Ekonomi Perspektifinden Ab’de Paradigma Değişimi
HATİCE KARAHAN, MELİH ÖZSÖZ
Tüm bu dinamikler göz önüne alındığında AB’nin mevcut durumundan farklı bir yapıya evrilmesi hiç düşük olmayan bir ihtimaldir. Fakat bunun nasıl bir yapı olacağı konusu netlikten uzak olup bu anlamda çeşitli senaryolar üretmek mümkündür. AB de bu meseleyi son dönemde gündeme getirme ihtiyacı hissetmiştir. Peki altmış yıllık bir süreçte ilerletilmeye çalışılan entegrasyon, gelinen noktada ileriye mi yoksa geriye mi götürülecektir?
Bu amaç doğrultusunda yukarıda da belirtildiği üzere 2017 Mart ayında gerçekleştirilen Roma zirvesinde tartışılmak üzere bir Beyaz Kitap sunulmuştur. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan bu çalışma, Birlik’in 2025 yılındaki potansiyel durumuna dair çizilmiş beş senaryoyu gündeme getirirken, kutlanan 60. yıldönümünün gelecek hakkında karar verme sürecinin başlangıcı olduğunu dile getirmiştir. Nitekim bölge çok boyutlu ciddi bir dönüşüm içindedir ve bu değişimi şekillendirme gereksinimi kaçınılmazdır. Bu noktada Avrupa Komisyonu’nun üstü kapalı olarak uyarı yaptığı mevzu, gerçeklerin kabul edilerek dizginlerin ele alınmaması halinde parçalanmaya yönelik endişelerin artması olarak okunabilir.
Üye ülkeleri geç kalmadan bir beyin fırtınasına davet eden Beyaz Kitap’ın senaryoları arasında mevcut durumun devamından, çok vitesli bir yapıya kadar uzanan modeller bulunmaktadır. Bununla birlikte raporun çıkış noktası ve niyetiyle de bağdaştırılabilecek şekilde, senaryoların hiçbirinde Birlik’in ya da Avro Bölgesi’nin sonlanması ihtimaline yer verilmemiştir. Bu çıkışların önlenmesi için potansiyel çözümler olarak dizayn edilen söz konusu beş senaryo aşağıda kısaca özetlenmektedir:
Senaryo 1: “Yola Devam” olarak adlandırılan bu senaryo mevcut durumun devamını temel almakta ve pozitif reform ajandasının sürdürülmesini öngörmektedir. Bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde 2025 yılında ortaya pek çok açıdan güçlenmiş bir AB-27 çıkacaktır.
Senaryo 2: “Sadece Tek Pazar” başlıklı bu senaryoya göre AB kademeli olarak tek pazara odaklanan bir yapıya evrilmektedir. Bu durumda Birlik’in varlık sebebi ticari ilişkiler çerçevesinde serbest mal ve sermaye dolaşımı olacak, diğer alanlardaki entegrasyonda belirgin zayıflamalar ortaya çıkacaktır. Bu senaryoda ortak karar alma mekanizmaları daha da sadeleştirilecek ve Avrupa’nın gündemine gelmesi mümkün olan yeni konulara ilişkin ortak bir tutum sergilenmesi giderek zorlaşacaktır.
Senaryo 3: “İsteyen Daha Fazlasını Yapsın” şeklinde sunulan senaryo, geleceğin AB’sinde dileyen üye ülkelerin belli alanlarda birlikte daha çok çalışmasına imkan veren bir yapı sunmaktadır. “Gönüllülerin koalisyonu” olarak da tanımlanan bu çok vitesli seçenek Birlik’in korunmasını sağlarken Senaryo 1’e nazaran belli başlı alanlarda ülkelerce güçlenmiş bir yapı ortaya koymaktadır.
Senaryo 4: “Daha Azını Daha Etkin Yapmak” olarak isimlendirilen bu senaryo, seçilmiş politika alanlarında daha çok ve daha seri sonuçlar elde etmeye odaklanırken geri kalan alanlara daha az önem vermektedir. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi halinde ticaret, güvenlik, savunma ve göç gibi kritik konulara ortak bir yönelim, diğerlerinden ise uzaklaşma beklenebilir.
Senaryo 5: “Birlikte Daha Fazlasını Yapmak” başlıklı son senaryo ise Birlik üyelerinin tüm politika alanlarında hep birlikte çok daha fazlasını yapmaya karar vermesi olarak tanımlanmaktadır. Mevcut iş birliği ve entegrasyonun her alanda güçlendirildiği bu ihtimal dahilinde AB’nin bir ekonomik, finansal ve mali birlik haline gelmesi söz konusu olmaktadır.
Bu noktada tartışmayı ilerletmeden önce Avrupa’daki süregelen yapıyı hatırlamakta yarar vardır. Nitekim Şekil 1’de de görüldüğü gibi mevcut durumda bölgede çeşitli kesişimler söz konusudur. Buna göre Birleşik Krallık’ın ayrılma kararı üzerine 27 üyeye düşecek olan AB’ye 19 Avro Bölgesi ülkesi ve 21 Schengen Bölgesi entegre durumdadır. AB üyesi ülkelerin tümü ise Tek Pazar’da yer almaktadır.
Bilindiği üzere AB’nin kuruluşunun arka planında, üye ülkelerin ortak politikalar çerçevesinde ilerlemesi ve tam entegrasyonun sağlanması hedefi yer almıştır. Bununla birlikte gelinen noktada bunun gerçekleşmesinin zorluğunun farkına varılmış olması, mevcuttan farklı senaryoları da gündeme taşımıştır. AB’nin geleceği konusunda gerek 2017 Mart ayında Versailles Sarayı’nda gerekse çeşitli platformlarda önde gelen Avrupalı liderlerin sarf ettikleri söylemlere bakıldığında ağırlıklı olarak “çok vitesli” bir Avrupa gözlenmektedir. Bununla birlikte kapsamlı tartışmaların yeni yeni başladığı da ortadadır.
Halihazırda AB’nin geleceğine ilişkin çeşitli teori ve modellerin var olduğunu da vurgulamakta fayda vardır. Bu çerçevede öne çıkan üç yaklaşım aşağıda özetlenmektedir:
A la Carte yaklaşımı, üye ülkelerin AB politikaları arasından istediklerini seçerek, bu politikaları her açıdan uygulamalarını içeren ve dolayısıyla homojenlikten uzak bir bütünleşme modelini benimsemektedir. Ülkelerin belli sayıda ortak hedef ve politikaya uyum sağlamasının beklendiği bu yaklaşımda, üyeler kendilerine uygun olan bütünleşme hedeflerini seçerler. Esasen bu yaklaşımın bugünkü sistemde var olan farklı AB entegrasyonları çerçevesinde uygulanmakta olduğu da ifade edilebilir. AB ülkelerinin tamamının değil bir kısmının Avro Bölgesi’ne dahil olması buna bir örnek olarak verilebilir. Bununla birlikte bu yaklaşım ile tanınan geniş seçim serbestisine rağmen üye ülkelerden asgari düzeyde de olsa ortak amaçlar arasında en temel olanları benimseyip uygulamaları beklenmektedir.
Çok Vitesli Avrupa yaklaşımı, AB içerisindeki tüm ülkelerin ortak hedeflere ulaşmak açısından aynı istek ve kapasiteye sahip olmadığı gerçeğinden hareket eder. Bu çerçevede Çok Vitesli Avrupa, AB bütünleşmesinin engellenmemesi için ortak hedeflere aşamalı bir şekilde ulaşılmasını öngörmektedir. Üye ülkelerin AB’nin geliştirdiği farklı politika ilkelerine farklı sürelerde uyum sağlamalarına imkan tanıyan bu yaklaşım, en nihayetinde farklı zaman dilimlerinde dahi olsa tüm üyelerin AB politikalarına uyum sağlamasını öngörmektedir. Böylelikle ortak politikalar bir grup öncü ülke tarafından ilerletilirken diğer üyeler bunu zamanla takip etmektedir. Ekonomik ve parasal birliğe uyum, vergilerin uyumlaştırılması ve katılım anlaşmaları Çok Vitesli Avrupa yaklaşımının benimsendiği önemli politika ve uygulama alanları olmakla birlikte bu model Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Beyaz Kitap’taki Senaryo 3 ile bağdaşmaktadır.
Çemberler Avrupası yaklaşımı ise, A la Carte Avrupa yaklaşımına paralellik göstermektedir. Bu yaklaşım kapsamında üye ülkelerin farklı AB politikalarına farklı uyum seviyeleri göstermelerine izin verilirken, aday ülkeler belirlenen kriterleri yerine getirdikçe farklı çemberlere dahil olabilecektir. Çemberler Avrupası’nda uyumu zorunlu olan ve ortak değerleri içeren bir iç çember ile seçimi zorunlu olmayan tercihli çemberler bulunmaktadır. Çemberler Avrupası’nın üye ve aday ülkelere sunduğu “esneklik” ise temelde bu yaklaşımı A la Carte Avrupa yaklaşımından ayıran özelliktir.
Yukarıda da belirtildiği üzere Almanya Şansölyesi Angela Merkel başta olmak üzere Avrupalı liderlerin son dönem söylemlerinde Çok Vitesli Avrupa yaklaşımı öne çıkmakla birlikte bölgedeki farklı ihtiyaçlar, ülkeler için farklı politika seçenekleri yaklaşımını da göz ardı etmemeyi gerektirmektedir. Bu doğrultuda Çemberler yaklaşımını da muhtemel ana senaryolar dahilinde değerlendirmek gerektiğini düşünmekteyiz.
Tam bu noktada süregelen sıkıntılar ve dönüşüm ihtiyacı çerçevesinde, yukarıdaki modeller göz önüne alınarak, AB’nin belli başlı entegrasyon ayaklarının geleceğini değerlendirmekte fayda vardır. Bu ayaklar sınır birliği, tek pazar ve ekonomik ve parasal birlik olarak aşağıda ele alınmaktadır.
Sınır Birliği Boyutu
Hatırlanacak olursa beş AB üyesi ülkenin 1985 yılında imzaladıkları Schengen Anlaşması ile bölgede iç sınırlarda kontrollerin kaldırılması yönünde ilk adım atılmıştır. Sonraki yıllarda ise AB ülkelerinin çoğunluğu ve bazı Birlik üyesi olmayan ülkeler bu iş birliğine katılarak hep birlikte Schengen Bölgesi’ni oluşturmuşlardır. Bu durum Schengen iş birliğine katılan ülkelerin birbirleriyle paylaştıkları sınırlarda artık sınır kontrolü uygulamamaları anlamına gelmiştir. Anlaşma sayesinde ilgili ülke vatandaşları pasaport kontrolünden geçmeden bir Schengen ülkesinden diğerine serbestçe seyahat edebilmektedir. Sınırların açık olması kuşkusuz ekonomik ilişkiler açısından da oldukça kıymetlidir.
AB’de sınır birliği ile iç sınırların kaldırılması, Schengen ülkelerinin bölgede üst düzey güvenliğin sağlanabilmesi için iş birliğine gitmelerini gerektirmektedir. Bu iş birliği ortak dış sınırların düzenlenmesi ve AB dışında Schengen’e dahil olmayan ülkeler ile iş birliği kurulması konularında ortak sorumluluk duygusuyla hareket edilmesini de içermektedir. Schengen iş birliği dış sınırların kontrolünde ortak kriterler, Schengen Bölgesi’ne girişte ortak kurallar ve katılan ülkeler arasında ileri polis iş birliğini getirmektedir.
Oluşturulduğu günden bu yana AB’nin en önemli ve en kritik ilkelerinden birini oluşturan sınır birliği, özellikle göç hareketliliğinin artması ve Avrupa’da tırmanan terör saldırıları sonrasında daha fazla sorgulanır bir hal almıştır. Üye ülkeler mülteci akınlarından korunmak ve kendi topraklarını terörden uzak tutmak adına sınırlarında ulusal kontrol mekanizmalarını yeniden uygulamaya sokarken, ileriki dönemlerde bazı üye ülkelerde Schengen Birliği’nden ayrılmaya yönelik referandum ve halkoylamalarının da yapılması muhtemeldir.
Geleceğin Avrupası’nda sınır birliğinin üye ülkeler için tercihli bir politika alanı olması muhtemel görünmektedir. Halihazırda kimi üye ülkelerin Schengen sınır birliğine dahil olmadığı ve giderek artan bir şekilde ulusal kontrollerini uygulamaya koymaları göz önüne alındığında, sınır birliği alanının A la Carte bir Avrupa yaklaşımı veya Çemberler Avrupası yaklaşımına yakınsadığı söylenebilir.
Buna rağmen ulusal güvenliği doğrudan ilgilendiren sınır güvenliği gibi önemli bir konuda, üye ülkeler arasında belirli seviyede bir uyum ve politika yakınsamasının olması gerektiğini de unutmamak gerekir. Nitekim AB sınırlarındaki vatandaşların ve bu sınırlara giren üçüncü ülke vatandaşlarının güvenlik ve kontrolünü sağlamak amacıyla, sınır yönetiminde iş birliği ve bilgi paylaşımı oldukça önemlidir. AB’nin 2000’li yılların başında Batı Balkan ülkeleri ile ve sonrasında da aday ülke Türkiye ile yürüttüğü vize serbestliği yol haritaları süreçleri düşünüldüğünde, sınır yönetiminde iş birliği hususunun taraf ülke AB’ye üye olsun olmasın ne derece önemli olduğunu açık şekilde ortaya koymaktadır.
Tek Pazar Boyutu
Tek Pazar (Single Market) AB projesinin en temel politikalarından biridir. Parçası olan üye ülkeler arasında mal, hizmet, sermaye ve insanların serbest dolaşımını esas alan dört özgürlüğü içermektedir ve bu nedenle AB ekonomisi açısından kritik bir öneme sahiptir. Dünyanın en geniş ortak pazarı özelliğine sahip olan Avrupa Tek Pazarı son veriler itibarıyla 500 milyon tüketici ve 21 milyon KOBİ’yi içermekte, firmaların farklı ülkelerde de yatırım ve hizmet ticareti yapmasına izin vermektedir. Bu doğrultuda sistem üye ülkeler arasındaki engelleri kaldırmanın yanı sıra AB düzeyinde bir kural uyumluluğunu da şart kılmaktadır. Öte yandan Tek Pazar kapsamında dış dünyayla olan ilişkilerde AB ülkelerinin uyması gereken bir ortak mal ticareti politikası da devrededir. Üyeler AB tarafından üçüncü ülkelerle yapılan anlaşmalara otomatikman taraf olurken, bu çerçevede ortak vergiler benimsenir.
Pazarın bölge ekonomisini derinden etkileyen bu özellikleri ortadayken, geleceğe dair hazırlanan söz konusu Beyaz Kitap’taki tartışmalar arasında AB’nin en radikal dönüşümü modeline işaret eden Senaryo 2’de “sadece tek pazar”ın var olacağı bir Avrupa dizaynı yapılmış olması da bu ortaklığın vazgeçilmesi en zor politikalardan olduğunu ima etmektedir.
Bu doğrultuda Çok Vitesli bir Avrupa senaryosunda Tek Pazar’ın iş birliğini artırmayı isteyen ülkeler tarafından güçlendirilmeye çalışılacağı söylenebilir. Tüm üyelerin aynı politika hedeflerini benimsemediği bir Çemberler Avrupası modelinde ise bu politika temel bir unsur olarak rol alacaktır. Dolayısıyla hangi yaklaşım benimsenirse benimsensin, Tek Pazar’a ilişkin bakış açısı söz konusu politikanın kuvvetlendirilerek sürdürülmesi yönünde olacaktır.
Ekonomik ve Parasal Birlik Boyutu
Avrupa projesinin bir diğer önemli sütunu da Ekonomik ve Parasal Birlik (EMU-Economic and Monetary Union) olarak konumlanabilir. 1992 yılında hayata geçirilen EMU’nun amaçlarından biri olan ekonomik ve mali politikaların koordinasyonuna tüm AB üyesi ülkeler dahil olmakla birlikte, bu boyutun diğer ayağı olan ve tek para birimi ile ortak para politikası prensibini benimseyen Avro Bölgesi’ne ise 19 üye ülke entegre olmuştur. Bölgenin ortak parası avro, bugün dünyanın en çok kullanılan ikinci para birimidir ve Avrupa genelinde 340 milyon vatandaş tarafından kullanılmaktadır. Avronun piyasaya çıktığı dönem sonrasında bölgenin düşük enflasyon, düşük faizler, kolay iş ve işlem yapabilme gibi çeşitli avantajlar yaşadığı bilinmektedir. Hatta Avro Bölgesi üyesi ülkelerde yaşayanların AB’ye “tek para birimi” konusunda verdikleri desteğin halen güçlü seviyelerde olduğu gözlenmektedir.
Öte yandan Avro Projesi bilindiği gibi zaman içinde çeşitli sorunlarla da yüzleşmek zorunda kalmıştır. Küresel finansal krizin eşliğinde ortaya çıkan bu problemler, avroya taraf olan ülkeler arasında büyüme ve istihdamın yanı sıra finansal yapı ve göstergelerde de ayrışmaları beraberinde getirmiştir. Böylelikle üye ülkeler arasında sağlanması hedeflenen yakınsama, küresel krizi takip eden yıllarda tam tersi bir trendin gelişmesiyle hayal kırıklıkları yaratmıştır.
Dolayısıyla sürdürülebilir bir avro için söz konusu uçurumların kapanması ve bölgedeki tüm aktörlerin ilgili imkanlardan olabildiğince faydalanması gerekmektedir. Ayrıca parasal birlik kapsamında yaşanan finansal entegrasyonun neden olduğu olumsuzlukların da giderilmesi ve bankacılık başta olmak üzere sistemik risklerin en aza indirgenmesi tüm bölgenin sağlığı için azami ehemmiyet arz etmektedir.
Tam bu noktada, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmasıyla birlikte, Avro Bölgesi’ne mensup ekonomilerin AB’nin ekonomik büyüklüğünün yüzde 85’i gibi ciddi bir bölümünü temsil edeceğini de belirtmek gerekir. Bu durum avronun anlam ve öneminin Birlik açısından gelecek yıllarda daha da artacağı anlamına gelmekte ve Avrupa projesinin sürdürülebilirliği için bu cephedeki sorunların giderilmesini acil kılmaktadır.
Bu kapsamda parasal ve finansal boyutların yanı sıra entegrasyonunda eksiklikler bulunan mali birlik ayağının da gerek istikrar gerekse bütünleşme açısından tedavi beklediğini vurgulamakta fayda vardır. Nitekim bölgede kriz sonrasında keskin bir şekilde tırmanan borç yükleri, AB’nin bu anlamda yetersiz bir mekanizmaya sahip olduğunu göstermektedir. SGP kapsamındaki mali kurallar zamanla güçlendirilse de şoklara dayanıklı bir bölge ekonomisi ve düzgün işleyen bir parasal birlik için entegrasyonu artırılan bir mali birliğin önem taşıdığı düşünülmektedir.
Esasen 2017 Mart ayında Roma’da bir araya gelen AB üyelerinin de Ekonomik ve Parasal Birlik konusunda ilerlemede kararlılık sergiledikleri söylenebilir. Hatta bunun üzerine Avrupa Komisyonu, AB’nin geleceğine dair yürüttüğü çalışmalar kapsamında EMU’nun derinleştirilmesine dair bir rapor hazırlayıp Mayıs ayı sonunda yayınlamıştır. 2015 yılında yayınlanan “Beş Başkanlar Raporu”10 çalışmasının devamı niteliğinde olan bu rapora göre 2025 yılına uzanan süre zarfında, ilk aşamada Bankacılık Birliği (Banking Union) ve Sermaye Piyasaları Birliği’nin (Capital Markets Union) 2019 sonuna kadar tamamlanması öngörülmüştür. 2020-2025 arasındaki ikinci aşamada ise Mali Birlik (Financial Union) mevzuunu da kapsayan EMU mimarisinin tamamlanması önerilmiştir.
Bu noktada özellikle Fransa’nın Avro Bölgesi’nin mali entegrasyonu konusunda oldukça ısrarcı olduğu hatırlanacaktır. Nitekim Fransa bölgede para politikasının yanında ortak bir maliye politikasının hayata geçirilmesinin, ekonomik ortaklığı önemli ölçüde pekiştireceği görüşünü savunmaktadır. Fransa tarafından yakın dönemde sarf edilen ve ortak bir Avro Bölgesi bütçesini de gündeme getiren söylemler, ortak bir maliye bakanı hususunu da ortaya çıkarmaktadır. Öte yandan Almanya’nın ise bu hususlarda istekli olduğu pek söylenemez. Dolayısıyla mali ayakta gidilecek derinleşmenin boyutu ve yönü, bu noktada bir diğer tartışma maddesi olacaktır.
Sonuç olarak söz konusu rapordan da anlaşıldığı üzere Avro projesi ve Birlik ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlamayı hedef edinen AB’nin, önümüzdeki dönemde EMU kapsamında derinleştirme çalışmaları yapacağı anlaşılmaktadır. Söz konusu boyutun kritik önemi göz önüne alındığında bu girişimin kaçınılmaz olduğu ifade edilebilir. Durum AB’nin geleceğine ilişkin senaryolarla birleştirildiğinde ise Avro Bölgesi’nin çekirdek bir çember olması muhtemel gözükmektedir. Bununla birlikte bu çembere dahil olacak üyelerin yukarıda tartışılan çerçevede ilerletilecek entegrasyon sürecine uyum sağlamayı başarabilen ülkelerden ibaret olacağı ortadadır. Bu durumda Yunanistan gibi parasal birliğin bütünlüğüne risk teşkil eden ekonomilerin de bu grup dışında kalması söz konusu olacaktır. Zira böyle bir model çemberdeki ülkeler arasında entegrasyon ve sürdürülebilirliği daha güçlü kılacaktır. Böylelikle avronun “geri dönüşü olmayan proje” olarak tabir edilen özelliği de tarihe karışma durumuyla karşı karşıya kalacaktır.
AB’DE PARADİGMA DEĞİŞİMİ VE TÜRKİYE
Analiz çalışmasının bu kısmında Türkiye ve AB arasındaki ilişkiler değerlendirilecektir. Bu amaçla öncelikle üyelik müzakerelerinde gelinen durum kısaca ele alınacak, ardından Avrupa’nın gelecek senaryolarında Türkiye’nin potansiyel konumu tartışılacaktır.
Üyelik Sürecinde Gelinen Nokta
AB’nin mevcut genişleme politikası çerçevesinde Türkiye ile müzakerelerin yönetilmesi, gelinen noktada oldukça zor gözükmektedir. Eğer üyelik müzakereleri “başlık açıp-başlık kapamak” şeklinde algılanıyorsa, teknik müzakerelerde son altı yıldır tarafların gösterdiği performansın, bunun bir üyelik gibi algılanmadığı yönünde olduğu görülmektedir. Dolayısıyla yarım asrı aşan Türkiye-AB serüveninde yıllardır süren teknik müzakereler sonucunda gelinen noktada AB’nin elindeki mevcut araçlarla bu süreci devam ettirmesi mümkün gözükmemektedir. Durum böyleyken söz konusu süreçte bir değişikliğe gidilmesi de kaçınılmazdır.
Bu bağlamda 2014 yılından bugüne devam etmekte olan Gümrük Birliği güncellenmesi ve derinleştirilmesi meselesi, Türkiye-AB ilişkilerinde belki de en somut çıktılar üretebilecek olan süreçtir. Bilindiği üzere 1996 yılında yürürlüğe giren Türkiye-AB Gümrük Birliği o dönemin şartları ve kuralları ile oluşturulmuş bir iş birliği niteliğinde olmuştur. Aradan geçen yirmi yılın sonunda ortaya çıkan sorun ve sıkıntılara cevap verebilme kabiliyetini yitiren Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin yenilenmesi, güncellenmesi ve derinleştirilmesi zaruri bir hale gelmiştir. Geçtiğimiz dönemde AB ile ABD arasında müzakereleri devam eden TTIP süreci ve Türkiye’nin bu sürecin dışında kalma endişesi, Ankara’yı AB ile Gümrük Birliği’ni güncellenmeye itmişken, ABD’de Trump yönetiminin TTIP’den çekilme kararı ile Türkiye de zaman kazanmıştır. Bununla beraber gelinen noktada AB’nin en önemli ekonomik-ticari ortaklarından biri olan Birleşik Krallık ile Brexit’in ardından tesis edeceği yeni ortaklığın, Türkiye için de belirleyici olacağını söylemek mümkündür.
Mevcut durumda AB ile Gümrük Birliği ilişkisine devam eden Türkiye, üçüncü ülkeler ile ticari anlaşmalar yapma konusunda sınırlı yetkiye sahiptir. Keza Birleşik Krallık da henüz AB’den ayrılma sürecini tamamlamadığı için Türkiye veya bir başka ülke ile ticari anlaşma yapma konusunda benzer konumdadır. Dolayısıyla taraflar bir yandan Brexit sürecinin tamamlanmasını diğer yandan da Türkiye’nin AB ile tesis ettiği Gümrük Birliği’nin güncellemesini beklemektedir. Bu iki sürecin tamamlanmasını takiben farklı bir model ile anlaşma yoluna girebilir. Bu noktada geçecek zamanı iyi değerlendirmek adına Türkiye ile Birleşik Krallık’ın aralarında ticari ve ekonomik ilişkiyi geliştirmeye dair sarf ettiği çabalar da takdirle karşılanmalıdır.
AB’nin Geleceği ve Türkiye
Yukarıda bahsedilen saikten hareketle Türkiye Birleşik Krallık’ın AB’den çıkış sürecini yakından izleyecektir. Nitekim Brexit müzakereleri zaman alacak olsa da ortaya çıkacak formül içerdiği dinamikler açısından yeni bir model imkanı sunacaktır. Bu süre zarfında Türkiye için Gümrük Birliği’nin revizyonu müzakerelerine devam edeceği bir dönem fırsatı olacaktır. Buradaki temel mesele revizyonla birlikte Türkiye’nin yıllardır yaşamakta olduğu üçüncü ülkelerle müzakere sorununun giderilecek olmasıdır.
Tam bu noktada Birleşik Krallık için bir parantez açmakta fayda vardır. Nitekim Brexit sürecinde yumuşak geçmeyeceği anlaşılan müzakereler sonucunda nasıl bir ekonomik formülün ortaya çıkacağı merak uyandırmaktadır. Bununla ilgili Norveç’in de dahil olduğu Avrupa Ekonomik Bölgesi (European Economic Area-EEA) modelinden Gümrük Birliği’ne, İsviçre ile yürütülen modelden bir serbest ticaret anlaşmasına kadar çeşitli formüller gündeme gelmektedir. Bununla birlikte görüşmelerde Birleşik Krallık tarafının, halkın AB’den kopma kararının arkasındaki bağımsızlık ve göçmen karşıtlığı gibi faktörleri göz önünde bulunduracağı farzıyla yola çıkılırsa, EEA ve İsviçre modellerinin tercihinin, dolaşımdan kurallara kadar çeşitli saikler çerçevesinde daha düşük ihtimal olduğu ifade edilebilir. Bu bağlamda Birleşik Krallık diğer maliyetlere katlanmak pahasına bir serbest ticaret anlaşması yoluna gitmeyi değerlendirebilecekken, Türkiye’nin bir parçası olduğu Gümrük Birliği’ndeki asimetrilerin ortadan kaldırılması ve özellikle üçüncü ülkeler meselesinin çözülmesi halinde bu seçeneği de masaya yatırabilecektir. Dolayısıyla paralel ilerleyecek bu süreçlerin esasen birbirini ilgilendirdiğini de ifade etmek gerekir.
Brexit ve Gümrük Birliği güncellenmesi süreçleri tamamlandığında Birleşik Krallık ve Türkiye kendi aralarındaki müzakereleri ilerletebilecektir. Üstelik söz konusu ortaklık sadece ekonomik değil savunma iş birliği gibi farklı kritik alanları da kapsayabilecektir. Tam bu noktada Birleşik Krallık’ın AB kapsamı dışında kalan Avrupalı ülkeler grubunu güçlendirici bir rol oynaması da mümkün olacaktır. Bu ise dünyanın diğer güçleri ve özellikle ABD ile gidilmesi muhtemel ortaklıklar açısından da önem taşımaktadır.
Gerek Brexit müzakereleri gerekse AB’nin gelecek yıllarda belirginleşmeye başlayacak dönüşüm modeli, Türkiye’nin Birlik’e entegrasyonda nasıl bir geleceğe sahip olacağını ve ekonomiden eğitime farklı AB politikalarında nasıl konumlanacağını ortaya koymak için bir vesile olacaktır. Zira önümüzdeki dönemde bölge yeni AB üyeliği formlarının ortaya çıkabileceği ve Çok Vitesli Avrupa ile Çemberler Avrupası modellerinin değerlendirileceği bir süreçten geçecektir. Türkiye bu süreci bir fırsat penceresi olarak görmelidir.
EYLÜL 2017