Türkiye’nin G20 Gündemine Katkilari

G20 genelde lidere dayalı uluslararası bir platform olmakla beraber, dönem başkanlığını elinde bulundurmanın ve zirvelere ev sahipliği yapmanın en önemli avantajı yıl boyunca gündem oluşturma süreçlerine nezaret etmek ve katkıda bulunmaktır. Dolayısıyla G20 başkanları küresel yönetişim tartışmalarında iz bırakmak için çoğu kez standart mali/ekonomik G20 gündemine yeni maddeler eklemeye çalışırlar. Türkiye’nin proaktif ve iddialı bir orta ölçekli güç olarak benzer bir rota izlemesi ve genellikle BM’nin veya diğer uluslararası organizasyonların ilgilendiği acil küresel konuları G20 gündemine taşıması anlaşılır idi. Ancak Türkiye’nin G20 dönem başkanlığı sırasında takip ettiği öncelikli gündem maddelerine geçmeden önce usulle ilgili bazı açıklamalar yapmak yerinde olur.

Türk devlet mekanizması içerisinde G20 sürecinin iç koordinasyonu açısından; G20 zirvelerine alışılageldiği üzere Cumhurbaşkanı’ndan çok Başbakan katılır. Maliye Bakanları toplantısında Türkiye’yi genellikle Başbakan Yardımcısı olarak atanan Koordinatör Ekonomi Bakanı temsil eder. G20 Maliye Bakan Yardımcıları gibi daha teknik toplantılara Başbakanlığa ve Ekonomi Bakanlığına bağlı hazineden sorumlu üst düzey bir ekonomi bürokratı katılır ki bu bürokrat Hazine Müsteşarıdır. Nihayet, ülke liderinin diplomasideki siyasi temsilcisi Türk “Şerpa” Dışişleri Bakanlığından üst düzey bir diplomat olur. Yıllar içerisinde Hazine Müsteşarlığı ile Şerpa arasında fiili bir işbölümü ortaya çıkmıştır. Hazine Müsteşarlığı, IMF ve Dünya Bankasıyla teknik düzeyde dış ilişkiler de dahil olmak üzere Türkiye’nin G20 içindeki ekonomi ve finans gündemini koordine eder. Şerpa ise görevdeki hükümetlerin G20 üyelerinin dikkatine sunmak istediği daha geniş kapsamlı bir siyasi ve diplomatik gündemin eşgüdümünden sorumludur.

Uluslararası konjonktüre ve önemli küresel konulara bağlı olarak Şerpa’nın takip ettiği gündem maddeleri; uluslararası kalkınmada karşılaşılan güçlükler, iklim değişikliği, göç, salgın hastalıklar, insan kaçakçılığı gibi çok çeşitli alanları kapsamaktadır. 2014 yılı sonunda Brisbane’de toplanan G20 Zirvesi’nde Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun tarihi konuşması, Ortadoğu barış süreci, Suriye ve Irak’tan gelen göç dalgaları, Afrika’da Ebola salgını, az gelişmiş ülkelerin kalkınmada karşılaştıkları sıkıntılar ile gıda ve enerji güvenliğinde küresel koordinasyon gibi konuları Türkiye’nin uluslararası gündeme taşımak istediğinin ilk işaretini vermişti. Özellikle küresel büyümenin teşviki için KOBİ’lerin desteklenmesi, Türkiye’nin G20 dönem başkanlığı sırasında takip etmek istediği diğer bütün gündem maddeleri içinde ana tema olarak seçilmişti.

Geriye bakıldığında, Türk diplomatları ve ekonomi bürokratları G20’nin küresel yönetişim yapısının reforme edilmesine yönelik temel politika tartışmalarını başından beri yakın bir ilgiyle takip etmiş ve önemli katkılarda bulunmaya çalışmışlardır. Genel olarak Türkiye’nin bu küresel platformdaki duruşu, azımsanmayacak kalkınma ihtiyaçları olan yükselen piyasa ve ulusal kimliğini yansıtmaktadır. Bu sebeple, G20’nin uluslararası ticaret mevzuatlarına ve yoksulluğun aşağı çekilmesine ilişkin politika gündemiyle alakalı ihtilaflı politika konularının çoğu hakkında Türkiye’nin tutumu, gelişmekte olan ülkeler ve yükselen piyasaların tutumuna benzemektedir. Ancak küresel finans sisteminin modernizasyonuyla ilgili konulara gelince; Türkiye G7’nin çekirdek ülkeleriyle birlikte tavır alarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında mali reform konusunda keskin bir ayrışmanın G20 sürecine ciddi şekilde hasar vereceğini daima vurgulamıştır.

Örneğin; Türkiye 2000’li yılların kapsamlı ve düzenleyici reformlarından sonra finans sektörünün sağlam niteliğinden ötürü G20’nin küresel finans denetimi ve uluslararası finans akışına çok sınırlı müdahale gerektiren bir düzenlemeye tam destek vermiştir. Yine de, Türkiye “orta ölçekli güç” tavrına paralel olarak OECD’nin sanayileşmiş ülkeler grubunun üyesi ve yükselen piyasa olarak G20 içerisinde yapıcı bir rol oynamaya ve yükselen piyasaların kısa vadeli sermaye akışının istikrarsızlaştırıcı etkisinden kaynaklanan endişelerini gidermeye çalışmıştır.

Türkiye’nin yükselen piyasa kimliği, Bretton Woods kurumlarında küresel yönetişimde yükselen ekonomilere daha fazla hak, sorumluluk ve yetki verilmesini sağlayacak şekilde köklü bir değişikliğe gidilmesiyle ilgili tartışmalarda daha görünür hale geldi. Türkiye 2006 yılındaki kota artırımından en büyük avantaj sağlayan dört ülkeden biri olmasına rağmen Türk delegasyonları önde gelen yükselen güçlerle birlikte IMF’de ikinci tur ve daha köklü kota reformu için baskı yapmaya devam ettiler. Ankara özellikle IMF’yi daha fazla temsiliyet sergileyen uluslararası bir kuruma dönüştürebilecek kapsamlı bir kota reformu ile kurumun kapasitesini ciddi derecede artıracak şekilde kotanın ikiye katlanmasıyla ilgileniyordu. Bu bağlamda Türkiye, AB’nin gereğinden fazla temsil hakkına sahip olduğu IMF İcra Kurulu’nda yapısal reform konusuyla ilgilidir. Ancak Türkiye’nin 2012 yılında IMF İcra Kurulu’na girişiyle bu konu ulusal stratejide ikinci derecede önemli hale gelmiştir. Öte yandan, Türkiye BRICS ülkeleri ve yükselen piyasalarla Avrupa ve ABD arasındaki IMF İcra Kurulu Başkanı’nın Avrupa’dan ve Dünya Bankası Başkanı’nın Amerika’dan olacağını varsayan tartışmalı “centilmenler anlaşması”nın sorgulanmasında omuz omuza bir dayanışma sergilemiştir. Türkiye’nin ilkeli ve kuşatıcı dış politika duruşuna paralel olarak Türk heyetleri uluslararası kurumların üst yönetim makamlarının mevcut kurumsal meşruiyet ile politika mülkiyet düzeyinin daha da yükseltilebilmesi için gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkelerin vatandaşlarına prensipte açık olması gerektiğini vurgulamıştır. Dahası Türkiye, Güney Kore ve benzer orta ölçekli güçlerin iyi performans gösteren ekonomiler için daha esnek kriz önleme ve çözüm aracı olarak tasarlanan planlanmış şartlılık esasına dayalı “Esnek Kredi Hattı” gibi kanallar yardımıyla daha açık, şeffaf ve tarafsız IMF mali destek kıstasları belirlenmesi yönündeki duruşunu desteklemiştir. Benzer şekilde, 2000’li yıllarda başarılan sürdürülebilir büyüme planı öncesinde ve 2008 yılında kredi ilişkilerinde kontrolü ele geçirmeden önce yaşadığı mali ve makroekonomik krizler sonucu 19 IMF Standby Programı’na maruz kalan ve gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, IMF’nin kullanışsız şartlılık (conditionality) koşuluna karşı haklı olarak hassasiyet göstermektedir. IMF’nin şartlılık ilkesinde yer alan siyasi ve ekonomik açıdan adaletsiz maddelerin sayıca azaltılması yönündeki girişimleri destekleyen Türkiye, etkili bir kriz önleme ve çözümü için ülkelerin daha fazla milli fiil ve irade sergilemesi gerektiğini ileri sürmektedir.

Türkiye’nin G20 dönem başkanlığının başlıca mali konularından biri Batılı kredi derecelendirme kuruluşlarının küresel finans sistemindeki oligarşik ve gayrimeşru tutumları olmuştur. Özellikle 2013 yılında demokratik seçimle iş başına gelmiş Türk hükümetini sokak şiddeti ve güvenlik yargı devrimi girişimleriyle alaşağı etmek için düzenlenen Gezi protestoları ile 17-25 Aralık olaylarının akabinde, Türkiye’nin küresel yatırımcı çevreler önünde ülke imajının bozulmasında Batılı kredi derecelendirme şirketleri çok önemli rol oynamışlardır. O günlerde Başbakanlık görevini yürütmekte olan Recep Tayyip Erdoğan, kredi derecelendirme kuruluşlarını Türk ekonomisindeki sistematik riskleri kasıtlı olarak abarttıkları ve faiz oranlarının birden bire yüzde 4,5’ten yaklaşık yüzde 10’a sıçramasını tetikledikleri gerekçesiyle şiddetle eleştirmiştir. Türkiye, söz konusu kuruluşların haksız değerlendirmelerinden kötü etkilenen birkaç yükselen piyasadan biri olurken bu kuruluşların yöntem, siyaset mantığı ve özel bağlantılarıyla ilgili tartışmalar ülke gündeminin üst sıralarına yerleşmiştir. Bu özel kurumların yükselen ekonomilerin büyük bankalarına ve hazinelerine ilişkin değerlendirmeleri zaman zaman yaşamsal önemi haiz sonuçlar doğurmaktadır. Ve çok sayıda yükselen ekonomi, kredi derecelendirme şirketlerinin yeterince şeffaf olmadıklarına, hesap verilebilirliklerinin zayıf kaldığına, değerlendirme ve ölçme yöntemlerinin bilimsel açıdan sorgulanabilir olduğuna ilişkin ciddi endişeler dile getirmişlerdir.32 Türkiye G20 dönem başkanlığını uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarında reform ve bu gibi kuruluşlara bir “küresel davranış kodu” getirilmesi konusunu gündeme getirmek ve G20 üyelerinin dikkatine sunmak için bir fırsat olarak değerlendirmiştir.

Son olarak, bankacılık sırlarıyla ilgili mevzuatların vergi kaçakçılığı amacıyla istismar edilmesi ve mali kaynakların gayrimeşru yollardan ülkedışı vergi cennetlerine aktarılmasına karşı Almanya ve Fransa’nın başlattığı G20/ OECD girişimleri Türkiye tarafından desteklenmektedir. Yasadışı yollardan yurt dışına para transfer ederek vergi yolsuzluğuna veya kayıtdışı ekonomiye teşebbüs eden şirketlere ve şahıslara karşı Türk kamu kuruluşlarının daha sıkı iç kontrol mekanizmaları geliştirme çabası dikkate alındığında, bu destek oldukça normaldir. Ancak Türkiye, vergi kaçakçılığına ve yasadışı para aktarmaya karşı daha sert kurallar uygulama arzusuna rağmen uluslararası finans akışlarına ilişkin kategorik kontrollerin uzağında durmaktadır. Örneğin; küresel bir eşgüdümlü finans işlemi (Tobin) vergisi (FTT) uygulama-sıyla spekülatif atakların kontrol altına alınarak kalkınmanın teşvik edilmesi konulu G20 tartışmalarında Türk kanun yapıcılar, olumsuz bir yaklaşımla bu tür ulus ötesi vergilerin sadece küresel finans sistemindeki maliyetleri artıracağını ileri sürmüşlerdir. Uluslararası finans kontrollerine karşı bu muhafazakar yaklaşım, Türkiye’de sağlam bir mevduat sigorta sisteminin (TMSF) var olmasıyla ve devletin küresel ekonomik kriz süresince hiçbir bankayı kurtarmamış olması gerçeğiyle yakından ilişkilidir.

Türkiye’nin G20 dönem başkanlığının başlıca mali konularından biri Batılı kredi derecelendirme kuruluşlarının küresel finans sistemindeki oligarşik ve gayrimeşru tutumları olmuştur. G20’nin liderler düzeyinde küresel bir yönetişim forumuna terfi ettirilmesinden bu yana Türkiye’nin bu küresel platformun kurumsal faaliyet alanına yönelik resmi tutumu açık ve nettir. Türkiye, bu son derece kritik platformun küresel finans yönetişimi konulu dar teknik tartışmaların ötesinde, kalkınmayla alakalı ve insani konularda belirleyici roller oynaması için G20 zirvelerinin tüm politika gündemlerinin genişletilmesinin şart olduğunu savunmaktadır. Ancak Türkiye, G20 politika gündeminin genişletilmesi çağrılarını yaparken; platformun gündemine eklenmiş insani kalkınma, gıda güvenliği, iklim değişikliği, yoksulluğun aşağı çekilmesi, enerji kaynak güvenliği, enerji tasarrufu veya deniz ortamının korunması gibi daha siyasi veya insani konuların küresel krize cevap olarak asıl ekonomik ve mali gündemle bağlantılarını göz önünde bulundurmuştur. Dolayısıyla politika gündeminin genişletilmesinin dikkatle yönetildiği doğal bir yol izlenmesine her zaman büyük bir itina gösterilmiştir.