Pandemi Süreci Yerli Kaynaklarımızın Önemini Ortaya Çıkardı
Maden potansiyelimizin yeterince değerlendirilememesi, sermaye, tecrübe, yasalardan kaynaklanan izin süreçlerinin çok uzaması gibi gibi birçok nedene bağlanabilir. Ancak ülkemizi kalkındırmak için yeni bir başarı hikayesi yazmak istiyorsak, madenlerimizi ülke ekonomisine kazandırmalıyız. Madenlerimizin ülke ekonomisine kazandırılması konusunu değerlendirmek için sektörün deneyimli isimlerinden biri olan TOBB Türkiye Maden Meclisi Başkanı İbrahim Halil Kırşan ile bir araya geldik.
Ülkemizde madencilik ile ilgili genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Kıta hareketlerinin kesişme noktasında yer aldığımız için bol maden çeşitliliğimiz var ve birçoğunun da potansiyelinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ticareti yapılan doksana yakın madenden yetmişinin ülkemizde çıkarıldığını görebiliriz. Özellikle bor konusunda dünyada birinci sıradayız. Linyit rezervi açısından da önemli bir ölçeğe sahibiz. Bunun yanında bakır, çinko, kurşun gibi metalik madenlere ev sahipliği yapıyoruz. Son yirmi otuz yıldır yapılan çalışmalarla önemli bir altın rezervine sahip olduğumuz ortaya çıktı. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana krom üretip ihraç ediyoruz.
Madencilik alanında yaptığımız yıllık üretimin 15 milyar dolar ihracatın da 5 milyar dolar olduğunu söyleyebiliriz. Yanlış değerlendirmelerden dolayı madenciliğin GSMH içerinde %1’lik bir paya sahip olduğu ifade edilirken aslında birçok alanın hammaddesi olarak kullanıldığı göz önünde bulundurulduğunda bu rakamın 35 milyar doların üzerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buda madenciliğin GSMH içerisindeki payının %5 mertebelerine yükseltmektedir.
Diğer yandan sanayi devriminin içeriğine baktığımızda da bugünkü AB’nin temellerinin madencilik alanındaki işbirlikleri sonrası atıldığını gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla medeniyetin öncül kuvveti olarak madenleri sayabiliriz. Bizde de Osmanlı’nın son dönemi yetkilileri ve Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk madenlere dayalı bir sanayileşme ve gelişme modeli üzerinde çalıştığını görüyoruz. İlk olarak 1933 yılında Altın Arama İşletme İdaresi ve Petrol Arama İşletmesi kuruluyor. 1935 yılında MTA Genel Müdürlüğü sonrasında da Etibank kuruluyor. Sonraki yıllarda da MTA üzerine düşün görevi yerine getiriyor.
Ülkenin altmışlı yıllarda çıkan yasası ihtiyaca cevap vermeyince 1985 yılında çıkarılan yasa ile sektör daha liberal hale geliyor. Bu çerçevede de madenciliğimizin bir sıçrama yaptığını gözlemliyoruz. Bu yasa ihtiyaçları karşılasa da sonraki yıllarda hemen hemen her yıl değişikliklere uğruyor. Bu da yasanın yamalı bohçaya dönmesine neden oluyor. O nedenle yeni bir maden yasası ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Küresel ısınma ile beraber AB normları madenciliği yeni bir boyuta taşıdı. Eskiden bir ruhsat alınarak madencilik yapılabiliyordu. 90’lı yıllarla beraber çevre ile ilgili yasalar devreye girince ÇED raporlarının alınması gündeme geldi. Sonrasında ağırlaştırılan şartlar madenciliğin neredeyse yapılamaz hale gelmesine neden oldu. Bu noktada da ruhsatımız doğrultusunda devletin bizi koruması gerektiği sonucuna geldik.
Madencilik alanındaki acı hatıralarımız tazeyken, bahsettiğiniz konunun sadece madencileri korumaya yönelik bir yaklaşıma kamuoyunun büyük tepkisi olacaktır. İkisinin ortası bir yolu bulabilmek mümkün değil mi?
Haklısınız, burada önemli olanın sürdürülebilirlik olduğunun altını çizmemiz lazım. Bu çerçevede de doğayı tahrip etmeden, insanlara zarar vermeden bir madencilik yapılmalı ancak diğer taraftan bu şartlarda dahi madenciliğin yapılamamasının önüne geçmemiz lazım. Sürdürülebilir bir kalkınma için topluma madenciliğin iyi anlatılması gerekiyor. Kısaca sürdürülebilir bir çevre, sürdürülebilir madencilik. Sürdürülebilir madencilikle baktığımızda öncelikle iş güvenliği ile ilgili tüm önlemlerin alınması, çevre ile ilgili önlemlerin alınması, tüm bunların dışında hesap verilebilirlik ve şeffaflık hususunun halledilmesi gerekir. Yapılanlar da sosyal onay ile taçlandırılabilirse, önemli bir aşama kat edilmiş olur. Özetle önce insan, sonra çevre, sonrasında da madencilik gelmeli.
Firmalarımız bu şartlarda madencilik yapabiliyor mu?
Özellikle altın madenciliğini ön plana çıkarırsak, dünya standartlarında madencilik yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çevre kaygıları dikkate alınıyor. Tabi bu noktada bu standartlarda madenciliği küçük firmaların yapabilmesi oldukça güçtür.
Çevreci yaklaşımların bazen ‘istemezük’ dışında bir yaklaşımla ilgilenmediğini gözlemliyoruz. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Madencilik sektörünün şöyle bir şanssızlığı var. 1989 yılında İzmir Bergama’da altın madeni tespit edildi ve 2001 yılına kadar burası işletilemedi. Bu süreç içeresinde Türkiye’deki altın madenciliğinin önüne set çekildi. Bu konuda çok ciddi dış faktörlerde etkiliydi. Oradaki yerel halkı harekete geçirerek eylem yapmaları sağlandı ve sonuç itibariyle 12 yıl kaybettik. Muazzam bir algı oluşturuldu. Siyanürle altın aranıyor gibi algı oluşturuldu. 2001 yılında güçlü bir irade ile altın madenlerinin işletileceği belirtildi ve o günden bugüne 340 tonluk bir altın üretimi oldu. Maalesef altın madenciliği üzerinde halk tarafında bir yaygara koparılıyor ve tüm madencilik sektörü duruyor. Oysa bu ülkede petrol ve doğalgaz bulduğumuzda ne kadar seviniyorsak, altın madeni bulduğumuzda da sevinmeliyiz. Enerji maliyeti olarak her yıl yurt dışına ödenen 35-40 milyar dolara ulaşan bütçeleri herkes bahsediyor, fakat altın ithalatını kimse anlatmıyor. Oysa her yıl ortalama 160 ton altın ithal ediliyor, 8-10 milyar Dolar bütçe ödeniyor. 2020 yılında ise ortalama 20 milyar Dolarlık altın ithalatına para ödeyeceğiz. Bu da ülkemizde cari açık problemini arttıracak bir durum. Dolayısıyla bunu yönetmeniz gerekiyor.
Bu noktada herkes maden firmasının işi bittiğinde o bölge kullanılamaz hale geliyor diyor.
Bergama’daki altın üretimi yapılıp biten sahalarda muazzam bir şekilde yeşillendirildi, zeytin ağaçları ekildi ve şu anda orada çıkan zeytinler de zeytin ve zeytinyağı olarak tüketiliyor. İstenilince bunlar yapılabiliyor. Madenciler olarak bizlerde bölge halkına biz burada maden işletmesi yapacağız, fakat işimiz bittiğinde tekrar bölgeyi doğaya kazandıracağız demeliyiz. Yasalarda bunu sağlamış durumdadır.
Varlık Fonu oluştuktan sonra maden firması kurarak sahaya inmek istediği belirtiliyor. Bu durum sektörü nasıl etkiler? Bu noktada Enerji Bakanlığı olabildiğince sektörün önünü açmak istiyor, inisiyatif aldığını söyleyebilirim. Sektörün sorunlarına duyarlı bir şekilde yeni yasa çalışmalarını da yürütüyorlar. Yine yaşanan pandemi sürecinde de madencilik sektörünün ne kadar önemli olduğunu herkese gösterdi. Çünkü sanayici ürün üretmek için Çin’den veya Avrupa’dan ham madde istedi fakat ülkeler sınırlarını kapattığı için paranızla dahi ürün alamadınız. Sanayide çarklar madenlerle dönüyor. Dolayısıyla yerli kaynakların önemi burada net bir şekilde ortaya çıktı. Yerli kaynaklara verilen önem giderek arttı. Bu süreçte madencilik sektörüne destek verilerek çarkların dönmesi sağlandı. Varlık fonu ile de devlet özel sektörle rekabet mi ediyor diye düşünülebilir, bence hayır. Varlık fonundaki madencilik firması farklı bir gaye için kurulduğunu düşünüyorum. Sektördeki bu düşünce de MTA Genel Müdürlüğünün yaptığı sondaj çalışmaları sonrasında elinde ciddi bir maden ruhsatı oluştu. Bulunan bu maden sahalarının ruhsatları varlık fonuna devredildi. Bunların içinde ciddi madenler var. Bu konuda varlık fonu özel sektörle birlikte bu madenleri ekonomiye kazandırmaya çalışıyor. Fakat bu konuda daha detaylı bilgimiz yok. Burada devletin özel sektörle rekabet edeceğini düşünmüyorum. KASIM 2020