Çok Taraflı Küresel Ticaret Sisteminin Krizi:AB’den “Zorlayıcı Eylemlere Karşı Ticari Araç”

Ahmet Emre Usta, İKV Uzman Yardımcısı

Son yıllarda jeopolitik gerilimlerin hızla arttığı uluslararası arenada, İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen küresel çok taraflı ticaret sisteminin artık eskisi gibi işlemediği ve ticaretin giderek daha fazla bir silah olarak kullanıldığı görülüyor. Nitekim son beş sene içerisinde, Donald Trump döneminde ABD ve Çin arasında başlayan ticaret savaşı, devletlerin giderek tek taraflı ticaret tedbirlerine başvurması, COVID-19 salgını sonrasında sınırlar arası ticarette yaşanan aksaklıklar veya Rusya’nın Ukrayna savaşı sonrasında kendisine uygulanan yaptırımlara yanıt olarak doğal gazı kesmesi gibi küresel ticareti doğrudan etkileyen birçok gelişme yaşandı. Şüphesiz AB de yaşanan gelişmeleri dikkatle izledi ve bu doğrultuda dış politikasını ve dış politikasının en güçlü aracı olan ticaret politikasını dönüştürme arayışı içine girdi. Yeniden şekillenen uluslararası sistemde kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışan Birlik, 18 Şubat 2021 tarihinde “stratejik özerklik” kavramı üzerine inşa edilen yeni ticaret stratejisini açıkladığından beri, küresel ticarette yaşanan sorunları ve değişen jeopolitik dengeleri dikkate alan bir yaklaşım izlemeye başladı. Tam bu noktada AB Konseyi ve AP’nin, 23 Mart 2023 tarihinde, üçüncü ülkelerden gelen ekonomik zorlama girişimlerine karşı AB’nin mücadele gücünü arttırmayı amaçlayan bir “Zorlayıcı Eylemlere Karşı Önlem Mekanizması” (Anti-coercion Instrument-ACI) üzerinde anlaşmaya varması, AB’nin stratejik özerkliğini güçlendirme çabasının son halkasını oluşturuyor.

Ekonomik zorlama; üçüncü bir devletin ticareti veya yatırımı etkileyen tedbirler uygulayarak AB’nin veya bir Üye Devletin eylemlerini durdurmaya veya değiştirmeye çalışması veya meşru egemen tercihlerine müdahale etmesi olarak tanımlanıyor. Ekonomik zorlamaya yanıt olarak üçüncü ülkeye uygulanabilecek tedbirler arasında; gümrük vergilerinin arttırılması, ticaret kısıtlamaları veya kamu alımları tedbirleri gibi karşı önlemler yer alıyor.

ACI’nin işleyişine bakıldığında, ilk aşamada Komisyon, bahsi geçen tanım uyarınca, AB’ye veya herhangi bir Üye Devlete karşı bir ekonomik zorlamanın olup olmadığını araştıracak. Komisyonun herhangi bir ekonomik baskının varlığını tespit etmesi durumunda, bunun kabul edilmesi için Konseyin nitelikli oy çoğunluğu aranacak. Daha sonra Komisyon, üçüncü ülkenin ekonomik zorlama girişimine karşılık bir karşı önlem paketi önerecek. Paketin onaylanmasındaki son söz yine Üye Devletlerde olacak ve paket Konseyin nitelikli oy çoğunluğuyla kabul edilebilecek.

İşlemeyen Çok Taraflı Ticaret Sistemi: Küreselleşmenin Sonu mu?

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel ekonomik sistemde piyasaların serbestleştirilmesi, ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ve ticarette ayrımcı olmayan muamelenin küresel çapta yaygınlaştırılması süreci durmaksızın devam etti. 1995 yılında DTÖ’nün kurulması, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve 2001’de Çin’in DTÖ’ye katılması gibi gelişmeler, bu süreci güçlendirdi. Küreselleşme artık geri döndürülemez bir olgu olarak görülüyordu. Ancak bugün küresel ticaretten herkesin kazanacağı inancının ve DTÖ’ye duyulan güvenin azalması, ABD ve Çin gibi büyük ekonomik aktörlerin rekabeti ve küresel belirsizliklerden dolayı bu sistem artık eskisi gibi işlemiyor.

Küresel ekonomik sistemin işlerliğinin dünya çapında sorgulanmaya başlaması 2008 ekonomik krizine kadar gidiyor. Nitekim kriz sonrası “ticaretin kaybedenleri” söylemi büyük bir güç kazandı ve küreselleşmenin artan işsizlik, yükselen fiyatlar veya düşen ücretlerin en büyük nedeni olduğu fikri giderek yaygınlaştı.

Küresel güç dengesindeki değişim, büyük aktörler arasındaki rekabeti tetikledi. 2000’li yılların başında, Çin’in DTÖ’ye katılmasının küresel ticaret sistemini daha entegre ve istikrarlı hâle getireceği ve Çin’in kontrollü ekonomisinin zaman içerisinde piyasa ekonomisine evrileceği görüşü hakimdi. Ancak süreç beklendiği gibi işlemedi. Çin giderek ekonomik ve siyasi ağırlık kazanırken DTÖ kurallarındaki boşlukları kendi lehine etkin bir şekilde kullandı, pazarını üçüncü ülkelere yeterince açmadı ve verdiği sübvansiyonlarla sanayisini güçlendirdi. Donald Trump ve hatta Barack Obama yönetimlerinin söylem ve eylemlerinde görülebileceği üzere, Çin’in küresel ticaretin kurallarına göre oynamadığı görüşü, ABD’nin küresel ticaretteki eylemlerini etkiledi. İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel ekonomik düzenin kurucusu olan ABD için artık ortak ekonomik çıkarların merkezi bir öncelik olmadığı bir gerçek. Nitekim Amerikalı ihracatçılara zarar verdiği ve küresel ticareti sekteye uğrattığı düşüncesiyle uzun bir süredir sübvansiyonları engellemeye çalışan ABD, mevcut durumda kendi sübvansiyon mimarisini inşa etmeye çalışıyor. 430 milyar dolarlık devasa bir bütçeye sahip olan Enflasyonu Düşürme Yasası bunun bir örneği. Ayrıca Biden yönetiminin Trump döneminde uygulamaya koyulan yüksek gümrük tarifelerini sürdürmeye devam ettiğinin de altını çizmek gerek.

Bütün bu gelişmelere ek olarak DTÖ reform sürecinin tıkanması ve 2019’dan beri ABD’nin DTÖ’nün Temyiz Organı’na yeni üye atamaması nedeniyle kurumun uyuşmazlık çözüm mekanizmasının kilitlenmesi, çok taraflı ticaret sisteminin veya küreselleşmenin sonuna mı gelindiğine dair soru işaretlerini beraberinde getirdi.

Ekonomik Gücün Siyasi Baskı Aracı Olarak Kullanılması: Litvanya Örneği

20 yıldan fazla süredir çok taraflı ticaret sisteminin bütün nimetlerinden yararlanan Çin, ekonomik gücünü artık küresel düzlemde bir baskı aracı olarak kullanmaya başladı. Bunun AB açısından en somut örneği Litvanya-Çin gerilimi oldu. İki ülke ilişkilerindeki tansiyon, Litvanya’nın 9 Ağustos 2021 tarihinde başkenti Vilnius’ta Tayvan’ın kendi adıyla temsilcilik kurmasına izin vermesinin ardından yükseldi. Bu kararı “Tek Çin” ilkesine ve Tayvan adasındaki egemenlik haklarına bir saldırı olarak değerlendiren Çin, Litvanya’daki büyükelçisini geri çağırdı. Çin’in 21 Kasım 2021 tarihinde Litvanya ile olan diplomatik ilişkilerini maslahatgüzar seviyesine indirmesi, Litvanya’nın ise 15 Aralık 2021’de Pekin Büyükelçiliğini kapattığını bildirmesi ikili ilişkileri durma noktasına getirdi.

Litvanya ve Çin arasında diplomatik olarak başlayan krizin etkisi, en fazla Litvanya’nın Çin’e olan ihracatında kendisini gösterdi. Komisyona göre Çin, Aralık 2021’den bu yana, Litvanya’nın Çin’e olan ihracatına karşı ayrımcı ve ihracatı zorlaştıran önlemler uyguluyor. Litvanya menşeli, Litvanya limanlarından ve/veya Litvanya’ya başka bir bağlantı üzerinden geçiş yapan ürünlerin ithalatçıları, mallarının Çin topraklarına girmesi konusunda çeşitli kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor. Bu kısıtlamalar; Çin gümrük makamlarının gümrük işlemlerindeki gerekli verileri girmek için kullandıkları BT sistemlerindeki hata mesajları, gümrük işlemleri sırasında Çin limanlarında bloke edilen konteynerler ve Çin gümrük yetkililerinin gümrük işlemleri taleplerini zamanında gerçekleştirmemesi veya hiç işleme koymaması şeklinde gelişebiliyor. Ayrıca Çin gümrük makamlarının uygun bir gerekçe olmaksızın, Litvanya makamları tarafından verilen sağlık ve bitki sağlığı sertifikaları kapsamındaki çeşitli ürünler için gümrük işlemlerini reddetmeye başlaması ve bu yasakları resmî hâle getirmesi, Komisyonun altını çizdiği bir diğer problem olarak ön plana çıkıyor. Çin gümrük istatistikleri, Litvanya’dan Çin’e yapılan ihracatın 2022 yılının Ocak – Ekim ayları arasında bir önceki yıla göre %80 düştüğünü gösteriyor.

Sonuç ve Değerlendirme

Uluslararası sistem köklü bir değişim geçiriyor. Küresel tehditler artıyor ve İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen barış ortamı giderek bozuluyor. Savaş sonrası oluşturulan küresel ekonomik sistem bugünün gerçeklerini yansıtmıyor. Aslında COVID-19 ve Rusya-Ukrayna Savaşı bu gerçeğin daha net bir şekilde görülmesine neden oldu.

Küreselleşmeye duyulan inancın azalması, ABD-Çin gibi büyük aktörlerin rekabeti, DTÖ’nün işlevini yitirmeye başlaması gibi birçok olgunun üzerine ekonomik aktörlerin giderek daha fazla korumacı önlemlere başvurması ve ekonomik gücü bir baskı aracı olarak kullanmaları, küresel çok taraflı ticareti sisteminin büyük bir çıkmaza girdiğini gösteriyor. Geleneksel olarak çok taraflılıktan yana olan AB, DTÖ’de işleyen bir uyuşmazlık çözüm sisteminin yeniden tesis edilmesi ve kurumun müzakere işlevinin canlandırılması gerektiğini sıklıkla vurgulasa da belirsizliklerle dolu mevcut konjonktürde dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı kendi cephanesini genişletiyor. Nitekim Litvanya örneğinde görülebileceği üzere, AB gerçekten de dışarıdan gelen zorlama girişimlerine maruz kalabiliyor ve Birliğin bu girişimlere karşılık verebileceği bir aracı bulunmuyor. Bu noktada ACI, çok taraflılığın işlemediği bu yeni düzende AB’nin cephanesine eklediği yeni silahlardan sadece bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor. ACI hakkında AP’nin Konsey ile müzakerelerindeki pozisyonunu temsil eden Bernd Lange’ın “bu gerçekten su tabancası değil, bir silah ve bazen kullanılmayacağını bile bile masaya bir silah koymak gerekir” ifadesi, AB açısından durumu özetler nitelikte. Ancak altını çizmek gerekir ki ACI, ilk aşamada diyalog yolunu kullanmayı ve üçüncü ülkelerden AB ülkelerine uygulanan zorlayıcı tedbirlerin bu şekilde hafifletilmesi veya sona erdirilmesini amaçlıyor. Ancak çözüm olmaması durumunda AB’nin ilgili üçüncü ülkeye son çare olarak herhangi bir karşı önlem uygulayabilmesine olanak sağlıyor.MAYIS2023