Türkiye’de ilk çıkan GDO Kanunu’nu Dünya’da uygulayamazdınız, Ay veya Mars’ta belki
Gıda arzı ve gıda enflasyonu ile ilgili konular ülkemizde ve dünyada gündemin ilk sıralarında yer almaya devam ediyor. Problemler devam ettiği ve somut gelişmeler sağlanamadığı sürece bu şekilde devam edeceğini söyleyebiliriz. Konuyla ilgili olarak Türkiye’de ve dünyada tarımla ilgili birçok çalışmada aktif rol almış olan OECD-BIAC Gıda ve Tarım Komitesi Başkanı ve Anako Yumurta Ürünleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Metin Akman’ın görüşlerine başvurduk.
Dünya’ da nüfus artıyor fakat tarımsal alanlar aynı oranda kalıyor. Konuyu bu açıdan ele alırsak tarımın geleceğiyle ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Dünya’ nın artan nüfusu, gelişmekte olan ülkelerdeki artan satın alma gücü gıdaya olan talebi her geçen gün arttırıyor. Bu talebi karşılamak için gıda üretimini artırmanın yolları ülkemizde ve dünyada yıllardır tartışılıyor ve üzerinde çalışılıyor. Bu konu çok yönlü, karmaşık ve multi-disipliner bir çalışmayı gerektiriyor.
Tarımın en büyük iki ham maddesi toprak ve sudur. Dünya’mızın toprak ve su kaynakları ise sınırlıdır. Bu sınırlı kaynakları en doğru ve en verimli şekilde kullanarak nerede, hangi üründen, ne kadar üretilmesi gerektiğinin tespiti çok önemlidir. Bu konuda dünya çapında yapılan çalışmalar Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri çerçevesinde yürütülmektedir. Özellikle Açlığa Son, Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim, İklim Değişikliği ile Mücadele hedefleri tarımsal faaliyetlerin nasıl olması gerektiği ile ilgili yol göstermektedir. Gıda üretimini artırma çalışmalarında çok yönlü ve uzun vadeli düşünmeli, verimliliği, yaratacağı negatif ve pozitif dışsallıkları göz önüne almalı, bütüncül bir politika anlayışını benimsemeliyiz. Çünkü tarım ve hayvancılığı geliştirip üretimi artırabilirsiniz ancak bu faaliyetlerin atıkları ve çıktıları da yine tarım için bir risk oluşturabilmektedir. Örneğin hayvansal atıkların toprağa atılması sonrasında bunların yaratacağı negatif dışsallıklardan bahsedebiliriz.
Tüm çalışmalarda dijital değişime ayak uydurmak bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor. Sanayi 4.0 ve teknolojiyi çok iyi kullanmak gerekiyor. Bütün dünyanın bu konuda kararlı adımlar atması gerekiyor.
Bu konudaki diğer bir sorun da arzın oluştuğu yer ile talebin oluştuğu yer arasındaki farklılıktır. Gıda arzının daha organize, bütüncül politikalarla ve yüksek verimlilikle geliştirildiği yerler gelişmiş ülkelerken talebin arttığı yerler ise Asya ve Afrika’daki gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerdir. Bu dengesizliğin ortadan kaldırılması, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerin seviyesine getirilmesi, arzın talebin olduğu yerde sağlanması sürdürülebilirlik açısından oldukça önemlidir. Ayrıca dünyadaki bazı gelişmelere bu açıdan baktığınız zaman yeni dünya savaşının nedenlerinden birinin de tarım olduğunu söyleyebiliriz.
Sınırlı toprak ve su kaynakları ile gıda üretimini artırmak için verimliliği artırmamız ve teknolojiyi kullanmamız gerekiyor. İşte bu noktada Bio teknoloji ve GDO ön plana çıkıyor fakat bu konuda da çok büyük tartışmalar var. Hem sağlık açısından hem de verimlilik açısından tartışmalar yapılıyor. Bu konuda bilimsel çalışmalar yapılıp şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir. Buradaki farkındalığın artırılması gerekiyor.
TÜSİAD’ da yaptığımız tarımla ilgili bir çalışmada güzel bir not düşülmüştü; ekonomiye umut sofradan, can toprak ve sudan gelir. Bu çok güzel bir özettir. Eğer tarım ve gıda iyi gitmezse insanlar yeterince beslenemez ve açlık artarsa, bu durum göçlere de neden oluyor, toplumsal olaylara da neden oluyor. Çok büyük sorunlar oluşturuyor. Dolayısıyla ekonomiye umut sofradan geliyor diyebiliriz.
Türkiye’nin GDO politikasını doğru buluyor musunuz?
Bu konuyu iki açıdan değerlendirebiliriz. Birincisi bu konuda birçok bilimsel çalışma var. Yapılan bilimsel çalışmalar hem ABD’nin hem de AB’nin denetim organizmalarından geçmiş ve onaylanmış çalışmalardır. Dolayısıyla bu onaylı bilimsel çalışmalara inanarak devam edebiliriz. Aslında bu konuları bilim adamlarının tartışması gerekir. İkincisi Türkiye olarak AB ile Gümrük Birliği anlaşması yapmış ve bu sebeple de onların normlarını kabul etmiş durumdayız. GDO konusunda da AB normlarını kabul ettiysek ve buna göre bütün mevzuat değiştiyse benim kanaatim AB normlarına bire bir uymamız gerektiğidir. Eğer uymazsak çok büyük piyasa aksaklığı yaşarız. GDO konusunda siz çok iyi bir mevzuat yapabilirsiniz ama bu mevzuatın dünyada uygulanabilir olması gerekiyor. Türkiye’de ilk yapılan mevzuat çok kötü bir mevzuattı, o mevzuat GDO’ nun yapısına aykırıydı. Bu nedenle GDO mevzuatının hızla AB normlarına uyum sağlaması gerekiyordu. Bu konuda bazı çalışmalar yapıldı. Mevzuat uyum sağladıkça ticaretin de rahatladığını gördük. Eğer ticaret rahatlamasaydı hem gıda enflasyonu açısından hem de gıda güvenliği anlamında çok büyük sıkıntı yaşayabilirdik. Mevzuatın AB normlarına tam uyumlu olması için kararlı bir şekilde çalışmalara devam edilmeli.
Gıda konusunda Türkiye’nin AB’ye yüksek gıda satışları var mı? Balık konusunda satışlarımız var fakat gıda konusunda da aynı oranda ihracat yapabiliyor muyuz?
Balık konusunda çok yüksek satışlarımız var. Fakat diğer ürünlerde sınırlı satışlarımız oluyor. AB normları sadece AB ülkelerine değil aynı zamanda dünya ticaretine de açılmamızı sağlıyor. Dünya ticaretinde bir yer ediniyorsunuz ve rekabetçiliğiniz artmış oluyor. Eğer AB normlarına uyum sağlayamazsanız dünya ticaretinde yer edinemezsiniz. Bu konuda dünyadaki gelişmelere de bakmak gerekiyor. Örneğin Monsanto’ yu Bayer’in satın alması, Monsanto’nun GDO konusunda dünyanın en iyi çalışmalarını yapmış olması, GDO ile ilgili geçmişte oluşturulan korkunun AB eliyle oluşturulmuş bir korku olup olmadığı sorusunu beraberinde getiriyor. Bunun da tartışılması gerekiyor. Bayer, Monsanto’ yu satın aldıktan sonra AB’ nin GDO’ ya olan bakışı değişti mi buna da bakmak gerekiyor. Demek istediğim bu konuya çok boyutlu yaklaşmak gerekiyor. Bu nedenle bilim adamlarımızın bu konuda bağımsız bilimsel çalışmalar yapması ve sonuçları kamuoyuyla ve biz sanayicilerle paylaşması gerekiyor. İnsan sağlığına veya gıda güvenliğine zarar veren hiçbir işi sanayiciler, üreticiler de istemez. Çünkü günün sonunda işlerini kaybederler. Ama bu konuda bilimsel çalışmalarda bulunup, rekabetçiliğinizi geliştirmezseniz de dünya ticaretinin dışında kalırsınız. O yüzden duygusal değil rasyonel ve bilimsel hareket etmek gerekiyor.
Siz bu konuda çalışmalar yapıyor musunuz?
Türkiye’de bu konuda yapılan çalışmalar maalesef çok sınırlıdır. Geçmişte bio güvenlik kurulu vardı. Daha sonrasında kaldırıldı. Bio teknoloji konusunda çok sınırlı çalışmalar var.
Anako Yumurta olarak endüstri ürünleri üretiyorsunuz, sizin ürünlerinize olan talep nedir?
Bizim halka direk satışımız bulunmuyor, sanayiye satış yapıyoruz. Otel, restoran gibi ev dışı tüketim noktalarına ürün veriyoruz. Sanayicilerimiz GDO konusunda çok bilinçlidir, hangi ürünleri kullanıp hangi ürünü kullanmayacaklarını iyi biliyorlar. Tüketicinin bilgilendirilmesi noktasında ise etiketlemeye çok önem veriyorlar. GDO konusunda şunu söyleyebilirim, Türkiye, dünyadaki en hassas ülkelerden biridir. Dolayısıyla sanayici de tüketici de çok hassas yaklaşıyor. GDO nedeniyle Türkiye’de kısa süreli de olsa hapis yatan iş adamları oldu. Devletin bu konudaki yaklaşımı hatalıydı, çünkü mevzuat yanlıştı. Türkiye’de ilk çıkan GDO kanununu Dünya’da uygulayamazdınız, Ay’da veya Mars’da belki uygulardınız. Çünkü GDO’ nun doğasına aykırı bir kanundu. Neyse ki sonrasında bazı değişiklikler yapılarak daha uygulanabilir hale getirildi.
Tarım Bakanlığı’nın GDO konusuna bakışı nedir?
Uygulama ve mevzuattaki aksaklıkların farkındalar. Ama devlet adabıyla zaman içinde AB normlarına uyacaklarını hissediyorum. Çünkü aklın yolu birdir. Bürokrasinin ve bilim adamlarının bu konuyu içselleştirmesi ve anlamasıyla Türkiye dünya normlarına uygun mevzuatı seçecek ve küresel ekonomiye entegre olacaktır. Aksi düşünülemez, bizinegatif olarak piyasalardan ayrıştırır ve işlem maliyeti artar, yüksek gıda enflasyonu ile sonuçlanır.
Türkiye açısından nasıl bir tarım politikası bu sorunları düzeltebilir?
Dünyada çiftçiler genellikle ben üretsem de üretmesem de devlet beni desteklemek zorunda şeklinde düşünüyor. Bu da sıkıntıyı inanılmaz oranda arttırıyor. Buna iktisatta rasyonel umursamazlık veya bedavacılık sendromu diyoruz. Hem çiftçiyi mutsuz ediyor, devletler ise bu kadar desteğe rağmen niye mutsuzsun diyemiyor. Türkiye’de son on yılda tarım politikasında gelgitler yaşanıyor. On yıl önceki tarım politikamız Türkiye’nin yeterliliğine yönelik devletçi bir politikaydı. Yani ne olursa olsun kendi gıda ihtiyacımızı üretmeye yönelik, ekonomiyi az gözeten veya gözetmeyen bir politika vardı. Devlet maliyeti üstlenirdi. Fakat on yıldır bir dönüşüm yaşanıyor; sektöre diğer endüstriler gibi yaklaşılıyor, piyasa mekanizmasının ekonomik kurallar çerçevesinde oluşmasına yönelik adımlar atılıyor. Fakat maalesef bu dönüşümün sonucu çok büyük bir başarısızlık oldu. Çünkü bürokrasi eski sisteme alışmıştı, yeni sistemi içselleştiremedi. Mevzuatlar yeni sisteme göre çıktı fakat uygulayıcıların kafası karıştı. Çıkan teşvikler, torba yasalarla bir kaos haline geldi. Mevzuatta ve uygulamasında bir çöküş yaşandı. Bunu düzeltmenin yolu aslında çok basit; mevzuat oluşum sürecinde tüm paydaşlar ile birlikte anlayarak ve benimseyerek, gerekli zamanı vererek, mevzuatı sağlıklı bir şekilde ihtiyaca ve dünyaya entegre olacak şekilde yapmaya çalışacaksınız. Tüm paydaşlarla mevzuatı uygulamaya alacak, varsa aksaklıkları zaman içinde düzelteceksiniz. Yaratacağınız üretimin dünyada rekabetçi olup olmadığına bakacaksınız. Rekabetçi değilseniz yanlış yoldasınız demektir. Devlet olarak destekler vereceksiniz, ancak bu destek mekanizmaları çok basit ve üretimi, verimliliği destekler nitelikte olacak. Sonuç olarak piyasadaki fiyat mekanizmasıyla arz talebin buluştuğu bir sistem oluşturacaksınız.
Bu konuya iktidar liberal bir politika ile yaklaşmak istiyor gibi, ne dersiniz?
Devlet tarım konusunda hem liberal hem de müdahaleci yaklaşıyor, sınırlarını belirlemekte sıkıntı yaşıyor. Tarım politikasında kararlı ve net bir duruş sergilenmesi, bir karar verilmesi gerekir. Bu kararı verirken de konunun paydaşlarla görüşülmesi, tartışılması gerekir. Burada küresel rekabetin de içinde olacağı bir sistem oluşturulmalı. Hangi ürünlerde rekabetçiysek onları üretmeli ve ihraç etmeliyiz. İhraç ederken de kalite olarak dünya piyasasındaki diğer oyuncularla rekabet edecek seviyeye ulaşmalıyız. Rekabetçi olamayacağımız ürünlerde Türkiye’nin toprağını ve suyunu boşuna harcamamalıyız.
Bu konuda da itirazlar var, örneğin şeker konusunda devlet desteği isteniliyor.
Şeker pancarını Türkiye’deki su ve toprakla verimli üretmek mümkün mü araştırmak gerekir. Değilse ithal edilmeli, bunda korkacak bir şey yok. Eğer siz şekeri ithal etmezseniz Konya’daki obrukların artacağını göreceksiniz. Bugün 300’ den fazla obruk oluştuğunu biliyoruz. Önemli nedenlerinden birisi, fazla sulamadır, nedeni şeker pancarıdır. Toprağa zarar veriyorsunuz. Sürdürülebilir tarım derken tam olarak bunu kastediyoruz. Bölgedeki toprağın gelecek nesiller tarafından da kullanılabilmesi için şeker pancarı yerine bölgenin toprağına ve su kaynaklarına uygun başka ürünler araştırılmalı ve çiftçilerimizi bu yönde eğitmeli ve yol göstermeliyiz. Çiftçimiz şeker pancarı üretmeden de çok daha fazla kazanabilir, çocuklarına, torunlarına, gelecek nesillerine bırakacağı en önemli miras toprak ve sudur.
Gıdada dünya piyasasına geçmekte sorunlar yaşıyoruz. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Türkiye gıda ihracatının %80’ini Irak’a yapıyor. Gıda enflasyonunu düşürmek istiyorsanız, ihracatı düşürürsünüz. Çünkü ihracat düşerse arz fazlası olur ve fiyatlar bir anda düşmeye başlar. Irak gıda ithalatına kota koyduğu sürece Türkiye’ de gıda fiyatları hızla düşer. Gıda ihracatında da bir planlamaya ihtiyaç var. Bu konuda da bir politika yok maalesef. Gıda ihracatı ve gıda enflasyonu ilişkisi yeni ve bütüncül bir politika gerektiriyor. Arazi toplulaştırma, lisanslı depoculuk, anlaşmalı tarım gibi alanlarda önemli adımlar atıldı. Fakat bütüncül politika, iklim değişikliği, enerji tüketimi gibi alanlarda eksikliklerimiz bulunuyor. KASIM 2019