Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı Onayladı
N. Melis BOSTANOĞLU, İKV Uzmanı
Küresel ısınmanın 2°C’nin altında, tercihen 1,5°C ile sınırlandırılmasını amaçlayan Paris Anlaşması’nın 2016 yılında 21’inci Taraflar Konferansı’nda (COP21) tarafların imzasına açılmasından bu yana beklenen gelişme sonunda gerçekleşti. Paris Anlaşması’nı onaylamayan tek OECD ve G20 ülkesi olan Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 76’ncı BM Genel Kurulu’nda “Paris İklim Anlaşması’nı önümüzdeki ay Meclis onayına sunmayı planlıyoruz” sözlerinin ardından Anlaşma’yı onaylayarak en sonunda yeni iklim rejiminin bir parçası oldu.
Paris Anlaşması’na Kısa Bir Bakış
12 Aralık 2015 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen COP21’de tarafların imzasına açılan Paris Anlaşması, 175 ülke tarafından imzalanarak bir gün içerisinde en fazla imzalanan uluslararası anlaşma olma özelliğine sahip olmuştu. Hukuki bağlayıcılığı olan ilk iklim anlaşması olarak bilinen Paris Anlaşması, imzaya açılmasından yaklaşık bir yıl sonra, 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girdi. Başlıca amacı ortalama küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla 2°C’nin altında tutulması, hatta tercihen 1,5°C ile sınırlandırılması için çaba gösterilmesi ve böylece iklim değişikliğinin yarattığı risk ve etkilerin azaltılması olan Anlaşma’da, aynı zamanda iklim değişikliğine uyma ve iklim finansmanı akışlarının düşük emisyon ve iklim dirençli kalkınmaya yönlendirilmesine ilişkin hükümler de yer alıyor. Kyoto Protokolü’nün aksine Paris Anlaşması, iklim değişikliğinden sadece gelişmiş ülkeleri sorumlu tutmazken, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere “ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar” yüklüyor. Buna göre, gelişmiş ülkelerin mutlak emisyon azaltımı yapma ve gelişmekte olan ülkelere finansal destekte bulunma zorunlulukları bulunurken, gelişmekte olan ülkelerin de kendi kapasiteleri doğrultusunda iklim politikaları ortaya koymaları bekleniyor. Bu yolda, her ülkenin beş yılda bir ulusal katkı beyanlarında (Nationally Determined Contributions -NDC) bulunması gerekirken, her ulusal katkı beyanının bir öncekinden daha iddialı hedefler içermesi gerekiyor.
Türkiye’nin Özel Konumu
Türkiye, COP21’de imzaya açılan Paris Anlaşması’nın imzalayan ilk ülkelerden biri olsa da uzun yıllar boyunca anlaşmayı onaylamayan çok az sayıdaki ülkelerden biri hâline geldi. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamamasının altında yatan en büyük neden, aslında yıllarca Kyoto Protokolü’nün onaylanmamasıyla aynıydı: BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) imzalandığı zaman OECD ülkesi olduğu için Türkiye’nin gelişmiş ülkeler ile aynı sorumlulukları üstlenmek zorunda olduğuna ilişkin bir taahhüt vermiş sayılması. Türkiye, yıllarca Taraflar Konferanslarında “mutlak emisyon azaltım taahhüdü vermek” amacını taşıyan Ek-1 ve “gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilen Ek-1 dışı ülkelere finansman ve teknoloji transferi sağlamak” amacını taşıyan Ek-2 ülkelerinden “erken sanayileşme aşamasında olduğu” gerekçesiyle çıkmak için birçok hamlede bulunsa da ancak 2001 yılında Ek-2 listesinden çıkmayı başarmıştı. Türkiye, bu özel konumundan dolayı Yeşil İklim Fonu’na erişim sağlayamayacağı ve diğer gelişmiş ülkelerle birlikte mutlak emisyon azaltımı yapmak zorunda kalacağı için Anlaşma’yı onaylamaya koşul olarak yıllarca Ek-1 listesinden çıkarılma talebini tekrarlasa da bu talebine cevap alamadı.
Ek-1’den çıkma talebi, 2019 yılında gerçekleştirilen COP25’te de yoğun gündem nedeniyle gündeme alınamadı. Bu durumda, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile COP25 Başkanı ve Şili Çevre Bakanı Carolina Schmidt Türkiye’nin haklı pozisyonunu desteklediğini söylerken; Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanamadığı takdirde Türkiye’nin diğer finansman kaynaklarına erişimi noktasında yardımcı olunacağını ifade ettiklerini açıkladı. Türkiye’nin, Dünya Bankası Grubu, Fransa ve Almanya ile iklim eylemleri için ihtiyaç duyulan finansmanın karşılanması için bir mutabakat zaptı üzerinde çalıştığını; fakat bunun Türkiye’nin hassasiyetlerini karşılamadığını da sözlerine ekledi. Ancak, o günden bu yana zapt hakkında hiçbir gelişme aktarılmadı. Türkiye’nin IPA fonlarından yararlanıyor olması ve nispeten genç bir nüfusa sahip olması, yıllardır diğer gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerin Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’na ulaşma talebini reddetme gerekçeleri olarak sunulmaktaydı.
Diğer yandan, iklim inkârcısı eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çıkma ve gelişmekte olan ülkelere finansman sağlamama kararlarını almasıyla, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamamak adına güçlü bir müttefiki bulunuyordu. Küresel çapta en fazla karbon salınımı yapan ikinci, kişi başına en fazla salınım yapan birinci ülke olan ABD’nin Paris Anlaşması’na katılmadığı senaryoda kurulan iklim rejiminin meşruiyeti bir şekilde sorgulanabilirken, yeni ABD Başkanı Joe Biden’ın Anlaşma’yı onaylamakla kalmayıp, daha iddialı hedefler de ortaya koymasıyla, Türkiye’nin hâlihazırda yeterince karşılık bulmayan tezleri ikna ediciliğini iyice kaybedecekti.
ABD’nin de Paris Anlaşması’na dönmesiyle, Paris Anlaşması’na taraf olmayan yalnız altı ülke kalmıştı: Türkiye, Eritre, Irak, İran, Libya ve Yemen. Bu ülkelerin genel olarak, savaş hâlinde olan veya günümüzün küresel düzenine ayak uyduramamış ülkeler olduğu söylenebiliyor. Ancak, hâlâ bir savaş ortamında olan ülkelerin bile Paris Anlaşması’nı onaylama sürecine girmeye başlaması Türkiye’yi biraz zora sokmaktaydı. 2011 yılından beri iç savaştan müzdarip olan Suriye bile 2017 yılı sonunda Anlaşma’yı onaylamışken, aynı şekilde hâlâ bir iç savaş hâlinde olan Libya’da da Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başkanı Abdulhamid Dibeybe, Paris Anlaşması’na katılmak için gerekli süreci başlattı. Libya’nın da katılmasıyla Paris Anlaşması’na katılmayan ülkelerin sayısı beşe inecekti.
Türkiye Nihayet Yeni İklim Rejiminde
Sadece kısa bir zaman önce Türkiye’nin Ek-1’den çıkma talebinin yinelendiği bir atmosferde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 76’cı BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Paris Anlaşması’nın COP26’ya kadar onaylanacağının sinyalini vermesi, şaşırttığı kadar yeni umutlar da doğurdu. Konuşmasında iklim göçü sorununa da değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğaya en fazla zarar verenlerin en fazla katkıyı da yapması gerektiğini yineleyerek, yapıcı adımlara uygun şekilde ve Türkiye’nin ulusal katkı beyanı çerçevesinde Paris Anlaşması’nın COP26’dan önce TBMM’nin onayına sunulacağını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözlerinin üzerine 1 Ekim 2021’de TBMM’ye kanun teklifi olarak sunulan Paris Anlaşması, 7 Ekim 2021’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Paris Anlaşmasının Uygulanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi, Türkiye’nin coğrafi konum olarak iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz makro-iklim kuşağında yer aldığına ve Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşılması ve küresel iş birliğine dâhil olunması açısından uygulanmasının önemine dikkate çekerek Anlaşma’nın uygulanmasının uygun bulunduğunu belirtiyor. Ancak kanun teklifinde, “Türkiye anlaşmayı ekonomik ve sosyal kalkınma hakkına halel getirmemesi kaydıyla uygulayacak” şeklinde bir özel beyana da yer veriliyor. Kanun teklifi, Paris Anlaşması’nın onaylanmasının altında yatan başlıca sebebin küresel iş birliğinden ve finansman kaynaklarından geri kalmamak olduğu izlenimini yaratırken, verilen özel beyanın da Türkiye’nin gelecekte özel konumundan dolayı Paris Anlaşması’nın uygulanması konusunda çekinceli davranabileceğini düşündürüyor. Bu da Paris Anlaşması’nın uygulanmasının şartlı olacağı izlenimini veriyor.
Paris Anlaşması’nın onaylanmasının ötesinde Türkiye’nin iklim hedeflerini artırması gerekliliği devam ediyor. Türkiye, UNFCCC nezdinde sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar referans senaryoya kıyasla %21 azaltacağına dair “koşullu” bir ulusal katkı niyeti sunmuştu. Bu da aslında, Türkiye’nin sera gazı emisyonlarını artırmaya niyeti olduğunun ve bu niyetini de ancak “gerekli finansmanlara erişebildiği” takdirde uygulayacağının sinyalini vermekteydi. Türkiye’nin koşullu ulusal katkı beyannamesi, mevcut hâliyle Paris Anlaşması hedeflerine uyumsuz ve “kritik derecede yetersiz” kabul ediliyor. BM tarafından yayımlanan 2020 Emisyon Uçurumu Raporu (Emissions Gap Report 2020), mevcut durumda Türkiye’nin sunduğu koşullu ulusal katkı beyannamesinde belirlediği emisyon hedefine kıyasla emisyonlarının 2030 yılında %14-34 altında kalacağını ortaya koyuyor ki bu Türkiye’nin çok daha iddialı hedefler ortaya koyabileceğini gösteriyor. Paris Anlaşması uyarınca her beş yılda bir yeni ve daha iddialı NDC’lerin sunulması gerektiği ve ülkelerin ilk güncellenmiş NDC’lerini iletmeye başladığı göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin yeni koyduğu 2053 net sıfır emisyon hedefine uyumlu bir 2030 iklim hedefi koyması da önem arz ediyor.
Yeşil Dönüşümde Yeni Bir Adım
Türkiye’nin iklim değişikliği ve göç konusunda hayata geçirmeyi kararlaştırdığı yeni yapısal düzenlemelerden biri de 11 Ekim 2021’de Kabine toplantısı ardından kamuoyuyla paylaşıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamaya göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ismi, “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı” olarak değiştirildi. Bu bakanlığa bağlı olarak da “İklim Değişikliği Başkanlığı” kuruldu. Bu değişiklik doğrultusunda, Tarım ve Ormancılık Bakanlığı’na bağlı olan Meteoroloji Genel Müdürlüğü ile Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü de Çevre, Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlandı. Türkiye’nin COP26 öncesi 2053 vizyonu çerçevesinde daha fazla iklim eylemleri alması sevindirici olsa da sembolik adımlardan ileri gidip daha iddialı ve somut iklim ve enerji politikaları oluşturması ve en önemlisi bunları hayata geçirmesi büyük bir önem arz ediyor.
Türkiye-AB Yüksek Düzeyli İklim Diyaloğu
Paris Anlaşması onaylanmadan kısa bir süre önce, 16 Eylül 2021’de, gerçekleştirilen ilk Türkiye-AB Yüksek Düzeyli İklim Diyaloğu, Türkiye ve AB arasında iklim konusunda kurulabilecek iş birliğinin Türkiye’nin iklim hedeflerinin ivmesini artırabileceğini hissettiriyor. Daha önce, 17 Şubat 2021’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen ve katılımcıları arasında AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer-Landrut ve BM Türkiye Mukim Koordinatörü Alvaro Rodriguez’in de bulunduğu İklim Değişikliğiyle Mücadele Toplantısı’nın ardından da Türkiye, 14 maddelik bir sonuç bildirgesi yayımlayarak iklim değişikliği ile mücadeleye ilişkin yeni tedbirler öngörmüştü.
Pozitif Gündem kapsamında Brüksel’de gerçekleştirilen Türkiye-AB Yüksek Düzey İklim Diyaloğu’nda, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve Avrupa Komisyonunun Avrupa Yeşil Mutabakatı’ndan Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Frans Timmermans iklim konusunda yapılabilecek iş birliklerini tartıştı. Toplantıda, hem Türkiye’yi hem de AB’yi etkileyen orman yangınları ve seller gibi iklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarının yanı sıra son dönemde Türkiye’yi etkileyen müsilaj konusu da ele alındı. 1,5°C hedefine ulaşmak için yapılanlarla yapılması gerekenler arasındaki boşluğun da doldurulması için atılması gereken acil ve etkili adımların neler olabileceği değerlendirildi. Toplantıda, Türkiye’de Emisyon Ticareti Sistemi’nin kurulması ve AB Emisyon Ticareti’nin revize edilmesi özelinde karbon fiyatlandırma politikalarının ortak çıkar olduğu da belirtildi. İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı ile mücadele ederken doğa temelli çözümlerin kullanılması da toplantıda görüşülen önemli konulardan biriydi. AB’nin “Yeşil Diplomasi”sinin önemli bir adımı olarak görülebilecek olan bu yüksek düzeyli toplantıya ilişkin müzakerelerin teknik seviyede devam etmesi, 2022 yılının ilk aylarında gelişmelere dair değerlendirme yapılması öngörülüyor. MART2022