Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı Rifat Sarıcaoğlu: Kurumlar değil kişiler cezalandırılmalıdır

Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı Rifat Sarıcaoğlu: “Dibe vurduktan sonra yükseliş genel bir tanım içerisinde kabul edilebilir, ancak eğitim özelinde düşündüğümüzde durum biraz farlılık arz etmektedir. Eğitim alanında güven çok önemlidir. Güven kaybolduğu zaman tekrar güven ortamını sağlamak oldukça güçtür. Vakıf üniversitelerinin ilk döneminde de durum böyle idi ve gelen öğrenci veya veli bizim iyi eğitim verip veremeyeceğimiz ile ilgili, devamlılığımız ile ilgili, alacakları diplomanın gelecekteki değeri ile ilgili ciddi şüpheleri vardı. Uzu süre verilen mücadeleler sonucunda bu güveni sağladık, ancak sistemde birkaç üniversitenin sıkıntıya giriyor oluşu bu güven ortamını zedeleyecektir. Bu çerçevede de tekrar güven ortamını sağlamak bizler için daha zor olacaktır. Tekrar etmekte fayda var cezalandırmak yerine kurumların nasıl ayakta kalacağı üzerinde kafa yorulmalı. Eğer bir cezalandırılma olacaksa da kurumlar değil kişiler cezalandırılmalı. Bu şike davasındaki duruma benziyor. Şike nedeni ile kurumlara ceza verdiğinizde tüm futbol severlere ceza vermiş oluyorsunuz. O nedenle kurumlar değil kişiler cezalandırılmalıdır.”

Yüksek öğrenim ile ilgili yeni düzenlemeler bu alandaki uygulamaları güçleştirir hale gelince, tepkiler gelmeye başladı. Düzenlemelere en sert tepkiler üvey evlat pozisyonundaki vakıf üniversitelerinden geldi. Sorunlarının giderilmesini beklerken, sorunları artıracak çalışmalara itiraz edenlerin başında ise Vakıf Üniversiteleri Başkanı Rifat Sarıcaoğlu vardı. Konu ile ilgili görüşlerini aldığımız Rifat Sarıcaoğlu, itirazlarının yanında çözüm önerilerini de okuyucularımızla paylaştı.

Yeni düzenlemelerle ilgili itirazlarınız oldu. Konu ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?

Hazırlandığı şekli ile bizim itiraz ettiğimiz üç madde vardı. Bunun yanında görüş belirttiğimiz bir husus vardı. Bu çabalarımız neticesinde %50 oranında bir yumuşamanın olduğunu söyleyebiliriz. Mütevelli heyetinin atanması ile ilgili madde ve devlet üniversitelerinden vakıf üniversitelerine görevlendirme yapılmayacağı ile ilgili maddeler çıkartıldı. Ancak bu hususlar genel kurulda tekrar gündeme getirilebilir.

Maddi olarak sorun yaşayan üniversitelerle ilgili madde çıkarıldı mı?

Hayır, çıkarılmadı. Ancak maliyenin de işin içerisine katılması ile üniversiteye kolaylıkla el koyulmasının önüne geçildi.

Bu madde üniversitelerimizi sıkıntıya sokar mı?

Sıkıntıya sokar, zaten mevcut yasa olduğu haliyle bizim için oldukça yıpratıcıyken, durumu daha da güçleştirmek doğru değil. Bu konu ile ilgili alt komisyonda bir konuşma yaptım. Bu konuşmada konu ile ilgili tüm düşüncelerimizi aktarmış oldum. Özetle; sağlık üniversiteleri ile ilgili yaptığım araştırmaların neticesinde özellikle bu modelin İngiltere’de uygulanmaya çalışıldığını aktardım. Modelin dört yıl sonra İngiltere’de iflas ettiğini, dolayısıyla başarısızlığa uğramış bir modelin tekrar edilmesinin fayda sağlamayacağını dile getirdim. Eğer bu modelde ısrar edilecekse bir heyetin İngiltere’ye gönderilmesi gerektiğini ve bu çerçevede yapılacak araştırma sonrasında orada yaşanan arızaların tespit edilerek modelin revize edilmesini ya da olamayacaksa alternatiflerinin gündeme getirilmesini önerdim. 2/3 konusunda ise, AK Parti yetkililerine hitaben, anayasa değişikliği ve kalkınma planlarında yer alan yüksek öğrenim ile ilgili hususların çıkarması gerektiğini ifade ettim çünkü getirilmek istenen yapının bu hususlara ters olduğunu ifade ettim.  Çünkü bu planda üniversitelerde çeşitliliğin önünün açılacağı ifade edilmişti bugün ise tartıştığımız konular itibari ile neredeyse vakıf üniversitelerinin bile varlığı sorgulanır hale gelmiştir. Getirilmek istenen tek tip ile kısa vadede sorunlar çözülmüş görünse de uzun vadede sorunların artması kaçınılmazdır. Bu şekilde ilerlememiz mümkün değil.  

Paralel yapı ile mücadele yapmak için bu düzenlemeler getirilmiş olabilir mi?

Evet, esas ana nokta orasıdır. Paralel yapı ile mücadele etmek için menzile giren herkesi vurmaya çalışıyorlar. İşin özeti budur. Atayamazsın, kaparım, hocayı alamazsın, gibi ifade edilenlerin hepsinin bir olumsuzluğa işaret ettiğini görebilmeliyiz.

Benim kanundan anladığım ya da kanunda olması gerektiğini düşündüğüm, kanunun insanları yönlendirici ve önünü açıcı bir nitelikte olmasıdır. Bugün getirilmek istenen kanunlara baktığımızda ise sadece cezalandırdığı gözlemleniyor.

Komisyondaki konuşmama geri dönersek, konuşmamda komisyon üyelerine hitaben; ‘Siz mevcut olan yasayı biliyor musunuz?’ sorusunu sordum ve bu yasayı tasvir edebilmek için bir örnek verdim. ‘Bir kişi düşününki bütün malvarlığını üniversiteye vermiş olsun, sonrasında da işletme giderlerinin belli bir oranda vermeye devam etsin, üniversite zorda olduğu zaman tüm borçlarını üstüne alsın ve sonrasında da ceketini alıp çekip gitsin. Böyle bir enayi var mı? Yürürlükteki kanun son hali ile bunu işaret ederken bu durumu daha ağırlaştırmanın ne anlamı var’ dedim. 

Hacettepe Üniversitesi’nin rektörü konuşmasında; ‘Biz Fenerbahçe olarak oyuncuyu yetiştirip Galatasaray’a verebilir miyiz?’ diye bir ifade si olmuştu. Ona cevap olarak da, ‘Bugün kulüpler arasında transferlerin olduğunu bu durumun aksinin pek sağlıklı bulunmadığı kamuoyu tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca Rusya’da bile bu tür yöntemlerden vazgeçmiştir’ dedim.

Ülkemizde yeterli öğretim elemanı olmadığı düşünüldüğünde aktardıklarınız daha anlamlı bir hal almaktadır.

Ülkemizde yılda 4500 doktoralı insan yetiştirilmektedir. Almanya ile 2016 yılında nüfuslarımızın eşit olacağı ifade edildiğine göre Almanya ile kıyas yapmamızın doğru olacağından yola çıkarsak ve Almanya’nın yılda 30.000 doktoralı insan yetiştirdiği ifade ettiğimizde gerçeklerle yüzleşebiliriz. YÖK verilerine göre bizim 2023 yılına kadar 4500 doktoralı eleman yetiştirmeye devam ettiğimizde 30.000 açığımız olacağı ifade ediliyor. Yine YÖK Başkanının ifadesine göre bu açığın en iyi şartlarda 15.000’e düşürülebileceği ve bununda bir hayal olduğu ifade edildi. Bu değerlendirmeler ışığında eğer iyiler ayakta kasın kötüler batsın eniyorsa yapacak fazla bir şey yok.  Hacettepe çok iyi üniversitedir, çok iye elemanlar yetiştiriyor bu nedenle bir yetiştirme parası verilmesi istenseydi, biz tarafından da haklı bulunurdu.

Devlet üniversitelerinin bir kaçı dışında daha yetkin olduğunu kimse iddia edemez. Öyle ki bu yasayı çıkarmak isteyen milletvekillerinin çocukları da bugün vakıf üniversitelerinde eğitim görmektedir. Bu noktadan yola çıkarak milletvekillerinin kendi çocuklarının diplomalarının değerini düşürdüğünü söyleyebiliriz. Hacettepe’nin yanında üniversite yazısı bulunuyorsa, Bilgi’nin de yanında üniversite yazmaktadır ve ben birçok alanda kendi üniversitemi Hacettepe’den daha yetkin görüyorum. Bu durumda Hacettepe’ye verilen hakların bizlere de verilmesi gerekmektedir. Bu imkânlar sağlanırsa bende kendi imkânlarımı katarak bu ülkeye ihtiyacı olan doktoralı elemanı rahatlıkla yetiştirebilirim.

Daha önceki görüşmelerimizde de dile getirdiğiniz ve bugün yasada da yer alan üniversitelerin mali durumlarının bozulması ile ilgili durum, hala devam ediyor. Bu ortamda üniversitelerin kapatılması çözüm müdür?

Üniversitelerin kapatılması hiçbir şartta çözüm değildir. Bunun yerine birleşmelerin yasal olarak önünün açılması gerekiyor. Kapatarak öğrenciyi cezalandırmaktayız.

Vakıf üniversiteleri yetkililerinin ifadesi ile ek finans gelirlerinin zenginleştirilmesi yolu ile mali konulardaki sıkıntıların giderileceği düşünülüyor. Sorunlar sizce ek önlemlerle çözülebilir mi?

Tamamıyla çözülüp çözülemeyeceği ayrı bir tartışma konusudur ancak her üretimin çözüme katkısı olacaktır. Özellikle son dönemde yabancı öğrencilerin sisteme dahil edilmesi önemli bir gelişmedir. Kanunların bu ve benzeri yolları açarak üniversitelerin önünü açacak hamlelerde bulunması gerekmektedir. Bağışların %100’ü vergiden muaf hale getirilmesi gerekmektedir, nasıl ki yatırımlar teşvik edilirken vergi muafiyetleri getiriliyorsa bağışlarda bu çerçevede değerlendirilebilir. Diğer taraftan doktoralı eleman yetiştiren kurumlar desteklenebilir. Bunun için illa üniversite olunması da gerekmez. Örneğin Eczacıbaşı kendi alanı ile ilgili rahatlıkla doktoralı eleman yetiştirebilir, yeter ki gerekli düzenlemeler yapılsın.

Üniversitelerde batışlar veya ciddi zorluklar ortaya çıktığı zaman, bu durumu bir dibe vuruş kabul edip yeni bir yükseliş beklenilebilir mi?

Dibe vurduktan sonra yükseliş genel bir tanım içerisinde kabul edilebilir, ancak eğitim özelinde düşündüğümüzde durum biraz farlılık arz etmektedir. Eğitim alanında güven çok önemlidir. Güven kaybolduğu zaman tekrar güven ortamını sağlamak oldukça güçtür. Vakıf üniversitelerinin ilk döneminde de durum böyle idi ve gelen öğrenci veya veli bizim iyi eğitim verip veremeyeceğimiz ile ilgili, devamlılığımız ile ilgili, alacakları diplomanın gelecekteki değeri ile ilgili ciddi şüpheleri vardı. Uzu süre verilen mücadeleler sonucunda bu güveni sağladık, ancak sistemde birkaç üniversitenin sıkıntıya giriyor oluşu bu güven ortamını zedeleyecektir. Bu çerçevede de tekrar güven ortamını sağlamak bizler için daha zor olacaktır. Tekrar etmekte fayda var cezalandırmak yerine kurumların nasıl ayakta kalacağı üzerinde kafa yorulmalı. Eğer bir cezalandırılma olacaksa da kurumlar değil kişiler cezalandırılmalı. Bu şike davasındaki duruma benziyor. Şike nedeni ile kurumlara ceza verdiğinizde tüm futbol severlere ceza vermiş oluyorsunuz. O nedenle kurumlar değil kişiler cezalandırılmalıdır.

Son dönemde ülkemizde kurumlar dünya üniversitesi ibaresini kendilere çok fazla yakıştırır oldu. Buradan yola çıkarak sizden konu ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz? Dünya üniversitesi olmak çabucak söylenebilecek bir söylem değildir. Hele kendinizi böyle bir tanımlamanın içerisine sokmak, bu kadar basit olmamalı. Bugün dünya üniversitesi olarak ifade edebileceğimiz üniversitelerin isimleri, dünyanın neresine giderseniz gidin bilinir, etkinliklikleri hissedilir. Bizde basamakları teker terek çıkarak bahsettiğimiz üniversitelerin bulunduğu basamaklara gelebiliriz.