Dünyada altın potansiyeli en yüksek ikinci ülkeyiz
Türkiye’nin altın madeni rezervlerinin ülke ekonomisine kazandırılması için yapılan çalışmalar başarıya ulaştıkça, yeni yatırımlar devreye giriyor. Ülkemizde altın madeni rezervlerinin ekonomiye kazandırılması noktasında yer alan önemli yatırımcı firmalardan biri olan Tüprag, iki sahada yaptığı yatırımlarla faaliyetlerine devam ediyor. Sektörün bugünü ve geleceği ile ilgili görüşlerini aldığımız Tüprag Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yılmaz, Türkiye’nin değerli metal varlıklarını ileri teknolojilerle ekonomiye kazandırmayı hedeflediklerini belirtti.
Maden kanununda yapılan değişiklikler ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?
Maden kanunda yapılan değişiklikler öncesi sektörün taslak hazırlanma görüşmelerine davet edilmesi ve fikirlerinin alınması, sektör temsilcilerinin sorunlarının dinlenmesi bu anlamda bizler için olumlu şekilde gelişmiştir. Örnek vermek gerekirse madencilik faaliyeti için alınan izinlerin otomatik olarak temditi konusu önemli bir gelişmedir. Bunun yanında hâlihazırda ufak tefek bazı sorunlara yol açabilecek değişiklikler var olsa da karşılıklı iyi niyetle çözüm bulunamayacak hiç bir konu bulunmadığını düşünüyorum.
Altın madenciliği özelinde değerlendirecek olursak eğer, değişen kanunla ilk dikkat çeken noktalardan bir tanesi, altın madenciliğine biraz külfet getirecek olmasını söyleyebiliriz. Ancak şüphesiz ki bazı noktalarda ülke menfaatini de gözetmemiz gerektiğini hatırlamalıyız.
Ülkemizde altın üretiminin artırılması için çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmaların sektöre yansıması ile ilgili bilgi alabilir miyiz?
Burada Prof. Dr. Ayhan Erler’i anmamız gerekiyor ki ODTÜ’den hocamdır aynı zamanda. Kendisinin 1991 yılında yaptığı modelleme çalışmasında Türkiye’de 6500 ton metal altın potansiyelinin, –rezervle karıştırmamak lazım- olduğundan söz etmişti. Ve o günlerde tek başına 100 ton altın rezervine sahip yatakların olabileceğinden söz ediyordu ve Kışladağ Altın Madeni bundan sonra bulunmuştur ki bu Sayın Erler’in görüşünü kanıtlar niteliktedir. Bu çalışmaya göre dünyada potansiyeli en yüksek ikinci ülkeyiz Güney Afrika’dan sonra.
Bence özellikle metal fiyatlarının da bunu desteklemesiyle, eğer Türkiye aramalara ve özel sektöre bu anlamda yol açarsa ki genel yaklaşımın o yönde olduğu gözüküyor. Bu gidişatla Türkiye’nin mevcut altın madeni potansiyelinin rezerve dönüşmesi yönünde çok büyük bir geleceğe sahip olduğunu düşünüyorum. Yani biz bu 6500 tonun yuvarlak hesapla yaklaşık 700-800 tonunun nerede olduğunu biliyoruz. Ama bunun tamamını bulup ekonomimize kazandırdığımızda gerçekten çok büyük bir rakam elde edilecektir. Türkiye’nin kültüründe de altının yeri gerçekten çok önemli. Dolayısıyla Türkiye ne kadar çok kendi altınını üretirse, biz o kadar miktarda doların yurtdışına gitmesini engellemiş oluruz. Bu sektörün bu anlamda da önemli bir rolünün olduğu ortaya çıkmış oluyor.
Altın üretimi söz konusu olduğunda, çevre ile ilgili konular gündeme gelmektedir. Son yıllarda bu konuda yapılan çalışmaların sağlıklı yürütülmesi sonucu, kaygıların azaldığını gözlemliyoruz. Çevre hassasiyeti ve çevreye etki ile ilgili yapılan çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
Maden projesinde aramanın ilk gününden, işletmeye geçilen güne kadar ve işletme aşaması da dahil, yöre halkı şunu daima bilmek isteyecektir: Geçmişte ne yapıldı? Bugün ne yapılıyor? Bir sonraki aşamada ne yapılacak? Bunları çok iyi anlatmak lazım. Bunları anlatmanın da en önemli yolu, özellikle kırsal kesimde vatandaşa anlatmanın yolu köy kahveleridir. Köy kahveleri, ısrarla sunumların yapılması gereken, ısrarla görsellerin gösterilmesi gereken çok önemli mekanlardır. Aslında politikacılarla bizim bu anlamda ortak noktalarımız oluşuyor. İletişimin en iyi kurulacağı yerler, bu mekanlardır. Hatta kadın jeoloji mühendisi veya maden mühendisleri aracılığıyla evlerde de toplantılar yapılıp, kadınların özellikle bilgilendirilmesi çok çok önemlidir. Çünkü kadın daima bizim toplumumuzda, görünenin tam aksine, direksiyonda oturur. Ve kadının bilgilenmesi, kadının yuvası ve çocuğu için endişelenmesinin önüne geçilmesi temel koşuldur. Onun içindir ki ben bizzat köylerdeki ana kanaat önderlerinin evlerinde sunumların, projelerin anlatılmasının çok büyük önem taşıdığını görüyorum. Bunu bizzat yapmış olmanın başarıya götürdüğünü söyleyebilirim.
Genel olarak biz madenciler şu tavrı takınmalıyız bence: Önce insan. İnsanın sürekliliğini, sürdürebilir yaşamını, sağlıklı bir çevre içerisinde olmasını birinci öncelik olarak tuttuğumuzu göstermeliyiz. Sonra doğa içindeki bütün canlılar yani flora, fauna… Tabi ki yine en başta insan, gerekli bütün önemlerin alındığını ve bu önlemlerin uygulanacağını temel prensip edindiğimizi anlatmalıyız. Son olarak da madencilik ve para kazanıp, kazandığımız parayı paylaşmayı burada yaşayan insanlara, sadece lafla değil gerçekleştirilen işlerle de göstermek zorundayız.
Ben her zaman şunu söylerim: Türk toplumu, Allah’tan başka gözüyle görmediği hiçbir şeye inanmaz. Mutlaka göstermek zorundasın, kendi gözüyle, hatta fiziksel olarak dokunuşuyla bunu hissetmesi lazım. Aksi takdirde söylediklerinizin birçoğu havada kalacaktır. Ve yöredeki insanların yaşamına refah katacağına olan inancı ancak bu şekilde oluşabilir. Başka türlü oluşması mümkün değildir.
Tabi ki sivil toplum örgütlerinin kontrol mekanizması, sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu baskı; yatırımcıyı, bizim sektörümüzdeki oyuncuları hiç şüphesiz doğruya doğru yönlendirecektir. Buna hiç itirazım yok. Hatta biz hep şunu söyledik: Devlet size bütün izinlerinizi vermiş olabilir. Her türlü ruhsatı almış olabilirsiniz. Paranız da olabilir. Yatırımın her şeyini organize etmiş olabilirsiniz. Ama unutmayın o yörede yaşayan insanlar, köylüsü, sivil toplum örgütü, sizin orada ne yaptığınızı bilme hakkına sahiptir. Evinin arka bahçesinde çalışıyorsunuz, “sizi ilgilendirmez kardeşim ben ruhsatı aldım, size de hiçbir şey anlatmak zorunda değilim” dediğiniz an, filmin koptuğu yer oluyor. İnsanların ne olup bittiğine dair bilme hakkı var. Eğer insanlar bilirse sizin yaptığınızdan hiç endişe duymayacaktır. İnsanlar daima bilmediğinden korkar ve bilmediğine karşı da inanılmaz tavırlar ve savunma mekanizmaları geliştirebilir. Bizim korkuyu yenmemizin tek yolu bilim ve doğru bilgi paylaşımıyla mümkün olacaktır.
Halka ilişkileri en temelinde dedik ki: İnsanların kendilerine gelecek faydayı gerçek anlamda hissetmesi gerekir. Biz burada önemli aletlerden, önemli unsurlardan bir tanesini, kurumsal sosyal sorumluluk projeleri olarak tanımlıyoruz. Bizim şu ana kadar koordine ettiğimiz kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde önce bu çerçevenin anayasasını oluşturduk. Örnek olsun diye söylüyorum, mesela biz dedik ki: Çevre, eğitim, sağlık ve kırsal altyapı yatırımlarına destek olmak şeklinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesinin anayasasını oluşturmalıyız. Kişiye özel değil, bireye özel değil ama toplumun geneline faydalı olabilecek bu tür projeler bizim için çok önemli oldu. Şimdi bu projelerin detayına geçmeden önce çok önemli, altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken bir tespitimi paylaşmak istiyorum: Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin hayata geçirilmesinin öncesindeki en temel kural, iyi halkla ilişkiler olmalıdır. Eğer halkla ilişkilerde ve devletle ilişkilerimizde tabi ki -yani valiliklerle, belediyelerle, sivil toplum örgütleriyle, basınla ve yerel halkla- iyi bir ilişkiniz yoksa yapacağınız her kurumsal sosyal sorumluluk projesi size aleyhte çalışan, sizin yaptıklarınızın menfi yöne doğru götürülmesine sebep olacak bir argüman haline dönüşebilir. Yani kısacası şunu söylüyorum: İyi bir halkla ilişkiler performansınız yoksa yapacağınız bütün kurumsal sosyal sorumluluk projeleri topluma bir rüşvet gibi görünecektir. Eğer toplum bunu kabul etmiyorsa siz zaten zorla bir kurumsal sosyal sorumluluk projesine dahil olup onların bu projelere fayda getireceğini ikna edemezsiniz. Bu mümkün değildir. Dolayısıyla bana göre halkla ilişkiler projesinin sonucunun nasıl olduğunu görebilmek için en az 3-5 sene vakit harcayıp yöre insanıyla, o toprakların gerçek sahipleriyle içli-dışlı olmanız gerekir.
Altın madenciliğinde kamu özel ortaklığı çalışma modeli de gündeme geldi. Bu hususla ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?
Dünya’da uygulamaların bu anlamda var olduğunu biliyoruz. Hatta bu uygulamalar birçok farklı modelle hayata geçirilmiş durumda. Bu tür düzenlemeler yapılırken yatırımcıya alternatif yatırım ve finans modellerinin sunulması gerekmektedir diye düşünüyorum. Çeşitli alternatif teşvik paketlerinin uygulanabilmesi bu noktada önem taşıyor. Bakanlıkla yapılan istişarelerden, Bakanlığın da tek tip bir modeli zorlama gibi bir düşüncesinin olmadığını biliyoruz. Tekrar söylemek gerekirse yerli veya yabancı yatırımcı sayısının artırılması hedefinde kanuni düzenlemelerle alternatif modeller oluşturulmalıdır diye düşünüyorum.
TÜPRAG olarak bugüne kadar ülkemize yaptığınız yatırımlar ile ilgili bilgi alabilir miyiz?
Bugüne kadar toplam 750 adet ruhsatı inceledik. Bunların içinden 4 tane işletilebilir sahayı keşfettik ve bunlardan iki tanesi yatırım ölçeğimizin altında kaldığı için Türkiye’deki diğer işletmecilere devredildi. Diğer 2 tanesini şuan işletmekteyiz. Bunlardan bir tanesi Uşak’ta Avrupa’nın en büyük altın madeni konumunda olan Kışladağ Altın madeni diğeri ise İzmir’de bulunan ve butik yeraltı madenciliğinde örnek olarak gösterilen Efemçukuru altın madenimizdir.
İşletmelerimizden Uşak Kışladağ Altın madenimizdeki cevherleşmenin karakterinden dolayı maden cevherinin çıkartılması için en uygun yöntem olan acık ocak madencilik yöntemi uygulanmaktadır.
Yüzde 80’e yakını civar köy ve yöre halkından oluşmak üzere gün itibariyle 700 çalışanıyla faaliyetlerimize devam ediyoruz. Yatırım tutarı yaklaşık 650 milyon doları geçmiş olan madenimiz yılda 12,5 milyon ton cevher işleme kapasitesine sahip ve üretime başladığı 2006 yılından günümüze yaklaşık 90 ton altın üretmeyi başarmış ve ülke ekonomisine katkı sağlamıştır.
İzmir’de bulunan Efemçukuru Altın madenimizde ise yeraltı madencilik yöntemi uygulanmakta olup Türkiye ve belki de dünya üzerinde örnek gösterilebilecek butik bir maden işletmesidir. Yılda 600.000 ton cevher işleme kapasitesine sahip tesisimizde yaklaşık 500 personel çalışmakta ve bu rakamında büyük çoğunluğunu Kışladağ Altın Madenimizde olduğu gibi civar köy ve yöre halkı oluşturuyor ki bu bizler için büyük gurur kaynağıdır. 2011 yılında üretim hayatına başlayan madenimizde günümüze kadar yaklaşık 30 ton altın üretmeyi başardık.
Yeni yatırımlar var mı?
Tüprag, Türkiye’de kısa vadede sahip olduğu işletmelerin sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde devamını sağlamayı ve yeni yatırımlarla da mevcut üretim kapasitesini artırmayı hedeflemekte. Bir üçüncü madenin açılması yönünde de arama faaliyetlerini devam ettiriyor. Her yıl sadece işletmeye yönelik değil aramaya yönelik bütçemizi de yapıp Türkiye’deki arama ekibimizin yoğun faaliyetleriyle de yeni yatırımlar konusunda kararlılıkla ilerliyoruz.MAYIS – HAZİRAN 2019