Mimari eserler insanlarda iyi hisler uyandırmalıdır
Son dönemde İstanbul’un mimari yapısı ve gelişimi tekrar gündeme gelirken, ülkemizin yetiştirdiği önemli mimarlarından Aykut Mutlu, İstanbul’da yapılmak istenen kentsel dönüşüm için yol haritasını çizdi.
Atatürk Kültür Merkezi’yle ilgili yeni bir çalışma başlatıldı fakat bu çalışma da itirazlara neden oldu. Mimari açıdan AKM’yi değerlendirir misiniz?
Hayati Tabanlıoğlu, Cumhuriyet dönemi mimarlarımızdan tanınmış ve iyi eğitim almış önemli mimarlarımızdan biridir. İyi eserleri de var, iyi olmayan eserleri vardır. Bu durum tüm mimarlar için geçerlidir. Her mimarın iyi eserleri olduğu gibi iyi olmayan eserleri de vardır. Örneğin Leonardo Da Vinci’nin de iyi eserleri olduğu gibi kötü eserleri de vardır, fakat bunlar kamuoyu gündemine gelmediği için biz pek bilmiyoruz. Bu açıdan Atatürk Kültür Merkezi’de Hayati Tabanlıoğlu’nun iyi eserlerinden biri değildi. Bunu söyleyebiliriz. Bir de o dönemde yapılan yapıların hepsinin depreme dayanıklı olmadığını biliyoruz. Ben şahıs olarak İstanbul’un kültür merkezi olarak o yapıyı hiçbir zaman beğenmedim, her zamanda bu bina daha iyi olabilirdi, dedim. Daha nitelikli ve daha çevreci olabilirdi. Ben her zaman insanı ön plana çıkaran mimariyi desteklerim. Şehircilik açısından da insan faktörü ön planda olmalıdır. İnsanların oraya gittiğinde kendisini daha iyi hissedeceği, sıkıntı yaşamayacağı bir yaşam olmalıdır. Her mimarinin insanlarda böyle hisler uyandırması gerektiğine inanıyorum.
AKM aynı zamanda hükümetin uzlaşma projesi olarak görüldü fakat buna rağmen tartışmalar bitmedi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayati Tabanlıoğlu vefat etti, oğlu Murat Tabanlıoğlu’da kendisiyle çalışıyordu. Yeni binayı oğluna yaptırma kararı da hükümetin bir diyalog işareti olarak görüyorum. Saygılı bir diyalog işaretiydi. Yalnız toplumumuzun özellikle aydın geçinen kesiminin uzlaşma ve diyalogdan tamamen yoksun olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Aydın geçinen kesim diyorum çünkü gerçek aydın uzlaşma ve diyaloga açıktır. Eğer bizdeki aydın geçinen kesim uzlaşma ve diyalogdan tamamen yoksun olmasaydı demokrasimiz bu kadar tökezlemezdi. Daha iyi çalışmalar ortaya çıkardı ve yapılan yapılar sahiplenirdi. Bizim toplumumuzda öncelikle başımızda bulunan kişinin örnek kişi olması gerekiyor. Atatürk devrimleri de bizde tepeden yapıldı. Bu yüzden başlangıçta yeterince benimsenmedi, yadırgandı fakat bugün baktığımızda yine en fazla benimsenen değişimler onlarmış. Son on yılın gerçeği bunu gösterdi. Toplumumuz uzlaşmayı ve diyaloğu arıyor, özlemini çekiyor ama örneğini liderden bekliyor. Maalesef aydınlar lider olamıyor. Ümit ediyorum günün birinde aydınlardan da lider olan bir toplum olabiliriz. Bu aydınları da yetiştirmemiz gerekiyor.
Diyalog açısından AKM çok iyi bir fırsattı fakat bu fırsatta kaçtı mı?
AKM çok iyi bir diyalogdu, fakat ondan sonraki tartışmalara Cumhurbaşkanı katılmamalıydı. Ben böyle yaptım diyerek tartışmayı diğer insanlara bırakmalıydı. Tartışmaya girmemesi gerekiyordu. Her gün, geldiğiniz her mevkide kendinizi yenilemeniz ve geliştirmeniz gerekiyor. Kendinizi geliştirmenin bir sonu yoktur.
İstanbul’a ihanet ettik diye başlayan bir tartışma mevcuttur. Bu açıdan İstanbul’un gelişimini aktarır mısınız?
İstanbul’da öncelikle çok yüksek katlı çalışmalar yapıldı. Fakat çok yüksek katlı projeler fazla oldu artık alçak projeler olsun derseniz yine yanlış yapmış olursunuz. Yüksek yaptığınız projelerde birbirine uyumun, estetiğin, ulaşım, alt yapı ve çevre hizmetlerinin doğru yapılması gerekmektedir. Yine yüksek binanın çok olduğu yerlerde özellikle yayanın kendini rahat hissedebilmesi gerekmektedir. En insafsız yüksek bina New York’ta bulunmaktadır. Küçücük bir alanda çıkan yüksek binalar nedeniyle neredeyse gökyüzünü göremezsiniz. Yayalar sokağa bile çıkamazlardı. Yıllar içinde öyle çalışmalar yapıldı ki yaya artık sokağa çıkabiliyor. Biz ise bilinçsiz olarak birçok yerde yüksek binalar yaptık. Ama büyük bir yanlış yapıyoruz o yüksek katlı binaların içinde yayaları tamamen unutuyoruz. Bunu yapmamamız gerekiyor. Çünkü bizim toplumumuzda bireysel insanların her zaman çok kıymeti oldu. Geçmişimizde batıdan daha fazla insana değer veriyorduk. Bu toprakların her zaman hoş görüsü vardı, bunun kıymetini bilmemiz gerekiyor. Bunun içinde yayaların önemini bilmemiz gerekiyor. Maslak’ta yayaların hiç nefes alamadıkları görülüyor. O zaman başka çözümler aranabilir. Bu duruma benzer Las Vegas var tamamen suni bir yapılanmadır. Las Vegas’ta birden bire yer altında ve yer üstünde tünellerin içinde yürüyebileceğiniz alanları oluşturmayı başardılar. Bunun bir örneğini biz Gayrettepe’de Zorlu Center’a giderken yaptık, fakat yeterince iyi olamadı. Bu örneği mutlaka düzelterek geliştirmemiz gerekiyor. Maslak’ta da benzer bir çalışma yapmak zorundayız. Yüksek bloklarla metro istasyonunu bağlayan arada açık sahaya ve yeşile de çıkabilen canlı bir yer altı tüneli yapmaya çalışalım. Çok daha insancıl ve daha iyi bir çözüme ulaşabiliriz. Yine İstanbul’da kent içinde yeşillik çok fazlaydı. Bundan sonraki süreçte de yeni projelerde çevreye, insana ve yeşile daha fazla önem vermeliyiz.
Bu konuda Kadir Topbaş, betonlarında güzel göründüğü yerler vardır, her yer yeşil olacak değil, demişlerdi.
Her yerde yeşillik olmayabilir ama ağaçlar olabilir. Dünyada en insafsız şehir New York’tur. Son giden belediye başkanı evinden çıkan insanların kısa mesafe yürüyerek yeşilliği olan yerler yapmaya çalıştı ve yaptı. Bu durum insanlar tarafından kabul edildi ve sevildi. Biz de ise arazisi boş iken beton çölü yapıyoruz. Bugün uygar dünya bunları yapmaya çalışıyor oysa ki bizim kültürümüzde yeşilin önemi daha fazladır.
İstanbul ile ilgili eleştirilerden biri de gecekondu tarzı bir yapılanmadan dönüşüm yapıldığı için bu sorunlar yaşanıyor. Siz bu eleştiriye katılıyor musunuz?
Hayır, doğru değildir. Bu işleri genel bir planlar içinde yapmayı başarsaydık daha doğru olurdu. Ama küçük küçük noktasal planlamalar, rant oluşturmaya çalışmalar ve insanların haksız bir şekilde elde ettiği araziler sonucunda beklentileri yanlış yapılanmalara neden oldu. Oysaki orada insanların ranttan daha az gelir elde edip kamunun daha fazla gelir elde etmesi gerekiyordu. Kamu bu gelirle de başka bölgelerdeki sorunları çözebilirdi. Fikirtepe adeta sistemsizlik kuruldu. Fakat Bağdat caddesi daha kötü yapıldı.
Bağdat caddesinde bina bina dönüşüm yapıldığı belirtiliyor. Bina dönüşümden kentsel dönüşüm olabilir mi?
Bu çok yanlış bir şeydir. Öyle bir şey olamaz. Birkaç adayı birleştirerek yaptığınız çalışmalardan kentsel dönüşüm çıkar. Ne kadar ilginçtir ki bu çalışmayı yapan müteahhitlerde batıyor. Çünkü gerçek kaliteyi veremediğiniz zaman sonunda beklediğiniz rantı sağlayamazsanız. İnsanların beğenilerini de almanız gerekiyor. Bu işi toplu ve sosyal alt yapı ile yapmak çok önemlidir. Bu fırsatı iyi kullanamadık fakat bundan sonrasını iyi yapalım, istiyoruz.
Kentsel dönüşüm açısından İstanbul’da nasıl bir model izlenebilir? Avrupa’daki dönüşüm bize uygun mudur?
Avrupa’da bizim kadar nüfus artışı bulunmuyor bu nedenle onları örnek alamayız. Fakat İstanbul’da kentsel dönüşümle ilgili çok fazla bölge var ve doğru yaklaşımla bu sorunları çözebiliriz. Burada kamunun ve yerel yönetimin önderlik edebiliyor olması gerekiyor. Her kentsel dönüşüm projesinin bir başkanı olması gerekiyor. Belirli bir kültürü olan, o projeden yüksek gelir beklemeyen, projenin başarısını gözeten biri olması gerekiyor. Şu anda Türkiye’de böyle bir çalışma ortaya çıkamadı. Burada önemli olan çevrenin kazanılması, vatandaşın mağdur olmaması, emeğini ve sermayenin de karşılığını müteahhit almış olacaktır. Bunun üzerinde oluşacak kazançta kamuya dönmelidir. Bu modeli yakalamamız gerekiyor. Çünkü bir projede artı değer çok fazla olabilir, bir başka projede de artı değer olmayabilir. Devletin bu dengeyi sağlıyor olması gerekiyor.
Aktardığınız bu sistem üzerinden bakacak olursak kamu buradaki artı kaynağı kendine nasıl alacaktır. Müteahhit kendi kaynağını vermez, arazi sahibi de kaynağından vazgeçmeyecektir, bu durumda kamu nasıl hareket edebilecek?
Biz buna benzer bir çalışmayı Portakal Çiçeği projesinde yaptık. Projenin %51’i o projede oturanların ve benim hissemdi. %49 hissesi de belediyeye aitti. Belediye kat karşılığı verdi ve buna karşılık mülk kalmasını istemişti. Buradan belediyeye yalnızca çağdaş bir gösteri merkezi gibi sosyal alanlar kalmasını planlamıştı. Fakat Melik Gökçek gelince planlar değişti.
Port Alaçatı Projesi’nde de benzer bir çalışma modeli uyguluyor musunuz?
Port Alaçatı Projesi’nde daha farklı bir model var. Burada belediyeye firmadan küçük bir hisse verildi ve belediye başkanı aynı zamanda firmanın yönetim kurulu başkanı oldu. Portakal Çiçeği Projesi’nde firma başkanlığını ben üstlenmiştim, belediye başkanı yönetimle ilgili toplantılara katılmadı ve bazı kopukluklar olmuştu. Bu nedenle belediye başkanı yönetim kurulu başkanı yaptık. Port Alaçatı’da bütün imar çalışmalarını belediye elinden yaptırıldı. Planları biz çizdik fakat sahibi belediyedir. Bütün sistem belediye üzerinden ilerledi. Hatta anıtlar kurulundan bize çıkan imarı, belediye başkanı gerekli gördüğü değişiklikleri bize yaptırdı. Projede belediyenin 300 dönüm arazisi vardı, bu araziyi kat karşılığı olarak firmaya devir etti bizde çalışmalara başladık. Böylelikle her yapılan yerde belediye arazisi karşılığını eline geçmiş olan evleri açık arttırmayla satıyor.
Tekrar İstanbul’a dönecek olursak şehre en büyük zararı 1994 yılından önce verildiği belirtiliyor. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz?
Ben politika yapmayı sevmiyorum. Sadece konuya şu açıdan yaklaşmak gerekiyor. 1994 yılından önce İstanbul’un nüfusu ile bugünkü nüfusu göz önüne alırsak kimin daha fazla zarar verdiğini görmüş oluruz. Biraz daha ciddi olmak gerekiyor. Türkiye’ye metroyu ilk olarak Murat Karayalçın getirdi. Sonrasında da İstanbul’a Nurettin Sözen döneminde geldi. Onlardan sonra Ankara’da Melik Gökçek metro çalışmalarını tamamen durdurdu, İstanbul’da ise Tayyip Erdoğan bu çalışmaları devam ettirdi. Tayyip Bey, İstanbul’da iyi bir belediye başkanı olamasaydı bugün Türkiye Cumhurbaşkanı olamazdı. Eski başlamış iyi projeleri Tayyip Bey üstüne giderek devam ettirdi. Örneğin doğalgazı İstanbul’a o getirmedi, fakat doğalgazın yaygınlaşmasını sağladı. Metroyu kendisi getirmedi fakat metro çalışmalarının üstüne çok gitti. Sadece deniz taşımacılığının üstüne fazla gidemedi. Eskisine oranla çok çalışmalar yaptı fakat yeterli olamadı.
Bugün İstanbul’u bekleyen yeni projeler bulunuyor. Üçüncü havalimanı devam ediyor, üçüncü köprü bitti. Bu projelerle birlikte yerleşim yeni bölgelere doğru kayabilir mi?
Bu projeleri etrafında hiçbir yapılanma olmasın demiyorum fakat çok kontrollü yapmamız gerekiyor. Eğer İstanbul’da değişik bir yaklaşım yapmak istiyorsak burada yapmalıyız. Otobanı tıkayacak transit geçişi engellememeliyiz. Diğer projelerde olduğu gibi tıkarsak amacına hizmet etmemiş olur. Fakat otobanı tıkamamak için hiçbir şey yapmamakta yazık olabilir. Bu nedenle kontrollü yapmamız gerekiyor. İstanbul’da gerçekten toplu taşıma sistemlerinin üzerine giderek yapmamız gerekiyor. Bunun içine deniz taşımacılığını da ekliyorum ve eziyet olmadan birbirine bağlantılarını da yapmamız gerekiyor. Özellikle Yenikapı metro ve İDO arasında yaya yolcuları çok büyük ıstırap çekiyor. Belki oraya havadan giden bir havaray projesi yapılabilir. Fakat bir çalışmanın yapması gerekiyor. Kentin çok büyümesi önemli değildir, önemli olan vatandaşı rahat ettirmek ve sorun yaşamalarını engellemek gerekiyor.
İstanbul’u düzeltmek için şehir nüfusunu kuzeye çekmek istiyorlar. Bu noktada da Kanal İstanbul projesi gündeme geliyor. Bu proje ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Dünyanın genel trentleri vardır. 19. asrın sonunda çok büyük mühendislik projeleri yapıldı. Doğaya dikte edecek Süveyş Kanalı, Panama Kanalı diye projeler ortaya çıktı. Birçok bölgede çok büyük barajlar yapıldı. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ise çevre diye bir gerçek ortaya çıktı ve daha yumuşak projelerle doğaya uygun ve saygılı mimarı kabul edilmeye başladı. Kanal İstanbul projesi ortalama Panama kanalı büyüklüğünde bir projedir. Bugün böyle bir projeyi yapmak uygar bir ülkede imkansız yaptırmazlar, üçüncü dünya ülkelerinde ise parası olan ülkelerin işine gelirse yaptırırlar. Bu noktada Türkiye uygar bir ülke mi olacak yoksa vahşi bir ülke olarak vahşi kapitalizme izin mi verelim. Bu konuda da bir denge vardır. Yüzde yüz gelişmiş ülkeler kadar tutucu olamayız. Fakat vahşi bir şekilde yaklaşırsak ilkel bir toplum oluruz.
Bu projenin gündeme gelmesinin ana nedeni İstanbul’daki şehir nüfusu azaltarak kentsel dönüşümün daha rahat yapılabilmesidir. Bu açıdan kentsel dönüşüme hizmet edebilir mi?
Kentsel dönüşüm için birçok yol bulunabilir. En doğrusu yerine göre küçük veya orta büyüklükte olarak ele alınmasıdır. Toplu taşıma, ulaşım, sosyal alt yapı, yeşil, çevre ve özellikle estetik kriterlerini göz önüne alarak teker teker doğru bir koordinatör yönetiminde ele alınması gerekiyor. Alternatifleri bu yönde aramamız daha doğru olacaktır. Tamamen değişik bir konuya değinmek istiyorum. Örneğin Marmara denizi insanların sağlıklı beslenmesi açısından çok stratejik öneme sahiptir. Dünyanın en güzel balık yataklarından biri olan Marmara Denizi’nin sahibiyiz. Ben çocukken Marmara Denizi’nin görüntüsü Karayip’ler gibiydi. Hatta daha iyiydi ve deniz balık kaynıyordu. Marmara’da dip balıkçılığını bıraksak ve balık üretimiyle ilgili çalışmalar yapsak bütün bir deniz balık çiftliği haline gelebilir. Burada devletin ve balıkçı kooperatiflerinin birlikte çalışması gerekiyor. Böyle bir çalışma yapılabilse dünyada hiç yapılmamış örnek bir davranışta bulunmuş oluruz. Ülkemizde uluslararası arena da büyük bir puan almış olur. Böyle projeleri de ortaya çıkarmak gerekiyor. Sadece mega projelerle bu işler olmaz. Kanal İstanbul projesi de bizi Orta Amerika, Güney Amerika ülkelerine çevirebilir.
OCAK 2018