Altıya Karşı Tek: Liderlerin Savaş Verdiği G7 Zirvesi

Emre Sakızlı, İKV Uzman Yardımcısı

1975 yılında, Batı Almanya Başbakanı Helmut Schmidt ile Fransa Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing’in çağrısıyla; Almanya, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve ABD liderlerinin petrol krizine karşı ortak bir yol haritası hazırlamak amacıyla toplanması, G6 oluşumunun ilk adımıydı. Küresel sistemdeki tıkanıklıkları ortak çıkarlar doğrultusunda geliştirilecek politikalarla bertaraf etme amacı güden bu toplantılara Kanada 1976 yılında, AB ise 1977 yılında davet edildi ve 1981 yılından itibaren elde ettiği tam katılımcı statüsüyle birlikte AB, Avrupa Komisyonu Başkanı ve AB Konseyi Başkanı tarafından temsil edilmeye başladı. Yalnızca dünyanın ekonomik olarak en gelişmiş ve sanayileşmiş bu yedi ülkesinin katılımıyla düzenlenen bu toplantıların bağlayıcı bir kararı olmasa dahi, kararların ancak ve ancak fikir birliği ile alınabilmesi bütün ülkelerin belirli stratejiler üzerinde ortak gelecek planları yapmasını sağlıyor.

Ev sahibi ve dönem başkanı olan ülkelerin zirvenin gündemini belirlemesi ve Sherpa adındaki baş müzakereci ülke temsilcilerinin düzenlediği bakanlar seviyesindeki toplantılarla bu gündem maddelerine yönelik stratejilerin oluşturulması, gelişmiş ülkelerin aynı amaç doğrultusunda ilerlemesini gayri-resmi şekilde zorunlu kılıyor. Bu yüzden her sene dönüşümlü olarak gerçekleştirilen G7 ev sahipliği, aslında politik ajandayı ve bunun sonucunda yapılacak yatırım düzenini belirlemek gibi çok önemli bir görevi tanımlıyor. AB, bu dönüşümde yer almasa da, tüm toplantılarda temsil ediliyor ve toplantılar sonrasında hazırlanan ortak bildirilere imza atarak kıtanın da bu grupla uyumlu bir kalkınma stratejisi izlemesini sağlıyor. 

44’üncü G7 Liderler Zirvesi, Kanada’nın Quebec Eyaleti’nin Charlevoix bölgesindeki tatil beldesi La Malbaie’de gerçekleşti.  Daha önce 1981, 1988, 1995, 2002 ve 2010 yıllarında beş G7-G8 toplantısına ev sahipliği yapmış olan Kanada, zirve için beş ana tema belirledi. Bunlar kapsayıcı büyümeye yatırım yapmak; geleceğin iş imkânlarına hazırlanmak; toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadınların güçlendirilmesini geliştirmek; iklim değişikliği, okyanuslar ve temiz enerji üzerinde birlikte çalışmak ve daha huzurlu ve güvenli bir dünya inşa etmek olarak sıralandı. Ne yazık ki bu sene yapılan liderler zirvesine damgasını, bu temalar doğrultusunda alınan kararlar değil, ABD’nin kendi müttefikleriyle arasında yaşadığı gergin anlar damgasını vurdu. 

G7’den G6+1’e Gerilim Dolu Değişim

ABD Başkanı Trump’ın son zamanlarda batılı ortaklarıyla yaşadığı fikir ayrılıkları ve tek taraflı aldığı kararlarla müttefik ilişkilerini yıpratması, bu zirvenin nasıl bir tansiyonla gerçekleşeceğine dair ipuçları veriyordu. Müttefiklerinin itirazlarına rağmen İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve bu ülke ile iş yapan Avrupalı şirketlere de yaptırım uygulayacağını açıklaması, Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi, küresel ekonominin yapıtaşı olan serbest ticaret anlaşmalarından tek tek vazgeçmesi ve Çin’e karşı ticari yaptırımlarla başlayıp gümrük duvarlarını Avrupa ve Kanadalı ortakları için de yükseltmesi, AB’yi zayıflatan Brexit kararını desteklemesi, NATO’yu sert bir dille eleştirmesi ve BM kararlarını hiçe sayıp İsrail’in başkentini Kudüs olarak tanıması, Trump’ın küresel sistemi derinden sarsan hamleleri arasında yer aldı. Bunlar, Trump’ın “Önce Amerika” retoriğini sadece ABD düşmanlarına karşı değil, dostlarına da uygulayarak Batı’dan da kopup yalnızlaşmayı göze aldığını kanıtlayacak hamlelerdi.

46 yaşındaki Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun toplantıdan önce gerçekleştirilen bakanlar düzeyindeki görüşmelerde de belirtildiği gibi, zirvenin ajandasını belirlerken serbest ticaretle korumacılığa karşı, kapsayıcı ekonomik büyüme, cinsiyet eşitliği ve iklim değişikliği ile mücadele konularını görüşmelerin odağına yerleştirme çabası, Trump’ın tüm bu tek taraflı hareketleriyle yerle bir edildi. Toplantıda, bu küresel zorluklarla mücadele, adeta ABD Başkanı Trump ile müttefiklerinin mücadelesine dönüştü. Zirvede serbest ticaretin kapsayıcı şekilde ve DTÖ kurallarınca uygulanması kararı ortak bildirgenin ilk maddesi olarak belirirken, Trump’ın gümrük bariyerlerinin topyekûn kaldırılması önerisi Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan ve TTIP’den çekilen ABD Başkanı’nın samimiyetinin ilk sorgulandığı nokta oldu. Kanada Başbakanı Trudeau, Trump ile yaptığı ikili görüşme esnasında gümrük vergisi uygulamasının ulusal güvenlikle nasıl bağlantılı olduğunu ve en yakın siyasi/ekonomik müttefiki Kanada’nın nasıl bir tehdit oluşturduğu konusundaki açıklama talebine Trump, Kanada’nın süt ürünlerine uyguladığı gümrük vergisini örnek göstererek karşılık verdi. Trudeau ile Trump arasındaki gerginlik ikili görüşme esnasında iki liderin yüz ifadelerinden de anlaşılırken, Trudeau’nun 1 Temmuz itibarıyla ABD’ye misilleme niteliğinde gümrük vergisi koyacaklarını açıklaması, Trump’ın, en sevdiği mecra olan Twitter üzerinden Kanada Başbakanı’nı “güçsüz ve ikiyüzlü” olarak eleştirmesine neden oldu.

ABD Başkanı’nın bu gayri resmi zirvede tüm liderlerle ikili görüşme gerçekleştirmesi beklenirken, Trump’ın ABD’nin en yakın müttefiklerinden Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May ile görüşmeyi reddetmesi Telegraph’ın “kendisiyle gümrük vergileri konusunda ders verir tonda konuşan May’in okul müdiresi edasından usanan Trump, Kim ile görüşmesinden önce canının sıkılmasını istemiyor” yorumlarına neden oldu. ABD’nin Suriye müdahalesine destek göstermeyen ve Transatlantik anlaşmalarını iptal etme kararına en yüksek perdeden itirazlarını dile getiren Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Trump tarafından “AB’yi, hegemonik gücünün aracı yapmakla” suçlanması, iki NATO lokomotifi ülkenin arasındaki gerginliği de tekrar alevlendirdi. Almanya Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert’in yayımladığı fotoğrafta, Merkel ve diğer liderlerin sandalyede oturan Trump’ı ikna etme sahnesi basında “G7 zirvesinin özeti”  olarak yorumlandı. Almanya Başbakanı Merkel, Trump ile “fark edilebilir görüş ayrılıkları”nın bulunduğunu ifade ederken, güçlü Avrupa vizyonu için ABD’yi kaybetmemenin önemini “liderler, zirvede ticaret konusunda önemli sorunlar hakkında fikir birliği sağlayabildi” beyanıyla dile getirmeye çalıştı.

Şansölye Merkel ile güçlü ve birleşik Avrupa hayalini paylaşan ve bunun için genç yaşına rağmen büyük çabalar gösteren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Trump ile ikili görüşmede bulunabilen ikinci lider olarak son zamanlarda Trump ile aralarındaki yakınlığı tekrar kanıtladı. Fakat bu yakınlık geçen ay içerisinde İran nükleer anlaşmasını sürdürmeye yönelik Macron’un ABD’yi ziyareti gibi pek de Fransız Cumhurbaşkanı’nın beklediği gibi devam etmedi. The Independent’ın zirve öncesi basın toplantısında Trump ve Macron’un tokalaşması sırasında yakaladığı kare; ABD Başkanı’nın, Fransa Cumhurbaşkanı’nın elinde başparmak izi bırakacak şekilde uzun ve sert el sıkışma merasiminin bir güç gösterisi olduğunu gözler önüne seriyor. Macron’un zirveden önceki gün ticari yaptırımların ulusal güvenlikle bağını sorgulaması ve zirve sonrası “Avrupa, ABD Başkanı’nın çıkışlarına mahkûm olmamalıdır. Belki ABD Başkanı bugün uluslararası toplumda yalnız kalmayı dert etmiyordur. Ancak biz de gerekiyorsa sadece altılı olarak devam etmeyi dert etmiyoruz” çıkışı, bu güç gösterisine Trudeau‘dan sonra Macron’un da kesinlikle boyun eğmeyeceğinin göstergesi. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’ın, “Tüm farklılıklara rağmen, bizi birleştiren konular ayıranlardan daha fazla” sözleriyle gelişmiş ekonomilerin işbirliğinin devam edeceği sinyalini vermesi ne kadar yapıcı bir tavır olarak görülse de, Macron’un  ABD’yi G7’den çıkarma tehdidi sonrası ABD Başkanı’nın ortak bildirgeden çekilmesi bu ortaklığın geleceğine gölge düşürüyor.

ABD Hegemonyasının Farklı Yönlere Savruluşu ve Avrupa’nın Duruşu

2017 yılında dünya nüfusunun yüzde 10’unu barındıran, toplam resmi kalkınma yardımının yüzde 70’e yakınını sağlayan ve dünya GSYH’sinin yüzde 32’sini üreten bu yedi ülkenin çizdiği küresel ekonomik ve politik yol haritası, küresel düzende tüm ülkeleri yakından ilgilendiriyor. Fakat diğer ülkeleri daha da ilgilendiren, bu yedi ülkenin kendi aralarındaki rekabet. Zirveye en son katılan lider Trump’ın, ekonomi başdanışmanlarından Larry Kudlow’un deyimiyle Kim Jong-un ile Singapur’da yapacağı görüşme öncesi zayıf görünmemek için Trudeau’ya güç gösterisinde bulunması ve kapanış konuşmasını dinlemeden, iklim değişikliği ve temiz enerji konulu müzakerelere katılmadan ve ortak bildirgeyi imzalamadan zirveden ilk ayrılan olması, ABD Başkanı’nın Batı ortaklığına verdiği önemin azaldığını açıkça ortaya koyuyor. Time Dergisi 18 Haziran’da piyasaya çıkacak sayısında Trump’ı kendini “Kral” olarak gören bir lider şeklinde kapağına taşısa da, ABD Başkanı’nın planı yalnız kalmak gibi görünmüyor.

Sistematik olarak AB’nin ev sahibi olması öngörülmese de, 1997’de Rusya’nın toplantılara dâhil edilmesiyle G8’e dönüşen grubun, 2014’te Kırım’ın ilhakı sonucu Rusya’nın üyeliğini askıya alması ve tekrar G7 düzenine dönmesi toplantının Rusya’nın Soçi şehrinden AB’nin motor şehri Brüksel’e alınmasına yol açtı. Küresel politik sistemin gidişatını belirlemek ve yönetimini üstlenmek isteyen AB’nin, ABD’nin desteğiyle Rusya’yı hegemonya savaşlarından çıkarma çabası uzun senelerdir başarılı şekilde ilerliyor olsa da, ABD Başkanı Trump, bu siyasi zemini her hareketiyle sallamaya devam ediyor. ABD Başkanı zirveye katılmadan önce Beyaz Saray’ın bahçesinden yaptığı basın açıklamasında beklenmeyen bir çıkış yaparak Rusya’nın tekrar davet edilip formatın G7’den G8’e dönmesi gerektiğini ifade etti ve daha da sürpriz bir şekilde, İtalya’nın yeni Başbakanı Guiseppe Conte, bu açıklamayı desteklediğini belirtti. Rusya’ya Avrupa ve ABD tarafından uygulanmaya devam eden ambargoların, Rus ekonomisini yalnızlaştırması ve Batılı değerleri uygulamaya zorlaması öngörülmüş olsa da, G7 Zirvesi’nin düzenlendiği hafta sonu; Rusya’nın, Çin ile ortaklaşa yarattığı Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) toplantısına katılıp “kardeşlik pozları” vermesi, yaptırımların etkisini sorgulatıyor.

Trump’ın, G7 toplantısını tamamlamadan ayrılıp Singapur’a giderek Kuzey Kore lideri ile görüşmesi, Asya’nın ABD stratejik önceliğini Avrupa’dan kaptığını gösteriyor. Bu seneki ŞİÖ toplantısına Hindistan ve Pakistan’ın üye olarak, İran’ın ise gözlemci olarak katılması Batı’nın yakalayamadığı kapsayıcı ekonomik büyüme hedefine Asya entegrasyonunun daha yakın olduğu değerlendirmelerini getiriyor. Dünya nüfusunun yarısını barındıran örgütün iki lokomotifi Çin ve Rusya’nın sağladığı bu işbirliği, Xi Jinping’in Rus lider Putin’i “en iyi ve samimi arkadaş” diye tanımlamasından çok Putin’in, Çin’in yayılmacı politikasından tehdit altında hisseden Xİ Jinping gibi otoriter liderliğiyle bilinen Hindistan Başbakanı Narendra Modi’yi de ısrarıyla ŞİÖ toplantısına katabilmesi, Rusya’nın bu kutuplaşmayı ve artan tansiyonu düşürerek ülkeleri ortak bir stratejide anlaştırabileceği sinyalini açıkça veriyor. G7 hakkında yapılan birçok eleştiri de işte bu toplantıdaki katılımcıların net bir sonuç çıkaramadığı ve fotoğraflardaki kutuplaşmadan da anlaşılacağı gibi üst düzey bir diplomasinin rasyonel ve mantıksal düzlemde sürdürülemediğine dayanıyor. Dünya çok kutuplu bir hal alırken, bu düzende yeni değer belirleyici ve arabulucu olma görevini Batı, bu zirvenin etkisinden de görüleceği gibi kaybediyor. Ortak bildirgede yayımlanan konular ne kadar zirvenin temalarına karşılık gelse de, reel politikada oyuncular elle tutulur hamleler bekliyor. AB’nin kendi iç (hem AB içi hem de G7 içindeki) problemleriyle uğraşırken bu arabulucu ve yön verici görevini kaybetmemesi çok elzem. Nitekim Avrupa değerleri, ülkeler arası diplomasinin daha şeffaf, adaletli ve mantıklı yürümesi bakımından tüm dünya için diğer bütün seçeneklerden daha avantajlı görünüyor. Türkiye özelinden de bakıldığında G7’nin başarısızlığı, Türkiye’nin yüzünü Batı’dan Doğu’ya dönmesi anlamına gelmemeli. Türkiye’nin son dönem dış ilişkilerde tek tarafa bağımlılıktansa birçok aktörle ortaklıklar geliştirmesi çok faydalı olsa da, halen Avrupa değerlerinin özgürlük ve çok yönlü diplomasi için vazgeçilmez olduğu tartışmasız.