TÜRKİYE-KÖRFEZ İLİŞKİLERİNDE YENİ DÖNEM

MEHMET RAKİPOĞLU/ SETA

Mayıs 2023’te gerçekleşen cumhurbaşkanı seçimini zaferle tamamlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta ki NATO zirvesi sonrasında Suudi Arabistan, BAE ve Katar’ı kapsayan Körfez turuna çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez turu öncesi Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de içlerinde bulunduğu bir teknik heyetin mezkur Körfez ülkelerinde temaslarda bulunması ve hazırlık-ön çalışma adımlarını atması Türkiye’nin bu ziyaretlere gösterdiği önemi ortaya koyuyor. Bu ziyaret silsilesi en azından üç boyut üzerinden kritik önemi haiz olduğu ifade edilebilir. İlk olarak Körfez turunun Türk dış politikası açısından temsiliyeti önemli anlamlar taşımaktadır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan, BAE ve Katar’a yönelik resmi ziyaretlerinin anlamlandırılması kritik bir önem taşımaktadır. Nitekim mezkur ziyaretler cumhurbaşkanı seçiminden sonra Körfez ülkeleriyle gerçekleştirilen ilk kapsamlı görüşmeleri ifade etmektedir. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan, BAE ve Katar’a yaptığı ziyaretler Körfez ülkelerinin Türk dış politikasında önemli bir noktaya tekabül ettiğinin ve Ankara’nın Körfez ile iş birliğini sürdürme noktasında kurumsal hareket ettiğinin işareti olarak okunabilir.

İkincisi Körfez turunun zamanlaması manidardır. Nitekim son günlerde –bir dönem akademik çevrelerce de tartışılan– “Türk dış politikasının oryantasyonu” meselesi tekrar gündeme getirilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle NATO zirvesi sonrasında İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yakması, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ilişkilerde F-16 satışının getirdiği pozitif gündem, Avrupa Birliği (AB) ile adaylık tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi ve Türkiye-AB ilişkilerindeki yeni dönem gibi dış politika gündemleri Türk dış politikasının Batı’ya meyledeceğine dair tartışmaları artırmıştır. Tüm bu tartışmalar yaşanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı’dan –özellikle de ABD’den– göreceli uzaklaşmaya ve dış politikada stratejik otonomi arayışına giren Körfez ülkelerine yönelik ziyaretleri, Ankara merkezli Türk dış politika sisteminin yeni dönemde nasıl şekilleneceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bu anlamda Türkiye, dış politikasında dengeli bir diplomasiyi tercih ederek hem Batı hem de Rusya ile ilişkilerindeki hassas ayarları korumakta, uluslararası dinamikleri gözeterek karşılıklı ortaklıklar geliştirmeye odaklanmaktadır.

Üçüncüsü Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile yakınlaşma süreci daha çok Türk ekonomisi üzerinden okunmaktadır. Belli oranda doğru olmakla birlikte enflasyon-faiz noktasında geleneksel politikalara dönen Ankara’nın Körfez ile yakınlaşmasını sadece yatırım-ticaret gibi ekonomik alana dair dinamiklerle açıklamak eksik olacaktır. Nitekim Türkiye’nin Körfez’den, Körfez’in de Türkiye’den ekonomi dışındaki birçok alanda kazanımları mevcuttur. Ayrıca Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu gibi stratejik belgelerde de belirtildiği üzere Körfez ülkelerinin rantiyer ekonomik sistemi dönüştürmek, petrol ve doğal gaz dışındaki alternatif gelirlerini artırmak adına Türkiye gibi stratejik açıdan önemli bir ülkede yatırım yapma noktasında istekli oldukları da görülmektedir. Dolayısıyla yakınlaşma ve iş birliklerini geliştirme süreci sadece Ankara’nın yabancı yatırımcıyı çekme arzusu ile sınırlı olmayıp karşılıklı kazanımlar üzerine odaklıdır. Diğer bir ifadeyle Türkiye-Körfez ilişkilerindeki yeni dönem kazan kazan mantığı üzerine inşa edilmektedir. Bu anlamda yakınlaşma süreci ve iş birliklerinin perçinlenmesi çok boyutlu jeopolitik bir süreç üzerinden anlamlandırılabilir.

Bu analiz Türkiye’nin BAE, Suudi Arabistan ve Katar ile ilişkilerindeki yeni dönemi bölgesel düzendeki değişimle açıklamakta, iş birliği alanları ve politika çıktılarını tartışmaktadır. Son yıllardaki üst düzey ziyaretler, varılan mutabakatlar ve imzalanan anlaşmalar kapsamında analizde Türkiye-Körfez ülkeleri arasındaki iş birliği ve fırsatların tahkim edildiği, karşılıklı ortaklıkların artırılacağı iddia edilmektedir.

YENİ BÖLGESEL DÜZEN VE YAKINLAŞMANIN DİNAMİKLERİ

Türkiye ile Körfez ülkelerini yakınlaştıran temel unsur 2020’nin başından beri süregelen ve inşa edilen yeni bölgesel düzenle doğrudan ilintilidir. Ortadoğu’daki bölgesel düzenin son yirmi yıllık serencamında 2011 ile başlayan anti statükocu devrim süreci göze çarpmaktadır. Bu süreçte Türkiye ve Körfez’deki birçok aktör farklı kutuplarda yer almıştır. 2013’te Mısır’daki darbe ve 2015’te Rusya’nın Suriye’ye askeri olarak müdahil olması gibi süreçler Ortadoğu’daki güç dengelerini radikal biçimde değiştirmiştir. 2017’de Katar’a yönelik başlatılan ambargo, 2016 sonrasında askeri güç unsurları üzerinden Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Libya meseleleri de Türkiye’nin Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn ile ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Fakat 2019’da koronavirüs (Covid-19) salgınının patlak vermesi ve ABD’deki başkan değişimiyle Washington’ın Ortadoğu siyasetinin zayıflaması gibi yapısal gerekçeler Ortadoğu’da bölgesel iş birliğini gün yüzüne çıkarmıştır. Dolayısıyla 2020’nin sonundan beri Ortadoğu’daki aktörler arasında iş birliği süreçlerinin daha fazla görünür hale gelmesi ve normalleşme süreçlerinin kurumsallaşması ortaya çıkan yeni bölgesel düzenle alakalıdır. Bu yeni bölgesel düzenin Türkiye’nin Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini yakınlaştırdığı, Katar ile ilişkilerindeki iş birliğini de derinleştirdiği belirtilebilir. Söz konusu yakınlaşma ve iş birliğinin tahkim edildiği süreç yeni bölgesel düzenin şu üç boyutu üzerinden açıklanabilir: i) Arap devrimleri ve bölgesel diplomasi, ii) stratejik otonomi arayışı ve güvenlik, iii) ekonomiyi önceleme ve iş birliklerini derinleştirme.

ARAP DEVRİMLERİ VE BÖLGESEL DİPLOMASİ

2010’un sonundan başlayan ve halen de etkisi devam eden Arap devrimleri süreci Türkiye ile BAE ve Suudi Arabistan gibi aktörler arasındaki ilişkileri zedelemiştir. Nitekim Türkiye devrimler boyunca demokratikleşmeyi ve değişimi desteklerken BAE ve Suudi Arabistan gibi aktörler ise büyük oranda statükodan yana tavır almıştır. Bu durum Türkiye-Körfez ilişkilerini ciddi anlamda olumsuz etkilemiştir. Devam eden süreçte mezkur ülkeler arasındaki rekabet bölgenin birçok noktasında yoğunlaşmıştır. Libya’dan Doğu Akdeniz’e kadar geniş bir alanda Türkiye’nin Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkileri gergin bir seyir izlemiştir. Bu gerilim atmosferi Arap sokağında “devrim” talebinin yerini “statükoyu kabullenme”ye bırakmasıyla yavaşlamıştır. Dolayısıyla Türkiye ile Suudi Arabistan ve BAE arasındaki yumuşama ve iş birliği sürecinin bölgesel düzenle ilintili siyasi boyutu Arap devrimlerinin dondurulması süreci olmuştur. Mısır, Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerde devrimle başlayan süreçlerdeki gerilimin ve çatışmanın yoğunluğunun azalması ve sürecin statükoya doğru evrilmesi bölgesel aktörler arasındaki ilişkileri de şekillendirmiştir. Örneğin Mısır’da Cumhurbaşkanı Sisi, Suriye’de Esed rejimi, Yemen’de Husiler ve Libya’da Hafter’in varlıkları birçok aktör tarafından benimsenmese de kabullenilmeye başlanmıştır. Diğer bir ifadeyle Ortadoğu’nun farklı bölgelerinde muhtelif siyasi ve askeri aktörleri destekleyerek zıt kamplarda yer alan aktörler bölgesel atmosferin devrim sürecinden statükoya evrilmesiyle birlikte bu siyasi tercihlerini terk etmeye başlamıştır. Dahası Hamas gibi devrimci hareketler  ve Suudi Arabistan gibi uzun süre Suriye devrimini destekleyen aktörlerin radikal biçimde siyasetlerini değiştirerek rejimle normalleşme kararı almaları Ortadoğu’da yeni bir bölgesel düzenin inşa edildiğinin önemli bir kanıtı olarak görülebilir. Dolayısıyla devrimci-statükocu aktörler kamplaşması büyük oranda statükonun veya otoriter istikrarın lehine son bulmuştur.

Öte yandan 2020’nin sonundan beri Ortadoğu’da yaşanan bölgesel normalleşme örüntüleri de yeni bir bölgesel düzenin inşa edildiğini ve bu düzende diplomasinin öncelikli hale geldiğini göstermektedir. Bölgesel normalleşmenin bir tercihten ziyade Ortadoğu’daki yeni düzenin temel parametresi olduğu söylenebilir. Özellikle 2019 sonundan beri yaşanan bölgesel normalleşme örüntüleri birçok aktör arasında cereyan etmiştir. Bu anlamda bölgesel güç dengeleri ve dinamiklerinin dönüşmesi ve bu yeni bölgesel düzende diplomasinin birincil tercih haline gelmesi, Türkiye’nin Suudi Arabistan, BAE ve Katar ile ilişkilerine olumlu yansımıştır. Dolayısıyla bölgesel aktörler arasındaki gerilim azalırken uzlaşı ve diyalog ortamının yaygınlaştığı bölgesel diplomasi atmosferi de Türkiye-Körfez ilişkilerinin geliştirilmesini hızlandırmıştır.

STRATEJİK OTONOMİ ARAYIŞI VE GÜVENLİK

Türkiye’nin Suudi Arabistan, BAE ve Katar ile iş birliklerinin genişlemesini sağlayan, Ortadoğu’daki yeni bölgesel düzenin bir diğer parametresi ortak hedeflerle alakalıdır. Mezkur aktörlerin dış politikada stratejik otonomi arayışları iş birliklerinin geliştirilmesini elverişli kılmıştır. Bu anlamda gerek Türkiye gerekse Körfez’in ABD ve İran politikalarının örtüştüğü söylenebilir. Türkiye’nin ABD ile yaşadığı iç içe geçmiş, yapısal ve kronik problemlerinin benzerini Körfez ülkeleri de tecrübe etmektedir. Silah satışlarındaki aksaklık ve engeller, Washington yönetimlerinin Körfez’deki tehditlere karşı güvenlik tedariki noktasındaki isteksiz tavırları ve Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturan terör örgütleriyle yakın temasta olmaları gibi durumlar Körfez ve Türkiye’yi bir araya getiren dinamiklerin başında gelmektedir. Bu anlamda gerek Türkiye gerekse Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez ülkeleri dış politikada “stratejik otonomi arayışı” içerisindedir.13 Türkiye’nin stratejik otonomi arayışı ve dostları artırıp düşmanları azaltma politikası da Körfez’e örnek model teşkil etmektedir. Hem Ankara hem de Körfez başkentleri nazarında ortak yeni bir uluslararası ilişkiler tahayyülü Körfez-Türkiye yakınlaşmasını mümkün kılmaktadır. Bu yeni siyasal sistemde sadece ABD’ye odaklı politikalar yerine Çin, Rusya ve Avrupa ülkeleri hatta Hindistan gibi küresel güçlerle yakınlaşma ve stratejik adımlar atma birincil öncelik haline gelmişti.

Türkiye ve Körfez’in ikinci ortak noktası İran ile ilişkiler üzerinden değerlendirilebilir. Ankara’nın 2016 sonrasında özellikle Suriye dosyası olmak üzere Tahran ile yürüttüğü diplomatik denge siyaseti ve askeri kazanımları sayesinde Körfez’in İran’ı dengeleme ve bu ülkeyle anlaşabilmesi noktasında Türkiye dengeleyici aktör olarak görülmeye başlamıştır. İran destekli milislerin BAE’nin öncelediği liman güvenliklerine tehdit oluşturduğu, benzer şekilde Husilerin Suudi Arabistan’a saldırdığı konjonktürde ABD’nin cılız tepkisi Körfez’in İran’ın dengelenmesi noktasında Türkiye’ye yakınlaşmasını gerektirmektedir. Bu anlamda Körfez hem Tahran yönetimiyle normalleşme hem de İran’ı dengeleme adına Türkiye ile yakınlaşarak riskten arınma (hedging) politikası izlemektedir.  Bu minvalde Türkiye, İran ile normalleşmenin bir anlamda garantörü olarak Körfez’de askeri ve siyasi açılardan daha etkin roller oynayabilir. Ayrıca Körfez içi gerilimli süreçlerde de –2017’de olduğu gibi– Türkiye’nin aktif bir politika izleyeceği beklenebilir. Nitekim Suudi Arabistan ile Kuveyt arasında bulunan doğal gaz sahasında BAE’nin de hak talep etmesi sonrasında Körfez’de Türk şirketlerinin rol oynaması gündeme gelmiştir. Körfez ülkelerinin nazarında Türkiye’nin dahil olduğu bir bölgesel denklemde başta İran olmak üzere bölgesel istikrara meydan okuyan aktörlerin müdahil olma biçimleri ve rekabet-gerilim dozunun azalacağı beklenmektedir. Ayrıca bölgesel aktörlerle iş birliği yürütmeyi de önceleyen Körfez ülkeleri yeni bölgesel düzende ve uluslararası siyasette Türkiye ile iş birliğini önemli görmektedir.

Öte yandan Türkiye ile Körfez ülkelerinin Irak, Lübnan ve Yemen gibi coğrafyalarda da ortak vizyona sahip oldukları söylenebilir. Irak ölçeğinde İran destekli Haşdi Şabi gibi milislere karşı Ankara ve Körfez başkentleri benzer politikaları takip etmektedir. Bu anlamda İran’ın Irak’ta dengelenmesi meselesi TürkiyeKörfez arasında bir sinerji oluşturmaktadır. Benzer şekilde Lübnan’daki siyasi atmosfer de Suudi Arabistan, BAE ve Katar’ı Türkiye ile yakınlaştırmaktadır. Lübnan devletinden daha etkin bir askeri kapasiteye sahip olan Hizbullah’ın dengelenmesi de Türkiye-Körfez ülkeleri arasındaki iş birliğine olanak sağlamaktadır. Nitekim Hizbullah, İran’ın bölgedeki yayılmacı politikalarının Lübnan’daki vekili konumunda hareket etmektedir. Son olarak Yemen ölçeğinde yaşanan gelişmeler de Türkiye ile Körfez ülkelerini yakınlaştırmaktadır. Nitekim her ne kadar tam anlamıyla İran’ın direktifleriyle hareket etmese de darbeci Husilerin Yemen’deki faaliyetlerine karşı Türkiye ve Körfez ülkeleri ortak hedeflere yönelik politikalar geliştirmektedir. Bu anlamda özellikle Riyad yönetiminin Yemen’deki krizin sonlanması adına Ankara ile iş birliğini geliştirebileceği beklenebilir. Buna binaen Türkiye ve Körfez ülkeleri ortak hareket ederek Yemen’de barışın tesisi adına daha fazla aktif olabilir.

EKONOMİYİ ÖNCELEME VE İŞ BİRLİKLERİNİ DERİNLEŞTİRME

Körfez ülkelerinin ekonomik yapılanmaları gerek iklim değişikliği gerekse fosil yakıtları rezervlerinin azalmasından ötürü dönüşüm geçirmektedir. Post-rantiyer dönemde Körfez ülkeleri petrol ve doğal gaz dışındaki gelirlere; ekonomik girdileri çeşitlendirmeye odaklanmıştır. Bu stratejinin en önemli ayaklarından biri yatırımdır. Bu anlamda Körfez içi rekabetin Türkiye ile ilişkilere yansıdığı söylenebilir. Özellikle Suudi Arabistan ile BAE arasında cereyan eden ekonomik rekabet Türkiye ile ilişkilerin onarılması sürecinde de görülmüştür.

Abu Dabi yönetimi Ağustos 2021’de ilk adımı atarak Ankara ile normalleşme konusunda en pragmatist ve hızlı davranan aktör olmuştur. Devam eden süreçte bu iş birliğini derinleştirme noktasında Türkiye karşıtı faaliyetleriyle bilinen isimlere yönelik yeni bir yaklaşım benimseme başta olmak üzere birçok somut adımlar atmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ziyaretiyle BAE-Türkiye ilişkilerindeki normalleşmenin savunma ve ekonomi alanlarında olumlu anlamda çarpan etkisi yapacağı beklenebilir. Nitekim Türkiye ile en hacimli ticarete sahip Körfez ülkesi BAE’dir. Siyasi gerilim döneminde 10 milyar dolar civarında seyreden ticaret hacminin normalleşme sonrasında imzalanan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması ile 25 milyar dolara çıkarılması hedeflenmiştir. Bu anlamda Türkiye’nin BAE’ye yaptığı mücevher ihracatında ciddi bir artış gözlemlenmiştir. 2022’nin ilk çeyreğinde 250 milyon doları aşan mücevher ihracatı 2023’ün ilk çeyreğinde 1 milyar doları geçmiştir.

Türkiye’de en fazla yatırım yapan Arap ülkesi olan BAE 2 trilyon dolarlık yatırım fonu ile farklı ülkelere yatırım yaparak ekonomik getirilerini çeşitlendirmek istemektedir. BAE’nin önümüzdeki süreçte Türkiye’de inşaat, medya, enerji, turizm ve petrokimya gibi muhtelif sektörlerdeki yatırımlarını artırması beklenebilir. Bu anlamda liman ticareti alanındaki iş birlikleri öne çıkmaktadır. Abu Dabi yönetiminin dış politika aktivizminde kritik rol oynayan DP World isimli şirketle Kızıldeniz dahil birçok noktada liman ticareti yapan BAE, Türkiye ile özellikle İzmir ve Mersin gibi şehirlerde iş birliği geliştirebilir.

Ekonominin çeşitlendirilmesi bağlamında BAE ve Katar ile rekabet halinde olan Suudi Arabistan’ın da Türkiye ile yakaladığı iş birliği ivmesini sürdüreceği tahmin edilebilir. Özellikle ekonomi alanında Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye yatırım yapma noktasında hevesli olduğu görülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti öncesindeki açıklamalarında Körfez ülkelerinin ciddi yatırımlar yapma noktasında hazır olduklarını belirtmesi Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki ticaret hacminin artırılacağının işareti olarak görülebilir. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez turu kapsamında ilk olarak Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek Suudi Arabistan-Türkiye İş Forumu’na katılmasının Ankara-Riyad hattındaki ekonomik ilişkilere hareketlilik getirmesi beklenmektedir. Bu anlamda Suudi Arabistan 2030 Vizyonu kapsamındaki mega inşaat projelerinde Türk şirketlerle daha fazla iş birliği yapabilir. Bu nedenle ziyaret sonrasında Ankara-Riyad ekonomik iş birliğinin maksimize edilmesi adına birçok yeni anlaşma imzalanabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez turu kapsamında ziyaret edeceği diğer bir ülke de Katar’dır. Türkiye ile Katar arasında uzun yıllardır sürdürülen ve kurumsallaştırılan ittifak ilişkisi bölgedeki İran-Suriye ittifakından sonra en güçlü ve kalıcı ikinci ittifak olarak tanımlanabilir. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ziyareti iki ülke arasında süregelen iş birliğinin artarak devam edeceğini göstermektedir. Dolayısıyla bu ziyaretle Ankara-Doha arasındaki ticari, siyasi ve güvenlik ilişkilerinin geliştirileceği, ittifakın daha güçlü bir yöne doğru evrileceği beklenebilir. Bu anlamda başta ekonomi ve yatırım potansiyel iş birliği alanları arasında öne çıkmaktadır.

Körfez turunda Türkiye’nin Suudi Arabistan, BAE ve Katar ile yeni dönemde iş birliği yapacağı diğer bir alan ise savunma ve güvenlik iş birliğidir. Bu anlamda Türkiye’nin milli savunma hamlesi ve teknolojisinin Körfez’e transferi gündeme gelebilir. Halihazırda birçok Körfez ülkesinin ABD dışı güvenlik tedariki noktasında arayışta olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda Katar, BAE ve Suudi Arabistan’ın Türkiye ile gerek askeri varlık gerekse silah tedariki noktasında müzakereler yürütmesi beklenebilir. Son olarak sağlık, turizm, kültür, eğitim, gıda güvenliği ve enerji gibi alanlarda da mutabakat zaptları ve anlaşmaların imzalanması muhtemeldir. Bu anlamda ziyaretler sonucunda Körfez’den Türkiye’ye 25 milyar dolarlık bir yatırımın gelmesi öngörülmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 17-19 Temmuz arasında Suudi Arabistan, BAE ve Katar’a yönelik ziyaretlerinin Türkiye-Körfez ilişkilerinde son dönemde yakalanan ivmeyi artırması beklenmektedir. Bu anlamda seçim sonrasında Körfez’e yapılan ilk turu temsil eden bu ziyaret silsilesi ile Türkiye-Körfez ilişkilerindeki normalleşme süreci hızlanmakta, ortaklıklar ve iş birlikleri güçlendirilmektedir. Türkiye ile Suudi Arabistan, BAE ve Katar’ı yakınlaştıran ve iş birliklerini derinleştiren temel dinamikler değişen bölgesel düzenle doğrudan alakalıdır. 2020’nin sonundan beri yaşanan gelişmeler Ortadoğu’da yeni bir bölgesel jeopolitik atmosferin oluştuğunu ortaya koymaktadır. Bu yeni siyasal iklim birçok dinamiği barındırmaktadır. Yeni bölgesel düzenin parametreleri TürkiyeKörfez yakınlaşmasını ve ortaklıkların geliştirilmesini hızlandırmaktadır.

İlişkilerin zedelenmesinin temel sebebi olan Arap devrimlerinin statükoyu kabullenmeye evrilmesi özellikle Türkiye-Suudi Arabistan ve TürkiyeBAE ilişkilerinin revize edilmesini sağlamıştır. Benzer şekilde ABD’nin pasif angajman siyaseti ve İran ile mücadele gibi parametreler de Türkiye-Körfez arasındaki uyumu güçlendirmiştir. Bu anlamda Körfez ülkelerinin özellikle Türkiye’nin askeri aktivizminden kazanımlar elde etmek istediği söylenebilir. Dolayısıyla Libya ve Suriye gibi bölgesel güç mücadelelerinde askeri projeksiyonlarla güç dengelerini değiştiren Türkiye’nin Körfez’in güvenlik şemsiyesinde aktif rol oynaması muhtemeldir.

Benzer şekilde Körfez ülkeleri stratejik açıdan önemli bir konumda bulunan Türkiye’deki yatırımlarını da artırmak istemektedir. Bu noktada Körfez içi rekabetin Türkiye ile normalleşme ve iş birliğini derinleştirme sürecini doğrudan etkilediği belirtilebilir. Öte yandan Türkiye’nin Körfez’den uzun vadeli ekonomik yatırım beklediği de söylenebilir. Fakat Türkiye’nin Körfez politikası sadece ekonomiye odaklı değildir. Benzer şekilde Türkiye’nin Körfez ile yakınlaşması kısa vadeli bir politik çıktı veya taktiksel bir hamleden ziyade stratejik uzun vadeli bir planın parçası olarak görülebilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez turu ve son yıllarda kurumsallaşan iş birlikleri Türkiye-Körfez ilişkilerinde kapsamlı ilişkiler tesis edilmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üç günlük Körfez turu bölgesel güç dengeleri açısından yeni bir jeopolitik hattı ortaya çıkarabilir. Karşılıklı ekonomik, siyasi ve güvenlik iş birlikleri ve ortaklıkların geliştirildiği; rekabet ortamlarının yönetildiği bir bölgesel atmosferde Türkiye-Körfez ilişkilerinin daha fazla geliştirilmesi beklenmektedir.EYLÜL2023