Hava Savunma Sistemlerinin Türkiye İçin Enerji-Politik Önemi
Prof.Dr. A. Beril TUĞRUL
Giriş
Günümüzde adı sıkça anılan bir konu “Hava Savunma Sistemleri” olup, Türkiye için de yadsınamaz bir öneme sahip olduğu gözlenmektedir. Bunun sebebi öncelikle dünya dengelerinde görülen çalkantılı değişim ve enformatik çağda yol alınırken enerji gereksiniminin yadsınamaz önem kazanmasıdır denebilir. Bu bağlamda enerji kaynakları ve enerji kaynaklarına ulaşım birçok ülke için vazgeçilmezlik ifade etmektedir. Başat kanıtlanmış konvansiyonel enerji kaynaklarından olan petrol ve doğal gazın dünyada homojen dağılmamış olması konuyu daha da karmaşık ve stratejik hale getirmiş bulunmaktadır. Fazla olarak konvansiyonel enerji kaynaklarına sahip olmayan onlarca (çoğu gelişmiş ülkenin) enerji ihtiyacı devasa boyutlara ulaşmış olup, her ne pahasına olursa olsun söz konusu bu kaynaklara ulaşmak sürdürülebilir kalkınmaları için dominant bir önem arz etmektedir.
Tüm bu hususlar, enerji politikaları açısından petrol ve doğal gazı almak isteyen ülkeler için “enerji arz güvenliği” ve bu kaynaklara sahip olan ülkeler için ise “enerji talep güvenliği” konularını gündeme getirmektedir. Enerji arz güvenliği ile enerji talep güvenliğinin birbirine uyumlu bir şekilde hayata geçirilmesi gerekmektedir. Ancak, yazık ki; bu konuda taraflar sadece kendi açılarından olaya bakmakta ve sonuçta da sıcak çatışmalara kadar varan olaylar yaşanmaktadır.
Bunlara ilaveten bu kaynakların; kaynak ülkelerden gereksinimi olan ülkelere taşınması sürecinde, geçiş güzergâhlarında yer alan ülkeler için de benzer şekilde stratejik önem ve enerji güvenliği riskleri söz konusu olmaktadır. Bir başka deyişle, petrol ve doğal gaza sahip ülkeler için ne gibi riskler varsa, geçiş güzergâhındaki ülkeler için de benzer risklerden bahsedilebilmektedir.
Öz olarak ifade edilmek istenirse; enerji kaynağı ülkeler ve geçiş güzergâhında bulunan ülkeler, diğer ülkeler için enerji politik hedef ülkeler durumunda olmaktadırlar. Bu ise söz konusu (kaynak ve geçiş güzergâhındaki) ülkelerin ulusal güvenliklerinin tehdit altında olabileceği sonucunu doğurmaktadır. Nitekim yakın geçmişte (hatta halen) Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da ve de yeni enerji kaynağı bulunan ülkelerde veya yeni güzergâh ülkelerinde ulusal güvenlik sorunu bağlamında birçok örnek olay da yaşanmış bulunmaktadır. Hal böyle olunca, özellikle hedef ülkeler için savunma sistemleri ilk akla gelen konjüktürel çözümlerden olmaktadır.
Hava Savunma Sistemleri
Yirminci yüzyıl öncesinde savunma sistemleri denince, daha çok kara savunma sistemleri ve takiben deniz savunma sistemleri akla gelmekteydi. Oysa iki dünya harbi ve sonrasında yaşanan sıcak çatışmalar göstermiştir ki; hava savunma sistemleri yadsınamaz öneme sahiptir. Buna karşın, birçok gelişmemiş ve gelişmekte olan ülke hava savunma sistemleri bağlamında pek de iyi durumda değildirler. Fazla olarak, hava savunma sistemleri, daha çok gelişmiş birkaç ülke tarafından üretilir durumdadır.
Burada, “hava savunma sistemi” tabiriyle; ülkelerin hegemonya alanları olan toprakları ve deniz sahalarının üzerindeki hava sahalarının dış etki ve/veya dış ülkelerden veyahut dış paktlardan gelebilecek olası tehditlere karşı korunması ve bu bağlamda süreklilikle kontrol altında tutulması için geliştirilmiş ve konuşlandırılmış sistemler kast ediliyor olmaktadır. Hava savunma sistemleri her ne kadar yirminci yüzyılda da önemle kullanıldıysa da günümüzde gelişen teknoloji ile bu sistemler hayli ileri teknolojik boyutlara evrilmiş ve halen de geliştirilmeye devam edilmektedir. Artık askeri güçler için hava savunma sistemleri olmazsa olmaz öneme sahip hale gelmiş bulunmaktadırlar.
Hava savunma sistemleri bağlamında genel olarak; güdümlü füzeler, uçaksavarlar ve gelişkin orta ve uzun menzilli füze sistemlerinden bahsedilebilmektedir. Günümüzde, gelişkin hava savunma sistemleri arasında; Patriot, S Serisi (S300, S400, S500), Aster, Iron Dome, Thaad, Hisar gibi sistemler sayılabilmektedir. Gelişkin hava savunma sistemleri hayli komplike olup başlıca elemanlarıyla ifade edilmek istenirse; mühimmat taşıma ve yükleme araçları, lançer olarak adlandırılan atıcı araçlar ile radarlar sayılabilir. Radarlar, hava savunma sistemlerinin önemli bir unsuru olup, genel olarak yarım küresel alan taraması yapabilmektedirler. Ayrıca, sistemler birbiriyle hayli komplike bir savunma ağ sistemi de oluşturabilmektedir (Şekil 1).
Şekil 1 Hava Savunma Sistemlerinin Etkinliği
Hava savunma sistemleri uygun bir tepe üzerine konuşlandırılmaları halinde performansları (düz ve etrafı tepelerle çevrili olan alanlara göre) daha yüksek olmaktadır. Böylelikle karşı taraf unsurları tespit edilip, belirlenebilmekte, takip edilebilmekte ve gerekiyorsa sahip olduğu füzelerle bertaraf edilebilmektedir. Bu sistemlerin kullanılmasıyla karşı taraf hava unsurlarının herhangi bir mütecaviz harekâtı olması halinde, sahip olunan hava unsurlarını kaldırıp karşılık verilmesi yerine, kullanılan hava savunma sistemiyle, sistemin etkin olduğu bölge süreklilikle kontrol altında tutulup çok daha hızlı ve etkin karşı harekât oluşturmak mümkün olabilmektedir.
Hava savunma sistemlerinin etkin olabildiği karşı taraf unsurları olarak; insansız hava araçları, uçaklar, helikopterler, karadan karaya, havadan karaya veya denizden karaya atılan farklı tiplerdeki roketler ve füzeler sayılabilir. Ancak, hava savunma sistemlerinin hepsi benzer performansta olmayabilmekte aralarında menzil ve etkin irtifa vb. gibi konularda farklılıklar bulunabilmektedir. Bu bağlamda, dünyada belli ülkeler tarafından üretilen ve diğer ülkelerin almak için adeta yarıştığı bazı hava savunma sistemleri daha öne çıkar nitelikte olmaktadırlar. Bunlar arasında özellikle, Patriotların ve S serisi hava savunma sistemlerinin özelliklerinin tercih edilir olduğu gözlenmektedir.
Türkiye İçin Durum
Türkiye hâlihazırda bir enerji kaynağı ülkesi değildir. Halen, yerli petrol rezervleri ülke ihtiyacının % 10’undan azını, doğal gaz kaynakları ise ülke gereksiniminin ancak % 2’sini karşılayabilmektedir. Bununla beraber, petrol ve doğal gaz bulunması olasılığı söz konusu olan bir ülkedir. Özellikle de “Mavi Vatan” olarak nitelenen ülkemizi çevreleyen denizlerde…
Hidrokarbon rezervlerinin büyük olasılıkla Doğu Akdeniz’de bulunduğu düşünülmektedir. Oysa Doğu Akdeniz’e yakın-uzak pek çok ülke, bölgeyi hedef bölge olarak seçmiş durumdadır. Nitekim farklı ülkelere mensup şirketler bölgenin hegemonik yapısı açısından yasal veya değil, uluslararası hukuk çerçevesinde anlamlı veya anlamsız bağlamda hakları varmışçasına davranmakta ve sondaj çalışmalarına başlamakta veya başlamaya niyetlenmektedirler.
Öte yandan, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yadsınamaz boyutlarda (Münhasır Ekonomik Bölgesi çerçevesinde) önemli çıkarları söz konusudur. Bir başka deyişle, Türkiye’nin bölgedeki menfaatleri farklı ülkelerin çıkarları ile çatışmaktadır. Bu bağlamda, birçok ülke, Türkiye bölgede yokmuşçasına pervasızca davranışlar içine girerek Türkiye’nin haklarını çiğnemeye çalışmaktadırlar. Bu gibi davranışları, Türkiye’nin kabul edebilmesi mümkün değildir. Bugüne kadar olabildiğince sıcak çatışmadan kaçınılmaya çalışıldığı söylenebilir. Ancak konu söylemden eyleme geçme aşamasına gelmiştir ki; bu durumda ülkemiz açısından artık daha fazla geri durulamayacak mertebeye gelinmiştir denebilir. Bu durumda, sıcak çatışma da dâhil her tür seçeneği düşünmek ilgili tedbirleri almak ve planlamaları yapmak zorunlu olmaktadır.
Ayrıca, (Doğu Akdeniz meselesinden ayrı) Türkiye için kara sınırları sorunu da bulunmaktadır. Irak ve Suriye’de yine enerji-politik bağlamda birçok dünya ülkesi, bölgede (daha çok da vesayet savaşları bağlamında) varlıklarını sürdürmekte ve ülke sınırlarımızı olduğu kadar ülke topraklarımızı da tehdit eder pozisyonlar yaratmaktadırlar. Burada sorun Kuzey Irak petrolleri ile bölgedeki yeni olası rezervler ve bunların Doğu Akdeniz’e taşınmasıdır. Birden fazla (birçoğu da içinde bulunduğumuz paktlarda üye hatta söz sahibi) ülke yine Türkiye sınırlarını ve topraklarını ya doğrudan ya da vesayet bağlamında (destekledikleri illegal örgütlerle) tehdit eder durumlar oluşturmaktadırlar.
Bunlardan ayrı olarak Türkiye aynı zamanda enerji geçiş güzergâhında bulunan bir ülkedir. Nitekim Türkiye’de halen döşenmiş, döşenmekte olan ve döşenmesi planlanan boru hatları bulunmaktadır. Bu hatların korunması gerekmektedir. Bu konu zannedildiğinden daha önemli bir konudur. Zira enerji boru hatlarına yatırım yapanlar, bir başka deyişle boru hatlarında hak sahibi olanlar; boru hatlarının yeterli mertebede korunamadığını ispatlayabildiklerinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine konuyu götürüp, Birleşmiş Milletlerin müdahalesini isteyebilmektedirler (Lübnan’da olduğu gibi…). Böylesi bir durum, gerçekte ülke hegemonyasına doğrudan müdahaledir. Bu bakımdan örneğin; Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı (Türkiye’nin bu enerji hattında payının hayli düşük olduğu göz önüne alınacak olursa) önem arz etmektedir. Yeni döşenmekte olan (TANAP ve Türk Akım gibi) ve döşenecek olanlar için de enerji hatlarının korunması hep gerekecektir.
Sonuç
Tüm bu enerji-politik hususlara ilaveten Türkiye’nin jeopolitiği gereği sahip olunan riskleri bertaraf etmek için ve barışa hizmet edecek caydırıcı unsurları oluşturmak bağlamında gelişkin hava savunma sistemlerine sahip olunması zorunlu hale gelmiştir. Öz olarak; Türkiye için enerji-politik açıdan uygun niteliklere sahip gelişkin bir hava savunma sistemi olması elzemdir. Fazla olarak hava savunma sistemi ağı oluşturulması gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye gelişkin hava savunma sistemleri almak istemiştir ve halen de istemektedir. Öncelikle, Patriot’ları almak istemiş ve fakat alamamış, NATO şemsiye altında konuşlandırılan Patriot’lar da zaman içinde (sistem sahibi olan ülkeler tarafından) sökülüp götürülmüşlerdir. Bu durumda, Patriot’ların kendisine satılması ret edilen Türkiye, söz konusu gelişkin hava savunma sistemlerinden bir diğeri olan Rus yapımı (S serisi içinde) S-400’leri alma stratejisi geliştirmiştir.
Gelişkin hava savunma sisteminin veya sistemlerinin, hangisi olacağı gerçekte teknik bir konudur. Ancak, Türkiye’nin hangi tip bir hava savunma sistemini alacağı günümüzde hayli önemli bir siyasi sorun haline gelmiş bulunmaktadır. Zira geçmişte Patriot’ları satmayan “stratejik ortak” olunduğu düşünülen ülke bu sistemleri satmadığı (ve vermediği) gibi, Türkiye tarafından başka hava savunma sistemlerinin alınmasına da karşı çıkmaktadır.
Bu durum düşündürücüdür. Zira ifade edildiği üzere NATO’nun hedef ülkesinin Rusya olduğu belirtilerek S-400 alınması ve konuşlandırılmasına karşı çıkılıyor olmasına karşın (bu sistemlerin alınma antlaşması imzalandığında değil de şimdi stratejik sorun haline getirilmiş olmasında) zamanlamanın önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, güney sınırlarımızda olduğu kadar Doğu Akdeniz’de de sular ısınmış olup, sıcak çatışma riski artmışken, Türkiye’nin gelişkin hava savunma sistemlerinden mahrum kalmasının bir şekilde sağlanmasına çalışıldığı ve böylece bertaraf edilmeye çalışıldığı konusunu akla getirmektedir. Bu bağlamda, günlük oyalamaya yönelik zaman kaybettirme taktikleri (konjüktürel durumu bir gerip bir esneterek) uygulanıyor olduğu gözlenmektedir. Bu da özellikle güney sınırlarımız ve Mavi Vatan bölgesinde karşı unsurlarca yapılacak bir harekâtta, Türkiye’nin hazırlıksız ve savunmasız yakalanmasının yolunun açılarak konjüktürel emr-i vakiye getirilmek istendiğini düşündürmektedir.
Bu durum, Türkiye’nin bir an önce gelişkin hava savunma sistemlerini kullanıyor olmasını zorunlulukla öne çıkarmaktadır. Bu bağlamda, (olabildiğince barışçıl hamlelerle) Türkiye’nin söz konusu bu gelişkin hava savunma sistemlerini konuşlandırarak kullanıyor olması gerekmektedir.
Alınan (sayıdaki) S-400’ler yukarıda sayılan (enerji-politik sınır güvenliği, Mavi Vatan koruması ve de var olan, planlanan ve düşünülen boru hatlarının korunması için) yeterli de olmayacaktır. Mavi Vatan olarak nitelenen denizlerdeki Münhasır Ekonomik Bölgeler üzerindeki hava sahaları da dâhil tüm ülkenin hava sahasının gelişkin hava savunma sistemi ağıyla donatılmış olmasının süreklilikle sağlanması ulusal güvenliğimiz açısından yadsınamaz önemdedir. Bu bağlamda, Türkiye savunma sanayinde yaptığı hamlelere bir yenisini eklemek, dolayısıyla gelişkin hava savunma sistemlerini yerli imkânlarla yapmak için bugünden tezi yok strateji geliştirerek hayata geçirmesi bir gereklilikten öte zorunluluktur. EYLÜL 2019