Değişim geçirmek istiyorsak bilinçlenmeliyiz
Dünyadaki mevcut çevre kirliliğinin 50%’sinin son 35 yılda meydana geldiğini biliyor muydunuz ya da bu verideki payımızın ne kadar olduğu sorusunu kendinize sordunuz mu? Bu zor soruları sorup sonrasında da bir çırpıda cevaplamak oldukça zor ancak daha iyi bir dünya için çabalamak mümkün. Çabalarımıza destek olacak akademik bilgilere ulaşmak için görüşlerine başvurduğumuz Yıldız Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bestami Özkaya, toplumda farkındalığın artırılması gerektiğini ifade ediyor.
Çevre ile ilgili sorunlar her geçen gün hayatımızı daha fazla etkiler hale geldi. Konu ile ilgili genel bir değerlendirme yapmanızı istesek neler söylemek istersiniz?
Günümüzde çevre sorunları artık ciddi bir boyuta ulaşmış, sosyo-ekonomik konularla da bağlantılı olarak küresel düzeyde etki gösteren ve gelecek nesilleri tehdit eden bir hale gelmiştir. Gündemdeki en önemli sorunlardan biri olarak bilinen iklim değişikliği, aslında küresel çevre sorunlarından sadece bir tanesidir. Hava, içsel su kaynakları, deniz ve okyanus, toprak kirliliğine neden olan tehlikeli atıklar ekosistemdeki canlıların hayatını tehlikeye çölleşme, müsilaj, orman tahribatı, doğal kaynakların tükenmesi, ozon tabakası tahribatı vb. durumlar ise biyoçeşitlilik kaybının yanı sıra canlılığın devamlılığını etkileyen ve en önemlisi de gelecek nesillerin temiz suya erişimi ve gıda güvenliği üzerinde büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
1960’lardan itibaren uluslararası toplumun gündeminde yer alan çevre sorunları yıllar boyunca çeşitli konferanslar ile devam etmiş, 2000 yılında düzenlenen BM Binyıl Zirvesi ve 2015 BM Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi ile önemli uluslararası dönüm noktaları gerçekleşmiştir.
Günümüzde görüyoruz ki, söz konusu durumların çözümünün; belirli kuruluşların veya ülkelerin katkısı ile değil uluslararası düzeyde işbirlikleri ile kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşlarının bir uyum içinde çalışması ve kamuoyu bilincinin arttırılmasıyla birlikte toplumsal sorumluluk sorumluluğun gelişmesinin başarıya ulaşmaktaki önemli boyutları olduğu görülmektedir.
Çevre sorunlarını gündeme getirdiğimizde sürdürülebilirlik kavramı ön plana çıkmaktadır. Kavramın kamuoyunda algılanışı ve etkileri ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?
Sürdürülebilirlik kelimesi hayatımıza ilk olarak Birleşmiş Milletlerin 1987 yılında “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporda girmiş ve sonrasında yıllar boyunca şekillenmeye devam etmiştir. Günümüzde “sürdürülebilirlik” dediğimizde akla ilk olarak çevresel anlamı gelse de sadece çevresel anlamı ile düşünülmemelidir. Sürdürülebilirlik aslında ekonomik, ekolojik ve sosyal bileşenleri bütünsel bir bakış açısından değerlendirmeyi ifade etmektedir. Sürdürülebilirliği sağlamak için bu üç kavram bütünsel bir şekilde değerlendirilmeli ve dengeli bir şekilde yönetilmelidir.
Türkiye’deki çevresel sorunların listesine baktığımızda: orman tahribatı, iklim değişikliğinin doğal ve insan hayatına etkisi, kuraklık, su havzalarının, denizlerin ve toprağın kirletilmesi, hava kirliliği, fosil yakıtlar ve atık sorunları ve en güncel konulardan birisi olarak ise müsilaj karşımıza çıkmaktadır. Bunlar her ne kadar günümüzde gözle görünür etkiler olsa da tehlikeler her zaman çıplak gözle görünür olmayabiliyor. Çevresel sorunların açıkça görülür hale gelmesini beklemek ise bazen müdahale veya çözüm için geç kalmamıza sebep olabiliyor.
Örneğin; Türkiye’nin coğrafi yapısı ve konumuna göre su sorunu yaşamadığına gerçeği yansıtmayan bir algı mevcut. Yeryüzünün 70%’i sularla kaplı olsa da tatlı su rezervi toplam rezervin sadece 3%’ünü oluşturuyor. Rezervlere göre kişi başına yıllık 8 bin metreküpten fazla su düşen ülkeler su zenginiyken, 2 bin metreküpten az düşen ülkeler su kıtlığı yaşayan ülkeler olarak sınıflandırılıyor. Devlet Su işleri verilerine göre Türkiye’de bu miktar kişi başı 1519, yani aslında Türkiye su kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde yer almakla birlikte eğer su kaynaklarının korunması için bir önlem alınmaz ise 2030 yılına gelmeden su fakiri ülkeler kategorisine geçmesi gibi bir riski de mevcut.
Bu konulara ek olarak kamuoyunu bilinçlendirme ve eğitim faaliyetleri önemli bir noktada karşımıza çıkıyor. Kamuoyunun vereceği doğru satın alma kararlarında çevreyi dikkate alması ve etik değerlere saygılı olmasıyla gereksiz tüketim ve israfın önüne geçilebileceğini ve bilinçli tüketici toplulukları oluşturacağımızın altını bir kez daha çizmekte fayda var.
Ülkemizin çevre sorunları konusundaki yaklaşımları ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Sürdürülebilirlik kavramı, 1970’leri sonu itibariyle Türkiye’de ele alınmaya başlanmasına rağmen, resmi kanallar ve sivil toplum aracılığıyla kapsamlı bir şekilde takip edilerek 1978 yılında Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kurulması ile bir dönüm noktasına ulaşılmıştır. Sonrasın 1982 anayasasında yalnızca “çevre koruması” kavramı yer almış, 1990’ların ortasına kadar çevreyi korumaya ve doğal kaynakların yönetimine dair yönetmelikler çıkarılmaya devam edilmiş ve birçok uluslararası anlaşmaya taraf olunmuştur. 2000’li yıllardan itibaren özel sektörün üstlendiği etkin roller sayesinde sürdürülebilir kalkınma kavramları daha geniş kitlelere ulaşması sağlanmış ve faaliyetlerin kapsamı arttırılmıştır.
Türkiye, BM Genel Kurulunun 2015 yılındaki 2030 gündemini gönüllü kabul eden ülkelerden biri olarak, ayrı bir ulusal plan ile Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın gerçekleştirilmesine katkı sunmak yerine SKA’ları ulusal kalkınma stratejilerine etki ederek uygulamayı benimsemiş ve beşer yıllık olan ve 11.’si 2019-2023 yılları arasını kapsayan Kalkınma Planı’nı buna uygun olacak şekilde hazırlamıştır. 2030 gündeminin göstergeler bazında izlenmesinden Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) sorumlu olup, sürdürülebilir kalkınmanın izlenmesi amacıyla 132 alt gösterge ve 10 kategoride 2000 yılından beri ilgili kurumlar ile işbirliği içerisinde gösterge takibi gerçekleştirilmektedir. Küresel gündem değerlendirildiğinde Türkiye’nin ulaştığı düzeyin politika, mevzuat ve strateji alanlarında küresel ortalamadan daha iyi bir seviyede olduğu değerlendirilirken uygulama ve ilerleme boyutlarında bazı alanlarda ortalama düzeyinde olduğu görülmektedir.
İklim değişikliği ile mücadelede önemli bir yere sahip olan ve 2015 yılında COP21’de imzalanan Paris Anlaşması 2016 yılının sonunda yürürlüğe girmiş, Türkiye ise bu anlaşması imzalayan 197 ülkeden biri olmasına rağmen anlaşma 2021 yılının Ekim ayında TBMM’de onaylamıştır. Bu adım sonrasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adı “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı” olarak değiştirilmiş ve İklim Değişikliği ve Uyum Koordinasyon Kurulu kurularak çalışmaların hız kazanması sağlanmıştır.
Yapılan görüşmeler sonrasında uzun dönemli düşük karbonlu kalkınma stratejisinin hazırlanması ve İklim Kanunu gibi konuların ele alınmasının yanı sıra yürütülmesi planlanan 3 milyar 157 milyon dolarlık finansmana sahip tarım, enerji, temiz enerji, inşaat, sanayi, ulaştırma, atık ve mikro-mobiliteye kadar birçok farklı alanda çevre dostu yatırımların desteklenmesine karar verilmiştir.
2022 yılının Şubat ayında gerçekleştirilen Türkiye’nin ilk İklim Şurası’nda ise iklim değişikliğine uyum, yeşil finansman, sera gazı azaltımı, karbon fiyatlama, sosyal politikalar, gibi birçok farklı alanda Türkiye için yeni yol haritaları çizilmiş ve yeşil kalkınma hedeflerine yönelik alınan 217 yeni karar ile ülkemizin iklim değişikliği konusundaki taahhütleri hukuki zemine taşınmış olup, hazırlanacak ve Meclis gündemine sunulacak İklim Kanunu için güçlü bir referans noktası oluşturacaktır.
Bir diğer önemli konu ise İklim Bakanlığı tarafından kurulması planlanan Ulusal Emisyon Ticaret Sistemi ile geliştirilecek karbon fiyatlama mekanizmasından sağlanacak gelir ile sanayilere temiz üretim ve yatırım süreçlerini ilerletmeleri için destek olunması planlanmakta ve Ulusal Yeşil Taksonomi Merkezi’nin oluşturulması hedeflenmektedir.
Çevresel risklerin minimize edilebilmesi ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?
Çevresel riskler insan, doğal ya da bu iki nedenin kombinasyonundan meydana gelebilmekle birlikte eğer dikkate alınmazsa ciddi etki potansiyellerinden dolayı önem arz etmektedirler. Olası durumları nedenleriyle birlikte analiz ederek, zaman ve mekan konularını da dikkate alıp, tehlike varlığı ve olası etkilerini ön görüp, en aza indirmek ve önlemeye yönelik çeşitli prosedürler mevcuttur. Etkili bir analiz ile riskleri minimize etmek için bütünsel bir yaklaşım ile multidisipliner alanların birleştirilmesi gerekmektedir. Bunu özetle; bilimin yanı sıra, kültürel, ekonomik, sosyal ve yasal bağlamları dikkate almak şeklinde de açıklayabiliriz. Risklerin minimize edilmesi için ilk olarak halihazırda bulunan durumun değerlendirilmesi, sonrasında risklerin meydana gelme sıklığı ve olasılıkları, üçüncü adımda ise sağlık ve çevreye etkiler değerlendirilir. Çıkan sonuçların iki eşdeğeri olarak belirtilen olasılık ve zarar riskin düzeyini belirlemekte ve riskleri minimize etmek için bu bileşenlerin biri ya da ikisi de azaltılmalıdır.
Temiz enerjiye ihtiyacımız doğrultusunda gelecek ile ilgili öngörülerinizi alabilir miyiz?
Enerji, günümüzde en hayati ihtiyaçlardan birisi haline gelmiş ve talepleri karşılamak için geliştirilecek yeni üretim süreçleri de günden güne artmaktadır. Bu nedenle kalıcı çözümlerin bulunması için enerji problemlerinin doğru tanımlanması, çözümlerin ve mevcut enerji teknolojilerinin değerlendirilmesi ve zararlı bulunan teknolojilerin kullanımının sınırlandırılması hatta durdurulması gerekmektedir. Fosil yakıtlar, sonsuz kaynaklar olmamakla birlikte sınırlı kullanıma ve tükenme potansiyeline sahiptir. Ayrıca kullanımı sonrasında iklim değişikliği ve çeşitli çevre sorunlarına sebebiyet veren sera gazı salınımı nedeniyle kritik problemlere neden olmaktadırlar.
Son yıllarda birçok ülkede enerjinin 100%’ünü yenilebilir kaynakları kullanarak sağlamaya yönelik geliştirilen hareketler ve 2018 küresel enerji kapasitesine bakıldığında yenilenebilir enerji kaynakları bunun üçte birinden fazlasını oluşturmakla birlikte, doksandan fazla ülkede 1 GW’dan fazla bir güç kapasitesi kurulduğu görülmektedir. Bu ülkelerin birçoğu yerel enerji sektör hedeflerini %100 yenilenebilir enerji kaynak kullanımı olarak belirlemişlerdir.
Buna örnek olarak yapılan çalışmalar neticesinde Türkiye’deki fosil kaynakların tüketimi gün geçtikçe azalmakta olduğu hatta elektrik üretimi için kullanılan oran 2007 yılında bu yana yaklaşık olarak %15’lik bir düşüş göstererek %67’ye ulaştığı görülmektedir. 2019 yılı TEİAŞ verilerine göre Türkiye’de en çok kullanılan yenilenebilir enerji türü rüzgâr ve güneş enerjisi olurken, yenilenebilir enerji üretimin payının ise %19’lardan %32’lere yükseldiği belirtilmiştir.
Türkiye’de yüksek potansiyele sahip yenilenebilir enerji kaynakları ile temiz enerjiye geçişin sağlanması ve enerji talebinin yenilenebilir üretim ile karşılanması uzun vadeli planlarla mümkündür. Bu geçişi hızlandırmak ve temiz enerji, temiz bir dünyada yaşamak için tabanda ulusal/küresel küresel/yerel seviyeye doğru birçok adım atılmasının yanı sıra toplumda enerji kontrolü bilincini ve uygulamasını artırmak, ulaşımda, ısıtma ve elektrik üretiminde yenilenebilir enerjiyi desteklemek de bu konuda atılacak önemli adımlar olacaktır.
Ülkemizin çevre sorunları konusundaki yaklaşımları ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Dünyadaki mevcut çevre kirliliğinin 50%’sinin son 35 yılda meydana geldiği yapılan son araştırmalar neticesinde ortaya konulmuş ve bu artışın en önemli kaynaklarından birisinin de hızlı nüfus artışı olduğu belirtilmiştir. Türkiye’de OECD ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış oranına sahip ülkelerden biri olmakla birlikte yapılan nüfus tahminlerine göre 2025 yılında 92 milyona yakın bir nüfusa sahip olabileceği tahmin edilmektedir. Nüfus artışında beraberinde birçok sorunu getirmekle birlikte oluşturulacak plansız kentsel yaşam alanları yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Türkiye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, çevre sorunları başlığında hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, atıklar, gürültü kirliliği, doğal çevrenin tahribatı konularına ilişkin her sene “TÜRKİYE ÇEVRE SORUNLARI VE ÖNCELİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU” yayımlamaktadır. Bu raporun 2019 yılı verilerine göre Türkiye’de 27 ilde hava kirliliğinin, 27 ilde su kirliliğinin, 25 ilde atıkların, 2 ilde ise gürültü kirliliğinin birinci öncelikli çevre sorunu olmakla birlikte öncelikli çevre sorunlarının hava kirliliği, su kirliliği ve atık sorunları olduğu belirtilmiştir.
Hava kirliliğinin en önemli kaynağı evsel ısınma olarak görülürken bunu maden işletmeleri, karayolu trafiği, imalat sanayi işletmeleri, termik santraller, izlemektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda Türkiye’nin farklı illerinde vatandaşlar Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa Birliği (AB) limitlerinden fazla hava kirliliğine maruz kalmaktadır. Yapılandırılacak vergi sisteminin emisyonları da dikkate alacak şekilde konumlandırılması ile hava kirliliğinin azaltma çalışmalarına katkı sağlanabilinir.
Su kirliliği; toplamda 73 ilde önemli kirlilik olarak öne çıkmakla beraber hidrolojik havzalar dikkate alındığında Meriç-Ergene, Susurluk-Gediz, Kızılırmak-Yeşilırmak, Doğu Karadeniz-Çoruh ve Van Gölü Havzalarında kirliliğin yoğunlaştığı belirtilmiştir. Havzalarımızın yarısının su kalitesinin çok kirli su niteliğinde sayılan 3. ve 4. Sınıf su olduğu belirtilmiştir. Arıtılmadan alıcı ortamlara deşarj atıksuların entegre çözümler ve uygun artıma yöntemleriyle kontrol altına alınması gereklidir.
Atık sorununun başlıca kaynağı, evsel atıkların vahşi (düzensiz) depolanması olmakla beraber bazı illerimizde mevcut düzenli depolama tesisi bulunmasına uzaklık, aktarma istasyonlarının eksikliği vb. sebeplerle ilçelerde düzenli depolama yapılamamakta, bazılarında ise düzenli depolama tesisi bulunmamaktadır. Bunun dışında bir kısım illerimizde hayvancılık kaynaklı atıklar, mermer ocakları atıkları ve hafriyat atıkları sorun oluşturmaktadır. Ayrıca yeterli alt yapı endüstri ve sanayi alanları önemli çevre kirliliklerinin yaşanmasına neden olmakta, bu alanlarda meydana gelen atıkların uygun bertarafının ve denetiminin yapılmaması sorunun giderek büyümesine yol açmaktadır. Tüm atık tiplerinin uygun bir şekilde ayrıştırılması, geri kazanım ve bertarafı sağlanmasından önce genel ilkeler doğrultusunda atıkların öncelikli olarak kaynağında azaltılması, geri kazanımı, enerji geri kazanımı ve son olarak bertaraf yöntemlerine yöneltilmesi gerekmektedir.
Bu kirliliklere ek olarak önemli olan bir diğer kirlilik ise tarımsal faaliyetlerde düzensiz ve bilinçsiz ilaç ve kimyasal gübre kullanımı ile hem toprak hem de yer altı su kaynaklarının kirlenmesine yol açılmasıdır.
Ülkemizin sürdürülebilir kalkınmasında çevre korumanın yadsınamaz bir önemi mevcuttur. Yapılacak yatırımlar, araştırmalar, alt yapı geliştirmelerinin yanı sıra çevre sorunlarının ve önceliklerinin öneminin ulusal ve yerel karar vericilerin de desteğiyle birlikte toplumda farkındalığının arttırılmasının önem arz ettiği söylenebilir.
Çevresel riskler doğrultusunda ülkemizi bekleyen tehlikeler ile ilgili bilgi alabilir miyiz?
Küresel iklim değişikliğinden kaynaklanan pek çok etkiyi halihazırda ülkemizde görmekteyiz. Bunlar örnek vermek gerekirse; biyoçeşitliliğin azalması, ekosistemin değişmesi, ani ve şiddetli yağışlar, seller, verimli ovalarımız gitgide çölleşmesi, nehirlerimizin ve göllerimizin kuraklıkla karşı karşıya kalması, tarımsal üretimin çeşit ve miktar olarak azalması, yeraltı kaynak sularımızın azalması, mevsim normallerinden farklı sıcaklık değerleri diye kısaca özetleyebiliriz.
IPCC tarafından yayımlanan ve ulusal ve uluslararası bilimsel model çalışmalarına dayanan Dördüncü Değerlendirme Raporu’nda Türkiye ise yıllık ortalama sıcaklık artışının gelecek yıllarda 2,5°-4°C, Ege ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde 4°C’yi, iç bölgelerinde 5˚C’yi bulacağının tahmin edildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Türkiye’nin kuraklık ve sıcak hava dalgalarının meydana geleceği gün sayısının artacağı ama aynı zamanda da yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağı da belirtilmiştir. Bu değişikliklerin toprak yapısında bozulma, kıyı erozyonu ve sel şeklinde farklı senaryolara neden olarak gıda üretimi ve güvencesi için önemli olan doğal kaynaklar üzerinde olumsuz etkiler yaratmasının olası olacağından bahsedilmiştir. Tüm bu girdiler dikkate alındığında, Türkiye’deki ekosistemin bozulmasının da olası olacağı ve bu senaryoların önüne geçmek için beş önemli alan odaklanılarak çözümler üretilmesi ve bir an önce harekete geçilmesi önem arz etmektedir. Bu beş alan ekosistem ve biyoçeşitlilik, doğal afet ve risk yönetimi, tarım ve gıda güvencesi, ormancılık ve insan sağlığı şeklinde sıralanabilir.
Yıldız Teknik Üniversitesi olarak çevre konusunda geliştirdiğiniz projeler ile ilgili bilgi alabilir miyiz?
Büyük boyutları ve nüfusları ile adeta küçük bir şehir gibi olan üniversitelerin, kendi faaliyetlerini gerçekleştirirken çevresel, sosyal ve ekonomik açıdan ortaya çıkan olumsuz etkileri en aza indirmek için çalışan, paydaşlarına yaşanabilir bir yeşil kampüs sunan ve topluma sürdürülebilirlik konusunda öncülük eden bir üniversite olmayı ilke edinmeleri önemlidir. Bu ilkeleri amaç edinen YTÜ üniversite hayatında her şey kampüste başlar, mottosuyla birlikte konumlandırdığımız “Yaşayan Kampüs” Davutpaşa Yerleşkesi, öğrencilere tarihi ve doğal bir mekânda eğitim olanağı sunmaktadır. Yeşil alanların korunduğu, kaynak verimliliği ve sürdürülebilirlik ilkelerinin benimsendiği, yaya öncelikli engelsiz bir kampüs olma öğelerini içeren yerleşke; çevreyle, insanla ve gelecekle dost bir yapıda varlığını sürdürmektedir. Kampüs çevresinin iyileştirilmesi ile kampüs sakinlerinin ve çevresinin refahının artırılması hedeflenmektedir. Yeşil kampüs yaklaşımı ile bölgesel çevre sorunlarına çözüm getirme, iklim değişikliği etkilerinin azaltılması, afet yönetimi, kendine yetebilen enerji sistemi, atık yönetimi, suyun korunumu ile ekolojik farkındalık yaratarak sürdürülebilir kampüs özelliğini taşımaktadır.
Kampüsteki su yönetiminde suyun doğal döngüsünün devam ettirilmesi için geçirimli yüzey alanları genişletilmiş, drenaj iyileştirilmiş ve yeşil alan miktarı artırılmıştır. Geçirimli kaldırım yüzeyleri, yürüme yolları ve ızgara sistemleri ile sert yüzeylerdeki su akışı engellenmekte böylelikle sert yüzeylerden kirlenerek akan ve kaynağı belli olmayan kirlilik olarak tanımlanan kirlenmenin önüne geçilmektedir. Yağmur suyunun geçirimli yüzey aracılığı ile doğal döngüsünün devam ettirilmesi sayesinde suyun kanalizasyon sistemiyle barajlara gönderilerek arıtma işlemi için kullanılan enerji ve maliyetten tasarruf edilmekte ve kampüs içi sulama için kullanımı sağlanmaktadır.
Flora ve faunanın korunması ve çeşitlendirilmesi, hayvan koruma barınaklarının uygun alanlara konumlandırılması, geri dönüşüm bilincini kazandırmak amacıyla atık toplama bölgeleri oluşturulmuştur. Ayrıca Yıldız Teknik Üniversitesi, 2018 yılından beri Sıfır Atık projesinin bir parçası olarak, İstanbul’da sıfır atık belgesi alan ilk devlet üniversitesidir.
Engelsiz yaşam anlayışı ile kampüsteki hayat her yaştaki engelli kullanıcılar için rahat ve yaşanabilir biçimde düzenlenmiştir. Ayrıca kampüste, açık ve kapalı spor alanları, yürüyüş yolları ve bisiklet parkurları, peyzaj estetiği ile bütünlük oluşturan doğal yaşam alanları, atık suyunun ve yağmur suyunun kazanılması için kullanılan doğa dostu inşa malzemeleri, yeşil enerji destekli aydınlatma gibi uygulamalar ön plana çıkmaktadır.
Yürütülen çalışmalar kapsamında, üniversitemiz binalarında, bina tasarımları enerji tüketimini minimize edecek şekilde tasarlanmış; elektrik tüketen aletlerin kullanımının gerekli olduğu noktalarda ise enerji tasarruflu aletlerin kullanımı tercih edilmiştir.
Benzer bir durum, havalandırma sistemleri için de söz konusudur. Bina tasarımları sayesinde hava akışı sağlıklı bir biçimde gerçekleşebilmekte ancak ısı kontrolü ve havalandırmanın doğal yollarla gerçekleşmesinin yetersiz kaldığı noktalarda enerji verimliliği yüksek “inverter” teknolojili iklimlendirme sistemleri kullanılmaktadır. Laboratuvar, fakülte mutfakları gibi alanlarda kullanılan soğutucu gibi cihazların “A sınıfı” sertifikasına sahip enerji tasarruflu cihazlar olmasına özen gösterilmektedir. Kampüste en sık kullanılan elektronik aletlerden olan bilgisayar ve yazıcılar da, bir enerji tasarrufu standardı olan ve ürünün öngörüldüğünden %20-30 arasında daha az enerji tükettiğini gösteren Energy-Star belgesine sahiptir.
Enerji tüketiminin minimize edilmesinde ve binaların güvenliğini sağlamadaki en önemli hususlardan bir diğeri ise akıllı bina uygulamalarıdır. Kampüsümüzdeki tüm binalar ile bahçe alanları kameralar ile takip altındadır. Bu sayede hırsızlık, yangın gibi sorunlara anında müdahale edilebilmektedir. Tüm binalarda bulunan yangın alarmları ile İş Sağlığı ve Güvenliği standartları kapsamında hazırlanmış yönlendirme tabelaları sayesinde, afet anında minimum hasar ile tahliye hedeflenmektedir.
Elektrik tüketiminin anlık takibini yapabilmek üzere sayaçlar, elektrik kaçaklarının önüne geçebilmek ve elektrik kaçağı olması durumunda kendi kendini devre dışı bırakabilecek sigorta sistemleri, kampüsümüzdeki elektrik altyapısının temel iki ögesidir.
Bu uygulamalara ek olarak YTÜ Temiz Enerji Enstitüsü tarafından yürütülecek olan “Davutpaşa Kampüsü 3 MW Enerjisi Santrali” kampüse yerleştirilecek güneş panelleri ile kampüste kullanılacak olan elektriğin %30’unu temiz enerjiden sağlanması hedeflenmektedir.
Yıldız Teknik Üniversitesi sürdürülebilirlik çalışmaları yerleşke ve altyapı, enerji ve iklim değişikliği, atık, su, ulaşım, eğitim ve araştırma olmak üzere altı ana başlık altında yürütülmektedir. Ayrıca her yıl sürdürülebilirlik komisyonunca yıllık Sürdürülebilirlik Raporu hazırlanıp yayınlanmakta böylelikle güncel durum değerlendirilmekte ve sürekli izleme yoluyla iyileştirmeler yapılmaya devam edilmektedir.
Üniversitemizin eğitim ve araştırma faaliyetlerinin öncelikleri arasında öğrencilerimizin sürdürülebilirlik alanındaki sorunlara inovatif çözümler bulmaları ve Dünya’da iz bırakacak çalışmalara öncülük etmeleri gelmektedir. Üniversitemizde, öğrencilerimize lisans derecesinden doktora derecesine kadar sürdürülebilirlik, geri dönüşüm, atık yönetimi, sürdürülebilir kalkınma ve buna benzer birçok alanda geniş bir ders portföyü sunulmaktadır.
YTÜ bünyesindeki araştırmacıların SKA’lar kapsamında yaptığı tüm çalışmalara AVESIS “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları” modülü üzerinden ulaşılabilmekte ve gerçekleştirilen yayın, proje, tez ve benzeri faaliyetlerin uluslararası düzeyde görünür olmasını sağlayarak bu hedeflere yaptıkları katkıların etki düzeyinin artırılmasını desteklenmektedir.
2021 yılında, kurumların iş süreçlerini ve yürüttükleri faaliyetleri ulusal ve uluslararası standartlara ve hedeflere uygun şekilde yürütmesi ve bu süreçlerin izlenmesi ve değerlendirilmesi için YTÜ tarafından “YTÜ Greenstars Sürdürülebilirlik Modeli” oluşturulmuştur.KASIM2022