Türkiye’de Nükleer Enerji Santral Çalışmaları

Prof.Dr. A. Beril TUĞRUL

İstanbul Teknik Üniversitesi – Enerji Enstitüsü

Ayazağa Kampüsü – 80626, Maslak -İSTANBUL

Giriş

Sanayi devriminden sonra enerji gereksinimi yadsınamaz şekilde artmış bulunmaktadır. Farklı enerji çeşitlerinin kullanımı söz konusu olsa da enerji gereksinimi içinde elektrik enerjisinin genel enerji üretimi içindeki yerinin ayrı bir önem taşıdığı görülmektedir. Bu bağlamada ülkeler için elektrik üreten elektrik santralları üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.

Elektrik enerjisinin farklı amaçlarla kullanılabilmesi, bir başka deyişle enerji dönüşümlerinin kolaylıkla yapılabilmesi ve ayrıca,  üretildikten sonra (alternatif akım bağlamında) uzak mesafelere nakledilebilmesi, elektrik enerjisi kullanımını çoğu kez tercih edilir kılmaktadır. Bu durum, öylesine öne çıkmış bulunmaktadır ki; bireylerin refah seviyesinin yükselmesi amaçlandığı refah ekonomilerinde, ulaşılan refah seviyesi göstergesi olarak, “kişi başına tüketilen elektrik enerjisi” kullanılmaktadır. Dolayısıyla, “kişi başına tüketilen elektrik enerjisi” değerleri, ülkeler için önemli bir indikatör durumundadır.

Enerji politikaları açısından bakıldığında ise elektrik enerjisinin yerinin ayrı olduğu ve kalkınma programları içinde önde gelen bir yere sahip olduğu görülmektedir. Ayrıca, ülkelerin birbirlerine göre durumlarının değerlendirilmesine ilişkin olarak ta elektrik üretimi değerleri önem taşımaktadır.

Elektrik üretimi için farklı kaynaklar kullanılabilmektedir. Bu bağlamda,  elektrik santralları iki ana başlık altında incelenebilir. Bir başka deyişle, elektrik santralları “Emre Amade Konvansiyonel Elektrik Santralları” ve “Yenilenebilir Enerji Santralları” olarak ele alınabilir. Emre amade Konvansiyonel Elektrik Santralları, mevsimsel ve günsel farklılıklardan etkilenmeyen, hemen her yerde kurulabilen ve elektrik üretimi yapan santrallar, yenilenebilir enerji santralları ise, doğal olarak enerji kaynağı yenilenebilir kaynaklar kullanılarak enerji üreten santrallar olmaktadır.

Enerji politikaları açısından emre amade santralların yeri ayrı ve yadsınamazdır. Zira, günümüzde elektriksiz kalmaya hiç ülkenin ve bu bağlamda hiçbir sektörün tahammülü bulunmamaktadır. Dolayısıyla, ülkelerin temel elektrik ihtiyacı emre amade santralar tarafından karşılanmakta ve baz santralar olarak nitelenmektedir.

Emre amade santralar kapsamında, fosil yakıtlı santrallar ve nükleer santralar yer almaktadır. Fosil yakıtlı santrallar olarat ta; kömür, fuel-oil, doğal gaz ve asfaltit vb. gibi kaynakları yakıt olarak kullanan santrallar sayılabilir. Yenilenebilir santrallar içinde ise; hidroelektrik, rüzgar, güneş, jeotermal ile biyokütle ve atık enerji santralları sayılabilir.

Emre amade santralar içinde yer alan nükleer santraların kullanımı baz santralar olması nedeniyle öne çıkmaktadır. Nitekim gelişmiş hemen tüm ülkelerde nükleer santralardan yararlanıldığı görülmektedir. Şekil 1’de, dünyada ülkelere göre nükleer güç santralı kullanımı görülmektedir.

Şekil 1. Dünyada ülkelere göre nükleer güç santralı kullanımı

(http://www.iaea.org/pris/  ,Eylül, 2016)

Dünyada nükleer santrallara sahip ve nükleer teknolojiyi kullanan ülkeler, esas itibariyle gelişmiş ülkeler olup halen dünyada (Ağustos 2016 itibariyle) 449 nükleer güç santralı, 391082 MWe güç üretim kapasitesiyle çalışmaktadır. Şimdiye kadar, çalışmış nükleer santralar ile 16818 yıllık bir işletim deneyimi edinilmiş bulunmaktadır Ayrıca, halihazırda, dünyada 60 nükleer güç santralı da inşa halinde olup, son dönemde sadece 2 nükleer reaktör (ömürlerini doldurduklarından) devreden çıkarılmıştır.

Türkiye’de Nükleer Enerji Santralı Kurma Çalışmalarının Mazisi

Türkiye de, nükleer enerji ile ilgili çalışmalar 50’li yıllarda başlamış olup, 1955 yılında ‘Atom Enerjisinin Barışçıl Amaçlarla Kullanılması’ amacıyla toplanan 1. Cenevre Konferansından sonra, Türkiye, A.B.D. ile 1955 yılında atom enerjisini sivil amaçlarla kullanmada işbirliğini öngören bir anlaşmayla resmileşmiştir. 1956 yılında Başbakanlığa bağlı bir “Atom Enerjisi Komisyonu (AEK)” kurulmuş ve bu kurum 1982 yılında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu olarak yeniden yapılanmıştır.

Nükleer santral için ilk çalışmalar Elektrik İşleri Etüd Dairesi (EİEİ) bünyesinde başlanmış ve ilk nükleer enerji üretim santralının 400 MWe güçte doğal uranyumlu, basınçlı ağır sulu bir reaktör olması düşünülmüştür. O dönemde, hükümet bu santralın 1970 yılında inşaatına başlanmasını planlamaktayken 70’li yılların başındaki olaylar nedeniyle gerçekleşememiştir. 1970’de Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) kurulmasıyla konuya ilişkin çalışmalara yeniden başlanmıştır.

Bu arada, 1974 yılında santral yerinin seçim çalışmalarına da başlanılmıştır. Sonuçta, Silifke’nin 80 km kadar batısında deniz kıyısındaki Akkuyu mevkii nükleer santral  alanı olarak uygun görülmüş ve sismik, zemin mekaniği, meteorolojik ve oşeonografik araştırma sonuçlarına ve diğer uygunluk kriterlerine göre değerlendirerek 1976 yılında yer seçimi lisanslama işlemlerini tamamlamıştır. 1976 yılında verilen Yer Lisansı’nın 1983 tarihli tüzük hükümlerine göre güncellenmesi 2012 yılında gerçeklenmiştir [11].  

1977’de açılan santral ihalesine sadece bir firma katılmış ve firmayla olan müzakereler finansman sorunları nedeniyle 1979 ‘da kesilmiştir. 1982’de yeni teklifler alınmış ancak bu sırada, hükümet tarafından anahtar teslim inşaat modeli, Yap-İşlet-Devret (YİD) modeline çevrilince, yabancı firmalar ihaleden çekilmişlerdir. Sadece Kanada Firması kalmış ve Türkiye ile 1985’de bir ön anlaşma imzalanmıştır. Ancak, YİD modeli için istenen enerji satın alma garantisi konusunda çıkan anlaşmazlık sonucunda Kanada firması da 1986’da ihaleden çekilmiştir  

On yıl sonra Ekim 1996’da Akkuyu Nükleer Santralı için ihale açılmıştır. Teklifler alınmış ve teklifin değerlendirilmesinde hayli yol alınmış olmasına karşın 2000 yılında ihale iptal edilmiştir. Daha sonra 2008 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca konuya ilişkin bir yarışma süreci başlatılmış, 10 firma yarışma dökümanını almış, ancak, sadece Rusya teklif vermiştir. Yapılan değerlendirmelerde, teklif teknik açıdan uygun bulunmuş, ancak fiyat yüksek bulunmuştur. Rusya fiyatı düşürmüştür. Ancak, 2009 yılında Danıştay tarafından yarışma süreci (haksız rekabet şartları oluştuğu gerekçesiyle) iptal edilmiştir.

Son olarak, 2010 yılında Rusya ile Akkuyu’da nükleer santral kurulması konusunda antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma, 2010 yılı içinde TBMM’den geçirilerek onaylanmış, aynı yıl antlaşma Rusya parlamentosunda da onaylanmıştır. Böylelikle, Akkuyu nükleer santralının Rusya tarafından Akkuyu’da kurulması (hükümet politikası olmaktan öte) devlet politikası olma özelliğine sahip olmuş bulunmaktadır. Antlaşmayla Rusya Federasyonu ile Mersin-Akkuyu’da 4 x 1.200 MW’lık VVER 1200 tipi nükleer santralların kurulması karara bağlanmış olmaktadır.

13 Aralık 2010 tarihinde de konuya ilişkin bir proje firması – Akkuyu Nükleer A.Ş. kurulmuş, bu Şirket, Akkuyu sahasını EÜAŞ’tan Mart 2011’de devir alarak, saha etüdlerine başlamıştır. ÇED Yönetmeliği gereği 29 Mart 2012 tarihinde Büyük Eceli’de halkı bilgilendirme toplantısı yapılmış ve ÇED Aralık 2014’de onaylanmıştır. Böylelikle, Akkuyu nükleer santralının yer seçimi lisansı verilmiş olup ve ÇED Değerlendirme süreci de tamamlamış bulunmaktadır. Santral devreye girdiğinde 1. ve 2. ünite üretiminin %70’i için ve 3. ve 4. üretiminin %30’u için 12,35 cent/kWh fiyatla alım garantisi bulunmaktadır.

14 Nisan 2015 tarihinde ise Akkuyu nükleer santralına ilişkin olarak “Deniz yapıları inşaat temeli” atılmıştır, Reaktör inşaatının 2016’da başlaması ve birinci ünitenin 2021’de devreye girmesi beklenmekteyken Kasım 2015’te Rusya ile yaşanan gerilim çerçevesinde projenin akıbeti konusunda endişeler ortaya çıkmıştır. Ancak, son gelişmeler, projenin devamı ve hayata geçirilmesi konusunda beklentileri olumlu yönde kuvvetlendirmiştir.

Türkiye ikinci nükleer santral yeri olarak Sinop belirlenmiş olup, yer değerlendirmesine ilişkin detay çalışmalar sürmektedir. Bu nükleer santral için Japon-Fransız ortaklığıyla kurulması gündemdedir. Japonya ile bu konuda 2015 yılında mutabakata varılmış olup,  TBMM’den de geçmiş bulunmaktadır.             

Bunlardan ayrı olarak, üçüncü Nükleer Santral konusunda da ön çalışmalara başlanmıştır. Üçüncü nükleer santral yeri olarak ta Kırklareli İğneada’nın olacağı Ekim 2015’te açıklanmıştır (Şekil 2).

Hayli uzun bir süredir devam ede gelen ancak aradan 60 yıl gibi bir süre geçmiş olmasına karşın nükleer güç santralı kurulumu üzerinde halen de çalışılmaktadır.

Türkiye’nin Nükleer Santral Kurma Modeli: Yap-İşlet Modeli

Türkiye, 2010’dan beri, Yap İşlet Devret modelinden öte yeni bir modeli nükleer santral kurulumu için benimsemiş bulunmaktadır. Bu model: “Yap-İşlet (Built-Own-Operate/BOO)”dir. Bu modele göre, santral için finans kaynağını bulmak dahil, kurulum, uygun nükleer güvenlik şartlarının gereklerinin yerine getirilmesi, yakıt temini, santralların devreye alınması ve işletimini ve nükleer atık sorunu da dahil  kurucu tarafından karşılanması beklenmektedir. Buna karşın, Türkiye baştan belirlenen fiyatla belirlenen süreyle üretilecek elektrik alımını garanti etmektedir. Bu model, dünyada bir ilk olup, “Türk Modeli” olarak adlandırılabilecek niteliktedir. Böylelikle, ülkemiz, farklı bir model ile enerji politikaları içinde nükleer enerji açılımını gerçekleştirmeyi hedeflemiş olmaktadır.

Burada önemli bir husus; Türkiye’nin nükleer santral kurmak konusunda benimsediği bu model ile aynı zamanda nükleer teknoloji transferi için de farklı bir yol izlemeyi seçmiş olmasıdır.  Bir başka deyişle, yap-işlet modeli ile nükleer tasarım, inşaat tasarımı ve işletmede her aşamadaki sorumluluklar karşı tarafa yüklenmiş olmaktadır. Bu durumda, klasik nükleer santral kurulumunda olduğu gibi ana sorumluluk yüklenilmemektedir. Buna karşın, denetleme ve kontrol faaliyetlerinin yanı sıra alt yüklenicilik ile teknoloji transferine katkı verilmesi benimsenmiş olmaktadır.

Alt yüklenicilik yoluyla nükleer santrala katkı, özellikle kurulum sırasında önemli olacaktır. Bu bağlamda, önemli katkının, en büyük payının inşaat safhasında olması beklenmektedir. Dolayısıyla, yerli katkının, ilk yatırım aşamasında olması önemlidir. Böyle olması, hem süreç ve hem de gelişimin içinde olmak anlamına gelecektir denebilir.

Son Gelişmeler

“Yap-İşlet (Built-Own-Operate/BOO)” modelinin benimsenerek nükleer santral kurulmasına yönelik karar oluşturulduktan sonra, Türkiye’nin bu bağlamda yapması gerekenler bulunmaktadır. Bunların başında konuya ilişkin alt yapının oluşturulması gelmektedir. Her ne kadar, nükleer tasarım, inşaat tasarımı ve işletme konusundaki sorumluluklar karşı tarafa bırakılmış olsa da, denetim, kontrol, ve alt yükleniciliğin istenen düzeyde yapılabilmesi için başta konu uzmanı elemanların yetiştirilmesi ve alt yüklenici veya tedarikçi olacak sektörün ilgili kalite belgelerine sahip olarak donanımlı hale getirilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yönlendirmesiyle konuya destek verebilecek sektör firmalarının belirlenmesi için çalışma başlatılmış ve bir potansiyelin var olduğu görülmüştür. Bu konuda çalışmalara devam edilmesi önem arz etmektedir.

Konuya ilişkin olarak ülkemizde bilgilendirme ve karşılıklı fikir alış verişine platform oluşturacak zirve, çalıştay ve bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Son olarak  Uluslar arası Nükleer Santrallar Zirvesi’nin dördüncüsü 8-9 Mart 2017 tarihlerinde İstanbul’da yapılmıştır.

SONUÇ

Türkiye; nükleer santral kurulumu için dünyadaki uygulamalardan farklı bir şekilde, “Yap-İşlet (BOO)” modelini benimsemiş bulunmaktadır. Bu model, özellikle, Türkiye’den sonra nükleer santral kurmayı düşünen henüz nükleer santral sahibi olmayan ülkeler için de bir örnek model olabilecek niteliktedir. Burada önemli bir husus, kredi bulma sorumluluğunun, kurucunun uhdesinde olmasıdır. Böylelikle, önemli bir sorun olan finans sorunu kurucu ülkelerin sorunu olmaktan çıkmaktadır. 

Burada bir başka husus ta Türkiye; nükleer santral kurulumu söz konusu olduğunda, pek çok kez ortaya atılan kimi eleştiriler önemli ölçüde bertaraf edilmiş olmaktadır. Örneğin; eleştirilerden biri, Türkiye’nin ileri bir teknoloji olan nükleer teknolojiye hazır olmadığı ve hayata geçiremeyeceği idi. Bir diğeri ise, yeterli kalifiye elemanın olmadığı ve işletim deneyiminin bulunmadığı idi. Ayrıca, nükleer teknoloji için gerekli olan ülkenin nükleer güvenlik ve kalite kültürünün olmadığı da eleştiri konusu edilmekteydi. Tüm bu eleştirilerle oluşturulan endişe ve şüpheler benimsenen bu model ile elimine edilmiş olmaktadır. Zira tüm bu konulara ilişkin sorumluluklar, daha önce nükleer santral kurulması konusunda kendini ispat etmiş olan kurucu tarafa bırakılmış olmaktadır.

Benimsenen bu model ile nükleer teknoloji transferinin zor olabileceği düşünülse de, sürecin bilinçli ve iyi yönetilmesi halinde beklenenden istenen şekilde nükleer santral kurulumu ve nükleer teknolojiye giriş sağlanabilir. Bunun için ülke içinde nükleer konuda eğitime önem verilmesi ve yerli katkı sağlayacak firmaların konuya girişlerinin sağlanması için önlerinin açılması gerekmektedir. Bu hedefler doğrultusunda; eğitim konusunda, var olan ve/veya konuya ilişkin eğitimi verme potansiyeli olan üniversitelerin desteklenerek nükleer konuda ayrı birimler halinde ilgili yapılanmalarının sağlanmasına öncelik verilmesi gerekmektedir. Fazla olarak bir ihtisas üniversitesinin kurulması önem arz etmektedir. Yerli katkı konusunda ise, konuya ilişkin üretimleri yapma potansiyeline sahip olan firmaların belirlenmesi ve bu firmaların nükleer teknolojide beklenen kalitede üretim yapabilmeleri için uygun donanıma sahip olmalarının teşvik edilmesi sağlanmalıdır. Bu bağlamda, ilgili kalite belgelerini almaları için gerekli alt yapının oluşturulması için önlerinin açılarak destek verilmesiyle Türkiye’nin nükleer santral kurma isteğinin yanı sıra teknolojiye girişi de başarıyla hayata geçirilebilir.