Türkiye-Rusya Yakınlaşmasının Sembolü: Akkuyu Nükleer Santrali
Çisel İleri, İKV Araştırma Müdürü
Mart ayında gerçekleşen seçimlerden galip çıkan Rusya lideri Vladimir Putin, ilk resmi ziyaretini hayli yoğun bir gündemle 3-4 Nisan 2018 tarihlerinde Türkiye’ye gerçekleştirdi. Ziyaretin öne çıkan gündem maddesi Akkuyu Nükleer Santrali’nin temel atma töreniydi. Törene Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin video konferans aracılığıyla katıldı.
Aslında Akkuyu Nükleer Santrali’nin temelinin atılması iki açıdan son derece önemliydi. İlki Türkiye’nin 1950’lere kadar uzanan nükleer enerji emellerinin nihayet gerçeğe dönüşmesiyle ilgili somut adım atılması, ikincisi ise Türkiye ile Rusya arasında 2015 sonunda Rus uçağının düşürülmesi sonucu en kötü dönemini yaşayan ikili ilişkilerin sadece iki yıl içerisinde geldiği noktayı göstermesi açısından. Bilindiği üzere nükleer santral çalışmaları 2010 yılında Türkiye ile Rusya arasında imzalanan anlaşma çerçevesinde başlamıştı. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun 100’üncü yıldönümünde nükleer güç sahibi olmak istiyordu. Toplam 20 milyar dolara mal olması beklenen Akkuyu Nükleer Santrali’nin her biri bin 200 megavat gücünde dört reaktörden oluşması planlanmıştı. Her ne kadar Cumhuriyetin 100’üncü yılına sadece bir reaktör yetiştirilebilecek olsa da tamamı faaliyete geçtiğinde ülkemizin elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 10’u nükleerden karşılanıyor olacak.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de nükleer enerjinin oldukça tartışmalı bir konu olduğu biliniyor. Bir yandan enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve iklim değişikliği ile mücadele kapsamında nükleer enerjinin önemi belirtilirken, diğer yandan güvenlik risklerinin yüksek olması nedeniyle başta çevreciler olmak üzere birçok kesim tarafından eleştiriliyor. Türkiye’nin katılım müzakerelerini sürdürdüğü AB’nin nükleer enerjiye yaklaşımının temelini ise güvenlik oluşturuyor. Bugün elektriğinin neredeyse üçte birini nükleer enerjiden karşılayan AB’de hâlihazırda 14 Üye Devlette faal olan tesis sayısı 130. Nükleer enerji kullanıp kullanmamak tamamen Üye Devletlerin takdirine bırakılmış durumda, ancak özellikle tüm dünyayı derinden sarsan Fukuşima felaketi sonrası nükleer güvenlik AB içinde ciddiyetle denetleniyor. Şöyle ki Bulgaristan gibi bazı ülkeler AB üyelik sürecinde denetim sonrasında yeterince güvenli olmadığına karar verilen bazı reaktörleri kapamak zorunda kaldı. Fukuşima sonrası hızla gündeme alınan stres testleri sonucunda AB içerisindeki tüm santraller gözden geçirilip, eksikler ve güvenlik açıkları tespit edilirken; bu testlerin belirli aralıklarla düzenli olarak yapılmasına karar verilmişti. 2014 yılında Nükleer Güvenlik Yönergesi’nin revize edilmesiyle artık AB’de nükleer güvenlik, bir nükleer santralin kurulumundan başlayarak tüm aşamalarında güvenlik standartlarının yerine getirilmesi, bunların düzenli olarak denetimi ve kamuoyuyla daha fazla bilgi paylaşımı anlamına geliyor. Öte yandan Fukuşima felaketi, AB içerisinde uzun zamandır tartışmalı olan nükleer enerji konusunda bazı Üye Devletlerin de kendi vatandaşlarından gelen tepkiler üzerine bu tercihten vazgeçeceğini açıklamasına neden oldu. Almanya ve Avusturya gibi ülkeler önümüzdeki yıllarda kendilerine nükleersiz bir gelecek çizme kararı aldı.
Türkiye’nin durumuna bakıldığında ise öncelikle AB ile katılım müzakereleri sürecinde enerji müktesebatı altında da nükleer enerji ve nükleer güvenlik konularına ilişkin düzenlemelere uyum sağlaması gerektiği biliniyor. Ancak her ne kadar enerji faslının müzakerelere açılmasının hem AB hem de Türkiye için kazan-kazan durumlardan biri olacağı pek çok kez her iki tarafça dile getirilse de GKRY vetosu nedeniyle bu fasıl açılamıyor.
Öte yandan Türkiye gibi ithal enerjide dışa bağımlılığı yüzde 75’lere ulaşan bir ülkenin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi doğal ve doğru bir tercih olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Akkuyu Nükleer Santrali’ne ilişkin getirilen eleştirilerden biri de hâlihazırda doğal gazda yüzde 56 civarında olan Rusya’ya bağımlılık düşünüldüğünde, nükleer enerjide de tek bir kaynağa bağımlılığın Türkiye açısından iyi siyasi ilişkilerin bozulması durumunda sıkıntı yaratabileceği.
Genişleyen ve Derinleşen Türkiye-Rusya İlişkileri
3-4 Nisan’da Rusya Devlet Başkanı Putin’in yanında sekiz bakanıyla birlikte katıldığı Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin (ÜDİK) yedinci toplantısında enerji alanında işbirliğini derinleştirecek bir diğer konu olan Türk Akımı projesi de ele alındı. 2014 yılında Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ankara ziyareti sırasında açıkladığı Türk Akımı Projesi, Karadeniz’in altından geçerek Türkiye’ye uzanacak boru hattının Avrupa’ya devam etmesiyle Rusya’nın hem Türk pazarına hem de Avrupa pazarına doğal gaz tedarik etmesini sağlayacak. Projeyle Türkiye’ye 14 milyar metreküp doğal gaz, Avrupa’ya ise 49 milyar metreküp doğal gaz iletilmesi amaçlanıyor. Bilindiği gibi Rus doğal gazı Avrupa’ya büyük oranda Ukrayna üzerinden iletiliyordu. Ancak Ukrayna ile yaşanan sorunlar nedeniyle Rusya, en önemli pazarı olan Avrupa’ya alternatif rotalardan doğal gaz sağlamak için Kuzey Akımı 2 ve Türk Akımı projelerine büyük önem veriyor. Rusya, proje kapsamındaki boru hatlarını 2019 yılında tamamlamak istiyor ama bunun için kara inşaatı kısmında Türkiye’nin gerekli izinleri vermesi gerekiyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki son dönemde gelişen ilişkilerin enerji kadar önemli bir diğer bileşeni kuşkusuz Suriye’deki durum ve savunma. Geçtiğimiz yıl Türkiye ile Rusya arasında imzalanan anlaşma uyarınca, Türkiye Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alacak. Bilindiği gibi Türkiye uzun süredir bir hava savuma sistemine ihtiyaç duyuyordu. İlk hamle 2013’te yapıldı ve Çin ile 3,4 milyar dolarlık bir ihale anlaşması yapıldı. Ancak o dönem NATO ve ABD’den gelen tepkiler de dikkate alınarak, ihale iptal edildi. Ardından farklı ülkelerle füze savunma sistemi satın almak üzere görüşmeler yapan Türkiye, Kasım 2016’da Rusya ile S-400 sistemi için görüşmeler yapıldığını açıkladı. Dönemin Savunma Bakanı Fikri Işık’ın NATO üyesi ülkelerin mali açıdan etkili bir teklif sunmadığını belirtmesinin ardında da S-400 konusunda iki taraf arasında uzlaşıya varıldığı açıklandı. Buna göre Rus savunma şirketi Rostec tarafından dağlanacak S-400 füze savunma sistemi için Türkiye toplam 2,5 milyar dolar ödeyecek ve 2020 yılının ilk çeyreğinde ilk teslimat gerçekleştirilecek.
Hâlihazırda dünyada kullanımda olan en iyi hava savunma sistemlerinden biri olarak gösterilen S-400, Rusya’nın Soğuk Savaş döneminde geliştirmeye başladığı füze savunma sisteminin dördüncü neslini temsil ediyor. Ancak Türkiye’nin Rusya’dan füze savunma sistemi alması başta ABD olmak üzere bazı tepkilere neden olmuştu. Türkiye, S-400 füze savunma sistemi olan ilk NATO üyesi ülke olacak. Dolayısıyla NATO sistemiyle uyumlu olmayacağı ve bu durumun uygulamada sıkıntılar doğuracağı ifade ediliyor. Kısaca NATO’nun birbirine entegre hava savunma sistemi bulunduğu için Türkiye’nin S-400’ü satın almasının maliyet, nitelik ve teknoloji transferi gibi birçok teknik sorunu beraberinde getirebileceği söyleniyor. Öte yandan işin siyasi boyutunda ise Türkiye’nin NATO ile ilişkilerini yeniden tanımlayacağı endişesi yer alıyor. Nitekim ABD Savunma Bakanlığı geçtiğimiz yıl ağustos ayında yaptığı açıklamada duyduğu endişeyi dile getirerek, NATO müttefiklerinin ittifakı daha ileriye götürecek şeylere yatırım yapmasının beklendiğini belirtmişti. Ancak NATO Genel Sekreteri Stolbenberg’in de açıkladığı gibi, NATO üyesi her ülke ne türden savunma ekipmanı edineceğine kendi karar veriyor. Türkiye-Rusya ÜDİK toplantısı sonrasında Savunma Bakanı İsmail Demir, S-400 füze savunma sisteminin Türkiye’ye öngörülenden önce, Temmuz 2019’da teslim edileceğini duyurdu.
ÜDİK toplantısında ele alınan bir diğer konu da Türkiye ve Rusya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesiydi. Geçtiğimiz yıl taraflar arasındaki ticaret hacmi yüzde 40 oranında artmıştı ve 22 milyar doların üzerine çıkmıştı. Ancak ikili ticaretin özellikle Rusya lehine geliştiği ve Türkiye’nin Rusya ile ticaretinde dış ticaret açığının 2017’de yaklaşık 17 milyar dolar olduğu görülüyor. Nitekim 2018’in ilk çeyreğinde taraflar arasında toplam 2,3 miyar dolar olarak gerçekleşen ticaret hacmine rağmen Türkiye’nin Rusya’ya dış ticaret açığı 1,8 milyar dolar. Türkiye, Rusya ile ikili ticaret hacmini 100 milyar dolara taşımayı arzuluyor ve bu kapsamda toplantıda Hizmet Ticareti ve Yatırım Anlaşması görüşmelerinin de değerlendirildiği belirtiliyor. Son olarak belki de gündemdeki en önemli konu olan Suriye’deki durum ise 4 Nisan tarihinde İran Devlet Başkanı Ruhani’nin de katılımıyla düzenlenen üçlü zirvede ele alındı. Zirve sonrası yapılan ortak açıklamada, üç ülke liderinin, Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini yineledikleri belirtildi. Ancak Suriye yönetimi tarafından Doğu Guta’da kimyasal silah kullanıldığı iddiaları ABD ve Rusya’yı karşı karşıya getirirken, pek çok ülke de safını belirlemeye başladı. Nitekim 14 Nisan 2018 gecesi düzenlenen bir operasyon ile ABD, Birleşik Krallık ve Fransa Suriye’ye müdahalede bulunurken, Türkiye operasyona destek verdiğini açıkladı. Türkiye açısından komşusu Rusya ile güçlü ilişkiler kurmak ve bunları geliştirmek son derece önemli, ancak öyle görünüyor ki çok aktörlü Suriye sorununda çözüm olmadığı sürece siyasi gerilimlerin gölgesinden kurtulmak kolay değil.