OMM sayesinde Eskişehir’in müzecilik alanındaki albenisi dünya tarafından görülecek
Eskişehir’de yaktığı kültür ve sanat ışığının bundan sonraki süreçte de söndürmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğine vurgu yapan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, son olarak yakın bir zamanda açılacak Odunpazarı Modern Müzesi’nin sadece içindeki eserlerle değil, aynı zamanda öne çıkan mimari özelliğiyle de dünya çapında yankı bulacağını belirterek sorularımızı yanıtladı.
Ülkemiz bir yerel seçimi daha geride bıraktı. Önümüzdeki dönemde Eskişehir ile ilgili hayallerinizi paylaşır mısınız?
Biliyorsunuz, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığında 5’nci dönemim. 20 yılsonunda yapacaklarımın ve hayallerimin bittiğini düşünebilirsiniz. Ama hiç öyle değil. Emin olun, yapacak daha o kadar çok şey var ki… Çünkü şehirler de insanlar gibidir ihtiyaçları hiç bitmez.
Geride bıraktığımız dönemler içinde şehir merkezine birçok proje kazandırdık. Hem de bunların tümü, hayati derecede önemli projelerdi. 850 bin kişinin yaşadığı bir bölgeyi, insanların yalnızca asgari ihtiyaçlarını karşılayan bir şehir yönetimi ortaya koymak değil, modern bir “şehir yaratmak” çabasıydı bu. Şehir olmanın bilincini, gururunu, mutluluğunu yaşayan insanlarla birlikte, ortak yaşam alanları inşa etmenin çabasından söz ediyorum.
Benim derdim, hiçbir zaman seçim kazanmak olmadı. Seçimi kazanmak yalnızca bir araçtı, hiç amaç olmadı. Benim derdim, Eskişehir’in kazanımlarını pekiştirmek, sağlamlaştırmak. Eskişehir’de oluşan Eskişehirlilik kimliğini daha yukarıya çıkarmak ve değişmez, değiştirilemez bir noktaya taşımak. Yarattığımız turizm potansiyelini daha da arttırmak. Bunu, bir takım projelerle destekleyebilirim ancak, bunun asli unsuru, bu şehirde yaşayan insanlar, yani Eskişehirliler. Bunu, onların istemesi gerekli. Zira bu şehirde, onlar, onların çocukları, torunları yaşayacak. Eskişehirli olmanın ayrıcalığını onlar yaşıyor.
Burada özel bir parantez daha doğrusu özel bir bölüm açmak istiyorum ki, benim için çok önemli.
İlçelerimizden ve bin yıllık Anadolu tarihimizde her daim “köy” olarak tabir ettiğimiz ancak, son dönemde bu güzel ismi “mahalle” olarak değiştirip, Büyükşehirlerin mahallesi yapılan yerleşkeler. Onlarla birlikte ilçelerimiz elbette…
2012 yılında uygulamaya konulan Yeni Büyükşehir Yasası ile birlikte, illerin coğrafi sınırları büyükşehir belediyelerinin görev alanı haline getirildi. Yani, ben merkezdeki iki ilçeden sorumluyken, diğer 12 ilçe ve 500’ün üzerinde mahalleden sorumlu hale geldim. Diyeceksiniz ki bundan şikayetçi misiniz? Hayır asla değilim. Tek sıkıntımız, üzerimize yüklenen bu ağır görev nedeniyle ekonomik gelirlerimizin aynı oranda artmaması. Bu yeni duruma uyum sağlamak, daha doğrusu bütçemizi, harcamalarımızı, belediyenin her türlü çalışma sistemini adapte etmek biraz zaman aldı. O nedenle ilçelerimiz ve köylerimizde yapmak istediklerimizi bir çırpıda hayata geçirmek mümkün olmadı, olamazdı da… Bugün 5 yıl öncesine göre daha hazırlıklı, daha donanımlı, daha tecrübeliyiz. Eksikleri, yapılması gerekenleri çok daha iyi biliyoruz. Merkez dışındaki ilçelere ve her ne kadar adı mahalle de olsa, onlardan köy diye söz etmek bana daha iyi hissettiriyor, köylerimize gerçek anlamda hizmetlerimizi ve projelerimizi Allah’ın izniyle önümüzdeki dönemde götüreceğiz. Gittiğim her ilçede, her köyde anlatıyorum. Köylerimiz hatta ilçelerimiz hızla boşalıyor. Böyle giderse köylerimizde 10-15 sene sonra kimse kalmayacak. Tarlalar ekilmeyecek, ürün vermeyecek, hayvancılık zaten çok zorda ama tamamen bitecek. Oralardaki gençler şehre göç edip, artık sona gelen inşaat sektöründe iş güvencesi ve güvenliği olmadan çalışmak zorunda kalıyorlar.
Öyleyse ilçelerimize ve köylerimize, umut olacak, onlara can suyu olacak, köylerini terk etmelerini önleyecek hatta terk edip gidenlerin geri gelmelerini sağlayacak hizmetler, projeler, yenilikler, onların ekonomik açıdan daha rahat yaşamalarını sağlayacak destekler sunmamız gerekiyor. İşte şimdi bunları yapıyoruz. Yapmaya devam edeceğiz. Çünkü şunu biliyorum ki, bir şehri ne kadar çağdaş, ne kadar örnek, ne kadar gıpta ile bakılan bir şehir haline getirirseniz getirin, ilçeleri, köyleri mahzun ve kaderine terk edilmiş durumda ise, o iş tam olarak başarılmış sayılmaz. Domates fidesi, marul fidesi, dut fidesi, sebze, meyve fidanları, damızlık manda, küçükbaş hayvan dağıtımı yaptık. İlçelerimize ve köylerimize yeni üretim ve satış modellerini öneriyoruz, hatta zorluyor, teşvik ediyoruz. Tüm bunları, çeşitlendirerek ve hayata geçirilmelerini olanaklı kılacak yol ve yöntemleri de göstererek, sürdüreceğiz.
Bakın, benden yani Büyükşehir Belediyesi’nden köyün yolunu, kaldırımını, alt yapısını ve diğer ihtiyaçlarını tamamlamamı istiyorlar. Tamam, başımla beraber, hepsini yapalım. Ama o köye gidip bakıyoruz, bazıları 5-6 hane, 15-20 kişi. Yaptığınız işi, o işin maliyetini düşünüyorsunuz, bir de bunlardan kaç kişinin yararlandığını hesaplıyorsunuz, inanılmaz yüksek maliyetler çıkıyor. Ben bu maliyetleri bir şekilde karşılar, yaparım. Ancak bizimki de milli servet. Yaptığımız hizmetten 400-500 kişinin faydalanması var, 15-20 kişinin faydalanması var. Bu sıkıntıları da yaşıyoruz. Ama değişecek. Edindiğim izlenim, insanlarımızın buna çok hazır olduğu ve kendilerine yol-yordam gösterecek birilerini beklediği yönünde.
Türkiye’de yerel yönetimlerin yaşadığı sorunları aktarır mısınız?
Yerel yönetimlerin sorunlarını elbette aktarırım. Ama, hangisinden başlasam bilmiyorum. Hani bizde bir deyim vardır, anlat anlat bitmez diye, bizim yerel yönetimler olarak sorunlarımız da öyle.
Birincisi, ekonomik yönden yani parasal sıkıntılarımız var. İkincisi, mevcut yasal mevzuat açısından,
üçüncüsü de, merkezi hükümetin yerel yönetimlere, hangi partiye bağlı olduklarına göre, farklı tutumlar sergilemesi.
Parasal sıkıntıdan söz edersek, bu genelde Türkiye’nin gelişmişliği ve kalkınmasıyla, zenginliğiyle direk alakalı gibi gözükse de, yani kaynaklar kıt olsa da, bu kıt kaynaklar bile adil şekilde dağıtılmıyor maalesef. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bunun en çarpıcı örneğini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde gördük. Maliye Bakanlığı Temmuz ayında göndermesi gereken belediye payını, Haziran ayı bitmeden yani Ekrem İmamoğlu görevi devralmadan gönderdi. Mevcut yönetim de tümünü kullandı, biliyorsunuz. Bir anlamda adamına göre muamele yapılıyor denilebilir. Ülke olarak kaynaklarımızın sınırlı olmasını kabul ediyoruz ancak bu tür ayrımcı tutumlar kabul edilemez sıkıntılar yaratıyor.
İkincisi belediye yasası. Çok uzun yıllar belediyeler, 1930 yılında çıkarılan 5393 Sayılı Belediye Kanunu ile yönetildi. Zaman zaman yeni düzenlemeler, eklemeler, çıkarmalar yapıldı haliyle ama temelde kanun oydu. 1984 yılında ilk Büyükşehir Yasası çıktı. 2012 yılında da yasayı yeniden düzenleyen, büyükşehir sayısını arttıran, aynı zamanda büyükşehir belediyelerinin görev sahalarını ilin coğrafi sınırlarına kadar genişleten yasa çıktı. Halen bu yasaya tabiyiz. Bence bu yasanın en büyük handikabı, büyükşehir belediye meclis üyelerinin ayrıca seçilmiyor olmasıdır. 1984’de çıkan yasada da öyleydi, ancak o yasada bizim sorumluluğumuz yalnızca merkezi iki ilçemizin bulunduğu mücavir alandı. Bu şehir meclisini yalnızca bu mücavir alan içinde kalan ilçelerden geliyordu. Şimdi il sınırları içindeki tüm ilçelerden gelen üyelerden oluşuyor büyükşehir meclisi.
Yerel seçimlerde büyükşehir olan illerde seçmen sandığa gidiyor, önce ilçesinin belediye başkanı sonra da yine ilçesinin meclis üyeleri için oy kullanıyor. Üçüncü oyunu da, büyükşehir belediye başkanı için kullanıyor, ancak büyükşehir meclisi için ayrıca oy kullanmıyor. İlçesinde meclis üyeleri için verdiği oylar sonucu birinci sıradan başlayarak (en çok oyu olan partinin meclis üyesinden) yasa ile belirlenmiş sayıda meclis üyesi büyükşehir meclisine geliyor. Büyükşehir Meclisi de, ilçeler için seçilmiş meclis üyelerinden oluşuyor.
Büyükşehir Meclisi’nin diğer tüm ilçe meclislerinde alınan kararları onaylamak-onaylamamak görevi var. Yani bir anlamda denetim ve kontrol yetkisi var. Sistem böyle olunca, meclis üyeleri kendi ilçelerindeki mecliste alınan kararları denetlemek ve kontrol etmek durumunda kalıyorlar. Yani, kendi kendilerini denetliyor ve kontrol ediyorlar. Ki bu da kesinlikle doğru ve mantıklı bir yöntem değil.
Yakın bir zamanda açılacak olan Odunpazarı Modern Müze projesinin şehre katacağı değeri aktarır mısınız?
Odunpazarı Modern Müze projesi, her ikisi de Eskişehirli ve Odunpazarılı olan Polimeks’in kurucuları ve yönetim kurulu üyeleri olan Erol Tabanca ve Cem Sipahi ile yaptığımız görüşmeler sırasında ortaya çıktı. Uzun yıllardır yaptıkları çalışmalar sonucu, kayda değer bir sanat koleksiyonları vardı ve bu koleksiyonu yalnızca kendilerine saklamak yerine herkesle paylaşmak istiyorlardı. Hem kendilerinin Odunpazarılı olmaları hem de Büyükşehir olarak bizim bölgede bir müzeler kompleksi projesini hayata geçirmiş olmamamız dolayısıyla yerini orada, diğer müzelerimizin bulunduğu alanda belirledik. Projenin mimari tasarımı sürdürülebilir mimarinin dünyaca ünlü ismi Japon Kengo Kuma’ya ait. Önümüzdeki Eylül ayı içinde açılması planlanıyor.
Odunpazarı Modern Müze, içinde sergilenecek eserler kadar mimarisiyle de öne çıkan bir müze. Sırf mimari özelliği nedeniyle bile dünya çapında yankı bulacak. OMM sayesinde hem Eskişehir’in müzecilik alanındaki albenisi dünya tarafından görülecek hem de ülkemiz açısından çok önemli bir prestij projesi olacaktır.
Eskişehir’in sanat ve müze açısından geldiği noktayı aktarır mısınız, bundan sonraki süreçte şehre değer katacak yeni çalışmalar yapılacak mıdır?
Elbette devam edecek. Ben bir ışık yaktım, bu ışık başta biraz cılızdı. Zamanla kuvvetlendirdik. Cam sanatları Müzesi, Kent Belleği Müzesi, Kurtuluş Müzesi, Balmumu Heykeller Müzesi. Şimdi bunlara OMM de eklenecek. Ayrıca kültür merkezlerimizdeki konser salonları, sergi salonları bir gün bile boş kalmıyor. Yurt içinden ve yurt dışından sanatçılar kimi zaman bir iki yıl öncesinden rezervasyon yaptırıyorlar. Ayrıca senfoni orkestramız, Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarımız var. Yaz dönemi dışında, yılın dokuz ayı her hafta dolu dolu etkinliklerimiz, konserlerimiz, tiyatro oyunlarımız var. Yılda bir kere düzenlediğimiz Uluslar arası Opera Günlerimiz var. Çocuk ve gençlik tiyatro festivalimiz var.
Yani yaktığım kültür ve sanat ışığı giderek kuvvetleniyor, bundan sonra söndürmeye kimsenin gücü yetmez. Bu ışığı yaktıktan sonra, sanat ve kültür zaten kendi kendisini çoğaltıyor.
Eskişehir’de çevre illerden turizm potansiyelinin de olduğu belirtilmektedir. Bu potansiyeli arttırmak için yapmayı planladığınız çalışmaları aktarır mısınız?
Eskişehir çok uzun yıllar boyunca yalnızca soğuğu ve çamuru, bir de tren istasyonu ve orada satılan Eskişehir simidi ile ünlüydü. Bir takım zorunlu nedenler dışında başka şehirlerden kimse şehri görmeye gelmezdi. İnsanlar çevre yolundan geçip giderlerdi. Ancak 1999’da göreve geldikten sonra başladığımız ve bir çoğunu bitirip, bir çoğunu da sürdürdüğümüz projelerle Eskişehir bambaşka bir hale gelince, turist akını başladı. Geçtiğimiz 2018 yılında yaklaşık 1 milyon yerli ve yabancı turist geldi. Bu, Eskişehir’in kendi nüfusundan fazladır. 1999’da bir elin parmaklarını geçmeyen otel sayısı bugün 110. Üstelik çok büyük bölümü marka oteller.
Benim bütün hayalim bu şehri, içinde yaşayan insanların gurur duydukları bir şehir haline getirmekti. Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde, ABD’de, uzak doğudaki şehirleri her ziyaretimde Eskişehir’in neden o şehirler gibi olamadığını düşünürdüm. Akademi Başkanlığım, Anadolu Üniversitesi kurucu rektörlüğüm dönemlerinde de bunu hep düşünür, şehrin yerel yöneticilerine önerilerde bulunur, projeler sunardım. Ancak birçoğu ya kaynak yetersizliği ya da başka bir nedenle hayata geçirilmezdi. Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra, bütün o düşüncelerimi hayata geçirme fırsatım oldu. Hepsini mi, derseniz, değil elbette. Daha yapacağımız çok şey var. Bütçe, kaynak, şehrin ihtiyaçları, rutin belediyecilik işlerinin yanında onları da sırasıyla hayata geçiriyoruz. Projelerimiz hayata geçtikçe, şehre gelen turist sayısı da artacak mutlaka. Örneğin henüz üzerine çok düşemediğimiz “kongre turizmi” meselesi var. Ayrıca Eskişehir öyle bir coğrafi konumdaki, Friglerden bu tarafa 5 bin yıldır birçok uygarlığı ve onlardan kalan eserleri içinde barındırıyor. Toprağın altı, üstünden çok daha fazla eseri saklıyor. Tarihi eser konusunun da yeterince değerlendirilemediği açık. Zaman içinde bunun da çözüleceğini düşünüyorum.
Yerel yönetimlerin bir başka önemli hedefleri de bölge insanının mutlu yaşamasını sağlamaktır. Bu noktada Eskişehir halkının mutlu bireyler olması için yaptığınız çalışmaları aktarır mısınız?
En can alıcı işte burada değindiğiniz konuda. Size şunu söylememe izin verin; ben bu şehir için her ne yaptım ise, hiç birini ne turizm gelişsin diye, ne Eskişehir’i hem ülke hem dünya tanısın diye yaptım. Ben yaptığım her şeyi, bu şehirde yaşayan insanların mutlu ve huzurlu olmaları için yaptım. Onlar için yaptım. İyi ve doğru işler yapınca, insanlar şehri görmeye geldiler, turizm patladı. Projelerimiz önce ülkemizdeki diğer birçok şehre örnek oldu, birçok belediyemizden gerek başkanları, gerek teknik ekipler gelip projeleri yerinde incelediler, yardımcı olmamızı istediler. Sonra, Avrupa’dan, dünyanın başka ülkelerinden gelip şehri incelediler, gezdiler, gördüler. BBC, Eskişehir’i dünyanın en dikkat çeken 5 şehrinden biri olarak belirledi ve gelip burada bir belgesel çekti. Ardından, dünyanın neresinde şehircilikle ilgili bir seminer, sempozyum olsa davet edildik. En son, Amerika Birleşik Devletleri’nin Dallas şehrinde yapılan bir sempozyuma davet edildik.
Demem o ki, her ne yaptıksa, bu şehirde yaşayan insanların mutluluğu için yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz. Bu konuda değinmek istediğim diğer bir konu şu; Eskişehir, farklı coğrafyalardan göç ederek gelmiş insanların birlikte yaşadığı bir şehir. Kırım, Romanya, Bulgaristan, Kafkasya… Osmanlı İmparatorluğu’nun ne yazık ki artık geri çekilmeye başladığı yıllarda, bıraktığı topraklardaki Türkler göç ederlerken, önemli bir merkez de Eskişehir olmuş. Şehrin yerli ahalisiyle uyum sağlamak biraz zaman almış olsa da, herkes birbirini anlamış, kabullenmiş ve bu şehrin herkese yeteceğini anlamışlar. Herkes kendi bölgesinden getirdiği kültürünü, geleneklerini, yaşam alışkanlıklarını korumuş. Böylece çok renkli, çok esnek, hoşgörü ve uzlaşmaya dayalı bir şehir ortaya çıkmış. Sosyal yapı bu anlamda, çok kendine özgü bir hal almış. Hiçbir zaman aşırı tutucu ve muhafazakar olmamış. Elindekinin kıymetini bilmiş ama kendisini yeniliğe de kapatmamış. Eskişehir bugün dünyanın en huzurlu 10’ncu şehri. Türkiye’nin de en huzurlu birinci şehri. Bunu biz söylemiyoruz, uluslararası kuruluşlar söylüyor ve tüm dünyaya ilan ediyorlar.
Eskişehir’de o maya zaten var. Benim yaptığım o mayayı doğru işlemek ve çağın gereklerine uygun projelerle desteklemek. Yaptığım şeyin özü ve özeti budur. EYLÜL 2019