Sanayi Sektörünün Yeni İklim Reçetesi: Temiz Üretim

İlge Kıvılcım (İktisadi Kalkınma Vakfı Uzmanı)

İklim değişikliği ile mücadele çalışmaları, 2015 yılının son aylarında alıştığımız Kyoto-tipi kuralların dışına çıktı. 12 Aralık 2015 yılında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 195 ülkenin üzerinde mutabık kaldığı ve onayladığı Paris Anlaşması ile şu an yürürlükte olan Kyoto Protokolü’nün esas amacı olan sera gazı emisyonlarının azaltılmasıyla sınırlı kalınmayacağı, tamamen sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde geçerli olacak yeni ve esnek bir iklim rejiminin geçerli olacağı ortak bir dille kesinleştirildi. Anlaşma’nın, 2020 yılından itibaren Kyoto Protokolü’nün yerine geçmesi bekleniyor. Ayrıca Anlaşma’nın 20’nci Maddesi uyarınca, 22 Nisan 2016’da başlayan imza süreci 21 Nisan 2017’de sona erecek.

Yeni Literatür: Paris Anlaşması ve Sanayi Devrimi

Uluslararası alanda üretimin niteliğinde belirgin hale gelmeye başlayan ve nanoteknolojisi, robotlar, dijital pazar gibi yüksek teknoloji devrimini simgeleyen Sanayi 4.0 dönemi, iş dünyasının günlük toplantılarına girmeye başlarken, çevre-dostu yeni teknolojilerin sanayi sektörünün üretim aşamalarında yaygınlaştırılması ve yeni iş imkanlarının artırılması çalışmalarının 2020 yılından itibaren daha da hissedilir boyutlara ulaşması kaçınılmaz.

Paris Anlaşması’nın en önemli özelliklerinden biri, uluslararası çevre koruma ve iklim değişikliği anlaşmasının içinde ilk defa “iş dünyasına” küresel bir rol biçilmesi oldu. Paris Anlaşması ile özellikle sanayi ve enerji sektörleri için fosil yakıta dayalı bir üretimden daha temiz üretime geçilmesinin ilk temeli oluşturuldu. Başka bir ifade ile yenilenebilir enerji kaynaklarının sanayide daha çok fazla yer edindiği, daha az atığı çevreye bırakan, geri dönüşümü alışılan bir seçenek olarak üretim aşamasına entegre eden, iklim değişikliği politikasını operasyonel alanlarına uyumlu hale getiren, düşük karbonlu ekonominin gelişmesini besleyen ve hatta uzun vadede “karbonsuz” bir ekonomi modelinin oluşmasına katkı sağlayan yeni bir dönüşümün simgesi olacak sanayi sektörü için geri sayım Paris Anlaşması’yla başlatıldı.

Küresel boyuttaki emisyonların büyük bir bölümü enerji ve sanayi sektöründen kaynaklanıyor. Bu durum Türkiye’deki sektör sıralamasında da aynı doğrultuda ilerliyor. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de en fazla emisyon miktarları yüzde 67,8 ile enerji ve yüzde 15,7 ile endüstriyel işlemler ve ürün kullanımından kaynaklanıyor. Bilindiği gibi, Türkiye’nin Sanayi Devrimi sonrasındaki tarihsel emisyon sorumluluğu ABD, Kanada ve AB ülkeleri gibi diğer büyük ekonomilere göre oldukça düşük. Çin tek başına hava kirliliğine yüzde 20 oranında olumsuz etki bırakıyor. Aynı şekilde, 29 Ocak 2016’da BM tarafından açıklanan ve Paris Anlaşması’nın onaylanması sırasında ülkelerin, küresel emisyonların yüzde kaçından sorumlu olduğunu açıklayan resmi bir belge yayımlandı. Bu belgede Türkiye’nin payı 2013 yılında toplam 459,1 milyon ton karbondioksit eşdeğeri ile yüzde 1,24 olarak açıklandı. Ancak Türkiye’de emisyon artış hızının yüksek olduğunu her defasında hatırlatmakta fayda var. TÜİK verilerine göre bu artış hızı 1990-2013 yılları aralığında yüzde 110,4 civarında seyretti (TÜİK, Sayı: 18744, 25 Mayıs 2015). Sanayi sektörünün emisyonların azaltılmasında ne kadar etkili olduğu göz önünde bulundurulduğunda sektör içinde kullanılan üretim aşamalarındaki modernizasyon ve düşük karbonlu üretim modellerine geçişte öncü rol oynaması daha da önem kazanmakta.

Türk Sanayicisinin Dönüşüm Odakları

AB’de sanayi sektörü, ihracatın yüzde 80’nini üreten bir ekonominin can damarı olarak gösteriliyor. 2008 yılında AB’yi sarsan ekonomik ve mali kriz ortamı, Birliğin pek çok politika alanında ciddi revizyon süreçlerini başlatmıştı. Bu sürecin etkisiyle beraber AB ekonomisinin önemli bir parçası olan sanayi politikasında Komisyon, 22 Ocak 2014 tarihli “Sanayi Rönesansı” bildirisi ile yeni dönem çalışma dili ve yönetimi sunuldu. 

Sanayi sektörü demek, üretim demektir. Paris Anlaşması ile sürdürülebilir ve temiz üretimin benimsenmeye başlandığı bir ortamda Türkiye’de de sanayinin değişime uğraması kaçınılmaz. Türkiye’deki sanayi sektörünün, iklim değişikliğine uyum alanına sağladığı katkı maalesef mevcut süreçte oldukça düşük. Bu durumun oluşmasında, gerek sektörü yönlendirecek mevzuat uygulamalarının geç yürürlüğe koyulması gerekse tesislerin uzun vadeli iş planlarına ve operasyonel faaliyetlerine iklim değişikliğini entegre etmemeleri önemli bir etken.

Buna karşın, Türkiye’de sanayi sektörünün iklim değişikliği ile mücadeledeki rolünü artırıcı önemli çalışmaları incelemeye başlandı. Nitekim, Türkiye’de sektörel anlamda bir dönüşüm rüzgarını estirmeye başlayan ciddi bir yasal süreç başlatıldı. Türk sanayicisi, ilk kez ulusal düzeyde havaya karışan emisyonların raporlanmasını, izlenmesini ve denetlenmesini online sistem üzerinden kayıt altına almaya başladı. Bu süreci başlatan Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik, AB’ye uyum kapsamında hazırlanmış bir mevzuat. Tesislerin ilk raporlarını Nisan 2016’ya kadar sunmaları gerekiyor. Ulusal boyuttaki emisyonazaltımında yüzde 20’ye yakın bir etki bırakabilecek sanayi tesislerinin izlenmesi Türkiye için iklim politikası bağlamında oldukça önemli.

Öte yandan, Türkiye, Eylül 2015’te açıkladığı 2030 yılına kadar yüzde 21’lik emisyonazaltım hedefiyle (INDC) Paris’te bulundu. Türkiye’nin INDC’sinde sanayi temel alınan sektörlerin başında gösteriliyor. Türkiye’deki sanayi sektörünü ve iklim değişikliğini ortak zemine taşıyan önemli strateji belgeleri de INDC metninde BM’ye sundu. Bunlardan biri “Ulusal Sanayi Strateji Belgesi”. Belgede, daha yeşil ve rekabetçi bir sanayi yapısına vurgu yapılmakta. Aynı şekilde, ana hedeflerden biri “Türk sanayisinin rekabet edebilirliğinin ve verimliliğinin yükseltilerek, dünya ihracatından daha fazla pay alan, ağırlıklı olarak yüksek katma değerli ve ileri teknolojili ürünlerin üretildiği, nitelikli işgücüne sahip ve aynı zamanda çevreye ve topluma duyarlı bir sanayi yapısına dönüşümü hızlandırmak” olarak belirtiliyor. AB 2020 hedefini, sanayisinin GSYİH’deki 15,1’lik payını yüzde 20’ye yükseltmek olarak açıkladı. 2013 yılında sanayi sektörü, Türkiye’nin GSYİH’nin yüzde 19,2’siydi. Bu oranın 2018 yılında 20,4’e yükselmesi bekleniyor.

Türkiye’de sanayi sektörüne yönelik önemli mesajları içeren 10’uncu Kalkınma Planı’nda sektöre, kalkınma sürecinde merkezi bir rol veriliyor ve sanayi, “ekonomik yapının dönüşümünde sürükleyici sektör” olarak tanımlanıyor. Aynı şekilde sanayi sektörü, yüksek oranlı sürdürülebilir büyüme altyapısının geliştirilmesi açısından önemli bir konuma yerleştirilmiş.

Sanayide geri dönüşüm de araştırılması gereken bir diğer önemli konu. AB, atık yönetiminde 2030 yılına ait Döngüsel Ekonomi Paketi’ni gündeminde tutarken, Türkiye’nin bu tartışmaları takip etmesi ve uygulamalarını AB’ye paralel yürütmesi elzem.  

Türkiye’de sanayide harcanan elektriğin yüzde 70’ten fazlası düşük verimli AC elektrik motorları (sanayide en fazla kullanılan elektrik motorları) tarafından tüketildiğini belirtelim. Dolayısıyla enerji verimliliği konusunda sanayi sektörü üzerinden özellikle KOBİ’lerin dönüşümü de önümüzdeki yıllarda ayrı bir çalışma alanı olacaktır.

İklim değişikliği-sanayi sektörü konusunda akıllara ilk gelen maliyet hesaplamaları olmaktadır. Maliyetlerin azaltılmasında da firma becerileri önemli hale gelecek. Dış pazar yapısı, özellikle AB pazarı, giderek temiz üretime doğru kayıyor. Bu yönelmedeParis Anlaşması da itici güç olarak karşımızda. Dolayısıyla Türkiye’nin özellikle sanayi sektöründe bu yeni dönüşümü fırsata çevirecek destek mekanizmalarına ağırlık vermesi gerekecektir.

Sanayideki Revizyon

Türkiye için hatırlanması gereken bir diğer husus da şudur: Türkiye, Paris Anlaşması müzakerelerinde “gelişmekte olan ülke” konumuyla anlaşmada yer almak ve bu doğrultuda uluslararası iklim değişikliğine uyum için gereken finansal araçlardan yararlanmak amacını dile getirmekteydi. Türkiye bu isteğini anlaşma metnine ekleyemese de, bu yıl Kasım ayında Marakeş’te yapılacak COP 22 süreci, Türkiye için önemli olacak. Ancak sonuç ne olursa olsun, Türk sanayicisinin temel hedefi, müzakere ortamından bağımsız, ulusal bir strateji çerçevesinde sürdürülebilir ve temiz üretime geçmeyi benimsemek olmalıdır. 

Destek Mekanizması Dünya Bankası:Bir İleri Bir Geri

Dünya Bankası küresel anlamda iklim değişikliği ile mücadelede gelişmekte olan ülkelere en fazla destek sağlayan kuruluş. Dünya Bankası Başkanı Jim Kim, 22 Nisan öncesi tüm dünyaya açık bir mesaj iletti: İklim değişikliği ile mücadelede yenilenebilir enerji kaynaklarının kömüre kıyasla daha ucuz olmasını sağlamaya çalıştıklarını açıkladı. Nisan ayının ilk haftasında ayrıca Dünya Bankası tarafından 2020 yılına kadar iklim değişikliği ile mücadeleye katkı sağlamak için yapılan projelere yüzde 28 oranında destek verileceği açıklandı. Ancak Dünya Bankası’nın fosil yakıtlara 2 milyar dolarlık proje desteği de verdiği biliniyor. Nitekim, BM nezdinde yapılan müzakere süreçlerinde en fazla tartışılan ve net bir sonuca bağlanamayan konuların başında iklim finansmanı geliyor.

Türkiye sanayileşme bakımından henüz OECD ve AB üye ülkeleri seviyesinde değil. Dolayısıyla sanayi sektörünün ekonomik geliri de göz önünde bulundurulduğunda, sanayileşme önceliği Türkiye’de oldukça önemli olacak. Ancak bu öncelik, küresel boyutta şekillenen yeni dönem sanayi üretim modeline de paralel olmak zorunda. Bu konu hem iklim değişikliği ile mücadelede sanayi sektörü üzerinden emisyonların azaltılması hem de düşük karbon ekonomisine bu kadar atıfta bulunulan ulusal belgelerdeki hedeflerin uygulanması için son derece önemli. Bu önem, küresel ısınmadan etkilenen Türkiye gibi ülkeler için hayati değere sahip. Türkiye tarafından Birleşmiş Milletler’e sunulan Ulusal 5’inci Bildirim’de ifade edildiği gibi, sanayi sektöründeki emisyonların büyük çoğunluğu, yakıt yanmasından ve proses kaynaklı emisyonlardan oluşmakta. Enerji sektörünün emisyonlarının yüzde 36,9’u enerji sanayiden ve yüzde 19,9’u imalat sanayisinden kaynaklanmakta.