ABD’nin Kanada ve Grönland Önerilerine Ekonomik Ve Enerji Politik Bir Bakış
Prof. Dr. A. Beril TUĞRUL
Giriş
Bilindiği üzere, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD’de) 5 Kasım 2024 tarihinde yapılan Başkanlık Seçimini, Donald Trump’ın kazanmasıyla birlikte farklı söylemler gündeme gelir olmuştur. Kanada ve (siyasi olarak Danimarka’ya bağlı olan) Grönland, bu bağlamda üzerinde en çok konuşulur bölgeler arasında yer almaktadır.
Başkan Trump; Başkan olmasından sonra “Kanada’nın, ABD’nin 51. eyaleti olması gerektiğini” ifade etmiş ve ilaveten Kanada’nın, ABD’den ileri derecede istifade ettiğini ve bu durumun sona ermesinin bir gereklilik olduğunu vurgulamıştır. Fazla olarak (o dönem) Kanada Başbakanı olan Justin Trudeau’a “Vali” diye hitap etmiş ve akabinde diplomatik kriz baş göstermiştir. Kanada Başbakanını istifaya götüren bu süreçte söz konusu bu söylemler önemli rol oynamıştır denebilir.
Son olarak Başkan Trump, 1 Şubat 2025’te Kanada’dan yapılan ithalata % 25 ek vergi koymuş ve 12 Mart 2025 tarihinde ise Kanada’dan ithal edilen çelik ve alüminyuma yönelik gümrük vergilerinin %50’ye çıkartıldığını açıklamış bulunmaktadır. Her ne kadar bu vergilerin ertelenmesi ve gübrenin önemli bir unsuru olan Kanada menşeli potasa uygulanan gümrük vergisi oranını %25’ten %10’a düşürüldüğü belirtilse de ABD’nin Kanada’ya karşı etkin bir ticaret savaşı başlattığı söylenebilir.
Öte yandan Başkan Trump, Danimarka’dan Grönland’ı “satın almak” istediğini ifade etmiş ve ilaveten Grönland’ı alabileceklerine inandığını söyleyerek bu konunun dünyanın özgürlüğüyle ilgili olduğunu belirtmiştir. Fazla olarak bölge halkına cazip gelebilecek bazı teklifleri de dile getirmiştir. Bu söylemlere Danimarka tarafından “Grönland satılık değildir” şeklinde cevap verilmiş olup Nisan başında Danimarka Başbakanı tarafından bölgeye yapılan ziyaret sırasında da bu husus tekraren vurgulanmıştır.
Bu söylemler, şimdilik hem Kanada ve hem de Grönland için diplomatik kriz bağlamında gündemdeki yerini korumaktadır. Ancak, Başkan Trump’ın ısrarcı olacağı ve konunun daha da tırmanabileceği izlenimi edinilmektedir. Konuya ekonomik ve enerji politik açıdan bakmadan önce Arktik Bölge, Kanada ve Grönland’ın durumunu genel olarak ele almak yerinde olacaktır.
Arktik Bölge
“Kuzey Kutup Dairesi”nin kuzeyinde yer alan bölge; “Arktik Bölge” veya kısaca “Arktik” olarak nitelenmektedir. Söz konusu bu bölge, yaklaşık 27 Milyon km2’lik bir alanı kapsamakta olup üçte biri kadarını karalar ve geri kalan kısmını ise denizler oluşturmaktadır. Ancak, tüm bu bölgede buzullar önemli oluşumlar olarak kendini göstermektedir. Arktik bölgede deniz sıcaklığı en sıcak aylarda bile 10oC’ın üzerine çıkmamakta ve Sonbahar Ekinoksundan (23 Eylül’den) İlkbahar Ekinoksuna (21 Mart’a) kadar bölgede güneş yüzünü göstermemektedir.
Denizel alan, “Arktik Okyanus” olarak betimlenmektedir. Arktik Okyanus’a kıyısı olan ve “Arktik Beşlisi” olarak da adlandırılan ülkeler; Kanada, Alaska (ABD), Rusya, Norveç ve Grönland (Danimarka)’dır. Kuzey Kutup Dairesi içinde toprakları olan ancak Arktik Okyanusuna kıısı olmayan İsveç ve Finlandiya ile bu bölgede Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB’i) bulunan İzlanda da Arktik Ülkeler arasında betimlenmektedir (Şekil 1). Arktikbölgede yaşayanların sorunlarını çözmek üzere Ottawa Deklerasyonu ile 19 Eylül 1996’da “Arktik Konsey” olarak adlandırılan üst düzey bir hükümetlerarası forum kurulmuştur. Arktik Konseydesöz konusu sekiz ülkenin dışında bazı gözlemci üyeler de bulunmaktadırlar.

Şekil 1 Arktik Bölge
Arktik Okyanusu’nun önemli bir kısmı buzullarla kaplıdır. Ancak, dünyada yaşanmakta olan iklim değişikliği nedeniyle buzullarda önemli ölçüde erimeler gözlenmektedir. Bu durum dünya iklimselliği açısından problem oluştursa da Arktik Okyanusu üzerinden deniz taşımacılığına olanak verecek şartların oluşmasını da mümkün kılıyor olmaktadır.
Hal böyle olunca Arktik Beşlisi ülkeleri, yeni oluşmakta olan deniz yolları üzerinden giderek artacağı düşünülen stratejik öneme sahip olmaktadırlar. Önerilmekte olan rotalar dünya ticaretini etkileyeceği gibi enerji kaynakları taşımacılığını da etkileyecek nitelikte görülmektedir. Bir başka deyişle, Arktiğin bu durumu, başta ekonomik olmak üzere enerji politik açıdan da dengeleri ve ülkelerin etkinliklerini değiştirecek mahiyette olduğunu düşündürmektedir.
Arktik Okyanus’unda en uzun kıyıya sahip olan ve aynı zamanda Kuzey Kutup Dairesi içinde en büyük kara bölgesine de sahip ülke, Rusya olmaktadır (Şekil 1). Kuzey Kutup Dairesi içinde Rusya dışında önemli kara bölgeleri Danimarka’ya ait Grönland ile Kanada olduğu görülmektedir.
Kanada
Kuzey Amerika’nın kuzeyinde yer alan Kanada, 10 Milyon km2’ye yaklaşan yüzölçümüyle coğrafi olarak (Rusya’dan sonra) dünyanın ikinci büyük ülkesi durumundadır. Kanada toprakları Kuzey Amerika’da Atlantik’ten Pasifiğe kadar uzanmaktadır. 1 Milyon kadar olduğu ifade edilen gölleriyle dünyada en çok göle sahip ülke olup (Pasifik, Atlantik ve Arktik Okyanusuna olan kıyılarının toplamı itibariyle) dünyanın en uzun sahil şeridine de sahip bulunmaktadır. Kanada’nın karada sadece ABD ile sınırı bulunmakta olup bu hat dünyada ülkeler arasındaki en uzun kara sınırını oluşturmaktadır.
Nüfusu 40 Milyon kadar olan bu ülkede etnik yapı içinde en önemli grupları; % 20’ye yaklaşan oranla İngilizler, ikinci olarak da % 15 kadar olan Fransızlar oluşturmaktadır. Geri kalan nüfus ise daha çok yine Avrupa kökenlilerden oluşmaktadır. Bu bağlamda kültürel çeşitlilik görülmekte olduğu da bir gerçekliktir. Resmi dili, İngilizce ve Fransızcadır.
Başkenti Ottowa olmakla beraber en büyük kenti Toronto’dur. Montreal de önemli bir diğer şehridir. Nüfusun önemli bir kısmı, ülkenin güneyinde, bir başka deyişle daha çok ABD sınırı dolaylarında yaşamaktadır.
Tarihi olarak bakıldığında; bu bölgede, 11. Yüzyılda Vikingler gelinceye kadar yerli topluluklar yaşamaktaydı. 16. yüzyılın sonundan sonra Kolonici Avrupalıların (özellikle İngilizler ve Fransızların) bölgede hegemonya kurduğu gözlenmektedir. ABD’nin, devlet olarak oluşmasıyla birlikte İngilizlerin esas itibariyle Kanada’da konuşlanması söz konusu olmuştur. Kanada, halen İngiliz Milletler Topluluğu içinde yer almaktadır ve yönetimi anayasal monarşi altında federal parlamenter sistem olarak ifade edilmektedir.
Grönland
Grönland, Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde 2,1 Milyon km2’nin üzerinde yüzölçümü ile Atlantik Okyanusu ve Arktik Okyanusu ile çevrelenmiş olarak dünyanın en büyük adasıdır. Adanın %80 kadarı hayli kalın buzullarla kaplıdır ve iklim değişikliği bağlamında buzullarının eriyebileceğinden bahsedilen bir bölgedir.
Nüfusu 57 bin kadardır ve çoğunluğu (kökenleri Asya ile de ilişkilendirilen ve Eskimo olarak da nitelenen) İnuit‘lerden ve %12 kadarı Avrupa kökenli gruplardan oluşmaktadır. Başkenti Nuuk olup, nüfusun büyük bölümü batı kıyısında yaşamaktadır. Bölgede yerel diller konuşulmaktadır.
Grönland, halen Danimarka Krallığı’na bağlı özerk bir bölge durumundadır. 1985 yılında Avrupa Birliği (AB)’nden ayrılmıştır.
Grönland’ın Avrupalılar tarafından 10. Yüzyılda keşfedildiği belirtilmektedir. Dolayısıyla, o dönemde Vikinglerin etkinliği söz konusu olmuştur. Bu bağlamda da Danimarka ile bağlantısı kurulmuştur. 2. Dünya savaşında ABD tarafından işgal edilmiş ancak sonra tekrar Danimarka’ya verilmiştir. 1943 yılında, bölgede ABD tarafından Thule Amerikan Hava Üssü kurulmuştur.
Grönland’ın Kanada ile arasındaki Nares Boğazı’nın ortasında yer alan Hans adası için iki ülke arasında hayli önemli sorunlar yaşanmıştır. Uzun yıllar süren anlaşmazlık, 2022’de varılan anlaşmayla nihayete ermiştir. Bu ıssız ancak yeri itibariyle stratejik olan ada, Kanada ve Grönland arasında siyasi olarak ikiye bölünerek uzlaşmaya varılmıştır.
Kanada ve Grönland’ın Ekonomisi, Enerji Politiği ve Arktik Bölge İçin Önemi
Kanada dünyanın en büyük ve en gelişmiş ekonomilerinden biridir. Nitekim G-20 içinde yer almaktadır. Birçok sektörde önemli etkinlikleri bulunmaktadır. Bunlar arasında; enerji ve doğal kaynakların değerlendirilmesi, katma değeri yüksek imalat sektörü, tarım ve ormancılık, finans sektörü ve ileri teknoloji alanları sayılabilir. Kanada’nın ticaretinde başta ABD olmak üzere Çin, İngiltere, Japonya ve Meksika önemli yer tutmaktadır.
Yer altı kaynakları açısından Kanada önemli zenginliklere sahiptir. Bunlar arasında; Uranyum, potas, altın, demir, kömür, elmas bulunmaktadır. İlaveten, bakır, nikel, çinko, asbest, kükürt ve kadmiyum gibi yeraltı kaynaklarına da sahiptir (Şekil 2).
Kanada’nın enerji politiğine bakıldığında; enerji gereksinimini karşılamak için petrol, doğal gaz, kömür, hidrolik, biyokütle, güneş, jeotermal, rüzgâr, deniz ve nükleer enerjiden yararlanıldığı görülmektedir. Bir başka deyişle enerji güvenliği enerji çeşitliliği bağlamında sağlanmaktadır.

Şekil 2 Kanada’nın Zenginlikleri
Dünyanın en büyük ikinci Uranyum üreticisi ve dünyanın üçüncü en büyük hidroelektrik üreticisi ve yine dünyanın dördüncü en büyük doğal gaz üreticisi ve aynı zamanda dünyanın beşinci en büyük ham petrol üreticisidir. Bu özellikleri ile en fazla enerji üreten ilk 10 ülke arasında yer almaktadır.
Öte yandan Grönland ekonomisi, günümüzde esas itibariyle balıkçılık, madencilik ve turizme dayanmaktadır. Önemli ölçüde Danimarka’nın mali yardımını almakta ve ihracatının %80’den fazlasını da Danimarka’ya yapmaktadır. Çalışanlarının hemen yarısı kamu sektöründe çalışmaktadır.

Şekil 3 Grönland’ın Yeraltı Zenginlikleri
Buna karşın Grönland zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Bu kaynaklar arasında; (enerji sistemleri ve dijital sistemler için önemi olan) nadir toprak elementleri, uranyum, altın, demir, nikel, bakır ve çinko cevherleri gibi birçok temel madenler sayılabilir (Şekil 3). Enerji kaynaklarına da sahip olup özellikle kutup bölgesinde petrol ve doğal gaz rezervleri bulunmaktadır. Ancak, iklim şartları nedeniyle bu kaynakların çıkarılması ve işlenmesi hayli zorlu olup, maliyetli olarak nitelenmektedir.
Grönland, enerji tedariki için mikro hidroelektrik santralleri ile güneş ve rüzgâr enerjisi projelerini desteklemektedir. Dünyada enerjisini, yenilenebilir enerjiden en yüksek oranda sağlayan bölgelerden biri durumundadır.
Öte yandan hem Kanada ve hem de Grönland Arktik bölge için stratejik önemi olan bölgeleri oluşturmaktadırlar. Arktik Bölgede küresel ısınma nedeniyle ortaya çıkan buzul erimeleri nedeniyle önemli ölçüde değişimler meydana gelmektedir. Bu durum, iklim değişikliğinin ötesinde yeni deniz yollarının açılmasını gündeme getirmektedir. Bu bağlamda Asya Pasifik ile Avrupa arasında yeni su yolu geçiş rotaları söz konusu olacağı düşünülmektedir.
Arktik bölgeden geçebilecek deniz rotası olarak, olası üç ana güzergahtan bahsedilmektedir (Şekil 4). Bunlardan birincisi Arktik Okyanusunun Asya ve Avrupa kıyılarının kuzeyinden geçen ve “Kuzey Deniz Yolu” olarak nitelenen rotadır. Bu rotanın “Kuzey Deniz Geçişi” olarak bir versiyonu da bulunmaktadır (Şekil 4). Ancak şimdilik Kuzey Deniz Geçişi, daha kuzeyden geçiyor olması nedeniyle daha zorlu şartlara sahip bulunmaktadır.

Şekil 4 Arktik Geçiş Güzergahları
En kısa geçiş yolu ise (Arktik Okyanusun orta bölgesinden geçen) “Kutup Geçiş Rotası” olmaktadır. Ancak, şimdilik geçiş açıklığı buzullar nedeniyle süreklilikle henüz sağlanamamıştır (Şekil 4).
Diğer bir güzergâh ta Asya Pasifiği ve de Amerika kıtasının batısıyla doğusunu da birbirine deniz üzerinden bağlayacağı düşünülen “Kuzeybatı Geçişi” olmaktadır (Şekil 4). Kuzey Deniz Yolu ve Kuzeybatı Deniz Geçişi için dallanmalı güzergahlar da önerilmektedir (Şekil 4). Burada Kuzeybatı Deniz Geçişi’nin dallanmalarıyla birlikte en güney geçişli güzergahı oluşturduğu dikkat çekmektedir.
Arktik Bölge güzergahları, uzun menziller arasında önemli ölçüde ekonomik alternatifler oluşturma özelliği taşımaktadır. Örneğin; Kuzey Geçiş Yolu güzergahı, Japonya’dan Rotterdam’a ulaşımı Hint Okyanusu ve Süveyş Kanalı üzerinden ulaşım rotasına göre yaklaşık üçte bir oranında yolu kısaltmaktadır. Bu husus, gerçekten yadsınamaz bir avantajı oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, önemli bir ekonomik ve enerji politik getiri söz konusu olmaktadır. Bunlardan ayrı olarak ve belki de ekonomik avantajdan da öte önemli bir diğer konu Arktik Bölgenin sahip olduğu yeraltı zenginlikleridir. Bu bağlamda olası enerji kaynağı rezervleri ve ilaveten maden kaynakları, tüm dikkatleri bölgeye çekmektedir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; enerji politik rezerv bölgeleri ve mıntıkaları yadsınamaz önem arz etmektedir (Şekil 5).

Şekil 5 Arktik Bölgenin Potansiyel Rezerv Bölge ve Mıntıkaları
Bölgeye ilişkin olarak 2008 yılında “ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (U.S. Geological Survey)” tarafından yapılan araştırmalarla Arktik bölgede 100 Milyar Varil’e varan petrol ve 50 Trilyon m3 mertebesinde doğal gaz rezervi olduğu belirtilmiştir. Bir başka deyişle, söz konusu bu rezervler devasa enerji kaynağı potansiyelini ifade ediyor olmaktadır.
Burada şu konuya da dikkat çekmek gerekir ki; Arktik Bölgedeki bilinen doğal gaz ve petrol enerji kaynaklarının önemli bir kısmının Rusya’nın Arktik Bölgesindeki kara bölgesi ile deniz “Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB)”sinde yer aldığıdır (Şekil 4). Ancak, Kanada’nın da bu bölgedeki potansiyel enerji rezervleri göz ardı edilemez mahiyettedir. Şunu da ifade etmek gerekir ki Arktik Bölge için MEB haritaları çiziliyor olsa da henüz ülkeler arasında kesinleşmiş sınırlar belirlenmemiştir.
Enerji kaynaklarına ilaveten Arktik bölgede özellikle demir, nikel, platin, titanyum ve çinko ve de nadir toprak elementleri gibi önemli metal cevherleri ve mineraller ile değerli taşların da bulunduğu ifade edilmektedir. Bu cevherlerin, gerçekte giderek önemi artan ve dünya ülkelerince giderek daha çok talep edilen metal ve mineraller olduğu gerçeği de yadsınamazlık ifade etmektedir.
Willow Projesi
Arktik Bölgeyle ilgili bir gelişme de; ABD’de dikkatleri üzerine çeken bir konu olarak öne çıkan “Willow Projesi”dir. 13 Mart 2023 tarihinde “Willow Projesi” olarak nitelenen Alaska’nın “North Slope” bölgesinde, doğal gaz ve petrol aramak için 100.000 dönümlük bir alanda sondaj çalışmaları yapılması projesi (o dönem) ABD Başkanı Biden tarafından onaylanmıştır.
Söz konusu bu proje 30 yıllık bir plan olmasına karşın çevre sorunlarına sebep olacağı ve iklim değişikliği konusuna olumsuz etkisi olacağı gerekçesiyle hayata geçirilememiş ve mahkeme kararı ile proje reddedilmişti. Bu bağlamda Başkan Trump’ın ilk döneminde projenin yapılması konusunda hayli ısrarlı olmasına ve projeyi kabul etmiş olmasına karşın çevre analizinin kusurlu bulunması nedeniyle çalışmalar durdurulmuştu. Başkan Biden tarafından projenin onaylanmasına çevreci gruplarca (daha önceleri de müteaddit defalar yapıldığı gibi) karşı çıkılmıştır, ancak projenin onaylanması önlenememiştir. Başkan Trump’ın şimdiki ikinci döneminde, (Biden tarafından) onaylanmış olan bu projenin hız kazanacağı düşünülmektedir.
Willow projesi ile 30 yıl boyunca günde yaklaşık 200.000 varil petrol üretimi ile toplamda 600 milyon varil petrol çıkarılması öngörülmektedir. Bu bağlamda proje kapsamında 8 ila 17 milyar USD arasında gelir sağlanabileceğinden bahsedilmektedir. Buna karşın 287 milyon ton karbon emisyonuyla beraber sera gazlarının salımına sebep olacağı ifade edilmiş ve bu bağlamda hayata geçirilmesine karşı çıkılmıştı.
Ancak, Willow Projesinin ABD’nin enerji arz güvenliğine katkıda bulunacağı, ilaveten yerel ekonomiye destek sağlayacağı ve binlerce istihdam yaratacağı ifade edilmektedir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Alaska’nın ekosistemlerine zarar vermesi söz konusu olabilecek projenin onaylanmış olması Arktik jeopolitiği açısından da ayrı bir önem taşımaktadır.
Sonuç
Günümüzde Arktik Bölge, jeopolitik, jeoekonomik ve enerji politik açıdan dikkatleri giderek daha çok üzerine çeken bir bölge durumuna gelmiş bulunmaktadır. Burada özellikle belirtmek gerekir ki; son dönemde iklim değişikliği kapsamında Arktik Bölgenin giderek ısınıyor olması ve buzulların erimesi, bölge için bazı yeni olası gelişmeleri gündeme getirmiş bulunmaktadır. Bunları başlıca iki başlık altında toplamak mümkündür. Birincisi, (Asya Pasifik-Avrupa ve Amerika kıtasının batısı ile doğusu arasındaki ulaşıma ilişkin) uzun menzilli deniz rotalarını kısaltacak alternatif rotaların oluşturulmak istenmesi, ikincisi de Arktik Bölgedeki başta enerji rezervleri olmak üzere önemli metal ve mineral kaynaklarının ekonomiye ve enerji politiğe kazandırılabilecek şartlara sahip oluyor olmasıdır.
Her iki konudaki olası gelişmeler Arktik jeopolitiğini yakından ilgilendirmekte ve bölgeyi ileri bir risk bölgesi haline getirme potansiyeli taşımaktadır. Hal böyle olunca, öncelikle Arktik Beşlisi devletlerin durumu dikkatleri üzerine çekmektedir.
Arktik bölgede yer alan ve halen en uzun kıyı şeridine sahip Rusya “Kuzey Geçiş Bölgesi”ni kontrol edebilecek başat ülke olmaktadır. Bu güzergahtan, Pasifik’ten Rotterdam’a ulaşan seferler de yapılmıştır. Ancak, uzun kış şartlarında açılan buzların tekrar kapanma eğilimi gösterdiği de ifade edilmektedir. Hatta Rusya’nın güzergahı açık tutmak için nükleer tahrikli buzkıran gemisi geliştirdiği ve deniz yolunun açık tutulmasında önemli rol üstlenmesinden de bahsedilmektedir.
Öte yandan, “Kuzeybatı Geçişi” bölgesinde en uzun kıyıya sahip ülke Kanada olmaktadır. Dolayısıyla (MEB konusu, henüz anlaşmalarla netleşmemiş olsa da) Kanada’nın MEB’i önemlidir. Öte yandan, Grönland nedeniyle Danimarka’nın MEB’i de hayli önemli bir sahayı betimlemektedir (Şekil 6).

Şekil 6 Arktik Bölgede Ülkelerin (Düşünülen) Münhasır Ekonomik Bölgeleri
Tekrar Başkan Trump’ın Kanada ve Grönland ile ilgili söylemlerini hatırlarsak, ABD’nin bu iki ülke üzerinde hegemonya kurmak istediği anlaşılmaktadır. Böyle bir durumun gerçekleşmesi durumunda ABD, Kanada ve Grönland MEB’leri üzerinde egemenlik sağlamış olacaktır. Kendisinin Alaska nedeniyle sahip olduğu MEB de göz önüne alınırsa Arktik Bölgede neredeyse Rusya kadar bir MEB’e hükmediyor olacaktır (Şekil 6).
Böylelikle Kuzeybatı Geçiş güzergahına tümüyle hâkim olacaktır. Bu güzergâh dallanmalarıyla en güney deniz rotasını da ifade ediyor olmasından ötürü daha kısa zamanda rutin geçiş yolunu oluşturacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda ABD’nin, Arktik yolu kullanmayı düşünenleri ve dolayısıyla Çin’i de kontrol etmesi mümkün olabilecektir.
Son dönemlerde Rusya ve ABD arasında Arktik’te işbirliği gibi söylemler dile getirilir olmuştur. ABD’nin Kanada ve Grönland üzerinde hegemonya sağlaması halinde Arktik Bölgeyi Rusya ile adeta paylaşmaya gidebileceği şartlar oluşacaktır.
Öte yandan Alaska, Kanada ve Grönland’ın MEB’ne sahip bir ABD, Willow Projesiyle birlikte düşünüldüğünde Alaska bölgesinde çıkarılacak enerji kaynakları başta olmak üzere nadir toprak elementleri gibi bilgi çağının büyük gereksinim duyduğu mineral ve madenlerin çıkarılması ve işletilmesi için gerekli ekipmanların taşınması ve de ulaşılan enerji kaynakları ile minerallerin üretim merkezlerine iletilmesi için de son derece önem arz edecektir. Bir başka deyişle, Alaska’dan ABD’nin doğu kıyılarına en kısa şekilde Arktik’te ABD etkinliğinde olan bir Kuzeybatı Geçişi’ni kullanıyor olabilecektir.
Ayrıca, son zamanlarda resesyonlardan bahsedilen ABD ekonomisine, Kanada ekonomisinin ve enerji politiğinin getireceği artı değer yadsınamaz olacaktır. Böylesi bir durum ABD’ye hiç de küçümsenmeyecek boyutlarda getiri sağlayacaktır
Türkiye’nin de, Arktik bölge ile ilgilendiği ve gelişmeleri izlemekte olduğu gözlenmektedir. Bu bağlamda Türkiye, Arktik bölgesindeki bilimsel ve ekonomik faaliyetlerini genişletirken Svalbard Antlaşması’na (7 Mart 2025 tarihli Resmî Gazete ‘de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile) taraf olmuştur. Bu anlaşma Norveç’in Arktik’teki Svalbard takımadaları üzerindeki egemenliğini tanırkentaraf olan üçüncü ülkelerin vatandaşlarınadamülk edinme, balıkçılık, madencilik ve denizcilik alanlarında ticari faaliyetlerde bulunma ve araştırma yapma hakkı vermektedir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Türkiye, Arktik’e seferler düzenlemiştir. Bu seferlerden sonuncusu “4. Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferi” olup 2024 yılında, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı koordinasyonunda, TÜBİTAK MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenmiştir.
Bu bağlamda önümüzdeki dönemde giderek önem kazanacak Arktik Bölgede Türkiye, (Svalbard Anlaşmasından kazanılan haklardan da yararlanarak) konum alıp pozisyonunu güçlendirmesi önemli olacaktır. Ayrıca Türkiye, (1996’da kurulmuş olan) “Arktik Konsey” için gözlemci üye adayı durumunda olup onay beklemektedir. Türkiye’nin gözlemci üye olması hayli önem arz etmektedir. Tüm bu hususlar Arktik Bölgede yaşanabilecek gelişmelerden Türkiye’nin uzak kalmamasını sağlayacaktır.
Öz olarak belirtmek istenirse: Arktik Bölge düşük yerleşimli demografiye sahip olmasına karşın iklim değişikliği nedeniyle dünyada dengeleri değiştirebilecek nitelikte bir konjüktüre sahip olup bazı yeni gelişim ve oluşumları gündeme getirebilecek ve oluşmakta olan yeni geçiş güzergahlarıyla bu bölgede bulunan ülkeler ve etkin aktörler için MEB’lerin önemi daha da öne çıkacaktır ve ABD’nin Kanada ile Grönland’da hegemonya sahibi olabilmesi halinde ekonomik ve enerji politik bağlamda stratejik ve lojistik anlamda kayda değer avantajları olabileceği anlaşılmaktadır.