Dünyada Ve Türkiye’de Yenilenebilir Enerji

ERDAL TANAS KARAGÖL, İSMAİL KAVAZ

DÜNYADA YENİLENEBİLİR ENERJİ İLE İLGİLİ GELİŞMELER

IEA’nın verilerine göre 2014 yılı itibarıyla dün­yada yenilenebilir enerjinin toplam enerji tüke­timi içerisindeki payı (hidroelektrik dahil) yak­laşık yüzde 20 olarak hesaplanırken bu oranın 2016 yılında yüzde 22 ve 2020 yılında ise en az yüzde 26 olması öngörülmektedir. Diğer bir ifa­deyle 2020 yılına gelindiğinde dünyada tüketilen enerjinin dörtte birinin (1/4) yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle başta ABD, Çin, Japonya ve Hindis­tan gibi fosil kaynaklardan yoksun olan ve ihtiyaç duyduğu enerjiyi dışarıdan ithal ederek karşıla­maya çalışan birçok ülkenin yenilenebilir ener­jiye dönük önemli yatırımlar gerçekleştirdikleri görülmektedir.

Yenilenebilir enerji yatırımlarının artma­sının bir diğer sebebi de enerjinin arz güvenliği ve sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik politi­kalardır. Ayrıca yenilenebilir enerji teknolojisine yapılan yatırımlar ve devlet desteklerinin katkısı ile bu alana olan ilgi giderek artmaktadır. Bu sa­yede yüksek ve pahalı teknoloji gerektiren yenile­nebilir enerji projelerinin maliyetleri azalmaya ve kullanımı yaygınlaşmaya başlamaktadır.

Dünya genelinde yenilenebilir enerjiye olan yatırımlar incelendiğinde 2015 yılı itibarıyla Çin’in bu yatırımlarda başı çektiği görülmekte­dir. Çin’i ABD, Japonya, Birleşik Krallık ve Hin­distan takip etmektedir.

Dünya genelindeki resmi daha net göre­bilmek adına yenilenebilir enerji çeşitlerinin ülkeler düzeyindeki kapasiteleri ve 2015 yılı iti­barıyla kapasite artışlarını ayrı ayrı incelemekte fayda vardır.

Hidrolik Enerji

Hidrolik enerji suyun akış ve düşüş hızı sayesinde elde edilen bir enerji çeşididir. Diğer bir ifadeyle hidrolik enerji, su enerjisinin elektrik enerjisine dönüştürülmesi yoluyla elde edilmektedir. Mali­yet açısından diğer yenilenebilir enerji çeşitlerine göre daha avantajlı olmasından ötürü hidrolik enerji dünya çapında kullanılan en yaygın yenile­nebilir enerji kaynağıdır.

IEA Hidrojen Programı Yürütme Komite­si başta olmak üzere çeşitli kuruluşlar ile ABD, Japonya ve Almanya gibi ülkeler hidrolik enerji­nin kullanım ve maliyet sorunlarının çözülmesi­ne yönelik araştırma ve çalışmalar yapmaktadır. Özellikle Amerika ve Güney Doğu Asya gibi bölgelerde meydana gelen kuraklık problemi hidrolik enerji üretimini olumsuz olarak etkile­mektedir. Bu doğrultuda hem çevre hem de sür­dürülebilir enerji temini açısından hidrolik enerji oldukça hassas bir yere sahiptir.

2015 yılındaki 28 GW’lık artış ile küre­sel hidrolik enerji kapasitesi yaklaşık 1.064 GW olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir ifadeyle dünya elektrik enerjisinin yüzde 16,4’ü hidrolik enerji tarafından karşılanmaktadır. Ülke bazında ise Çin toplam kapasite ve 2015 yılındaki kapasite artışı bakımından ilk sırada yer almaktadır.

Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarında olduğu gibi hidrolik enerjide de ülkenin dünya üzerinde bulunduğu coğrafi konumu oldukça önemlidir. Özellikle engebeli araziler ve sulak bölgelerdeki ülkeler bu enerji çeşidinin potan­siyeli açısından avantaja sahiptir. Bu özellikleri bünyesinde bulunduran Brezilya, Türkiye, Hin­distan, Vietnam ve Malezya gibi ülkeler de hid­rolik enerji bakımından önemli kapasite artışları gerçekleştirmektedir.

Güneş Enerjisi

Güneş enerjisi yeryüzünde en yaygın bulunan yenilenebilir enerji kaynaklarından biridir. Bu enerji çeşidinden elektrik ve ısı elde etmek için faydalanılır. Diğer taraftan fotovoltaik panel kullanımı fosil yakıt tüketmekten daha maliyet­li olduğu için yeryüzüne gelen güneş enerjisinin yalnızca yüzde 0,04’ü insanlar tarafından kul­lanılmaktadır. Ancak son dönemde gerçekleş­tirilen güneş enerjisi üretim ve depolama tek­nolojilerindeki ilerleme ile birlikte maliyetlerin hızlı bir şekilde düşmesi bu alandaki yatırımla­rın sayısını artırmaktadır.

Güneş enerjisi piyasasının özellikle 2014 yılından sonra yüzde 25’lik bir büyüme kay­dettiği görülmektedir. 2015 yılında güneş enerjisinde 50 GW’lık bir kapasite artışı ger­çekleştirilmiş ve küresel ölçekte toplam 227 GW kapasiteye ulaşılmıştır. Bölgesel ölçekte güneş enerjisi kurulu gücünde en fazla kapasite Avrupa kıtasında bulunurken, onu Asya ve Ku­zey Amerika takip etmektedir. Diğer taraftan dünya genelinde en fazla güneş foto­voltaik sistem kapasitesi sırasıyla Çin, Alman­ya, Japonya, ABD ve İtalya’ya aittir. Kişi başına düşen güneş fotovoltaik sistem ka­pasties bakımından ise 2015 yılında Almanya ilk sırada yer alırken Çin, Japonya ve ABD’nin önemli kapasite artış performansı sergiledikle­ri görülmektedir. Bunun yanında güneş ener­jisinden ısı elde etme kapasitesi açısından ilk sıralarda bulunan Çin, ABD ve Almanya’yı Türkiye takip etmektedir. Görüldü­ğü üzere Çin güneşten enerji üretme ve bun­dan yararlanma açısından oldukça önemli bir noktadadır. Ancak hala fosil yakıtlara olan ba­ğımlılığı ülkenin yüzde 100 yenilenebilir enerji kullanma amacını baltalamaktadır.

2015 yılı yoğunlaştırılmış güneş enerji sis­temleri kapasite artışında Fas 160 MW’lık ka­pasite artırımı ile ilk sırada yer alırken Güney Afrika (150 MW) ve ABD (110 MW) ikinci ve üçüncü sıralarda bulunmaktadır. Yo­ğunlaştırılmış güneş enerjisi toplam kapasitesi bakımından ise İspanya ilk sıradadır. 2015 yılı yoğunlaştırılmış güneş enerjisi sistemle­rinin yaygınlaştırılması açısından oldukça önem­li bir dönem olmuş ve toplam kapasite bu yıldaki 40 GW termallik artışla beraber 435 GW termal düzeyine ulaşmıştır.

İleri teknoloji gerektiren güneş enerjisi, fay­dalanma açısından düşük seviyelerde kalmasına rağmen özellikle son yıllarda bu alandaki yatı­rımların artması ve teknolojik maliyetlerin düş­meye başlaması ile giderek yaygınlaşmaktadır. Ülkelerin yenilenebilir enerji kaynakları arasında güneşe ayrı bir önem verdikleri görülmektedir. Bu doğrultuda güneş enerjisinden elektrik üret­mek adına önemli kanuni düzenlemeler ve teşvik mekanizmaları geliştirilmektedir.

Rüzgar Enerjisi

Rüzgar enerjisi yenilenebilir enerji kapasitesi açısından en geniş kullanıma sahip kaynakların başında gelmektedir. Ayrıca rüzgar enerjisi elek­trik üretiminde önemli bir etkendir ve elektrik talebini karşılamada gelişen bir role sahiptir. 2015 yılında Danimarka’nın toplam enerji üreti­minin neredeyse yarısı rüzgar enerjisi tarafından karşılanmıştır. Almanya’nın bazı bölgelerinde bu oran yüzde 60’a çıkmaktadır. Uruguay, Portekiz, İrlanda ve İspanya’da ise yüzde 15 civarlarında­dır. Diğer taraftan dünyanın en büyük rüzgar enerjisi üreticilerinden biri olan ve bu enerjiyi dış piyasalara satan ABD’de ülke içerisinde rüz­gar enerjisinden üretilen elektriğin oranı yüzde 4,5’te kalırken, Çin’de ise bu oran yüzde 3,2 ci­varlarındadır. Ülkeler yıllar itibarıyla elektrik üretiminde rüzgar enerjisi kullanım oranlarını giderek artırmaktadır. IEA verilerine göre 2050 yılına gelindiğinde dünya üzerinde kullanılan elektriğin yüzde 18’lik kısmının rüzgar enerjisi tarafından sağlanacağı tahmin edilmektedir.

Bu öngörüye ulaşmak için halihazırdaki toplam kapasite sekiz ila on kat artırılmalı ve bu alandaki yatırımlara hız verilmelidir. Bu bağlam­da OECD üyesi olmayan ülkeler rüzgar tribünü imalatında lider olan Çin’in önderliğinde rüzgar enerjisi için uygun altyapı ve üstyapı çalışmaları yapmaktadır. Çin’in ardından imalat alanında pa­zar payı bakımından sırasıyla Danimarka, ABD ve Almanya gelmektedir. Diğer taraftan Afrika, Asya ve Latin Amerika bölgelerinde yeni pazar­lar oluşturulmaktadır. Kısacası birçok ülke rüzgar enerjisini uygun ve düşük maliyetli bir enerji kay­nağına dönüştürmek adına uğraş vermektedir.

Rüzgar enerjisi kapasitesi bakımından Çin ilk sırada yer alırken onu sırasıyla ABD, Al­manya, Hindistan, İspanya ve Birleşik Krallık takip etmektedir. 2016 yılı kapasite artışı bakımından ise yine Çin yaklaşık 23 GW ile geçtiğimiz yıl en fazla gelişim gerçekleştiren ülke olarak bu alanda da liderliği almıştır. Gö­rüldüğü üzere küresel rüzgar enerjisi sektöründe Çin hem kapasite hem de kapasite artışı bakı­mından başı çekmektedir.

Rüzgar enerjisi 2016 yılında özellikle Av­rupa ve ABD’de enerji üretim kapasitesi bakı­mından öncü bir kaynak olmuştur. Kişi başına düşen rüzgar enerjisi kapasitelerine bakıldığın­da ise AB ülkelerinin ilk sıralarda yer aldıkları görülmektedir. Küresel ölçekte 2016 yılı için rüzgar enerjisi kapasite artışı 54 GW ve toplam kapasite ise yaklaşık 486 GW’tır.

Bu rakamlarla beraber özellikle rüzgar ve gü­neş gibi modern yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretim noktasında artık daha fazla tercih edildikleri görülmektedir. Dünya piyasaları hidro­lik yerine rüzgar ve güneş enerjisi sistemlerinden faydalanarak elektrik üretme yönünde hamleler yapmaktadır. Bu da göstermektedir ki ilerleyen dönemlerde bu alanlardaki maliyetler hızlı bir bi­çimde düşürülecek ve modern yenilenebilir kay­naklar olarak tanımlanan rüzgar ve güneş enerjisi ile elektrik üretimi daha da yaygınlaştırılacaktır.

Jeotermal Enerji

Yer kabuğunun bazı bölgelerinde yoğunlaşan sı­cak su, buhar ve gazların oluşturduğu ve kaynağı ısı olan jeotermal enerjiden ‒düşük maliyetli ol­ması, çevreye zarar vermemesi ve enerji arz gü­venliğine sağladığı katkılardan dolayı‒ ülkelerin coğrafi yapılarına bağlı olarak yaygın bir şekilde faydalanılmaktadır. Jeotermal enerjinin iklim ko­şullarından etkilenmemesi, rüzgar ve güneş gibi hava şartlarına bağımlı olan diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına göre bir avantaj olarak de­ğerlendirilmektedir. Bunun yanında temiz ener­ji üretimi noktasında fayda sağlayan jeotermal enerji sayesinde çevreye çok düşük miktarlarda karbon salınımı gerçekleşmektedir. Bu neden­lerden ötürü jeotermal enerji ülkelerin üzerinde ciddiyetle durduğu ve kullanılmasını teşvik ettik­leri bir yenilenebilir enerji çeşididir.

Küresel ölçekte jeotermal enerjiden elektrik üretim oranı yaklaşık yüzde 0,04 civarındadır. IEA’nın yaptığı tahminler doğrultusunda ise 2050 yılına gelindiğinde toplam elektrik üretimi­nin yaklaşık yüzde 3,5’i jeotermal enerjiden elde edilecektir. Bu rakamlar ışığında sahip olduğu avantajlara rağmen jeotermal enerjiye yeterince yatırım yapılmadığı ve faydalanma oranının dü­şük seviyelerde kaldığı söylenebilir.

2015 yılında 13,2 GW olan toplam jeotermal enerji kapasitesine yaklaşık 315 MW miktarın­da bir kapasite artırımı gerçekleşmiştir. Dünyada jeotermal enerji kapasitesi bakımından ilk sırada ABD yer alırken onu sırasıyla Filipinler, Endonez­ya ve Meksika takip etmektedir.

Türkiye ise genel kapasite bakımından se­kizinci sırada yer almakla birlikte 2015 yılında gerçekleşen kapasite artışı bakımından ise dün­yada ilk sıradadır (Tablo 2). Türkiye’nin bu ka­pasite artışı yukarıda bahsedilen 315 MW’lık ar­tışın neredeyse yarısı kadardır. Türkiye’den sonra global ölçekte en fazla kapasite artışını sırasıyla ABD, Meksika ve Kenya gerçekleştirmiştir.

Genel olarak sıcak su turizmi noktasında faydalanılan jeotermal enerji özellikle son dö­nemlerde gerçekleştirilen yatırımlar ile birlikte enerji üretiminde de kullanılmaya başlanmıştır. Diğer yenilenebilir enerji çeşitleri kadar yaygın bir kullanım alanına sahip olmamasına rağmen özellikle iklim şartlarından etkilenmemesi nede­niyle sürekli bir enerji kaynağı olmasından dolayı jeotermal enerji ülkelerin kullandıkları enerji çe­şitleri arasındaki yerini almakta ve bu yeri gide­rek sağlamlaştırmaktadır.

Biyokütle Enerjisi

Son dönemde biyoenerji üretimi bazı ülkelerdeki enerji talebini karşılama ve çevreci amaçlar doğ­rultusunda artmaya devam etmektedir. Ancak sektör özellikle son zamanlarda bazı piyasalarda­ki düşük petrol fiyatları ve politika belirsizlikleri nedeniyle birtakım zorluklarla karşılaşmaktadır. Isınma, enerji ve ulaşım gibi birçok alanda fay­dalanılan biyokütle enerjisi yeryüzünde tüketilen toplam enerjinin yüzde 14’ünü oluşturmaktadır. Bu oranın yüzde 4’ü hidrojen ile işlem görmüş bitkisel yağlar, yüzde 22’si biyodizel yakıtlar ve yüzde 74’ü de etanol yakıtlardan meydana gel­mektedir.22 Dünya genelindeki biyokütle enerjisi üretimine bakıldığında ABD’nin yüzde 46 ile birinci, Brezilya’nın ise yüzde 24 ile ikinci sırada olduğu görülmektedir.

Dünya biyoyakıt üretimi 2015 yılında yüz­de 0,9 oranında artarak 2000 yılından beri en yavaş büyüme oranını göstermiştir. Etanol yakıt üretiminde 2015 yılında yüzde 4’lük bir artış gözlemlenirken biyodizel üretiminde ise önemli üretim bölgelerindeki düşüş sebebi ile yüzde 4,9 oranında azalma gerçekleşmiştir.

IEA’nın yaptığı projeksiyonlarda 2050 yılın­da biyoenerji üretiminin bugünkü üretimin üç katına çıkması öngörülmektedir. Bu bağlamda biyokütle enerjisinin dünya elektrik üretiminin yüzde 7,5’ini veya ulaşımda kullanılan yakıtın yüzde 27’sini karşılama potansiyeline sahip ola­bileceği tahmin edilmektedir.

Ticarileşme ve teknoloji alanındaki ilerle­meler biyoenerji üretiminde oldukça hassas bir yere sahiptir. Bu açıdan bakıldığında tarife ve diğer ticari kısıtların azaltılmasının, biyoenerji alanındaki ticaretin zenginleştirilmesi ve dün­yanın farklı bölgelerindeki talebin karşılanması açısından oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bunun yanında ülkeler arasındaki uluslararası iş birliğinin ve teknolojik yatırımların artması dün­yadaki biyokütle enerjisi potansiyelinin daha iyi kullanılması ve üretimin gelişmesi noktasında son derece kritik bir etken oluşturmaktadır.

TÜRKİYE’DE YENİLENEBİLİR ENERJİNİN DURUMU

Türkiye yenilenebilir enerji potansiyeli bakımın­dan oldukça iyi bir coğrafi konumdadır. Ancak yenilenebilir kaynaklı enerji üretim seviyesi dü­şük miktarlardadır. Potansiyel ve yararlanma arasındaki makasın bu denli açık olmasının al­tında maliyetler ve yasal düzenlemelerdeki ek­siklikler gibi birçok etken yatmaktadır. Ülkenin enerjide dışa bağımlılık oranları göz önünde bu­lundurulacak olursa mevcut yenilenebilir enerji potansiyellerinin kullanıma kazandırılması uzun dönemde Türkiye açısından oldukça önemli bir hal almaktadır.

Türkiye’de özellikle 2009 yılından sonra ye­nilenebilir enerji konusunda önemli gelişmeler kaydedildiği görülmektedir. Türkiye’nin yenile­nebilir enerji üretimindeki toplam kurulu güç kapasitesi 2009 yılında 15,5 GW iken 2015 yılı itibarıyla bu rakam 31,7 GW seviyelerine getiri­lerek bu alanda gözle görülür bir ilerleme yaşan­mıştır. 2016 yılsonu itibarıyla ise Türkiye’nin yenilenebilir enerji toplam kurulu gücü 34,2 GW olarak kayıtlara geçmiştir.

Türkiye’de yenilenebilir enerji alanında ya­pılan yatırımlar bir önceki yıla oranla yüzde 46 oranında artarak 2015 yılında 1,9 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye bu yatırımlarla yenilenebi­lir enerji alanında İngiltere, Fransa ve Hollanda ile birlikte 1 milyar dolar eşiğini aşan dört Avru­pa ülkesinden biri olmuştur. Buradan hareketle Türkiye’nin özellikle son yıllarda yenilenebilir enerji alanında çok önemli ilerlemeler kaydettiği söylenebilir.

2015 yılı itibarıyla Türkiye’nin toplam ener­ji kaynaklarının yaklaşık olarak yüzde 32’sini ye­nilenebilir kaynaklar oluşturmaktadır. Bu oranın büyük bir çoğunluğunu hidroelektrik enerji kaynakları oluştururken en düşük pay gü­neş enerjisine aittir. Dünyada modern yenilene­bilir enerji üretiminin hızla arttığı bir ortamda Türkiye’nin de bu alanlarda gelişme gösterme gerekliliği yadsınamaz bir gerçekliktir. Bu doğ­rultuda devlet ve özel sektör tarafından konulan hedeflere paralel olarak yenilenebilir enerji po­tansiyelleri değerlendirilmekte ve yatırımlar ya­pılmaktadır.

Türkiye’de önümüzdeki dönem için yenile­nebilir enerji politika ve stratejileri başlıca şu şe­kilde sıralanabilir:

Çalışmanın bu kısmında Türkiye’de faydala­nılan yenilenebilir enerji kaynakları ve bu kay­naklardaki mevcut durum ayrı ayrı incelenerek yukarıda bahsedilen konular daha ayrıntılı bir şekilde aktarılacaktır.

Hidrolik Enerji

Hidrolik enerji suyun akış veya düşüş hızı netice­sinde güç kazanması ve bu gücün elektrik ener­jisine dönüştürülmesiyle elde edilen bir enerji çeşididir. Ayrıca hidrolik enerji temiz ve düşük maliyetli bir yenilenebilir enerji kaynağı olması nedeniyle sera gazı salınımı ve fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltıcı etkiye sahiptir. Türkiye’nin teorik hidroelektrik potansiyeli (tüm doğal akı­şın yüzde 100 verimle değerlendirilebilmesi) 433 milyar kWh, teknik olarak değerlendirilebilir potansiyelin (teorik potansiyelin teknolojik ko­şullara göre değerlendirilebilmesi) 216 milyar kWh ve ekonomik potansiyelin (teknik potansi­yelin ekonomik olarak değerlendirilebilmesi) ise 140 milyar kWh/yıl olduğu hesaplanmaktadır. Dünya genelinde elektrik üretiminde en yaygın kullanım alanına sahip yenilenebilir enerji kay­naklarından biri olan hidrolik enerji Türkiye’de de mevcut elektrik talebini karşılama noktasında en fazla katkıyı yapan yenilenebilir enerji kayna­ğıdır.

2000 yılında 11 bin 175 MW olan hidrolik enerji kurulu gücü 2016 yılsonu itibarıyla yakla­şık yüzde 140 oranında artarak toplamda 26 bin 681 MW seviyelerine ulaşmıştır. Bu­nun 19 bin 558 MW’ı barajlı ve 7 bin 123 MW’ı ise akarsu tipindedir. 2023 hedefleri kapsamında hidrolik enerji kurulu güç kapasitesinin 36 bin MW seviyesine çıkarılması öngörülmektedir.

Türkiye hidrolik enerji bakımından oldukça yüksek bir potansiyele sahiptir. Bu durumu ener­ji üretim aşamasında avantaja çeviren Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynakları arasında en büyük pay hidrolik enerji kaynaklarına aittir. Hammad­de olarak su enerjisinden faydalanan hidroelek­trik sistemler (HES) diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına göre daha düşük maliyet oranları­na sahiptir. Buna ek olarak hidroelektrik, paha­lı elektriği ucuza üretme imkanı sayesinde fiyat dengeleyici bir rol üstlenmektedir. Tamamen yer­li ve yenilenebilir bir kaynak olan hidrolik enerji ülkenin özellikle elektrik üretimi anlamında en fazla katkı yapan kaynakları arasındadır.

Güneş Enerjisi

Türkiye coğrafi konumundan ötürü güneş enerjisi bakımından yüksek bir potansiyele sahiptir. Tür­kiye’nin güneşlenme süreleri sene içerisinde deği­şiklik gösterse de yıllık olarak yaklaşık 2 bin 738 saattir. Ortalama olarak günlük 7,5 saat güneşlenme süresine sahip olan Türkiye’nin Almanya’dan yüzde 60 daha fazla güneş ışınların­dan yararlanma olanağı vardır. Ancak 2015 yılı kurulu güç kapasite artışı bakımından Alman­ya’nın binde 6’sı kadar bir ilerleme kaydedilmiştir.

Türkiye’nin güneşten elektrik üretim po­tansiyeli yapılan hesaplamalar doğrultusunda en az 500 bin MW olarak tahmin edilmektedir. Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılaş­tırıldığında güneş Türkiye’de en fazla potansiyele sahip enerji kaynağıdır. 2016 yılsonu itibarıyla elektrik enerjisi toplam kurulu gücünün yaklaşık 79 bin MW olduğu göz önüne alındığında güneş enerjisindeki potansiyelin üretime dönüştürül­mesinin önemi bir kez daha anlaşılmaktadır.

Elektrik üretiminde güneş enerjisi teknik potansiyeli 189 GWh/yıl olan Türkiye, bu alanda kendisine en yakın ülkeler olan İspanya ve Fran­sa’dan yaklaşık yüzde 30 daha fazla potansiyele sahiptir. Türkiye’nin yeryüzündeki coğrafi konumu gereği yıl içerisindeki güneşli gün sayısının fazla olması, teknik açıdan bu denli yüksek bir potansiyele sahip olmasında en büyük etkenlerin başında gelmektedir.

Türkiye’nin 2014 yılında yaklaşık 40 MW olan kurulu güç kapasitesi 2015 yılı itibarıy­la yüzde 519 artarak 249 MW’a yükselmiş ve 2016’da ise 830 MW seviyesine ulaşmıştır. Güneş enerjisinin toplam kurulu güç kapasitesi içindeki payı bu son rakamlar çerçevesinde yak­laşık yüzde 1 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de 2010 yılı öncesine kadar güneş enerjisi genellikle binaların çatılarında termal güneş sistemleri adı altında su ısıtma amacıyla kullanılırken, 2010 yı­lından itibaren güneş paneli sistemlerinde bir bü­yüme trendi gözlemlenmiş ve güneş enerjisinden elektrik üretimi noktasında çalışmalar hız kazan­mıştır. Ulusal Yenilenebilir Enerji Eylem Planı çerçevesinde 2023 yılı için ısıtma ve soğutma ih­tiyacının en az yüzde 15’inin yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması amacı doğrultusunda güneş enerjisinin daha etkin, verimli, teknolojik ve yenilikçi bir biçimde kullanılması gerekmek­tedir. Bu açıdan Türkiye coğrafi konumunun avantajlarını en iyi biçimde kullanmak ve en kısa zamanda güneş enerjisi kullanımını yaygınlaştır­mak zorundadır.

Türkiye’nin şu anki toplam elektrik ihtiya­cını karşılayabilmek adına 790 km uzunluğunda bir alana yayılacak güneş panellerine ihtiyaç vardır. 2023 yılı brüt elektrik talebinin 500 bin MW olacağı öngörüsü altında Türkiye tüm güneş potansiyelini kullanmak koşuluyla 2023 yılına gelindiğinde elektrik talebinin tamamı­nı sadece güneş enerjisinden karşılayabilecektir. Ancak mevcut imkan ve maliyetlerin bu öngörü­nün gerçekleşmesine olanak sağlamayacağı açık­tır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) tarafından yapılan tahminler 2019 yılı için güneş enerjisinde 3 bin MW’lık elektrik üretimi ger­çekleştirilmesi ve bu rakamın 2023 yılında 5 bin MW’a ulaştırılması yönündedir.

Türkiye’de güneş enerjisi potansiyeli bakı­mından Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi ilk sıralarda yer almaktadır. Di­ğer taraftan ülkenin en az güneş alan bölgeleri ise Marmara ve Doğu Karadeniz’dir. Türkiye güneş potansiyeli bakımından son derece elverişli bir konumda bulunsa da güneş enerjisinden fayda­lanma noktasında birtakım zorluklarla karşı kar­şıya kalmaktadır.

Bu zorlukların en başında finansal ve tek­nolojik kısıtlar gelmektedir. Yerli üretimin ar­­tırılması adına farklı teşvik sistemlerine ihtiyaç duyulmakla birlikte finansal şartlar iyileştiril­melidir. Bankaların teminat koşullarını, sigorta şirketlerinin ise poliçe koşullarını düzenlemele­rine ihtiyaç vardır. Ayrıca sektörde yaşanan bü­rokratik işlemlerden kaynaklı sıkıntıların gide­rilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan sektörde kalifiye iş gücüne ihtiyaç vardır. Bu doğrultuda çeşitli düzenlemeler ve eğitimler yapılmalıdır.

Rüzgar Enerjisi

Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olması nedeniyle rüzgar enerjisi potansiyeli bakımından oldukça önemli bir konumdadır. Türkiye’nin he­saplanan rüzgar enerjisi potansiyeli 88 bin MW civarındadır ve bu potansiyelin büyük çoğunlu­ğu Ege, Doğu Akdeniz ve Marmara bölgelerin­de bulunmaktadır. OECD ülkelerinin geneline bakıldığında en yüksek rüzgar enerjisi potansiyeline sahip olan ülke Türkiye’dir. Teknik potansiyel bakımından Türkiye; Almanya’nın yaklaşık 7 ve İspanya’nın ise 2 katı daha fazla po­tansiyele sahiptir. Buradan hareketle Türkiye’nin elindeki potansiyeli bütünüyle ve etkin bir şekil­de kullanarak bugün Almanya’nın ürettiği rüz­gar enerjisinin yaklaşık 7 katı daha fazla enerji üretebilecek kapasitesi bulunmaktadır. Ancak toplam kurulu güç kapasiteleri açısından Türkiye bu ülkelerin çok gerisindedir. Örneğin Almanya, Türkiye’den yaklaşık 8,5 kat daha fazla toplam kurulu güce sahiptir.

Potansiyelin yüksek olmasının yanında bir ülkede rüzgarın hızının fazla olması da rüzgar enerjisinden faydalanma noktasında önemlidir. Türkiye’de rüzgar hızı ortalama 7,5 m/s olarak hesaplanmaktadır. Bu özelliği ile Tür­kiye yine birçok ülkeye göre rüzgar enerjisi üre­timinde önemli bir avantaja sahiptir.

Türkiye’nin 2006 yılında sahip olduğu 59 MW’lık rüzgar enerjisi kurulu güç kapasitesi 2016 yılsonu itibarıyla 6 bin 81 MW seviyeleri­ne gelmiştir. Bu rakamın 2002 yılın­da 18,9 MW olduğu ve 14 yıl içerisinde rüzgar enerjisinde hızlı bir ilerleme gösterildiği hesaba katılarak 2023 yılı için hedeflenen rüzgar enerjisi toplam kurulu güç kapasitesinin (20 bin MW) gerçekleştirilebileceği söylenebilir. Halihazırda in­şası devam eden 61 Rüzgar Enerji Santrali (RES) bittiğinde toplam 1.868 MW’lık bir kapasite artı­şının daha gerçekleşmesi hedeflenmektedir.

Görüldüğü üzere birçok ülkeye göre yüksek rüzgar enerjisi potansiyeline sahip olan Türkiye’de elektrik üretiminde rüzgar enerjisinin payı düşük seviyelerdedir. Bu durum başlıca sebepleri mali kı­sıtlarve teknolojik eksikliklerden kaynaklanmak­tadır. Bunun yanında birtakım projelerin orman izinleri nedeniyle gerçekleştirilememesi, yine bazı projelerde kamulaştırmaların yürütmeyi durdur­ma kararlarıyla ilerleyememesi ve bürokratik en­gellemelerin azaltılamaması rüzgar enerjisi ile elek­trik üretiminin önündeki başlıca sorunlardır.

Jeotermal Enerji

Yer kabuğunun çeşitli bölgelerinde toplanan sı­cak su, buhar ve gazlardan elde edilen bir enerji çeşidi olan jeotermal enerji az maliyetli ve çev­reci bir yenilenebilir enerji kaynağıdır. Türkiye coğrafi ve jeopolitik konumu nedeniyle bu ye­nilenebilir enerji kaynağının yaygın olarak bu­lunduğu bir bölgede yer almaktadır. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün (MTA) yaptığı hesaplamalara göre Türkiye top­lam 31 bin 500 MW termal ısı potansiyeline sa­hiptir. Bu özelliği ile Türkiye, Avrupa’da birinci ve dünyada ise yedinci sırada yer almaktadır.

Jeotermal enerji kurulu gücü yıllar içerisin­de önemli bir gelişim göstermiştir. 2002 yılında 17,5 MW olan kurulu güç 2016 yılsonu itiba­rıyla 821 MW seviyesine gelmiştir. Bu rakamın 2023 hedefleri çerçevesinde 1.000 MW’a ulaş­tırılması öngörülmektedir. Türkiye jeotermal ısı enerjisi kapasitesi bakımından dünyada Çin’in ardından ikinci sırada, 2015 yılı kapa­site artışı bakımından ise ilk sırada yer almaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere Türkiye jeotermal enerjide potansiyel ve kapasite artışı bakımından dünyada önemli bir yere sahiptir.

Jeotermal enerji arz güvenliğine sağladığı kat­kı, düşük maliyet gereksinimi ve çevreci bir kaynak olması nedeniyle enerji üretiminde tercih edilen bir unsur durumundadır. Bunun yanında 2007 yılında çıkarılan “Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu” ile jeotermal alanında ilk ciddi kanuni altyapı çalışmaları başlatılmış ve bu sayede jeotermal enerji ile ilgili yatırım yapanların sayısında ciddi bir artış meydana gelmiştir.

Biyokütle Enerjisi

Türkiye’de günden güne artan bir seyir izleyen biyokütle enerjisinin kullanımı genel olarak ısınma ve pişirme gibi geleneksel tekniklerden oluşmaktadır. Ülke genelinde potansiyeli yük­sek olan biyokütle enerjisi diğer yenilenebilir enerji çeşitlerine nazaran kullanım açısından daha geri plandadır. 2016 yılsonu itibarıyla Tür­kiye’nin biyokütle enerjisi kurulu gücü yaklaşık 467 MW seviyelerinde bulunmaktadır. Bu doğrultuda 2023 hedeflerinde 2 bin MW ola­rak belirlenen biyokütleye dayalı enerji üretim miktarına ulaşmak adına teşvik mekanizmaları yeniden ele alınmalı ve gerekli tedbirler devreye sokulmalıdır.

Özellikle kıyı kesimleri orman bakımından zengin olan Türkiye’nin bu ormanlardan elde edilebilecek toplam atık miktarı yaklaşık olarak 4,8 milyon ton yani 1,5 MTEP’dir. Yine ormanlarda kurulabilecek gazlaştırma te­sisi kapasitesi ise 600 MW civarındadır. Diğer bir ifadeyle sadece Türkiye’deki orman kaynaklı biyokütle potansiyeli bile tam anlamıyla kulla­nılacak olursa halihazırdaki toplam biyokütle enerjisi kurulu gücünden daha fazla bir kapasi­teye ulaşılabilir.

Buna ilave olarak tarla ve bahçelerdeki toplam kullanılabilir atık miktarı 15,3 milyon ton ve bu miktarın ısıl değeri ise 303,2 PJ yani 7,24 MTEP’e eşittir. Bu rakamlar Türkiye’nin olağanüstü bir biyokütle potansiyeli olduğunu kanıtlar niteliktedir. Ancak Türkiye’de henüz modern teknikler kullanılarak biyokütle enerjisi üretimi gelişme aşamasında olması ve önceliğin diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının finans­manına verilmesinden ötürü bu alanda pek fazla ilerleme kaydedilememiştir