Başarımızı özgürlükçü modelimize borçluyuz

Londra Merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu Times HigherEducationın (THE) yaptığı değerlendirmede önemli bir başarı kazanan Atılım Üniversitesi, adı sanı büyük birçok üniversitemizi geride bıraktı. Değerlendirme sonrası bir araya geldiğimiz Atılım Üniversitesi Rektörü ProfDr Yıldırım Üçtuğ ile elde edilen başarı ve ülkemizde yükseköğretimin içerisinde bulunduğu durumu konuştuk

15 Temmuz sonrasında FETÖ okulları kapatıldı. Öğrencilerin diğer üniversitelere yerleştirmesi yapılıyor. Bu süreci değerlendirir misiniz?

Bize 734 öğrenci gönderildi. Bu çok yüksek bir sayıdır. Biz Atılım Üniversitesi olarak her yıl ortalama 1500 öğrenci alıyoruz. Yıllık aldığımız öğrencilerin yarısı kadar öğrenci geldi. Bu noktada üniversitelerin kapatılması yerine YÖK hami üniversitelere bu üniversitelerin devrini yapabilirdi. Ya da üniversiteler yerinde dururdu fakat hocalarının hepsi değişebilirdi. Kısacası o üniversitelerdeki eğitim bugünkü öğrencilerin mezun olmalarına kadar devam edebilirdi. Üniversitelerin kapatılması büyük bir kargaşaya neden oldu. Neticede bu üniversitelere özel olan programlar var. Kimi öğrenci kendi programında olmak için başka bir şehirdeki üniversiteye gitmek zorunda kaldı. Bu durum öğrencilere ve ailelere maddi külfet getirdi. 15 Temmuz sonrasında YÖK, gece gündüz bu konuyla uğraştı ve çok çalıştı. Yine de bu üniversitelerin dağıtıldığı üniversiteleri sıkıntıya soktu. Bazı öğrencilerin belgeleri dahi bulunmuyor. Kendi üniversitelerinden aldıkları dersleri bizlere ispat edemiyorlar. Hepsinin tek tek intibaklarının yapılması gerekiyor. Nasıl yapılacağını şuan bilmiyoruz. Yine ödeyecekleri ücret konusunda bir kargaşa var; halen netleşmedi. Şuanda bu öğrencilerin mağdur olmaması için çalışmalar yapıyoruz. Keşke üniversiteler kapatılmasaydı da öğrenciler yine bulundukları yerlerden derslerini alabilselerdi.

Haliç Üniversitesi ekonomisini nedeniyle sorunlar yaşadı ve şuanda İstanbul Üniversitesi yönetimi devralarak yönetiyor. Aynı model oluşturulamaz mıydı?

Bu konuda da en iyi çözüm Haliç Üniversitesindeki gibi bir model olabilirdi. Yine üniversiteler kapatılırdı, yeni öğrenci alınmazdı. Fakat mevcut öğrenciler yeni hocalarıyla okullarını bitirmiş olurdu. Karar alındıktan sonra geri adım atılamadığını düşünüyorum. Umarım daha büyük problemlere neden olmadan bu süreci tamamlamış oluruz.

Gelen öğrenciler ile sizin öğrencileriniz arasında bir uyum sorunu yaşanır mı? Sonuçta gelen öğrencilerin aynı okulda ve aynı görüşte olan insanlardı, şimdi ise durum değişti.

O üniversitelerde okuyan öğrencilerin hepsinin aynı görüşte olduğunu düşünmüyorum. Eminim ki sadece puanı o üniversiteye tuttuğu için giden öğrenciler de vardır. Ya da o üniversiteye özel bir program olduğu için tercih eden öğrencilerde vardır. Öğrencilerin hepsini damgalamak doğru olmaz. Özellikle böyle bir dönemde damgalamak veya ayrımcılık yapmak doğru olmaz. Yeni sisteme adapte olmaya çalışacaklarını düşünüyorum.

Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanıyla görüştüğümüzde bu konuda kendi üniversitelerinin diplomalarını alsınlar şeklinde bir görüş vardı.

Ben bu görüşe katılmıyorum. Bu öğrencilerin içinde önemli bir kesimin de yaşanan olaylarla hiçbir bağlantısının olmadığını düşünüyorum.  Öyle olsa bile bu çocuklar 19-20 yaşında çocuklardır. Türkiye geçmişte gençleri düzene düşman ilan etmesinden çok çekti. Türban takıyor diye gençler dışlandılar, bunların sosyal sonuçları oluyor. Bu da doğru olmuyor. Burada devletin ve bizlerin yapması gereken en önemli şey, bu gençleri devlete ve sisteme düşman etmememizdir. Bizim onlara olumlu yaklaşmamız gerekiyor. Bütün bir grubu karşımıza almak gelecekte yeni nefret tohumları oluşturacaktır. Bundan kaçınmamız gerekiyor.

15 Temmuz akşamı herkes şunu net bir şekilde gördü ki, insanlar askeri eğitim alıyor, yaşı 50’e geliyor fakat kendi meclisini vururken ne düşündüğünü bilemediğimiz birileri ile karşılaşıyoruz. Bu yaşanan gerçekle eğitim sistemimizin bir ilişkisi var mı?

Bizdeki eğitim sistemi her zaman için tek tip insan yetiştirmek için hedeflenmiş bir sistemdir. Düşünmeyen, sorgulamayan hatta düşünen insandan korkan, sorgulayan insandan korkan bir eğitim sistemimiz vardır. İnsanları siz tek tip olmaya zorlarsanız o insanlar hayatları boyunca her zaman tek tip olmaya başlarlar. Her zaman sizin istediğiniz tek tip olmayabilir ama sonuç hep tek tip insandır. Ya A doğmasının peşine takılır yada B doğmasının fakat her zaman tek tip olmayı seçer. Çünkü o insan sorgulamayı ve düşünmeyi öğrenmemiştir. 15 Temmuz sonrası siyasetçilerde bu konuya eğilmeye başlamıştır. Bizim sorgulayan ve araştıran gençler yetiştirmemiz gerekiyor. Özellikle ilk ve orta öğretimimizin en büyük sorunu budur.

Üniversitelerde de durum aynı mı?

Üniversitelerde bu durumu aşmak için çalışılıyor. Üniversite, orta öğretim kadar dogmatik değildir.  En azından özgür düşüncegeliştirilmeye çalışılıyor fakat 20 yaş bu düşünceyi yerleştirmek için geç bir süredir. 

Siz daha öncesinde farklı üniversitelerde de hizmet verdiniz. Bugün Atılım Üniversitesindesiniz ve üniversiteniz yapılan uluslararası değerlendirmede ülkemizde ilk dört üniversite içine girdi. Oysa üniversitelere çeşitli düzeyde müdahaleler olduğu söyleniyor. Hal böyleyken bu başarıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de vakıf üniversitelerinde mütevelli heyetlerinin üniversiteye belli ölçüde müdahaleleri oluyor. YÖK’ün de müdahale etkisinin de çok fazla olduğunu söyleyebilirim. Fakat buna rağmen Türkiye’de 5 üniversite dünya sıralamasına giriyor. Bunların 4 tanesi vakıf üniversitesidir,  1 tanesi de devlet üniversitesidir. Bu vakıf üniversitelerinin temel özelliği ise müdahaleci anlayış yerine Anglosakson kültürüdür. Dünya üniversitelerinin yönetiminde iki model vardır. Biri Anglosakson dediğimiz İngiltere ve Amerika modeli, diğeri de Kıta Avrupa Modeli vardır. Türkiye’deki üniversiteler 1930 yıllardan itibaren Kıta Avrupa modeliyle kurulmuşlar. 1956 yılında ODTÜ’nün kuruluşuna kadar bu devam etmiştir. Anglosakson modeliyle ilk kurulan üniversite ODTÜ’dür. Tabi Robert Kolejini saymıyorum, o dönemde Boğaziçi Üniversitesi çok küçüktü. Ondan sonraki üniversitelerin tamamı da daha özgürlükçü bu modeli esas alarak kurulmuşlardır. Bugün başarılı üniversitelere baktığınız zaman da bu anlayışla kurulmuştur. Bilkent, Sabancı Üniversitesi hepsi Anglosakson modeliyle kurulmuştur. Atılım Üniversiteside bu modelle kurulmuştur. Siz tüm dış müdahalelere rağmen içerde özgürlükçü modeli benimsiyorsanız dış etkileri azaltıyorsunuz.

Ülkemizde diğer vakıf üniversitelerine gittiğimiz zaman sadece meslek edinmenin üstünde dururken, Atılım Üniversitesi’nin hedefleri olduğunu görüyoruz. Bunun sonucunda da Times HigherEducation araştırmasına göre Atılım Üniversitesi, dünyada ilk 500, Türkiye’de de ilk 4 içine girdiniz. Bu noktada üniversitelerinin tek hedefinin meslek olmaması gerektiği ifade edilebilir mi?

Üniversitelerin temel hedefleri meslek edindirmek olmamalıdır. Tabi ki mezun olan öğrencilerin iş bulması önemlidir. Fakat üniversitelerin temel hedefi öğrencileri hayata hazırlamak, genel üniversite kültürünü verebilmektir. Atılım Üniversitesinin dünyada ilk 500 üniversite içine girmesi bir vizyonun sonucudur ve kısa zamanda elde edilebilecek bir başarı değildir. Bir üniversite sadece ders vererek, sadece eğitim vererek, meslek yüksekokulu anlayışıyla, üniversite olamaz. Üniversite araştırmasıyla, makale ile projeleriyle ve atıflarla olur. Atılım Üniversitesinin bu sıralamaya girmesinin altında da bu alanlarda yaptığı çalışmalar bulunmaktadır. Tabi ki verdiğiniz eğitimde bunları destekliyor.

Atılım Üniversitesi olarak havacılık alanında yoğunlaştınız, Savunma Sanayi Müsteşarlığı ile çalışmalar yapıyorsunuz, bunların dışında özel çalışmalarınızı aktarır mısınız?

Sivil havacılık yüksek okulumuzu yakın bir tarihte kurduk. Hava ulaştırma işletmeciliğimiz var, uçak elektrik ve elektroniği gibi alanlarımız var. Kendi hangarımızı oluşturduk. Öğrenciler kendi hangarımızda eğitim alsın istiyoruz. Havacılık sektörü Türkiye’de inanılmaz bir şekilde gelişiyor ve hava yolu işletmeciliğinin de yakın bir zamanda 2 kat artması bekleniliyor. Bu durumda iş olanaklarının artmasını sağlıyor. Bu nedenle de öğrencilerin de bu alana ilgisinin arttığını görüyoruz. Yakın bir zamanda kendi uçuş okulumuzu da kurmak istiyoruz. Atılım Üniversitesi sadece bunlarla da sınırlı değildir. Atılım Üniversitesi olarak sağlık alanına da yönelmek istiyoruz. Türkiye’nin ve bölgenin çok ciddi ve nitelikli sağlık personeline ve yardımcı sağlık elamanlara ihtiyacı var. Bu nedenle sağlık alanında iki fakülte kurmak istiyoruz.

Sağlık alanına vakıf üniversitelerinin çok yöneldiğini gördük. Bunlar yeterli değil mi?

Aslında artmıştı fakat kapanan üniversitelerinin içinde sağlıkla ilgili bölümlerin olduğunu gördük. Bu nedenle artış azaldı. Özellikle hem tıp hem de sağlık alanında İngilizce eğitimi vermek istiyoruz. Hem Türkiye’den hem de çevre ülkelerden sağlık konusunda eğitim almak isteyenlere hizmet vermek istiyoruz. İngilizce eğitim verdiğiniz noktada Türk öğrencilerle birlikte yabancı öğrencilere de eğitim verme imkanınız oluyor. Bu konuda YÖK Başkanı da sağlık alanındaki açığın fazla olduğunu, bu nedenle başvuru yapan üniversiteleri kabul edeceklerini bildirdiler.

Atılım Üniversitesi olarak dünyada ilk 500 üniversitesi içersine girdiniz. Bundan sonraki hedefleriniz nelerdir?

Şuanda temel hedefimiz yakalanan bu başarıyı sürdürmek ve üniversite başarısının bulunduğu seviyeyi korumaktır. Bu durumun geçici olmadığını göstermektir. Dolayısıyla ana hedefimiz bu grubun içinde kalmaktır.

2016 yılı açısından vakıf üniversitelerinin yeterli öğrenci alamadığı ve ekonomik olarak sorunlar yaşandığı belirtiliyor. Atılım Üniversitesi açısından durumu aktarır mısınız?

Kontenjanlarını tam dolduramayan üniversiteler oldu. Fakat ülkemizde artık vakıf üniversitelerinin büyük bir kısmı kendini ispatladı. Türkiye’de dünya listesine 5 üniversite girip bunların 4 tanesi vakıf üniversitesi ise gelinen noktayı anlamak mümkündür. Vakıf üniversiteleri biraz da özgürlükçü modelle kurgulandığı zaman belli bir başarıyı elde ettiklerini gösteriyorlar. Bu trendlerinin de devam edeceğini düşünüyorum. Bu konumda olmayı çok istemeyen vakıf üniversiteleri de var. Onlarında yavaş yavaş kaliteye önem vermelerinin vakti geldi.  Onlar nicelik üzerinden ilerliyorlar fakat niteliğe de önem vermeleri gerekiyor. Niteliği yakalamak da çok zor değildir, biraz çaba ile, hedef ile yakalamak mümkündür.

Bu yıl özellikle yabancı öğrencilerin ülkemize gelmesi açısından zor bir yıl oldu. Üst üste yaşanan olumsuz olaylar öğrencilerin Türkiye tercihlerini etkiledi. Özelikle bu olaylardan Ankara’daki üniversitelerimiz etkilendi. Üzerinde bombaların patladığı şehir imajı oluştu. Fakat farklı ülkelerden gelecek öğrencilerin artması için gerekli çalışmaların yapılması gerekiyor. Türkiye bu öğrencilerin gelmesi için çok uygun bir ülkedir. Türkiye hem doğu kültürünü hem de batı kültürünü yaşayan bir ülkedir. Bu nedenle dışarıdan gelecek öğrenciler açısından çok şanslı bir ülkeyiz.

Cumhurbaşkanı bir dönem özel üniversitelerin kurulması gerektiğini ifade etmişlerdi, fakat anayasa değişikliğine takıldı. Böyle bir çalışma üniversitelere fayda sağlar mı?

Özel üniversitelerde olabilir, bizim buna diyebileceğimiz bir şeyimiz olamaz. Fakat burada önemli olan üniversitelerin niteliğinin artmasıdır. Bunu da sadece üniversiteye bırakamazsınız. Anglosakson sisteminin başarılı olmasının temelinde üniversitede verilen eğitimin ölçülmesi yatar. Harvard gibi üniversiteler her 6 yılda bir belirli testlerden geçerler. Bir kurum gelir denetimi yapar ve verdiği eğitimi akredite eder. Türkiye’de bu sistem yeni yeni başlıyor. YÖK de bunu destekliyor. Çünkü bugüne kadar YÖK üniversitelerde sadece girdi kontrollerinde bulundu. Üç hocan var ise şu bölümü kur, yatay geçiş yapılacak ise kuralı bu gibi her bir sürecin başlangıcını kontrol etti. Bu şekilde 30 yıl üniversiteleri yönetti. Fakat ilk kez artık kalite kontrolü yapmak istiyor. Özellikle profesyonel alanda verilen diplomaların denetimini yapmaları gerekiyor. Sadece hoca sayısıyla bu işlerin olmadığını gördüler.

Bazı bölümlere taban puan uygulaması getirdiler.

Bunun hiçbir anlamı yoktur. Bu da bir tür girdi incelemesidir. Bu duruma çok taraftar değilim. Bir öğrenci sınavda 40 binin içine giriyor ise tıp okuyabilir, 41 binin içinde ise tıp okuyamaz. Bunun bir anlamı yoktur. Ben size öyle bir üniversite kurarım ki 45 binin içinden olan öğrencileri alırım ve çok iyi tıp insanı yetiştiririm. Bir başka üniversite de 15 bini alır ama hiçbir şeyden anlamayan mezunlar ortaya çıkar. Burada önemli olan girdi kontrolü değil, süreç ve çıktı kontrolü yapılmalıdır. Bu iyi kurgulanırsa ve üniversiteler topluma hesap verebilirse, benim yetiştirdiğim mühendis veya hekim evrensel niteliklere sahiptir, diye kanıtlayabiliyorsa o zaman özel üniversitede kurulabilir, vakıf da olabilirler, devlet üniversitesi de olabilirler.