Ab Enerji Güvenliği Perspektifinden Türkiye-Almanya Enerji İlişkileri

SETA/YUNUS FURUNCU, BÜŞRA ZEYNEP ÖZDEMIR

AB ÜLKELERİNİN ENERJİ TÜKETİMİ VE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ

Pazar büyüklüğü nedeniyle dünyanın en büyük enerji ithalatçılarından biri olan AB tükettiği enerjinin yaklaşık yüzde 54’ünü ithal enerji kaynakları ile karşılamaktadır. Birlik’in büyük ölçüde enerji tedarik ettiği ve potansiyel tedarikçi olarak değerlendirdiği ülkelerle arasında doğal bir köprü niteliğinde olan Türkiye yakın gelecekte dışa bağımlılığının daha da artacağı tahmin edilen AB için oldukça önemlidir. Özellikle Rus gazının tedarikinde büyük rol oynayan Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin 2014’te Rus ordusu tarafından ilhak edilmesi taraflar arasındaki gerilimi zirveye taşımış, AB’nin Rus gazına alternatif arayışlarına hız kazandırmıştır. Doğal gaz arzını çeşitlendirme yolu ile güvence altına almaya çalışan AB için Türkiye bu tarihten itibaren daha da önemli hale gelmiştir. Analizin bu kısmında Türkiye’nin AB enerji arz güvenliğindeki yerini daha iyi kavramak adına Birlik’in enerji tüketim verileri yakından incelenmektedir.

2017 birincil enerji tüketimi incelendiğinde en büyük payın yüzde 38,2 ile petrole ait olduğu görülmektedir. Daha sonra sırasıyla yüzde 23,76 ile doğal gaz, yüzde 13,87 ile kömür, yüzde 13,2 ile yerli ve öz kaynaklar olarak da nitelendirilen yenilenebilir enerji kaynakları ve yüzde 11,12 ile nükleer enerji gelmektedir. Bu bilgiler ışığında AB’nin yüzde 75 oranında fosil enerji kaynaklarına bağımlı ve yenilenebilir kaynaklar ile kömürden elde edilen enerji tüketimlerinin birbirine yakın olduğu anlaşılmaktadır.

(Grafik 1)

Hidroelektrik hariç yenilenebilir enerji kaynaklarının kendi içindeki dağılımına bakıldığında ise en yüksek payın rüzgar enerjisine ait olduğu, ardından güneş ve biyokütle enerjisinin geldiği görülmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına büyük önem atfeden AB’nin jeotermal enerjinin yanı sıra dalga, akıntı ve okyanus enerjisi gibi modern yenilenebilir enerji kaynakları olarak adlandırılan kaynaklardan da yararlandığı bilinmektedir.

AB’nin tüketiminde ağırlık gösteren fosil enerji kaynaklarına sınırlı ölçüde sahip olması nedeniyle yüksek oranlarda dışa bağımlı olduğu görülmektedir. Birincil enerji tüketimi içerisinde ilk sırada yer alan petrol küresel tüketimin yüzde 14’üne karşılık gelmektedir. AB üyesi 27 ülkede (Hırvatistan hariç) dünya petrol rezervlerinin yüzde 0,3’ünün olduğu tahmin edilmektedir. Yaklaşık 700 milyon tona eş değer bu rezervlerin büyük bir kısmı Birlik’ten ayrılmaya hazırlanan Birleşik Krallık’ta, geri kalan kısmı ise Danimarka, İtalya, Romanya ve diğer üye ülkelerde yer almaktadır. 2017’de AB üyesi ülkelerin ürettiği yaklaşık 69 milyon tonluk petrol küresel üretimin yüzde 1,6’sına denk gelirken tükettiği petrol miktarının ise yüzde 10,7’sini karşılamıştır.Diğer bir deyişle Birlik 2017’de tükettiği petrolün yüzde 89’undan fazlasını ithal etmiştir. Söz konusu ithalatın gerçekleştirildiği ilk on tedarikçinin yalnızca ikisi Avrupa merkezli şirketlerdir ve Rus şirketleri yaklaşık 1/3 ile en büyük paya sahiptir. Diğer önde gelen tedarikçiler arasında Suudi Aramco, ABD’li Exxon ve Chevron, Libya Ulusal Petrol Şirketi (NOC) ve Cezayirli Sonatrach bulunmaktadır.

AB birincil enerji tüketimi içerisinde ikinci sırada yer alan doğal gaz dışa bağımlılık konusunda en çok gündeme gelen enerji kaynağıdır. Dünya doğal gaz rezervlerinin yüzde 0,7’sine (1,3 trilyon metreküp) sahip olan Birlik 2017’de küresel üretimin yüzde 3,2’sine denk gelen 117,8 milyon ton petrole eş değer (mtoe) üretim gerçekleştirmiştir. Söz konusu miktar yaklaşık 466,8 mtoe olan toplam tüketimin yüzde 25,2’sini karşılamıştır. Diğer bir ifadeyle AB 2017’de tükettiği doğal gazın yüzde 74’ten fazlasını ithal etmiştir.

Birlik’in 2017’de gerçekleştirdiği doğal gaz ithalatı daha yakından incelendiğinde ithalatın yaklaşık yüzde 81’inin boru hatları, geri kalan yüzde 19’unun ise sıvılaştırılmış doğal gaz (liquefied natural gas-LNG) şeklinde temin edildiği görülmektedir. Boru hatlarıyla yapılan gaz ithalatında 94,8 milyar metreküp ile AB ülkeleri arasında birinci sırada yer alan Almanya’nın küresel ölçekte de ilk sırada bulunması dikkate değerdir. LNG ithalatında ise AB içerisinde ilk sırada İspanya yer almaktadır. Boru hatları aracılığıyla doğal gaz ithalatının gerçekleştirildiği ülkeler arasında ilk sırada yüzde 35’lik pazar payı ile Rusya bulunurken ikinci sırada yüzde 23’lük pay ile Birlik’in “güvenilir tedarikçisi” olarak anılan fakat kısıtlı rezervleri nedeniyle üretimi gittikçe azalan Norveç vardır. LNG ithalatında öne çıkan tedarikçiler ise Katar, Cezayir ve Nijerya’dır. Kaya gazında yakaladığı üretim başarısıyla AB doğal gaz pazarına LNG ihraç ederek giren ABD 2,6 milyar metreküp ile altıncı sırada yer almaktadır.

Grafik 2

Birincil enerji tüketimi içerisinde üçüncü sırada yer alan kömür AB’nin payını azaltmak için en çok çaba gösterdiği enerji kaynağıdır. Hava kirliliği ve iklim değişikliği gibi çevresel kaygılarından ötürü kömür kullanımını azaltmaya çalışan AB 74,819 milyar tonla küresel kömür rezervinin yüzde 6,6’sına sahiptir. 2017 kömür üretimi 131 milyon ton iken tüketimi ise 234,3 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Buna göre AB tükettiği kömürün yüzde 56’sını kendisi üretmiş, geri kalanını ise ithal etmiştir. Kömür üretiminde birinci sırada Polonya, ikinci sırada Almanya yer alırken tüketiminde ise birinci sırada Almanya, ikinci sırada Polonya bulunmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarındaki ilerlemeye rağmen Almanya önemli miktarda kömür kullanmaya devam etmektedir.

Nükleer enerji AB’nin 2017 tüketimi içerisinde dördüncü sırada yer alırken küresel tüketimin yüzde 32,5’ini oluşturmuştur. Üye ülkelerin nükleer enerjiden faydalanma oranlarına bakıldığında ilk sırada tek başına küresel tüketimin yüzde 15’inden fazlasını gerçekleştiren Fransa’nın, ikinci sırada ise küresel tüketimin yüzde 3’üne karşılık gelen Almanya’nın yer aldığı görülmektedir. Almanya’nın nükleer reaktörleri durdurma ve kapatma kararına rağmen global ölçekte önemli bir nükleer enerji üreticisi olduğu anlaşılmaktadır.

AB’nin birincil enerji tüketimindeki yenilenebilir enerji kaynaklarına bakıldığında en yüksek payın geleneksel yenilenebilir enerji olarak adlandırılan hidroelektriğe ait olduğu ve ardından sırasıyla rüzgar, güneş ve biyokütle gibi modern yenilenebilir enerji kaynaklarının geldiği görülmektedir. Üye ülkeler arasında hidroelektrikten en fazla faydalanan ülke İsveç iken rüzgar, güneş ve biyokütle gibi modern yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında ise Almanya ilk sırada yer almaktadır.

Hidroelektrik dahil yenilenebilir enerjinin sahip olduğu pay birincil enerji tüketimi içerisinde yaklaşık yüzde 13,2 iken elektrik üretiminde yaklaşık yüzde 39 civarındadır. Birlik’in 2017’de elektrik ürettiği kaynaklar arasında en yüksek pay yüzde 30 ile (hidroelektrik dahil) yenilenebilir enerji kaynaklarına aittir. Kendi içerisinde hidroelektrik yüzde 9, rüzgar yüzde 11, biyokütle yüzde 6 ve güneş yüzde 3 olarak dağılan yenilenebilir enerji kaynaklarının ardından ise sırasıyla nükleer, kömür, doğal gaz ve diğer fosil yakıtlar gelmektedir. AB’nin hem kömür hem de nükleerden enerji alanında yüksek oranda faydalandığı görülmektedir.

AB-28’in yenilenebilir enerji kaynakları ile elektrik üretim oranları incelendiğinde rüzgar enerjisinin ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Ülkeler özelinde bakıldığında güneş, rüzgar ve biyokütle enerjisinde Almanya’nın lider konumda bulunduğu, hidroelektrikte ise İsveç’in başı çektiği anlaşılmaktadır.

AB’nin yüksek miktarda tükettiği enerjisini hidrokarbon kaynaklardan sağladığı dikkat çekmektedir. AB hidrokarbon yataklarında kendine yetecek kadar enerjiyi elde edemediği için büyük miktarda ithalat yoluyla temin etmektedir. Dünyanın en büyük enerji rezervlerine ulaşımda köprü konumunda olmasından dolayı Türkiye AB açısından oldukça önemli bir ülkedir.

AB’NİN ENERJİ GÜVENLİĞİ PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE

Birincil enerji tüketimi içerisinde yüzde 38,2’lik paya sahip olan petrolden sonra yüzde 23,76’lık pay ile ikinci sırada yer alan doğal gaz AB’nin arz güvenliği noktasında üzerinde en çok durduğu enerji kaynağıdır. Birlik üyeleri en büyük doğal gaz tedarikçileri olan Rusya’dan –çoğunlukla Ukrayna üzerinden– tedarik ettikleri doğal gaz konusunda 2000’lerin başında arz sorunu yaşamıştır. Rusya ve Ukrayna arasındaki siyasi gerilim 2014’te Kırım’ın ilhakı ile uluslararası siyaset arenasına taşınmış, AB’nin de Rusya’ya karşı pozisyon almasını gerekli kılmıştır. Bu tarihten itibaren doğal gaz arz güvenliği meselesine daha fazla önem atfetmeye başlayan Birlik tedarikçi ülke sayısını artırma çalışmalarına hız vermiştir. Bu noktada Türkiye’nin AB enerji güvenliği için önemi ise daha da belirgin hale gelmiştir.

Yapılan araştırmalara göre dünyanın en geniş hidrokarbon rezervleri Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki ülkelerde bulunmaktadır. Buna göre küresel petrol rezervlerinin yüzde 47,7’si, doğal gaz rezervlerinin ise yüzde 42,5’i Ortadoğu’da yer almaktadır. Kuzeyinde bulunan Rusya ve doğusundaki Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinde ise dünya petrol rezervlerinin yüzde 8,7’si, doğal gaz rezervlerinin ise yüzde 29’u bulunmaktadır. Bugün dünya üzerindeki birçok ülkenin yüksek oranda bağımlı olduğu söz konusu rezervlerin ortasında bulunan Türkiye konumunun öneminin farkında olarak bu doğrultuda politikalar geliştirmektedir. Dünyanın en zengin hidrokarbon rezervlerinin yanı sıra en büyük pazarlarından biri olan AB’ye yakınlığı ile de dikkat çeken Türkiye bölgesindeki ve yakın coğrafyasındaki enerji ticaretine aracılık edebilecek en güvenli ülke olarak öne çıkmaktadır. Özellikle son on beş yıldır enerji güvenliği meselesini gündeminin üst sıralarında tutan Türkiye hem kendisine hem de yakın coğrafyasındaki ülkelere fayda sağlayacak projelerle ilgilenmektedir.

Mevcut durumda Türkiye’nin petrol ihraç ettiği ve söz konusu kaynağın dünya pazarına açılmasında kilit rol üstlendiği iki adet transit ham petrol boru hattı bulunmaktadır. Bunlardan ilki ve en eskisi Irak petrolünü Türkiye’nin Ceyhan Limanı’na ulaştıran ve buradan tankerlerle uluslararası pazara açılmasını sağlayan Kerkük-Yumurtalık (resmi adı ile Irak-Türkiye) Petrol Boru Hattı’dır. 1976’da faaliyete başlayan hat 1977’de ilk kez uluslararası pazara açılmıştır. Yıllık 70,9 milyon ton petrol taşıma kapasitesine sahip hat ile 2017’de 25,7 milyon ton petrol taşınmıştır. Türkiye sınırları içerisinde hattı işleten BOTAŞ bugün dünyanın hemen her yerine tankerlerle petrol iletilmesini sağlamaktadır.

İkinci transit ham petrol boru hattı Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı’dır. Söz konusu hat ile Türkiye Azeri, Türkmen ve Kazak petrollerinin hem kendi tüketimi için ithalatını gerçekleştirmekte hem de dünya pazarlarına ulaştırılmasında kilit rol oynamaktadır. 2006’dan bu yana aktif olan ve yıllık yaklaşık 90 milyon ton petrol taşıma kapasitesine sahip hat Türkiye’nin hem bölgesinde hem de bölgesinin ötesinde önemini artırarak enerji ticaretinde hatırı sayılır bir konum elde etmesine yardımcı olmaktadır.

Başta ABD olmak üzere Batılı devletler tarafından destek gören BTC Rus ve Ortadoğu petrolüne olan bağımlılığı azaltması açısından önemlidir. Ayrıca bahsi geçen hatlara ev sahipliği yapılması ve ülke içerisinde yer alan kısımlarının en önemli kamu iktisadi teşebbüslerinden biri olan BOTAŞ tarafından işletilmesi de geçiş ücreti ve işletme gelirleriyle Türkiye ekonomisine katkı sunmaktadır. BTC aracılığıyla 2017’de Ceyhan Limanı’ndan 333 tanker ile yaklaşık 256 milyon varil petrol ihraç edilmiştir. Son bir yıl içerisinde Ceyhan Limanı’nda en fazla petrol ihraç edilen ülkeler arasında ise Yunanistan, İtalya, Hırvatistan, Polonya, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’in yer aldığı görülmüştür.

2000’lerin başından beri bölgesindeki enerji ticaretinde aktif rol alma çalışmaları yürüten Türkiye’nin petrol ticaretinin yanı sıra altın çağını yaşayan doğal gazın ticaretinde de söz sahibi olmak için çalıştığı bilinmektedir. Komşuları ve yakın coğrafyasında bulunan doğal gaz rezervlerinin talebi yüksek ülkeler ile buluşması başta doğal gaz ihraç-ithal eden ülkeler olmak üzere Türkiye için de önem arz etmektedir. Bu bağlamda yüksek doğal gaz talebi ile öne çıkan AB uzunca bir süredir kaynak sahibi ülkelerin yakın takibi altındadır. Arz ve talep eden taraflar arasında karşılıklı bağımlılığın söz konusu olduğu bu durumda en avantajlı görünen aktör ise Türkiye’dir. Tarafları birbirine bağlayıcı konumu ile dikkat çeken Türkiye özellikle son on beş yıldır uluslararası doğal gaz boru hattı projeleri ile ilgilenmektedir.

Türkiye’nin AB ile doğrudan doğal gaz ticareti gerçekleştirmesini sağlayan ilk proje Türkiye ve Yunanistan’ın doğal gaz şebekeleri arasında bağlantı kuran ve 2007’de faaliyete başlayan Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Enterkonneksiyonu’dur. AB Komisyonu tarafından projelendirilen boru hattı Türkiye üzerinden Hazar Havzası, Orta Asya, Rusya ve Güney Akdeniz ülkelerinden ve diğer tedarikçi ülkelerden Yunanistan’a ve Avrupa’ya doğal gaz iletilmesi amacıyla hayata geçirilmiştir. Türkiye’den ya da Türkiye üzerinden Yunanistan’a doğal gaz iletilmesini sağlayan hat ile 2017’de 642 milyon metreküp doğal gaz ihraç edilmiştir. Hat mevcut durumda sınırlı iletim kapasitesine sahip olmasına karşın Türkiye’yi fiili olarak Avrupa doğal gaz pazarına bağlaması nedeniyle oldukça önemlidir. Ayrıca AB’nin yanı sıra her fırsatta Birlik’in Rus enerji kaynaklarına olan bağımlılığını azaltması ve alternatif tedarikçilere yönelmesi gerektiğini ifade eden ABD’li politika yapıcıların bu girişimi desteklediği bilinmektedir.

Mevcut transit boru hatlarının yanı sıra Türkiye’nin bölgesinde ve küresel ölçekteki enerji ticaretinde sahip olduğu konumu sağlamlaştıracak iki ayrı doğal gaz boru hattı projesi de bulunmaktadır: Bunlardan ilki 2015’te inşasına başlanan ve Güney Gaz Koridoru (Southern Gas CorridorSGC) projesi bünyesindeki üç boru hattından biri olan Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı’dır (TANAP). SGC Hazar Bölgesi doğal gazının Türkiye ve Avrupa pazarına ulaştırılması amacıyla geliştirilmiş bir projedir. Haziran 2018’de faaliyete başlayan TANAP Azerbaycan’ın Şah Deniz 2 sahasından çıkarılan doğal gazı halihazırda Türkiye’nin kullanımına sunmaktadır.

Projenin Avrupa’ya gaz iletecek olan kısmı 2020’de faaliyete başlaması planlanan TANAP’ın uzantısı niteliğindeki Trans-Adriyatik Doğal Gaz Boru Hattı’dır (Trans-Adriatic Pipeline-TAP). Güvenli ve istikrarlı enerji arzını temel amaç edinen AB ve Almanya için Hazar Bölgesi enerji kaynaklarının önemi bilinen bir gerçektir. Proje ile ilk etapta 10 milyar metreküp doğal gaz ithal etmeye hazırlanan AB zaman içerisinde kapasitenin artırılması sonucunda 2026’da 31 milyar metreküp doğal gaz taşıması beklenen hat ile ithalat miktarını artırmayı hedeflemektedir. Bunun yanında Alman E.ON’un da SGC üzerinden Almanya’ya 2020-2044 arasında yıllık yaklaşık 1,5 milyar metreküp gaz ithal etmeye hazırlandığı ve hatırı sayılır bir Alman bankasının projenin sağlıklı bir şekilde hayata geçirilebilmesi adına Azerbaycan’a kredi garantisi sağladığı bilinmektedir. Zaman içerisinde ithal edilecek gaz miktarının artacağı öngörülürken hattın Almanya için de doğrudan önem taşıdığı açıktır.

SGC’nin Türkiye ve AB’nin doğal gaz arz güvenliğine önemli katkı sunacağı açıktır. Bu durumda AB’ye sunulan katkı ise net bir şekilde ortadadır. Türkiye’nin halihazırda Azeri gazının müşterilerinden biri olması, AB’nin ise SGC sayesinde doğal gaz ithal ettiği ülkelere bir yenisini daha eklemesi projeyi Birlik açısından daha da önemli kılmaktadır. Projenin tedarikçi ülke Azerbaycan’a da yeni ihracat pazarı sağlayacağı göz önünde bulundurulduğunda bütün taraflar için kazan-kazan durumunun ortaya çıkacağı açıktır. Ayrıca ilerleyen zamanlarda Türkmenistan ve İran gibi bölgedeki diğer doğal gaz zengini ülkelerin de SGC projesine katılmak için çalışmalara başladığı bilinmektedir. İran ve Türkmenistan’ın katılması durumundaysa hem bu ülkelerin ihracat yaptıkları ülke sayısı artmış olacak, hem Türkiye aracılığıyla ticareti gerçekleştirilen kaynakların sayısında artış sağlanacak hem de AB’nin enerji arzı daha da güvenli bir yapıya kavuşacaktır.

SGC Türkiye-Yunanistan doğal gaz boru hattına benzer şekilde ABD tarafından desteklenmektedir. AB’nin Rus gazına olan bağımlılığını azaltacak bu projeye ABD destek verirken Birlik’in en büyük doğal gaz tedarikçisi Rusya ise bu durumu hoş karşılamamaktadır. Bununla beraber AB’nin kısa vadede Rus gazından bağımsız hale gelmesi mümkün görünmemektedir. 2017’de toplam 491 milyar metreküp doğal gaz tüketen AB söz konusu tüketimin yaklaşık 194 milyar metreküpünü ise yalnızca Rusya’dan tedarik etmiştir. Tek başına Rus gazının ihraç edildiği pazarların yüzde 27’sini oluşturan Almanya Gazprom’un en büyük müşterisi iken AB’nin pazar payı ise yüzde 36’dır.

Türkiye’nin hayata geçirmeye hazırlandığı bir diğer transit doğal gaz boru hattı projesi Rusya ile gerçekleştirdiği anlaşma sonucunda başlatılan TürkAkım’dır (TurkStream). Proje esasında Türkiye’nin Rusya’dan doğal gaz tedarik ettiği ilk hat olan ve yıllık tüketiminin yaklaşık dörtte birini karşılayan Batı Hattı’na (West Line) alternatif olarak geliştirilmiştir. Halihazırda Türkiye’nin Rus gazı ithal ettiği ikinci hat olan Mavi Akım’a (Blue Stream) benzer şekilde TürkAkım da Rusya’dan doğrudan doğal gaz tedarik etme olanağı sunacaktır. Batı Hattı’nın Ukrayna, Moldova, Romanya ve Bulgaristan gibi dört aracı ülke üzerinden geçmesi nedeniyle arz güvenliği açısından şüphe yarattığı bilinen bir gerçektir. 2019’da faaliyet süresi dolacak olan hattın yerini almaya hazırlanan TürkAkım ile yıllık ortalama 15 milyar metreküp doğal gaz taşınması planlanmaktadır. Türkiye’nin yılda ortalama 50 milyar metreküp doğal gaz tükettiği göz önünde bulundurulduğunda hattın tek başına toplam tüketimin ortalama üçte birini karşılayabileceği anlaşılmaktadır. Proje yıllık 16 milyar metreküp doğal gaz taşıma kapasitesi bulunan Mavi Akım ile birlikte düşünüldüğünde Türkiye’nin doğal gaz ihtiyacının yarısından fazlasının Rusya’dan temin edilebileceği görülmektedir.

TürkAkım’ı önemli kılan bir diğer nokta ise Rus gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ihracının planlanmasıdır. Türkiye’ye benzer şekilde Rus gazını Ukrayna üzerinden tedarik eden AB üyeleri Rusya ve Ukrayna arasındaki siyasi ve ekonomik problemlerden olumsuz etkilenmektedir. Sorunlu transit ülke olarak gördüğü Ukrayna’yı mümkün olduğunca devre dışı bırakmaya çalışan Rusya ise Ukrayna üzerinden AB’ye gönderdiği gazın önemli bir kısmını Türkiye aracılığıyla transfer etmek istemektedir. Projenin bu kısmının hayata geçirilmesi adına AB ülkeleri ile sık sık temasa geçen Rus yetkililerin gündeminde Yunanistan üzerinden İtalya’ya ve Bulgaristan üzerinden Sırbistan’a gaz transfer etme seçenekleri bulunmaktadır. AB’nin Rus gazına daha fazla bağımlı olmasına karşı çıkan AB Komisyonu yetkilileri TürkAkım’ın Avrupa ayağına her fırsatta karşı çıkarken Bulgaristan’a ise “enerji hub”ı olma şartı koşmuştur. Yani Komisyon Bulgaristan’ın enerjinin yalnızca transfer edildiği bir ülke olmasındansa enerjinin ticaretinin yapıldığı bir merkez olmasını destekleyebileceğini belirtmiştir. Bu şartın kaynağında ise AB’nin “Türkiye’nin enerji ticaret merkezi olması halinde yetkilerini Birlik’e karşı bir koz (leverage) olarak kullanabileceği” endişesi vardır.

Son olarak keşfedildikleri zamandan günümüze dek bölgedeki ve yakın çevredeki enerji talebi yüksek birçok ülkenin gündeminde yer tutan Doğu Akdeniz doğal gaz rezervlerinin nasıl ticarileştirileceği konusu Türkiye ve AB üyesi ülkeler arasında da tartışılır hale gelmiştir. Yapılan araştırmalar sonucunda Türkiye’nin güneyinde, Avrupa’nın ise güneydoğusunda yer alan Doğu Akdeniz’in enerji piyasalarında denge değiştirebilecek miktarda –yaklaşık 3,4 trilyon metreküp– doğal gaz rezervine sahip olduğu bilgisine ulaşılmıştır. Rezervlerin ekonomiye nasıl kazandırılacağı tartışılırken komşu ülkeler arasındaki sınırlar ve münhasır ekonomik bölge (MEB) alanlarından kaynaklı sorunlar yeniden gün yüzüne çıkmakta, ekonomik sorunlar ve altyapı yetersizliğine bir de siyasi problemler eklenmektedir. Tek taraflı MEB sınırlarını belirleyen ülkeler rezervler üzerinde yine tek taraflı hak iddia ederken bölgede keşif yapan büyük enerji şirketlerinin faaliyetleri önünde de engel oluşturmaktadır. Bunun en belirgin örneği Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) izlediği tutumdur. GKRY, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) rezervler üzerindeki haklarını görmezden gelmektedir.

Doğu Akdeniz’de faaliyet gösteren enerji şirketlerine bakıldığında birçok ülkenin doğrudan ya da dolaylı olarak bölgede bulunduğu anlaşılmaktadır. ABD’li ExxonMobil ve Noble Energy, İtalyan ENI, Fransız Total, Hollandalı Royal Dutch Shell, İsrailli Delek, Koreli Kogas bunlardan bazılarıdır. Yakın tarihte Rum yönetiminin arama çalışması yapılması amacıyla açtığı ihalelere ise Rus Novatek ve Katar ulusal petrol şirketinin (Qatar Petroleum) de katıldığı ve çalışmalara başladıkları bilinmektedir. Ada’daki Türk halkının haklarını korumak amacıyla süreci çok yakından takip eden Türkiye tarafından tartışmalı bölgede bu firmaların faaliyet göstermesi üzüntü ve şaşkınlık ile karşılanmıştır. Mısır ve İsrail’in tartışmaların odağından uzak parsellerde ulusal tüketimlerinde kullanmak amacıyla üretime başladığı bilinirken rezervlerin ihracatı konusundaki tartışmalar sürmektedir.

AB Komisyonu tarafından desteklenen ve Türkiye’nin dahil edilmediği Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı (Eastern Mediterranean Natural Gas Pipeline) gündemi en çok meşgul eden önerilerin başında gelirken coğrafi konumunun sağladığı avantaj, mevcut doğal gaz altyapısı ve devam etmekte olan transit boru hattı projeleri ile Türkiye en elverişli güzergah olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin içinde yer almadığı bir denklemin bilhassa ekonomik açıdan daha büyük yük oluşturacağı açıktır. Kazan-kazan ilkesinden hareketle bütün tarafların yararına olabilecek projeleri gündemine alan Türkiye, Doğu Akdeniz gazının en büyük müşterisi olan AB’ye ve rezerv sahibi ülkelere yakınlığı ile dikkat çekerken bölgede gerçekleştirilecek enerji ticaretinde bulunabilmek adına enerji güvenliğini merkezine alan çalışmalarına devam etmektedir.

TÜRKİYE-ALMANYA İLİŞKİLERİNDE ENERJİNİN ROLÜ

Türkiye ve Almanya arasında uzun yıllardır süregelen ilişkilerde ticaretin ve dolayısıyla ekonominin büyük rol oynadığı bilinen bir gerçektir. İki ülke arasındaki ilişkiler siyaset sahnesinde yaşanan gelişmelerle zaman zaman gerilse de ticaret her zaman birleştirici rol üstlenmiş, ihracat ve ithalat faaliyetleri devam etmiştir. Bugün bu ilişkilerin enerji meselesi ile birlikte kuvvetlendiğini ve daha da güçlenme potansiyeline sahip olduğunu söylemek mümkündür.

Grafik 3

Türkiye-Almanya arasındaki enerji ilişkileri iki farklı çerçevede değerlendirilebilir: İlk olarak AB enerji güvenliği perspektifinden dolaylı bir ilişki söz konusudur. Burada AB’ye yapılacak önemli katkıların Birlik’in üyelerine de olumlu yansıyacağı kabul gören bir gerçektir. İkinci olarak ise direkt Türk-Alman şirketleri arasındaki anlaşmalar, stratejik ortaklıklar ve enerji ticareti şeklinde bir ilişkiden söz edilebilir. İlk değerlendirme son zamanlarda Türkiye-AB ilişkileri kapsamında çokça gündeme gelmekte iken ikinci durum olarak karşımıza çıkan iki ülke arasında doğrudan salt enerji ilişkilerinin çok fazla üzerinde durulmadığıdır. Ancak 3 Ağustos 2017’de Türkiye’nin yaptığı 1.000 MW’lık YEKA RES-1 (rüzgar enerji santrali) ihalesini Türk-Alman ortak girişiminin kazanmasıyla ikinci durumda belirtilen ilişkilerin çok büyük bir potansiyelinin olduğu görülmüştür. Analizde uzun yıllardır etkileşim halinde olan Türkiye-Almanya ilişkilerinde enerjinin rolü birincil enerji tüketimlerinden yola çıkarak incelenmiş ve her iki devletin enerji piyasalarının sahip olduğu benzerliklere vurgu yapılmıştır.

TÜRKİYE-ALMANYA ENERJİ PROFİLLERİ

Türkiye-Almanya enerji ilişkilerine değinmeden önce analizde bir sonraki kısmında iki ülkenin enerji profilleri ve piyasaları arasında daha rahat ilişki kurulabilmesi adına Türkiye ve Almanya’nın mevcut enerji görünümleri incelenmiş, iki ülkenin mevcut enerji görünümleri ve stratejileri mercek altına alınarak ortak yönleri vurgulanmıştır.

Türkiye, tüketiminin içerisinde en büyük paya sahip olan hidrokarbon kaynaklarına sınırlı ölçüde sahip olması nedeniyle AB ve Alman ya’ya benzer şekilde büyük ölçüde dışa bağımlı durumdadır. Tükettiği petrolün yüzde 93’ünü, doğal gazın da yüzde 99’unu ithal etmektedir. Birincil enerji tüketimi içerisinde en fazla pay yaklaşık yüzde 31 ile petrole aitken ardından kömür (yüzde 28,29) ve doğal gaz (yüzde 28,17) gelmektedir. Kurulu gücünde henüz nükleer enerji santrali yer almayan Türkiye’de hidroelektriğin sahip olduğu pay ise dikkate değerdir. Geleneksel yenilenebilir enerji kaynağı olarak nitelendirilen hidroelektriğin yanı sıra modern yenilenebilir enerji kaynaklarını da özellikle son on yıldır gündeminde tutan Türkiye’de söz konusu kaynakların gelecek vadettiği ve yakın zamanda kurulu güç içerisindeki paylarının artırılacağı bilinmektedir.

Birincil enerji tüketimi içerisinde ilk sırada yer alan petrolün ağırlıklı olarak ulaşım sektöründe kullanılması elektrik üretiminin kaynak dağılımında farklı bir tablo ile karşılaşılmasına neden olmaktadır. Baz yük oluşturarak kesintisiz elektrik temini sağlaması açısından önem arz eden fosil yakıtlı santraller Türkiye’nin elektrik üretim kaynakları arasında da ilk sırada yer almaktadır. Yüzde 37,2 paya sahip olan doğal gaz termik santrallerini yüzde 32,8’lik payla kömür yakıtlı santraller izlemektedir. Geriye kalan yaklaşık yüzde 29,7’lik kısmı ise hidroelektrik, rüzgar, güneş ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynakları oluşturmaktadır. Hidroelektrik hariç yenilenebilir enerji kaynaklarının payı diğer enerji kaynaklarına göre oldukça küçük olsa da Türkiye’nin 2016’da rüzgar enerjisi alanındaki kapasite artırımı OECD ülkeleri arasında ABD’den sonra ikinci sıraya yerleşmesini sağlamıştır. Bu durum Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarına verdiği önemi ortaya koymaktadır.

Analizin odak iki ülkesinden diğeri olan Almanya’nın 2017 birincil enerji tüketimi incelendiğinde daha önce de belirtildiği gibi AB ve Türkiye genel enerji görünümüne benzer şekilde fosil yakıtların ağırlıkta olduğu bir tablo ile karşılaşılmaktadır. En büyük pay yüzde 34,6 ile petrole aitken hemen ardından yüzde 23,7 ile doğal gaz, yüzde 22,2 ile de kömür gelmektedir. Zaman içerisinde Batı merkezli gelişen teknoloji ve değişen sanayileşme koşullarıyla birlikte yerini büyük ölçüde petrol ve doğal gaza bırakan kömürün –iklim değişikliği ile mücadelede başı çeken AB’nin en büyük ekonomik gücü olan– Almanya’da halen tüketimin beşte birinden fazlasını karşılaması dikkate değerdir. Bir diğer dikkate değer nokta ise yenilenebilir enerji kaynaklarının payının nükleer enerjinin sahip olduğu paydan iki kat fazla olmasıdır.

Grafik 4

Birincil enerji tüketimi içerisinde yenilenebilir enerjinin payı fosil yakıtların sahip olduğu payların gerisinde kalsa da Almanya’nın son yıllarda özellikle güneş ve rüzgar enerjileri alanındaki yatırımları ve projeleri dikkat çekicidir. Küresel ısınma, iklim değişikliği ve beraberinde artan çevresel kaygılar doğrultusunda yenilenebilir enerjiden yararlanma oranlarını artırmayı hedefleyen Almanya, “Energiewende” projesini hayata geçirmiştir. Enerji dönüşümü anlamına gelen “energiewende” ile uzun vadede kömür ve nükleer enerjinin yerlerinin yenilenebilir enerji kaynakları ile doldurulması ve enerji verimliliğinin artırılması hedeflenmektedir. Ekonominin hemen her alanını kapsayan bu dönüşümün dört ana hedefi bulunmaktadır: (i) karbon salınımını azaltarak iklim değişikliğiyle mücadele, (ii) fosil yakıt ithalatını azaltarak enerji güvenliğini artırma, (iii) nükleer enerji kullanımını aşamalı şekilde bitirme, (iv) teknoloji, endüstri ve istihdam gelişimini destekleyerek ekonominin rekabet edebilirliğini ve büyümesini güvence altına alma.

Grafik 5

Energiewende projesiyle yaklaşık yirmi yıldır enerji sistemini dönüştürmeye çalışan Almanya’da yapılan yatırımlar neticesinde yenilenebilir enerjinin elektrik üretimi içerisindeki payı on kattan fazla artış göstermiştir. Buna göre 1990’da yüzde 3,6 olan söz konusu miktar 2017’de yüzde 33 olarak hesaplanmıştır. Bu artışın gerçekleşmesinde en fazla etkiyi oluşturan ise biyokütle, hidroelektrik ve jeotermal enerjileri geride bırakan rüzgar ve güneş enerjileridir. Ancak halen elektrik üretiminin üçte birinden fazlasının kömürden karşılanmasını Almanya’nın uzunca bir süre daha kömür kullanmaya devam edeceğinin göstergesi olarak yorumlamak mümkündür.

Grafik 6

Birlik’in en büyük elektrik üreticisi ve tüketicisi konumunda olan Almanya aynı zamanda AB ülkeleri arasında rüzgar, güneş ve biyokütle enerjilerinden en fazla elektrik üreten ülkedir. Almanya’da yenilenebilir enerji kaynaklarının arttığı görülmektedir. Ülke 2020 için belirlediği yenilenebilir enerjiden yüzde 35 elektrik üretme hedefini 2017’de gerçekleştirdiği yüzde 36’lık elektrik üretimiyle geride bırakmıştır. Söz konusu hedefi daha da ileriye taşıması beklenen Almanya’nın yenilenebilir enerji kurulu gücünü her yıl yüzde 5 artırarak 2030’da tükettiği elektriğin yüzde 100’e yakınını yenilenebilir kaynaklardan temin edebileceği öngörülmektedir.

Benzer şekilde Türkiye’nin de yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde hassasiyetle durarak kapasite artırımına devam ettiği, böylece 2017’de yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 30’a ulaştığı görülmüştür. Söz konusu üretimin içerisinde en yüksek pay geleneksel yenilenebilir enerji kaynağı şeklinde adlandırılan hidroelektriğe aitken Türkiye’nin hidroelektrikten yararlanma oranının Almanya’dan daha fazla olduğu da bilinmektedir. Elektrik üretimi içerisindeki hidroelektrik üretimi payı –coğrafi bakımdan daha uygun şartlara sahip– Türkiye’de yüzde 24,6 iken Almanya’da ise bu oranın yalnızca yüzde 3 olduğu görülmektedir.

Bunun yanında coğrafi konumu gereği Türkiye, Almanya’dan yüzde 60 daha fazla güneş ışığı almasına, günde ortalama 7,5 saat güneşlenme süresine sahip olmasına karşın güneş enerjisinden elektrik üretmede bu ülkeden daha geridedir. Buna göre 2017 yıl sonu itibarıyla Türkiye’deki güneş enerji santrallerinin (GES) kurulu gücü 3,422 MW iken Almanya’da 42,396 MW’tır. Buradan güneş ışığını daha az almasına karşın Almanya’nın Türkiye’den 12 kat daha fazla GES’e sahip olduğu anlaşılmaktadır. Benzer şekilde rüzgar enerjisinde de Almanya’nın daha fazla kapasiteye sahip olduğu ve elektrik üretiminde rüzgardan daha fazla yararlandığı bilinmektedir. 2017 yıl sonu itibarıyla Türkiye’nin rüzgar enerji santralleri (RES) kurulu gücü 6,516 MW iken toplam elektrik içindeki oranı yüzde 7,6’sına karşılık gelmiştir. Aynı tarihte Almanya’daki RES kurulu gücü 56,180 MW, toplam elektrik üretimi içerisindeki payı da yüzde 18,8 olarak kayıtlara geçmiştir.

Tüm bu bilgiler ışığında karşılaştırmanın daha sağlıklı yapılabilmesi adına Almanya’daki birincil enerji tüketimi ve elektrik üretim ve tüketiminin Türkiye’dekinden daha fazla olduğunun altını çizmekte fayda vardır. 2017’de Almanya’nın tükettiği enerji miktarı 335,1 milyon ton petrole eş değer (million tons of equivalent-mtoe) iken Türkiye’nin tükettiği enerji miktarı ise 157,7 mtoe’dir. Diğer bir ifadeyle Almanya Türkiye’den yaklaşık iki kat daha fazla enerji tüketmiştir. Bu farklılığın temel nedeni ise ekonomilerindeki büyüklük ve farklılıklar olup Türkiye’ye benzer şekilde enerjide dışa bağımlı Almanya’yı tedbirli adımlar atmaya itmektedir. Bu bağlamda Almanya’nın yenilenebilir enerji kaynaklarına çokça yatırım yaparak çözüm üretmeye çalıştığı, Türkiye’nin de benzer bir strateji izlediği görülmektedir.

Almanya kısa bir süre öncesine kadar güneş enerjisi alanında dünyanın en büyük pazarı olmuş ve teknolojisine liderlik etmiştir. Özellikle “fotovoltaik” alanına öncülük eden Almanya kısa bir zaman içerisinde çeşitli sebeplerden ötürü yerini Çin’e kaptırmıştır. Ülkede uygulanan teşvik mekanizması dahi yerli sanayiyi desteklemek yerine ABD ve Asya ülkeleri gibi dünyanın birçok yerinden daha uygun maliyetle üretim yapan ve satan yabancı üreticiye sektörde kendine yer bulma imkanı sağlamıştır. Artan ulusal talebi karşılamak adına Alman firmaları ile yarışa giren Çinli üreticiler düşük fiyatları sayesinde avantajlı taraf olmuştur. Bilhassa fotovoltaik üretiminde ısrar eden ancak Çin’in piyasadaki agresif rekabeti karşısında daha fazla mücadele gösteremeyeceğine karar veren lider Alman firmalarının bir kısmı –Gehrlicher, Q-Cells ve Conergy– iflas başvurusunda bulunmuştur.

Almanya ve Türkiye’de uygulanan yenilenebilir enerji teşvik mekanizmaları incelendiğinde 2017’de benzer değişikliklere gidildiği görülmüştür. 2017 öncesine kadar her iki ülkede de yeni kurulacak olan yenilenebilir enerji santrallerine belirli bir süre için alım garantisi sağlanmış, bu süre Türkiye’de on, Almanya’da yirmi yıl olarak belirlenmiştir. Ancak 2017’de yapılan değişikliklerle artık sistemin daha farklı şekilde işletilmesi amaçlanmıştır. Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması (YEKDEM) olarak anılan bu sistem yerine en düşük telifi veren firmaların kazandığı ihalelere dayalı Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) modeli ile devam edilmesi kararı alınmıştır. YEKDEM ile kurulu gücündeki yenilenebilir enerji kaynaklarının payını yaklaşık yüzde 30’a kadar çıkaran Türkiye YEKA ile yenilenebilir enerji alanında daha da ileri gitmeyi hedeflemiştir. İlk kez 2017’de GES ve RES alanında uygulanan YEKA ihaleleri ile yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinde kullanılan ekipmanın yurt içinde üretilmesi ve temin edilmesi şartı getirilmiştir. Ayrıca hayata geçirilecek projelerde yüzde 80 oranında yerli mühendis çalıştırılması da YEKA ihaleleri kapsamında getirilen şartlar arasındadır. Kısaca YEKA sistemi ile Türkiye hem piyasasına teknoloji transfer etmiş hem de ilgili sektördeki istihdam oranlarında artış sağlama şansı elde etmiştir. Bu yolla “knowhow”ını da artıracaktır.

Almanya’nın 2017’de yaptığı teşvik değişikliğinin Türkiye’deki YEKA modeli ile benzerlikler taşıdığı tespit edilmiştir. Kısaca Türkiye’den farklı olarak santrallerin kurulumu santral ya da proje sahiplerine bırakılmışken üretilecek elektriğin satılması konusunda ise ihale düzenlenmesi, en düşük fiyat teklifi veren sistem operatörünün yirmi yıl süreyle santral sahibine ödeme yapması kararı alınmıştır.

Görüldüğü üzere Almanya ve Türkiye’deki yenilenebilir enerjiden yararlanma oranları farklılık gösterse de her iki ülkenin de birincil enerji tüketiminde benzerlikler söz konusudur. Özellikle tükettikleri enerji kaynakları arasında üçüncü sırada yer alan doğal gazı en fazla Rusya’dan ithal ettikleri, Almanya’nın birinci en büyük, Türkiye’nin ise ikinci en büyük Rus gazı ithalatçısı olduğu görülmektedir. Ayrıca her iki ülke de Rusya’dan direkt olarak doğal gaz ithal etmelerini sağlayacak boru hattı projelerini hayata geçirmeye hazırlanmaktadır. Türkiye’deki TürkAkım’a benzer şekilde Almanya’da devam eden Kuzey Akım 2 (Nord Stream 2) projesi Rusya ile birlikte gerçekleştirdikleri en büyük projelerdir. Bu durum aynı zamanda hem Almanya’nın hem de onunla birlikte diğer AB üyesi ülkeleri gerisinde bırakarak en büyük pazarlar listesinde başı çeken Türkiye’nin Rusya için ne denli önemli enerji ortakları olduğunun göstergesidir.

Son olarak Almanya ve Türkiye’nin ithal fosil yakıtlara bağımlılıklarını azaltmak adına benzer stratejiler izledikleri ve bunu gerçekleştirirken benzer mekanizmalar kullandıkları da görülmüştür. Almanya’nın yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirme hikayesinin Türkiye açısından önemli tecrübe ve birikimlere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’nin de yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirme stratejisinde partnerlik yapacağı önemli ülkelerden biri olarak Almanya ön plana çıkmaktadır.

TÜRKİYE-ALMANYA ARASINDAKİ ENERJİ TİCARETİ VE ORTAKLIKLARI

Türkiye ve Almanya arasında uzunca bir süredir devam eden ilişkilerin en fazla öne çıkan kısmı olan ekonomi zaman içerisinde farklı sektörlerde dağılım göstererek daha da güçlenmiştir. Enerji ise bugün ekonomi içerisinde en çok göze çarpan sektörlerden biridir. Türkiye’yi de –Almanya’ya benzer şekilde– birincil enerji tüketimi içerisinde yer alan fosil yakıtlara sınırlı ölçüde sahip olması dışa bağımlı hale getirmekte ve tecrübeli Alman enerji firmaları için Türkiye’de yeni iş fırsatları teşkil etmektedir.

Alman enerji firmalarının Türkiye’de uzun yıllardır faaliyet gösterdiğini söylemek mümkündür. Doğrudan iş kuran veya Türk firmalarla ortaklıklar yapma yoluyla piyasaya katılan Alman firmalarının toplam sayısının bugün 7 binden fazla olduğu görülmektedir. Bu firmaların içinde Türkiye’de büyük miktarlarda yatırımları olan E.ON, Enercon, EWE, RWE, Siemens, Steag ve Nordex gibi Almanya’nın önde gelen enerji firmaları da bulunmaktadır.

Enerji piyasası yakından incelendiğinde sektördeki en büyük Alman ortaklı aktörün Sabancı ve E.ON’un ortak iştiraki olan Enerjisa’nın olduğu görülmektedir. 2013’te Sabancı ile ortaklık kuran E.ON Almanya’nın olduğu kadar dünyanın da en büyük enerji şirketleri arasında gösterilmektedir. Türkiye genelinde 3.700 MW’ı aşan kurulu güce sahip Enerjisa’nın portföyünde kömürden doğal gaza, hidroelektrikten biyogaza, rüzgar enerjisinden güneş enerjisine hemen her alanda faaliyet gösteren elektrik üretim santralleri bulunmaktadır. Her geçen zaman yatırımlarını artıran firmanın özel sektörün enerji piyasasındaki en önemli temsilcilerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.

2004’te Steag firmasının 1,5 milyar avroluk yatırımıyla Türkiye’nin o dönemdeki en büyük termik santrali Adana Yumurtalık’ta açılmıştır. Buradan Alman firmalarının Türkiye’de uzun süreli bir yükümlülük altına girdikleri anlaşılmaktadır. Bu firmalar Türkiye’yi nitelikli ve çalışkan iş gücü ile Avrupa ve Ortadoğu pazarlarına rahat ulaşım yollarının verdiği avantajlardan dolayı bir yatırım alanı olarak görmüşlerdir.

Doğal gaz dağıtım operasyonları yapan Bursagaz ve Kayserigaz’da yüzde 80 hisseye sahip olan Alman EWE Türkiye’de önemli bir piyasa oyuncusudur.60 Alman menşeli firmaların Türkiye pazarındaki yatırımlarının arttığını gösteren bir diğer örnek RWE’dir. Alman RWE’nin yüzde 70 ortağı olduğu Denizli Doğal Gaz Kombine Çevrim Elektrik Santrali 2013’te 500 milyon avronun üzerinde bir yatırımla kurulmuştur.

Bu bahsi geçen Alman şirketleri yakından incelendiğinde bir kısmının Türk firmalarla ortaklıklar kurduğu, diğer bir kısmının ise yüzde 100 Alman sermayesi olarak piyasaya katıldığı görülmektedir ve piyasaya katılma şekillerine göre Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmelere verdikleri tepkilerin değişkenlik gösterdiği gözlemlenmiştir. Örneğin doğal gaz tedariki konusunda piyasadaki en önemli özel sektör oyuncusu olan EWE 2018 başında Türkiye’deki varlıklarını satma kararı almış ve Royal Dutch Shell’in de aralarında bulunduğu önemli birçok şirketin satışla ilgilendiği görülmüştür. Ancak halen somut bir adım atılmaması şirketin kararını askıya aldığı şeklinde yorumlanmaktadır.

Türkiye enerji piyasasında tartışmasız öneme sahip Sabancı ve Alman E.ON’un yüzde 50’şer hisseleriyle ortak olduğu Enerjisa’da ise durum daha farklıdır. Enerjinin yalnızca iletiminde değil sahip olduğu 21 santralle üretiminde de aktif rol oynayan ve bugün Türkiye’nin en büyük üçüncü elektrik üreticisi olan Enerjisa 2012’den bu yana devreye aldığı her bir santral ve yaptığı her bir yatırım ile Türkiye enerji piyasasına olan güvenini ispatlamıştır. Bu noktadan hareketle Türk şirketlerle ortaklık kurarak piyasaya katılan yabancı şirketlerin piyasaya daha fazla güven duyduğu çıkarımı yapılabilir. Bunun yanında şirketlerin kurumsal kimliklerinin de faaliyetlerini etkileyebildiği düşünülmektedir. Örneğin EWE’nin Almanya’da daha siyasi bir kimliğe sahip olması nedeniyle Almanya-Türkiye arasındaki siyasi ilişkiden etkilenmeye daha açık olduğu gözlemlenmiştir.

Dünyanın önde gelen rüzgar türbini üreticilerinden Alman Nordex firması sadece 2016’da 350 MW’lık rüzgar santralini devreye alarak Türkiye’nin toplam rüzgar gücünün yüzde 25’ini oluşturmuştur. Toplamda 1,65 GW kurulu gücü aşan Alman türbin üreticisi Türkiye’deki 6,6 GW’lık piyasa hacminin yaklaşık dörtte birini elinde bulundurmaktadır. Yine bir rüzgar türbini üreticisi olan Alman Enercon firmasının da Türkiye’de oldukça önemli yatırımlarının bulunduğu bilinmektedir. Türkiye rüzgar santrallerinin yaklaşık yüzde 20’sinin yapımında yer alan firma toplamda 1,25 GW kurulu güce sahiptir. Rüzgar enerji santrali kurulumu sıralamasında üçüncü sırada yer alan Enercon 1998’de Türkiye pazarına giren ilk firmadır. Almanya’nın özellikle rüzgar enerjisi teknolojisinde önemli bir ivme yakaladığı ve bu alandaki birikimini Türkiye enerji piyasasına taşıdığı anlaşılmaktadır.

Türkiye yenilenebilir enerji piyasasındaki önemli Alman firmalarından biri olan EnBW Enerji ve Borusan ortaklığı Türkiye’deki rüzgar enerji santrali olan yaklaşık 90 MW’lık Bandırma RES ile pazara giriş yapmıştır. Bütün projelerini yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik yapan Borusan EnBW yaklaşık 450 MW’lık kurulu gücü ile Türkiye yenilenebilir enerji piyasasında önemli bir konuma sahiptir.

2009’da Gebze’de kurulan ve 2011’de dünyadaki 14. AR-GE merkezini Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde açan Siemens enerji iletim otomasyon sistemleri, enerji üretim yönetimi sistemleri, endüstriyel otomasyon panelleri ve bina otomasyon sistemleri alanlarında faaliyet göstermektedir. Aynı zamanda Ağustos 2017’de gerçekleştirilen 1.000 MW’lık YEKA RES-1 ihalesini kazanan Siemens-Türkerler-Kalyon Enerji ortak girişim grubu (OGG) sektörde uzman birçok uluslararası firmanın arasından teklif edilen en düşük fiyat olan 3,48 cent/kWh ile galip çıkmıştır. İhale şartları gereğince ihaleyi kazanan OGG 1 milyar doların üzerinde yatırım yapmak zorundadır. Bilindiği gibi ihaleyi kazanan konsorsiyum yüzde 65’lik yerlilik şartı ile birlikte 100 milyon doların üzerinde yatırım maliyeti olan bir rüzgar türbin fabrikası kurmakla yükümlüdür. Böylece Türkiye yalnızca ekipman ithalatından kurtulmakla kalmayacak aynı zamanda ilgili teknolojinin üretilmesi ve geliştirilmesi noktasında kalıcı bir adım atacaktır. Ayrıca Siemens’in Türkiye’deki enerji altyapısının inşasında yüzde 30’luk bir paya sahip olduğu da bilinmektedir.

YEKA ihalesini Siemens’in kazanması politik açıdan da ayrı bir öneme sahiptir. “Türkiye yüzünü Doğu’ya döndü, artık Batı ile ilgilenmiyor” şeklindeki eleştirilere cevap niteliğinde olan ihale sonucu iki ülkenin siyaseten gerilim dönemlerinde dahi ekonomik ve ticari ilişkilerini bu denli büyük çaplı projelerle devam ettirebildiğini açıkça ortaya koymuştur. Bu ayrıca yabancı yatırımcıların Türkiye ekonomisi ve enerji piyasasına duyduğu güveni de bir kez daha kanıtlamıştır.

Bu bahsi geçen büyük ölçekli firmaların yanı sıra yenilenebilir enerji alanında faaliyet gösteren ve Türk firmaları ile ortak enerji santrali kurulumu gerçekleştiren başka Alman enerji firmaları bulunduğu da bilinmektedir. Bunlardan bazıları güneş enerjisi alanında faaliyet yürüten Juwi Entegro, IBC-Solar, Intec Energy Solutions ve Solar Fabrik’tir. Türkiye’nin yenilenebilir enerji alanında önümüzdeki on yılda 10’ar bin MW’lık güneş ve rüzgar enerji santralleri, enerji verimliliği alanında ise 2023’e kadar 11 milyar dolardan daha büyük bir yatırım ihtiyacı bulunduğunu belirten Enerji Bakanlığı bu alanlarda son derece iyi konumda bulunan Alman şirketlerinden Türkiye’ye daha fazla yatırım yapmalarını ve stratejik ortaklıklar kurmalarını beklemektedir. YEKA ihalelerine benzer şekilde yerlilik şartlarının bulunduğu bir yöntem izlenmesi hem Türkiye’ye doğrudan yatırımın gelmesini sağlayacak hem de teknoloji transferinin hızlıca ülkenin piyasasına girmesine yardımcı olacaktır.

E.ON, EWE, Siemens, Enercon, Nordex, RWE, Steag ve EnBW gibi Alman enerji firmalarına bakıldığında bu firmaların Türkiye enerji piyasasında önemli birer piyasa oyuncusu oldukları anlaşılmaktadır. Alman firmalarının enerji alanında daha fazla teknoloji gerektiren alanlarda iş yaptıkları, böylece Türkiye’ye yeni teknolojilerin transferi konusunda önemli katkı sundukları görülmektedir. Türkiye’nin enerji piyasasına güvenen bu firmaların uzun soluklu yatırımlar gerçekleştirdikleri ve yıllar öncesine dayanan enerji alanındaki ortaklıkların hem Türkiye hem de Almanya açısından önemli kazanımlar sağladığı bilinmektedir. Bu ortak çalışma kültürünün Afrika ve Asya ülkelerinde Türk-Alman ortaklığı adına kendine yer bulması için firmalar tarafından atılacak adımların önemli olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Türk-Alman ortaklıklarının yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji altyapı inşası yatırımlarında stratejik iş birliği yapmaları hem yeni pazarlara girilmesi hem de pazar paylarının kısa sürede artması açısından değerlidir.

Türkiye ve Almanya’nın enerji alanındaki benzerliklerine baktığımızda birçok ortak nokta taşıdıkları görülmektedir. İki ülkede de yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulu gücünün toplamdaki oranının yüzde 30’u geçtiği görülmektedir. Bununla birlikte rüzgar ve güneş gibi modern yenilenebilir denilen kaynaklarda Almanya’nın büyük ilerleme kaydettiği, Türkiye’nin ise coğrafi özelliklerden dolayı hidroelektrik santrallerinin elektrik üretiminde önemli olduğu gözlenmektedir. Her iki ülkede de rüzgarın payının güneşten fazla olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca iki ülkenin de fosil yakıtları açısından dışa bağımlılık derecelerinin oldukça fazla bulunduğu bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte linyit tüketimi hem Almanya hem de Türkiye’de toplam tüketim içinde önemli bir yere sahiptir. Doğal gazın ise önemli bir enerji kaynağı olması ve hem Türkiye’nin hem de Almanya’nın en büyük doğal gaz tedarikçisinin Rusya olması iki ülkenin enerji piyasalarındaki önemli benzerliklerden biridir.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye ile Almanya arasında bulunan siyasi sorunların iki ülke arasındaki ekonomi ve enerji alanlarına büyük oranda olumsuz yansımadığı fark edilmektedir. Bunun nedeni olarak bu alanlarda ön yargılardan uzak rasyonel yaklaşımların hakim olduğu düşüncesine varılmaktadır. Sonuç itibarıyla her iki ülkenin de dünya çapında önemli kabiliyet ve başarılarının olmasından dolayı iş birliklerinin artırılması sonucunda kazan-kazan prensibinin ön plana çıkacağı görülmektedir.