Bu ülkeyi fason üretici kimliğinden çıkartmamız gerekiyor
2007 yılında çıkan Enerji Verimliği Kanunu sonrasında, MAS-DAF Grup’un yöneticileri tarafından yarım asırlık sektör tecrübesi ile 2009 yılından tamamen Türk sermayesi ile kurulmuş olan DAF Enerji, 2015 yılı son çeyreğinde Danfoss firması ile güçlerini birleştirerek yoluna devam etti. Birleşme sonrası gelinen nokta ve ülkemizin sağlıklı bir üretim yapabilmesi için yapılması gerekenlerle ilgili düşüncelerini okuyucularımızla paylaşan DAF Enerji Genel Müdürü M. Tayfun Başaran,sorularımızı yanıtladı.
Endüstri 4.0 sürecine yönelik görüşlerinizi alabilir miyiz?
Geçtiğimiz yıl Almanya Hannover’deki teknoloji fuarına gittim. Her iki üç yılda bir oraya gidiyorum. Çünkü orada önümüzdeki beş-on yılın ne yönde şekilleneceğine yönelik belirtiler görüyorsunuz. Almanlar bu teknolojiye 4.0 diyor Amerikalılarda 4K diyor. O fuarda birçok uygulama gördüm. Yani firmaların yapmış olduğu yazılımlar ve bu yazılımlara yönelik teknolojik uygulamaların olduğunu gördüm. Şimdi ilk olarak insansız hiçbir şeyin yapılamayacağı aşikârdır. İkinci olarak endüstride 4.0 diyoruz ama bir cümle söylendiği zaman ya söze bakarsınız ya o sözün içeriğine bakarsınız. Endüstri 4.0’ı çoğu insan sadece söz olarak görüyor. Ama bunun içeriğine bakmak lazım. Hangi alanlarda uygulanabilir hangi alanlarda uygulanmaz ve bu bana ne fayda sağlayabilir diye sorgulamak gerekiyor. Türkiye’de birçok sektöründe gereksiz bir şekilde birçok uluslararası firmaya para ödeyerek alacağı bir metottur. Her endüstri hareketi ile bir kaynak yaratırsınız. Endüstri 4.0 dediğiniz şey özellikle başta Alman şirketleri olmak üzere pazar yaratmak için oluşturulmuş bir organizasyon olduğunu düşünüyorum. Endüstri 4.0 kavram olarak doğrudur ama içerik olarak iyi irdelenmesi gereken bir şeydir.
2007 yılında Enerji Verimliliği Kanunu yasasıyla birlikte bu yasaya yönelik özel firmalar kurulmaya başlandı. Enerji verimliliği konusunda Türkiye’de gelinen süreci değerlendirir misiniz?
Türkiye’nin Avrupa Birliği uyum anlaşmaları çerçevesinde çıkarmış olduğu bir enerji verimliliği kanunu var. Bizde maalesef kanunlar eksik bir şekilde çıktığı için sonrasında bu kanunları yönetmeliklerle desteklemek durumunda kalıyoruz. Enerji verimliliği kanunu çıktıktan sonra, dünyada enerjinin tüketildiği iki tane çok kritik alan olduğunu görüyoruz. Isıtma ve soğutmada toplam enerjinin %33’ü tüketiliyor ve toplam elektrik enerjisinin de dünyada %33’ünü elektrik motorlarıyla sürülen makinelerin tükettiğini görüyoruz. Isı açısından baktığınızda bu Türkiye için senede yaklaşık 3,5-4 milyar dolardır. Bu kanun çerçevesinde amaç israfı önlemek, toplumu bilinçlendirmek ve ısı kaybını en aza indirerek tasarruf yapmaktır. Aynı zamanda da enerjinin kullanımıyla ilgili olarak da insanlar arasında ki paylaşımlarda adil olabilmek için kanunu tamamlamak açısından yönetmeliklerle desteklenmiş bir süreçtir.
Bugün gelinen sürece baktığımızda, maalesef Türkiye son 10-12 yıl içerisinde bir kombi mezarlığı haline getirildi. Ayrıca bunlar getirilirken daha çok kazanmak amacıyla bunların en kötü teknolojileri getirildi. Tabi sonradan bu kombilerin yoğuşmalı olanı ve buna benzerleri ülkemize getirildi. Ama bu teknolojiler varken de bu kombiler ülkemize getirilmedi. Bu kaynaklar ile birlikte Türkiye ciddi anlamda enerji israfı ve para israfı yaptı. Yeni çıkan yasa ile birlikte binalarda belli kat sayısından sonra merkezi sistemler üzerinde durulmaya başlandı. Merkezi sistemde herkesin tüketimini ayrı ayrı ölçmeniz, ölçülen bu enerjiyi kontrol etmeniz gerekiyor. Bunun içinde yasa ile birlikte ısıyı kontrol edebilmeniz için kontrol vanaları ve ölçme sistemleri getirildi. Şu anda Türkiye böyle bir sürecin içinden geçiyor. Bugün gelinen süreçte enerji verimliliği ile ilgili bir sektör oluştu ve bu sektör içerisinde Türkiye’de üretici konumda olan firmalar oluştu.
DAF Enerjinin kuruluşu ve faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz?
26 yıldır bu süreç içerisinde mekanik anlamda bu sektörün içerisindeyim. Yasa daha çıkmadan önce bu yasayla ilgili konuşulduğunda 2006 yılında TBMM Enerji Komisyonu bizimde katıldığımız bir çalıştay yaptı. Komisyon, Enerji Bakanlığı ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla ciddi bir çalıştay yapıldı. O dönemde içerisinde böyle bir iş alanının oluşumu ile ilgili olarak bir gözlemimiz oldu. Bu işin doğru yapılması ile ilgili DAF Enerji adında bir yapı oluşturduk. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda DAF Enerji olarak, ısı sayaçlarının, ölçüm cihazlarının marketlenmesi ve bu ısı sayaçlarındaki verileri okunup alınıp paylaştırılması süreci var. Bu paylaştırma ile ilgilide Enerji Bakanlığı, firmalara yetki verdi. Burada da aynı noter gibi oluyorsunuz. Elinizdeki verileri minimum 5 yıl elinizde tutmalısınız, belli kanuni zorunluluklara tabisiniz. Sonuç olarak bir noter gibi işleyen bir yapı oluştu. Şu anda Türkiye genelinde bu yetkiyi alan 5’inci firmayız. DAF Enerji’nin başlangıç süreci de böyle oluşmaktadır.
Devamında enerji tasarrufu çerçevesinde, verimlilik açısından Avrupa’daki bir teknoloji olan daire içi ısı istasyonu dediğimiz bir kavram gelişmeye başladı. Bu alanla ilgili olarak da endüstriden gelen deneyimlerimizle bu alana yöneldik. Bu konuda hakikaten ciddi değerler yarattık. Bunu yaparken de şöyle bir yol izledik. Yıldız Teknik Üniversitesinden rahmetli hocam Sn. Doğan Özgür kendisi Berlin Teknik Üniversitesi mezunudur. Klasik hocalardan değildir ve endüstriyi de çok sevenlerden birisiydi. Kendisiyle birlikte oturup bu yönde çalışmalar yaptık. Genç bir jenerasyon alalım, deneyimli insanlarla sistemin dışından destek alarak ve bu deneyimli insanların alışkanlıklarını dışarıda bırakarak evrensel genç bir kadro yetiştirelim dedik. Amacımız Türk kökenli dünya mühendisleri oluşturmaktı. Bu zor bir yoldu ama hakikaten biz bunu başardık. Bugün o genç arkadaşlarımızdan bazıları yurtdışında görev yapıyor ve şu anda o genç arkadaşlarımız bizim yapımızın omurgasını oluşturuyor. Mesela biz şu anda kültürel bilişimler anlamında son 3 yıldır yurtdışından stajyer öğrenciler getiriyoruz. Geçen sene dört tane yabancı öğrencimiz vardı. Bunlardan bir tanesi Polonya’dan geldi, kendisi mekatronik mühendisiydi. Diğer bir öğrencimiz Umman’dan geldi, elektronik mühendisiydi. Diğer bir öğrencimiz Meksika’dan geldi kendisi endüstri mühendisiydi. İsveç’ten bir öğrencimiz vardı o da üretim mühendisiydi. Bu vasıtalarla birlikte kültürel geçişler oluşuyor. Hem burada bir elçilik görevi üstleniyoruz hem de arkadaşlarımız onların kültürünü tanıma fırsatı buluyor.
Danfoss Grubu ile yaptığınız ortaklığınızı anlatabilir misiniz?
Türkiye’ye baktığınızda endüstride geçilen süre daha yüzyıl bile olmadı. Ama bakıyoruz yurtdışında yüz yılı devirmiş firmalar var. Biz baktık ki belli şeyleri geliştirme anlamında bir yılda yapabileceğimiz işler var. Belli know how işlemleriyle biz bunu aşabiliriz diye düşündük. O dönemler içerisinde Danimarkalı Danfoss Grubu ısıtma-soğutma ve güç sektöründe güçlü olan 5 milyar Euro cirosu olan 24 bin personeli olan bir organizasyonla tanışma imkânımız oluştu. Biz de onların çok dikkatini çektik ve geçen süreç ile ilgili olarak onlarla bir birleşme yaptık. Bunu yaparken de anlaşmamızda çok özel üç tane madde vardı. Bunlardan bir tanesi biz DAF Enerji olarak sizlerin sadece üretim tesisiniz olmayacağız. Burada mutlaka bir Ar-Ge merkezi oluşturulacak ve teknolojik birikimlerle ilgili olarak bir köprü oluşturacağız. Bunların hepsi anlaşmalarımız içerisinde yer alıyor. Bu çerçevede bir ortaklık serüvenine başladık. Hakikaten de bugüne kadar ne konuştuk ise onlardan sözlerinde durdular, bizde sözümüzde durduk.
Bu aşamada da o dönemde kanuni gerekçelerle DAF Enerji olarak kısmi bölünmelere gittik. DAF Enerjiyi kendi içerisinde iki firmaya ayırdık. Isı sistemleri üreten firmamız ve sayaç marketlemesi yapan firmamız Danfoss ile bir birleşmeye gitti. Isı gider paylaşımıyla ilgili firmamızda DAF Enerji Yönetimleri Sistemleri adında ayrı bir firma haline getirdik. Bu firmamız halen %100 Türk sermayeli bir firmadır. Bu firmamız tarafından bugüne kadar üretmiş olduğumuz ısı istasyonlarımıza servis hizmeti verilmektedir.. Pazarda 163 bin 546 çalışan ısı istasyonumuz var. Bu sene 200 bin olarak hedefliyoruz. Yani şu anda bir milyon insanmız ile bizim temasımız var. Sayaç kısmında da bütün sayaçları ele aldığımızda 474 bin akıllı sayaçla hizmet veriyoruz. Bizim amacımız ülkeye teknoloji getirmek ve bunu da yabancı yatırımı ülkeye getirmekle olacağını biliyoruz. Burada önemli olan yabancı yatırımın parasıyla gelmesi değil, birikimiyle gelmesidir. Bu ülkeyi fason üretici kimliğinden çıkartmamız gerekiyor. Hızlı olabilmek için evrensel anlamda Türk görünümlü dünya mühendislerimiz olması lazım. Bu tür birleşmeleri mutlaka yapmak gerekiyor. Ama üretici olmak için değil, bilgi birikimini almak şartıyla bu ülkeye taşımak lazım.
2016 yılı şirketiniz açısından nasıl geçti?
Bizim açımızdan çok güzel geçti. 2016 yılında yaşanan bütün olumsuzluklar ve belirsizliklere rağmen Türk insanı her şeye çok hızlı alışıp adapte olabiliyor. 2016 yılının son döneminde yaşananlar, bugün bizimde yaşadığımız ekonomik sıkıntılar sadece Türkiye’nin kendi içerisinde bulunduğu durumdan da kaynaklanmıyor. Dışarıya da iyi bakmak gerekiyor. Mesela şu anda çok hızlı bir şekilde değişen bir denge var. Metal borsası bütün sektörleri en çok etkileyen alanı teşkil ediyor. En büyük alıcı pozisyonunda olan da Çin’dir. Son üç yıl içerisinde metal piyasası hep stabil gidiyordu. Geçtiğimiz yıl hızlı bir şekilde yükselmeye başladı. Mesela Çin’in 25 gün önce almış olduğu bir karar var. Devlet altyapı yatırımlarını belli bir kotaya çekti. Bununla beraber alımlarda azaldığı için şu anda dünya metal piyasası tekrardan düşüşe geçmeye başladı. Dünya piyasasında bakır geçen hafta %8 geriye geldi. Şimdi bunlarda baktığınızda birer fırsattır. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki önümüze bakıp bu fırsatları da iyi görürsek Türkiye açısından her şey olumlu yönde değişebilir.
Burada devletin üzerinde durması gereken iki önemli konu var. Devletin gerçek manada sanayi sektöründe sivil toplum kuruluşları oluşturması gerekiyor. TOBB gibi STK’lar olmaması lazım. Bugün TOBB’a gittiğiniz zaman tahmin ediyorum TOBB’un bankalarda birikmiş faiziyle birlikte en az 3 milyar dolar parası vardır. Kaynaklarımız oralarda duruyor. Bir de Ar-Ge ile ilgili olarak tabanı iyi dinlemek gerekiyor Burada da bürokratların yanına hakikaten bu işe gönül vermiş işin ehli olan insanları bir araya getirmesi gerekiyor. 2017 yılından itibaren Türkiye’nin ciddi anlamda mesafe kat edeceğini düşünüyorum. Şu anda da çeşitli sektörlere ciddi anlamda kaynak aktarılıyor. Bu aktarılan kaynakların da titiz bir şekilde ayıklanması gerektiğini düşünüyorum.
2017 yılı için Türkiye ve dünya ekonomisine ilişkin genel beklentileriniz neler?
2017 yılında Türkiye yaklaşık %3 civarında bir büyüme gerçekleştireceğini ön görüyorum. Bu oran Türkiye gibi bir ülke için yeterli değildir. Türkiye gibi bir ülkenin %5-%6 rakamlarını yakalaması gerekiyor. Şu anda önemli olan stratejik sektörlerin ayakta kalmasını sağlamaktır. Bunlara devletin ciddi anlamda odaklanması gerekiyor. Odaklanma ile ilgili gayretler var ama odaklanmaya yönelik yöntemlerin doğru olduğunu düşünmüyorum. Bunun için bürokratların arabalarından inip, gidip oralara dokunmaları gerekiyor. Bütün alanlara değil belli alanlara odaklanmamız gerekiyor. Mesela Türkiye’deki en büyük yanlışlardan bir tanesi bizde halen Organize Sanayi Bölgeleri açılıyor. Organize Sanayi Bölgesi dünyada 10 yıl önce bitti. Artık Özel İhtisas Bölgeleri diye bir kavram var. Dünya bu yönde ilerliyor. Sonra gelip diyorsunuz ki Hakkâri de altıncı derecede teşvik veriyorum, İstanbul’a bir veriyorum. Bugün Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısına göre siz kaç tane elektronik mühendisini götürüp Hakkari de istihdam ettirebilirsiniz. Yapısı gereği bugün bu insanları alıp oraya götürmek mümkün değildir. O zaman devlet olarak oraları mümkün kıl, devlet olarak mümkün kılmıyorsun sonra da diyorsun ki benim kriterlerim bunlar. Yine baktığınızda bugün üniversitelerin teknoparklarında çalışmalar yapılıyor ve çok ciddi beyinler var. Ama teknoloji adı altında yapılan işlere bakıyorsunuz bir anlam ifade etmiyor. Sonuç olarak baktığınızda doğru insan gücünüz var, buna parada ayırıyorsunuz ama vizyonsuz bürokratlarınız var. Bunu da aşabilmenin tek yolu tabana ineceksiniz, KOBİ’lere ineceksiniz. Bu ülkenin kalkınmasının tek bir yolu var. O da KOBİ’lerdir. Devletin buna yönelik bir yapı oluşturması gerekiyor. Bu ülkede hakikaten 80 milyon Steve Jobs var.
Devletin alışılmış STK yapılarını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Biraz önce bahsettiğim gibi, tahmin ediyorum TOBB’un elinde 3 milyar dolar para var. Belki de yoktur ama yoksa da çıkıp bir şekilde söylemeleri gerekiyor ama söyleyemiyorlar. En azından bunu bir krizde yaşadık. Sn. Bülent Ecevit ve koalisyonun olduğu dönemde Akbank üzerinden Türkiye Odalar Borsalar Birliği KOBİ’lere kredi vermeye kalktı. Ayrıca banka faizlerinin iki puan altında faizle kredi vermeye kalktı. Bu sanayicinin parası, TOBB’un parası değil.. Kaynaklarımız orada duruyor. STK’ların amacı nedir? STK’lar kasalarında para doldurma merkezi değildir. Aldıkları kaynağı üyelerinin genişlemesi ve yapılanmasıyla ilgili kullanmak için varlar. TOBB’un kasasında 500 milyon dolar olsa makuldür ama 3 milyar dolar varsa makul değildir. Çünkü sen bir sivil toplum örgütüsün. Sen bu kaynaklarla git İhracat İhtisas Bölgesi kur, bununla ilgili Ar-Ge merkezleri kur. Ama sen bunları yapmıyorsun. Bunları yapan bir yapı da yok. Maalesef Türkiye’nin yapısı budur. Bu değişmediği sürece bir şeylerin değişmesi mümkün değildir.
Ülkemizin önünü çok açık olduğunu düşünüyorum. Güçlü bir Türkiye için hepimizin üstüne düşeni yapma zamanı.2023 iyi bir hedeftir.