa’ya taşınması konusunda kendi topraklarının kullanılmasına izin vermiş ve bunun için gerekli boru hattının inşasında da yer almayı kabul etmişti.
Ancak iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri oldukça ileriye taşıyacak bu projenin hayata geçirilmesi mümkün olmamıştır. Ankara ve Tahran arasında tarihten beri gelen güvensizliğin de etkisiyle iki ülke yetkililerinin anlaşmanın detayları konusunda çok fazla zaman kaybetmelerinin ardından, 2010’lu yıllarda Arap Devrimleri ve İran’a karşı artırılan uluslararası yaptırımlar sürecinde bozulan atmosferde bu projenin gerçekleştirilmesi imkanı ortadan kalkmıştır.