Yürütmenin herkese eşit olması gerekiyor

Üniversitelerimizde yapılması düşünülen hukuksal altyapı değişiklikleri bir başka bahara kaldı. Ancak yaşanan sorunların çözümü ise aciliyetini koruyor. Taraflarından biri olan Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı Rifat Sarıcaoğlu, konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

2013 yılında YÖK yasa tasarısıyla birlikte bir anayasal değişiklik bekledik, fakat olmadı. Bu aşamada vakıf üniversitelerinin beklentilerini sizden öğrenebilir miyiz?

Belirttiğiniz gibi 2013 yılı başladığında beklenti, YÖK kanununun değişmesi yönündeydi. O dönemde de çalışmalar bu yönde başladı. Herkesten fikirler alındı. YÖK’ün yaptığı ilk çalışma kimseyi tatmin etmedi. Bizler yorum yaparken de eski YÖK yasasının daha liberal ve daha açık fikirli olduğunu söylüyorduk. Fakat taslak mecliste Milli Eğitim Komisyonuna gitti sonrasında taslak açık bir ifade ile çöpe atıldı. Bu çalışma yerine liberal bir kesimin beklediği yeni bir taslak ortaya çıktığı ifade ediliyor. Fakat bu taslağı hiçbir zaman gündeme getirmediler. Bizim edindiğimiz bilgilere göre daha serbest bir yapının olduğu, üç tip üniversite modeli ve bunlara ek olarak yabancı üniversitelerin burada kurulması gibi başlıklar aktarıldı. Bu hususa dair neticeye varılamadı. Bunların neticesinde YÖK Başkanı bir konuşma yaptı ve bu süreç içersinde bir yasa çalışmasının mümkün olmadığını belirttiler. Biz de Vakıf Üniversiteleri Birliği olarak 2547 nolu yasanın iyileştirme üzerinde odaklanmamız gerektiğini ve bununla da ilgili özet bir çalışma verdik. YÖK Başkanı özet çalışma üzerinden bir grupla çalışma yapacağını belirttiler. Fakat 2014 yılında yapılacak iki seçim arasında, bu değişikliğin olmayacağını düşünüyoruz. Seçimlerden sonra tekrar gündeme gelecektir. Dolayısıyla Vakıf Üniversiteleri Birliği olarak bizim beklentimiz bugün itibari ile mevcut yasanın korunabilmesidir.

2013 yılı başında mevcut yasanın değişmesini isterken bugün yasanın korunmasını mı istiyorsunuz?

Evet. Çünkü mevcut yasa bile şu anda bir tehdit altındadır. Şu anda mevcut YÖK’ün ve mevcut yasasın ayakta durması bizim için önemlidir. Türkiye’de her yasasının yürütmesinde de sıkıntılar oluyor. Bana göre YÖK kanununda da bunları yaşayacağız. Örnek vermek gerekirse Vakıf Üniversiteleri Birliği olarak bir vakıf üniversitesinin başka bir ilde fakülteler açabileceği yönünde mevcut kanunların izin verdiğini ifade ediyoruz. Bir tek YÖK genel kurulundan onay alınması gerekiyor. Fakat YÖK genel kurulundan istenilen izinler geçirilemiyor. Biz bunun yanlış olduğunu çünkü mevcut yasanın zamanında işlediğini belirttik. Türk Hava Kurumu il dışında fakülteler açtı. Fatih Üniversitesi İstanbul ve Ankara’da açtı. Yürütmenin herkese eşit olması gerekiyor. Burada bir sıkıntı yaşanıyor. Şu anda herkes bunun nedenini sorguluyor, bundan sonraki aşamada da davalık konular oluşmaya başlayacak. Şu anda vakıf üniversiteleri YÖK’e dava açabilirler. Bu nedenlerle YÖK’ün bu süreçte devrilmeden ayakta kalıp yürüyebilmesi gerekiyor. Aksi taktirde daha belirgin olmayan bir halin içine gireceğiz.

Önümüzdeki dönem yüksek öğrenim ile ilgili sorunlar artacaktır diyebilir miyiz?

Türkiye’deki yüksek öğretim sisteminde kuruluş aşaması var ve buradaki kanunlar belli. Fakat çıkış aşamasındaki kanunlar çok kötüdür. İstanbul’da 7 tane devlet üniversitesi bulunuyor ve 44 tane vakıf üniversitesi var. 44 vakıf üniversitesindeki öğrencilerin sayısı 7 devlet üniversitesi öğrencisinden fazladır. Eskiden 53 tane devlet üniversitesi 23 tane vakıf üniversitesi varken, devlet üniversiteleri, vakıf üniversitelerinin hamisi olarak düşünülmüş. İstanbul’da 44 tane vakıf 7 tane devlet üniversitesi olduğuna göre 6,5 üniversite bir devlet üniversitesine düşüyor. Örneğin Mimar Sinan Üniversitesi’nin bütçesi bellidir, öğrenci sayısı bellidir. Bu üniversite 5 tane vakıf üniversitesinin hamisidir. Bilgi Üniversitesi de bunlardan biridir. Bugün Bilgi Üniversitesi’nin 16,500 öğrencisi bulunuyor, Mimar Sinan Üniversitesi’nin ise 5 bin öğrencisi bulunuyor. Kanun diyor ki üniversitelerde borçlar mütevelli heyetine kalır, geriye kalan elindeki mal varlığı Mimar Sinan Üniversitesi’ne kalacaktır. Bugün itibariyle Mimar Sinan Üniversitesine bağlı iki tane üniversite batsa onlar bu işin içinden nasıl çıkacaklar. Biz bunu söylüyoruz. Başlangıç kadar çıkışla da ilgili düzenleme yapılması gerekiyor. Vakıf üniversitelerinde birleşme imkânı tanımaları gerekiyor. Aksi takdirde sistem kendine zarar vermeye başlayacaktır. Şu anda bunları yaşayanları görüyorum. Mantar gibi üniversiteler çıkıyor. 44 tane vakıf üniversitesi kurulmuş. Yeni üniversite kurulmasın demiyorum ama belirli bir alt yapısı olsun istiyoruz. Her kurulana üniversite demeyin. Kendini ispat ettikten sonra üniversite diyin diyoruz. Türkiye’nin tamamında 81 tane vakıf üniversitesi oldu. Bunların sorunları dağ gibi büyüyor.

Üniversite sorunları dışında sanırım ekonomik sorunlarda başlayacak.

2014 yılı yüksek öğretim açısından kötü bir yıl olacağını söyleyebilirim. Bugün kriz olacak mı olmayacak mı diye tartışıyoruz. Bugün üniversite gelirleri dolar ve euro çerçevesinden bakıldığında düştüğü görülüyor. Bunun faturasını birileri ödeyecektir. Ekonomik istikrarsızlık başladığı gün daha büyük sorunlar başlayacaktır. Bir üniversite dolar olarak borçlanıyorlar. Sabah kalktığında %25 daha fazla borçlandılar. Bugün ekonomide istikrar var diyoruz, Merkez Bankası Başkanı çıkıp dolar 1,92 TL’yi geçmez diye beyanat verebiliyor. Bunu esas almanız gerekiyor. Aradan biraz zaman geçiyor ben ufak bir hata yapmışım diye açıklama yapıyor. Ufak hatanın bedelini Merkez Bankası Başkanı değil, dolar olarak borçlananlar ödüyor. Eğer sorun varsa bunun üzerine düşünmek gerekiyor, aksi takdirde zarar gören öğrenci olacak. İstanbul’da devlet üniversitelerinin öğrenci sayısından fazla vakıf üniversitelerinin öğrenci sayısı var. Bu üniversiteler batarsa bu kadar öğrenciyi nereye koyacaksınız. Bunun dışında devlet üniversitesinde okuyan öğrenci ile vakıf üniversitelerindeki öğrencilerin mantıkları da aynı değildir. Vakıf üniversitelerinde hoca ile öğrenci iç içedir. Sadece finansal sorunları aktarmıyorum, yaşanacak sosyal sorunlarda olacaktır. Yol yakınken çözüm bulmak gerekiyor.

Yurt dışından öğrenci çekerek bu sorunları çözemez miyiz?

Ben Başbakanımızla görüştüm ve Malezya örneğini verdim. 24 milyonlu Malezya’da 80 bin ücret ödeyen yabancı öğrenci var. Biz nüfus olarak üç katıyız. Bizim 23 bin yabancı öğrencimiz var. Biz artık uluslararası düşünmek zorundayız. Bu nedenle hedef koyduk 250 bin kişiyi 15 sene içersinde bulacağız. Bu iş pazarlamadır. Biz Türkiye’yi satmak zorundayız. Türkiye’nin içinde de herkes kendi üniversitesini satacaktır. Burada da alt yapı sorunları var. Yabancı öğrenci için yabancı dil şarttır. Eğer siz yabancı dilde eğitim vermezseniz öğrenciler bir süre sonra kaçarlar. Ayrıca pazarlamada da yanlış politika uyguluyoruz. Siz bu sisteme dahil olduğunuz zaman öncelikle kendinizi ispat edene kadar öğrenci başına 10 TL isteyip, belirli bir kaliteye geldikten sonra da 20 TL’ye çıkabilirsiniz. Bizde ise öyle bir duruma geldi ki bedavaya öğrenci isteyen var. Böylelikle marka değerlerimizi öldürüyorlar. Şimdi bunu anlatmaya başladık. Türkiye’deki öğrencilerden ne kadar fiyat istiyorsanız yabancılardan da en az o kadar ödeme isteyin. Başka ülkeleri tercih eden öğrencileri fiyat avantajı yakalayarak alayım diyen üniversitelerimiz var. Rekabeti kalite ile yapmamız lazım. Türkiye’deki birçok üniversite uluslararası anlaşmalar yapıyorlar. Türkiye’de okuyan bir öğrenci bir yıl İngiltere’de okuyarak her iki ülkeden diploma alabiliyor. Bizde ise sen İngiltere’ye gitme bana gel iki bin doları ben kabul ederim, diyen devlet üniversiteleri var. Böyle yaparak üniversiteye iki bin dolar ek gelir gelmiyor. İstanbul’da öğrencinin maliyeti en az 7-8 bin dolardır. Siz 5 bin doları vergi parası olarak iade ediyorsunuz öğrenciye.

Gelişmiş ülkelerde durum nasıldır?

Dünyada en fazla öğrenciyi ABD alıyor. Toplamda 3.800 adet üniversiteleri bulunuyor. 800 bin yabancı öğrenci alıyor. Toplam nüfusa vurduğunuz zaman ABD’de okuyan 8 milyon kişi var. Oransal açıdan bakarsanız %10’luk kesimi yurt dışından geliyor. Türkiye’ye bu oranı uygularsanız, bizde en az 250 bin hedefini oluşturmanız gerekiyor ki bu çok ciddi bir rakamdır. Belki %5’lik bir hedefi belirlemeniz gerekiyor. Böyle olursa üniversite içinde çeşitliliği sağlamış oluruz. Bunun dışında da Türkiye’de okuyan öğrenciler kendi ülkelerinde sizin fahri elçiniz olur. Burada yerel öğrencileri de belli bir yapıya ulaştırmanız gerekiyor. Bunun içinde evrensel normlarda olmanız gerekiyor ki dünyada kabul edilebilin.

Bugün üniversitelere giriş sistemiyle ilgili yoğun bir tartışma bulunuyor. Üniversiteleri girişte merkezi sistem yerine nasıl bir yol izlenebilir?

Bence üniversitenin seçim hakkı ve öğrencinin seçim hakkı üzerinden ilerlememiz gerekiyor. Bu sorunu çözersek temel sorunları çözmüş oluruz. Benim için çocuğun kim olduğu önemli değildir, önemli olan öğrencinin belirli bir üniversiteyi istemesi, üniversitenin de bu öğrenci benim profilime uygun demesi gerekiyor. Bizim merkezi yerleştirme sorunumuz da kimin nereye gideceği veya kimin nasıl kabul edileceğini belirleyemiyor. Bu öğrenciler o aşamaya gelinceye kadar da alt yapısı eksik geliyor. Bugün dünya da biz 50. sıralardaysak on yıl öncesine bizimle eş değer ülkelerin bugün nerelere geldiğine bakmamız lazım. Kendinize bir hedef koyacaksanız böyle koymalısınız. Bizde böyle yapılmıyor, aynı sistem devam ediyor. Öğrenci lise son sınıfta neredeyse yok. Biz ilkokul ve orta öğretimi kuvvetlendirebilirsek o zaman üniversiteleri de yukarı bir lige taşıyabiliriz. Bunu merkezi sistem olarak yapamayız. Merkezi sınav yine olmalı fakat bu bir referans olarak alınmalıdır. Yılda bir kere gireceğiniz bir sınavla da değil, belki 4 defa yapacağınız bir sınavla yapabilirsiniz. Üniversitelerde sınavdan alınan sonuç, okuldan aldığı not ortalaması bir de öğrencilerle mülakat yaparak öğrenciyi seçilebilir. Bir çocuk üniversiteye geldiğinde mülakat sırasında hocalarımız bu öğrenci burada yapamaz dediği zaman da üniversitenin o öğrenciyi almaması gerekiyor. Bu hak iki tarafta da olması gerekiyor. Bununla ilgili öğrenci kabul bölümü oluşturulması gereklidir.  

İfade ettiğiniz sisteme geçilebilirse, dershanelere olan ihtiyaçta yok olur mu?

Eğitimde asıl sorun ilk ve orta eğitimdedir. Bunu Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’te kabul etmeye başladı. Türkiye Bologna sürecinde olduğu için bizim için de geçerli olan yeni sistem var. Bu sistemde üniversiteleri 3 yıla çekebilirsiniz. Birinci yıl üniversiteye hazırlık yılı olsun. Eğer öğrencinin hazırlığa ihtiyacı yok ise ikinci sınıftan başlasın. Merkezi sınav ile öğrencinin durumu net anlaşılmadıysa ve üniversite tarafından da öğrenci kabul görmüş ise en temel bilgiler doğrultusunda bir yıl üniversite de hazırlık okusun. Bu derslerde kendini ifade edebilme, yazabilme ve yabancı dili analiz edebilme yeteneği üzerine kurulmalıdır. Zaten üniversite okuyan öğrenci de bu özellikler var ise gerisi gelebiliyor. Bu sisteme geçersek o zaman faydalı olur. Bu işi sistem içersinde yapmak gerekiyor. Oysa dershaneler sistem dışından çalışıyorlar.