İki ülke ticari ilişkilerinde hedef otuz milyar dolar
Türkiye İtalya ticari ilişkileri pandemi sürecinden etkilense de, gelecek vadediyor. Bu noktada iki ülke ticari ilişkilerini değerlendirmek için bir araya geldiğimiz İtalyan Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı ve Bell Holding Yönetim Kurulu Başkanı Livio Manzini, sorularımızı yanıtladı.
Pandemi sürecini ve bu sürecin iki ülke ticari ilişkilerine etkisini aktarır mısınız?
Pandemi süreci herkesi etkilediği gibi sanayicileri de İtalyan Ticaret Odası üyelerini de etkiledi. Halen etkileri de devam ediyor. Buradaki etki günlük hayatımızı ve sağlık hayatımızı daha çok etkiledi, ekonomik açıdan ise etkisi daha sınırlı oldu. Bell Holding olarak ambalaj sanayide faaliyet gösteriyoruz. Ürettiğimiz ambalajlar tüketici ürünlerine yöneliktir. O taraftan baktığımızda bir iş kaybı söz konusu olmadı. Sektörel bazda bir sıkıntı yaşanmış olabilir fakat toplamına baktığınızda çok büyük bir sorun görünmüyor. Tabii rakamlara baktığınızda tüketici alım gücünde bir gerileme görülmektedir, fakat hacim olarak bir gerileme söz konusu değildir. İlerleyen süreci şuanda öngörmek mümkün olmadığı için bir şey söylemek zor. Ticaret odası olarak üyelerimize baktığınızda sektörel bazda etkilenen olabilir veya finansal açıdan zor durumda olanlar olabilir ama fazla bir üye kaybı yaşamadık. Ticari açıdan çok büyük bir sorun şuanda görülmüyor, fakat geçen yıllardaki gibi bir büyüme de maalesef bulunmuyor. Türkiye yabancı yatırımcılar açısından her zaman parlak ve büyüyen bir ekonomi olarak görüldü maalesef bu sene o büyümeyi gösteremedik ama fazla bir gerileme de yok. Bu açıdan geleceğe baktığınızda yine herkesin iyimser bir şekilde yaklaştığını söyleyebilirim.
Yabancı yatırımcılarımızla görüştüğümüzde Avrupalı firmaların üretim olarak sadece Çin’i seçmesinin bu süreçte yanlış olduğunu gördüğünü belirttiler. Bu noktada yatırımların Türkiye’ye kayabileceğini belirttiler. Siz böyle bir gelişim görüyor musunuz?
Böyle bir gelişim planlama açısından mutlaka var. Tabii çok az bir zaman geçti dolayısıyla bu yatırımların hayata geçirilmesi biraz zaman alacaktır. Üretimde tedarik zinciri dediğimiz bir kavram var. Dolayısıyla bitmiş bir ürünü elde eden firmalar bazı girdileri kendileri üretmeyip başka tedarikçilerden satın alıyor. Örneğin Apple bir Amerikan markası ama hiçbir parçası Amerika’da üretilmiyor. Bu tedarik zinciri zaman içinde iki şekilde evrim gösterdi. Birincisi alt tedarikçiler çok büyüdüler. Kendileri ana firmalar gibi büyük oldular, satınalma ve birleşmelerle çalışılabilecek firma sayısı kısıtlı olmaya başladı ve coğrafya olarak da ağırlıklı uzak doğu firmalar kendilerini tercih ettirdiler. Bu durum jeopolitik olarak bir risk oluşturdu. Covid olayları yaşanmadan bu sorunlar dile getirilmişti. Covid olayları da ana firmalar için bir tek tedarikçiye bağlı olmanın sorunlarını beraberinde getirdi. Bu açıdan aynı parçalar için birden fazla tedarikçi ve aynı coğrafya da bulunmama gündeme geldi. Bunu söylemek kolay fakat ekonomik oluşuyla ilgili de başka bir sorun bulunuyor. Bu noktada dünyada gidebileceğiniz çok fazla ülke yoktur. Çin’e alternatif olarak İtalya, Fransa gibi ülkelere gidemezsiniz zira maliyet farkı çok yüksektir. Polonya, Romanya veya Türkiye gibi ülkelere gidebilirsiniz. Burada en önemli husus altyapı, lojistik imkanlar ve kalifiye iş gücüdür. Bu açıdan baktığınızda Türkiye daha fazla ön plana çıkıyor.
Türkiye İtalya ticari ilişkilerine baktığımızda gelinen noktayı aktarır mısınız?
İki ülke ticaretine baktığınızda bu yıl bir gerileme söz konusudur. 20 milyar Dolarlık bir iş hacmine ulaşmıştık. 2020 yılına çok iyi başladık fakat Covid krizi geldi, bu nedenle bir gerileme oldu. Burada potansiyeli konuşmak gerekiyor. Covid sonrasında Türkiye’nin hızla büyüyeceğini düşünüyoruz, Ankara’da yaşanan Ekonomi Bakanı değişikliği de siyasi iradenin eski temposuna geri dönmek istediğini ve sağlıklı, sürdürülebilir bir büyümeye odaklanmak istediğini gösterdi. Bu durumun ikili ticari ilişkilere de olumlu katkıda bulunacaktır. 2018 yılında İtalyan Ticaret Odası olarak iki ülke ticari faaliyetlerin 30 milyar dolara ulaşması gerektiğini belirttik. Bu hedefin çok zor olmayacağını biliyoruz. Halen de bu düşüncemizin arkasındayız.
İtalya’daki siyasi iradenin Türkiye’ye bakışı konusunda sizin izlenimlerinizi aktarır mısınız?
İtalya hem ülke olarak kendi çıkarlarını koruyan bir ülke hem de Avrupa Birliği’nin kurucu üyelerinden biri olarak AB üyeleriyle birlikte karar almak durumundadır. O bakımdan her zaman istediğini yapamayabilir. Fakat kendi iradesi her zaman Türkiye’yi destekleyen bir yaklaşımdır. Akdeniz ülkeleri olarak ortak bir kaderimiz bulunuyor. Bu bölgenin kendine özgü potansiyeli ve zorlukları var. Bu zorlukları da beraber aşmamız gerekiyor. Bazen siyasi olarak farklı çıkarlarımız olabilir. Fakat bazı çıkarların farklı olması bir müttefikliği bitirmez. Diyalog gerektirir. Bizi birleştiren unsurlar bizi ayırandan çok daha fazladır. Bu nedenle İtalya Türkiye arasında ciddi bir krizin olması uzak bir ihtimaldir.
İtalyan Ticaret Odası olarak sizin bu dönemde yaptığınız çalışmalar nelerdir?
Şuanda üye sayımız 600 civarındadır. Bu krizde üye kaybımız çok azdır. O bakımdan memnunuz. Şuanda ticaret odası olarak üyelerimizin nabzını tutuyoruz, görüşmelerde bulunuyoruz. Covid’den dolayı bir sorunları var mı bizim yardımcı olabileceğimiz konular var mı diye görüşüyoruz. Ancak burada odaklandığımız iki ana konu bulunuyor. Birincisi iki ülkenin iş hacmidir. İş hacminin gerilemesi bizleri üzüyor. Bu hacmin düşüşünü minimum seviyede tutmak ve yeni iş hacimleri oluşturmak için biz devredeyiz. Şuandaki en büyük sorun İtalya’ya gidememek veya İtalya’daki iş adamlarının Türkiye’ye gelememesidir. O bakımdan ikili diyaloglar eskisi kadar güçlü değil. Bu nedenle sektörel bazda toplantılar yapıyoruz. Bu sene 11 tane sektörel bazda aktivite organize ettik ve İtalya’daki kuruluşlarla ortak bu toplantıları düzenliyoruz. İtalyan ve Türk firmalarını buluşturma aktiviteleri çok etkin oldu. Bunun dışında İtalya’dan Türkiye’ye gelen yatırımcılara biz her zaman yardımcı olduk fakat son senelerde Türkiye’den İtalya’ya giden ve yatırım yapan girişimciler oldu. Bu durum bizim de istediğimiz İtalyan hükümetinin de istediği bir trend oldu. Türk sermayesi İtalya’ya yatırım yaptığı zaman sadece İtalya’ya değil aynı zamanda AB’ye açılan bir kapı olarak görüyor. Bu çok yerinde bir analizdir. Böyle birçok yatırım oldu.
Bell Holding olarak sizin yaptığınız çalışmaları aktarır mısınız?
Bell Holding olarak ambalaj ağırlıklı bir firma olduğumuz için müşterilerimiz kadar güçlüyüz. Kişi başına düşen tüketim kadar güçlüyüz. Oradaki trendler şuanda olumludur bizim açımızdan. Geçmiş yıllarda sürekli olarak yatırımlar yaptık. Yatırımlarımızın en önemli kısmı büyüme trendinde makine yatırımı yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. 2020 yılında kriz olsa da yaptığımız yatırımlar geçen yıllara oranla hemen hemen aynı bütçelerde. Hem kapasite artırımı hem de modernizasyon yatırımlarımıza devam ettik. Planlarımızın hiçbirini askıya almadık ve gelecek senelerde de aynı şekilde yatırımlara devam edeceğiz. Belki yurt dışında da yatırım söz konusu olabilir. Şuanda Bulgaristan’da bir fabrikamız bulunmaktadır. Biz Bell Holding olarak yatırımla AB’ye girebildik. Belki bundan sonra İtalya olabilir, oradaki fırsatlara da bakıyoruz. Ama başka coğrafyalarda da fırsatlara bakmak istiyoruz. Biz genelde trendlerin başında olmaya gayret ediyoruz. Herkesten sonra gelip onlar yapıyor bizde yapalım şeklinde değil, biz ilk olalım istiyoruz. Bizim konularımızda bir yeniliği Türkiye’ye getiren ilk firma olmak istiyoruz. Geçmişte hep böyle olduk, gelecekte de bu konuda lider olmak istiyoruz. Gelecekte iki konu çok önemlidir, birincisi küresel ısınma, bu konu bütün dünya açısından risk faktörüdür. Şuanda da önüne geçilmedi. O bakımdan gidişat iyi görünmüyor. Damlaya damlaya göl olur düşüncesiyle bizde kendi fabrikamızda karbon salımını ölçüyoruz ve mümkün olduğu kadar küçültüyoruz. İkincisi ise ürettiğimiz ambalaj kadar atık ambalajı doğadan toplamak ve tekrar ekonomiye kazandırmak istiyoruz.
Türkiye’de sıfır atık konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Hanım önemli çalışmalar bulundu. Bu adımların hepsi çok önemlidir. Bunlar çok önemli adımlardır. Zaten hükümette bu konuda iki tane vergi koyacak. Birini başlattı, ikincisi de yakın bir zamanda gelecektir. Birincisi geri kazanım payı (GEKAP) üreticilerden alınmakta ve ödemeler bu yıl devreye girdi. Böylelikle orada bir fon birikiyor. Burada önemli olan hükümetin bu fonda topladığı parayı geri kazanım projeleri için tekrar sektöre kazandırmasıdır. Bunlar sektöre yardım olabilir, teşvik olabilir. Bu fon iyi kullanılırsa çok iyi bir etki yapacağını düşünüyorum. Daha önce poşet tüketimi konusunda bir fon geldi ve poşet tüketimi ciddi oranda düştü. Bundan sonra da depozito uygulaması gelecek. Bunun için yasal bir alt yapı oluşturuluyor. Çevre Bakanlığı bu konuda bir çalışma yapıyor. Ambalajların doğaya atılmasını önlemek için belki de en etkili sistem depozito sistemi olacaktır. Almanya’da bu sistem uygulanıyor ve içecek ambalajlarını sokakta göremezsiniz. OCAK2021