İran Yaptırımları Türkiye-İran Enerji İlişkilerine Etkileri
BÜŞRA ZEYNEP ÖZDEMIR
İRAN YAPTIRIMLARININ DÜNÜ VE BUGÜNÜ
İran, tarihi boyunca ABD başta olmak üzere pek çok kez uluslararası siyasete yön veren aktörler tarafından yaptırımlara maruz kalmıştır. Uygulanan bu yaptırımlara gerekçe olarak da Tahran rejiminin halkına yönelik sergilediği insan hakları ihlalleri, terörist grupları ve terör eylemlerini desteklemesi, nükleer silahlanma faaliyetleri yürütmesi ve bölgesinde istikrarsızlığa neden olarak küresel güvenliği tehdit etmesi gösterilmiştir.
Ülke ilk olarak 1979’da ABD tarafından uygulanan yaptırımlarla karşı karşıya kalmıştır. Tahran’daki ABD Büyükelçiliğine yönelik saldırı gerekçe gösterilerek İran’ın ABD’ye ihracat yapması yasaklanmış ve ABD sınırları içerisinde yaklaşık 12 milyar dolar değerindeki varlıkları bloke edilmiştir. Bu tarihten itibaren birçok defa Amerikan yaptırımlarına maruz kalan İran’da petrol ve doğal gaz sektörüne yönelik ilk yaptırımlar ise 1996’da uygulanmaya başlamıştır. “Iran and Libya Sanctions Act” olarak kayıtlara geçen yaptırımlarla İran’ın terörist faaliyetlere ve kitle imha silahlarına finansman aktarımı sağladığı iddia edilen petrol ve doğal gaz sektörlerinin geliştirilmesi engellenmeye çalışılmıştır.
2006’da Birleşmiş Milletler (BM) uranyum zenginleştirme faaliyetleri yürüttüğü gerekçesiyle İran’a karşı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Bu tarihten itibaren zaman içerisinde İngiltere, Kanada ve AB gibi aktörlerin de desteğiyle İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin yanı sıra teröre destek sağladığı, enerji sektöründen elde ettiği gelirlerle bölgedeki terörist organizasyon ve eylemlere destek verdiği gerekçeleriyle yaptırımlar daha da ağırlaştırılarak devam ettirilmiştir. İran’ın bankacılık sistemi küresel finansal sistemden izole edilmiş, petrol ve doğal gaz ihracatına sınırlama getirilmiş ve bahsi geçen enerji sektörlerine yılda 20 milyon dolardan fazla yatırım yapması engellenmiştir.
İran’ın yaptırımlar tarihindeki en önemli gelişmelerden biri BM Güvenlik Konseyi’nin 2010’da aldığı 1929 sayılı karardır. Karar ağırlıklı olarak İran’ın silah, helikopter vb. savunma teçhizatı edinmesi ve nükleer silah elde etmesini sağlayacak herhangi bir faaliyette bulunmasını engellemeye yönelik maddeler içermekle birlikte Tahran’ın enerji sektörü gelirleri ile nükleer faaliyetlerinin finanse edilmesi arasındaki bağlantı resmen kabul edilmiştir. Bu bağlamda BM, üyelerine İran’ın enerji sektörüyle iş birliği yapan şirketleri engelleme konusunda çağrıda bulunmuştur.
2012’de aralarında Türkiye, Güney Kore ve Hindistan’ın da bulunduğu yedi ülke ABD ile anlaşarak ithalat miktarını kısmak şartıyla İran’dan petrol ithal etmeye devam etme kararı almıştır. Aynı dönemde Ankara’nın doğal gaz ticareti de yaptırımlara konu edilmemiş ve İran’dan Türkiye’ye gaz akışı devam etmiştir.
Obama yönetimi döneminde Tahran’ı ciddi anlamda zor durumda bırakacak şekilde uygulanan yaptırımlar bugün hala İran tarihinin en ağır yaptırımları olarak görülmektedir. Ülke, küresel ekonomik sistemden tamamen izole edilmek istenerek bütün gelir kaynaklarının önü kapatılmıştır. Söz konusu dönemde petrol sektörünün yanı sıra doğal gaz sektöründeki yaptırımlar da ağırlaştırılmıştır. Bugün ülkedeki doğal gaz sektörünün petrol sektörü kadar gelişememesinin nedeni büyük ölçüde doğal gazın altın çağını yaşamaya başladığı 2000’lerde İran’ın ağır yaptırımlara maruz kalmasıdır.
2015’te İran ve P5+1 ülkeleri Tahran’ın nükleer programını durdurmayı taahhüt ettiği JCPOA üzerinde mutabakat sağlamış ve takip eden yıl içerisinde de nükleer faaliyetlerinden dolayı ülkeye uygulanan yaptırımlar kaldırılmıştır. Anlaşma İran için birçok açıdan bir dönüm noktası olarak anılmaktadır: Uluslararası kamuoyu önünde yıllardır yaptırımlarına maruz kaldığı ABD ile aynı masada oturmuş ve uzlaşma sağlanmıştır. Bu, İran’ın içerisindeki radikal gruplar tarafından olumsuz yorumlansa da Tahran’a ekonomisinin bel kemiğini oluşturan petrol ve henüz yeterince gelişmemiş olan doğal gaz sektörlerini dünyaya açma fırsatı sağlamıştır. Bu tarihten itibaren İran’ın kalite olarak dünyanın en iyileri arasında gösterilen petrol rezervleri büyük şirketlerin yatırım yapabileceği bir fırsat alanına dönüşmüştür.
Donald Trump göreve gelmesiyle birlikte sıkça ABD’nin çıkarlarına ters düştüğünü iddia ettiği nükleer anlaşmadan Mayıs 2018’de tek taraflı olarak çekilmiştir. Trump ve ona yakın bürokratların sıklıkla İran’ı nükleer faaliyetlerini sürdürerek anlaşmaya uymamakla suçladığı ve başta Suriye olmak üzere bölgedeki istikrarsızlığı desteklediğini iddia ettiği bilinmektedir. Bu gerekçelerle JCPOA sonrası kaldırılan yaptırımları iki aşamalı olarak yeniden uygulamaya başlayacağını açıklayan Trump Ağustos 2018’de ilk aşamayı devreye almıştır. İran’ın ABD doları, altın, gümüş ve diğer kıymetli madenlere olan erişiminin engellenmesinin yanı sıra otomotiv ve havacılık endüstrisinin de uluslararası sistemden izole edilmesi söz konusudur. 5 Kasım 2018’de devreye alınması planlanan ikinci aşama yaptırımlarda ise hedef büyük ölçüde ülkenin petrol endüstrisidir. İran’ın liman işletmecileri ve İran Nakliye Hatları (IRISL) da dahil olmak üzere nakliye ve gemi inşa sektörleri, petrol, petrol ürünleri ve petrokimya ürünlerinin satın alınmasını engellemeye yönelik Ulusal İran Petrol Şirketi (NIOC), Ulusal İran Tanker Şirketi (NITC) yaptırımlar kapsamına alınarak ülkenin petrol ihracatının sıfıra düşürülmesi planlanmaktadır. Ayrıca İran’ın petrol gelirlerini azaltmak amacıyla İran Merkez Bankası (CBI) ile bazı önemli finansal işlemleri bilerek yürüten veya kolaylaştıran yabancı finansal kuruluşlar için yaptırımlar uygulanması, böylece CBI ile olan işlemlerinin sonlandırılması amaçlanmaktadır.
DÜNYADAN İRAN YAPTIRIMLARINA TEPKİLER
Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Mayıs 2018’de İran yaptırımlarını yeniden uygulayacağını açıklamasıyla birlikte uluslararası kamuoyundan çeşitli tepkiler yükselmeye başlamıştır. Bu tepkilerin bir kısmı yaptırımları destekleyici nitelikte iken diğer bir kısmı ise eleştirmekte ve yaptırımlara karşı çıkmaktadır. Yaptırımları destekleyenler ABD’nin tarafında yer alan, onun gibi büyük bir siyasi ve ekonomik gücün desteğini kaybetmek istemeyen ya da bu mesele yüzünden Amerikan yaptırımlarına maruz kalmaktan çekinen devletlerdir. Bu devletlerden en çok göze çarpanlar arasında İran petrolünün en büyük ithalatçılarından olan Asya ülkeleri Japonya ve Güney Kore, AB’nin içindeki görüş ayrılığını gözler önüne seren Polonya ve Romanya gibi eski Demir Perde ülkeleri ile İsviçre ve ABD’nin Ortadoğu’daki en yakın müttefikleri olarak anılan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve İsrail yer almaktadır.
Tahran’ın petrol ihraç ettiği ülkeler listesinde üçüncü sırada yer alan Japonya ve dördüncü sırada yer alan Güney Kore yaptırımların açıklanmasının ardından İran’dan petrol ithal etmeyi durduracaklarını açıklayan ilk ülkeler olmuştur. ABD’nin Asya Pasifik bölgesindeki en yakın müttefikleri olarak anılan Japonya ve Güney Kore aynı zamanda dünyanın en büyük enerji ithalatçıları arasında yer almaktadır. İran –tükettikleri petrolün yüzde 80’inden fazlasını Ortadoğu ülkelerinden ithal eden– Japonya’nın altıncı ve Güney Kore’nin ise dördüncü büyük petrol tedarikçisidir.13 Trump’ın yaptırım çağrılarına uyarak Tahran’dan ithal ettikleri petrolü sıfıra indirmeyi planlayan iki ülkenin de İran petrolünden doğacak arz açığını ithalat kalemlerinde payı gün geçtikçe artan ABD ve Rus petrolüyle telafi edeceği öngörülmektedir.
İsrail’in Obama yönetiminin İran ile masaya oturarak nükleer anlaşma üzerinde uzlaşmasından rahatsızlık duyduğu ve Trump gibi anlaşmayı ABD adına talihsizlik olarak yorumladığı bilinmektedir. Dolayısıyla Trump’ın aldığı nükleer anlaşmadan çekilme ve İran yaptırımlarını yeniden devreye sokma kararı İsrail tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Ayrıca Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi Körfez ülkelerinin İran’ın karşısında ve ABD’nin yanında yer alması da İsrail açısından bölgedeki gücünün pekişebileceği sanısına yol açmıştır.
Yaptırımlar konusunda AB’nin içindeki en keskin görüş ayrılığı Polonya’dan kaynaklanmıştır. Mayıs 2018’de Amerikan yaptırımlarını yerinde bulduklarını açıklayan Polonya Dışişleri Bakanı Eylül’de AB karar alıcılarını ABD’nin güvenlik kaygılarını anlayabilmek adına empati kurmaya davet etmiştir. Ülkesinin ABD’nin yanında olduğunu dile getiren bakan AB’nin İran ile ticari ilişkileri sürdürebilmek adına yürüttüğü çalışmalara da karşı olduklarının altını çizmiştir.
Yaptırımlara karşı çıkanlar ise İran’ın nükleer anlaşmaya sadık kaldığını savunanlar, ulusal güvenlikleri için anlaşmanın büyük önem arz ettiğine inananlar, ABD’nin tek taraflı olarak ilan ettiği ekonomik/ticari yaptırımlara maruz kalanlar ve İran ile derin ekonomik ilişkileri bulunan devletlerdir. AB’de Birlik düzeyinde karar alıcılar, özelde İngiltere, Fransa, Almanya, nükleer anlaşmaya taraf olan Çin ve Rusya ve sınırının hemen ötesinde yeni bir istikrarsızlığın daha ortaya çıkmasından endişe eden Türkiye yaptırımlara karşı çıkan aktörlerdir. Bununla birlikte AB üyesi ülkeler arasında İran petrolünün en büyük ithalatçısı olan İtalya’nın açık bir tepkisine rastlanmamıştır.
Yakından bakıldığında AB içinde görüş ayrılıkları olduğu gözlemlenmekte ancak Birlik düzeyinde politika yapıcıların İran ile ilişkileri sürdürme konusunda kararlı oldukları görülmektedir. Bu bağlamda Ağustos 2018’de Avrupalı şirketlerin İran yaptırımlarından doğabilecek zararlarını olabildiğince önleyebilmek adına 1996’da kabul edilen “Blocking Statute” uygulaması güncellenmiştir. Buna göre AB şirketlerinin nükleer anlaşmaya sadık kalan İran ile iş yapmaya devam etmesi beklenmektedir. Ancak ABD ile derin finansal ilişkileri bulunan birçok Avrupalı şirket karara aykırı hareket ederek İran’daki faaliyetlerini durdurma kararı almaktadır. Bahsi geçen şirketler arasında otomotiv, havacılık ve petrol endüstrilerinde ağırlıkları hissedilen Peugeot, Citroen, Renault, Total, Airbus gibi Fransız firmaları başı çekmektedir. Mercedes-Benz, Mazda Motors, Siemens, General Electric, Lukoil ve Boeing de ülkeden çekilme kararı alan şirketlerdendir.
“Blocking Statute” uygulamasıyla şirketlerin Tahran pazarından çekilmesinin önünü alamayan AB’nin de aralarında bulunduğu nükleer anlaşmaya taraf İngiltere, Çin, Fransa, Almanya ve Rusya İran ile ticari-ekonomik ilişkilerine devam edebilmek adına yeni bir yöntem geliştirilmesi gerektiğinde karar kılmıştır. İran’ın ticari faaliyetlerinin zarar görmesi halinde nükleer anlaşmadan çekilmesinden endişe eden ülkeler bu şekilde Tahran ekonomisini olabildiğince güvende tutmayı hedeflemektedir. Kurulacak Özel Amaçlı Şirket (Special Purpose Vehicle, SPV) ile İran’dan yapılacak –başta petrol olmak üzere– ithalat için yeni ödeme kanalları kurulması ve ülkeye yapılacak ödemelerin kolaylaştırılması planlanmaktadır. AB’nin bir süredir üzerinde çalıştığı yaptırımlarda araç olarak kullanılan Amerikan doları yerine kendi para birimi olan avro üzerinden ticaret yapma planının SPV üzerinden hayata geçirilebileceği öngörülmektedir. Zira henüz tam bir netliğe kavuşturulmamakla birlikte kurulacak sistemin ABD dolarıyla işlem yapılan SWIFT sistemine takılmamak adına avroyla işlem yapılmasını sağlayacağı, böylece ABD tarafından denetlenmesinin mümkün olmayacağı belirtilmektedir. SPV’nin ABD ile iş birlikleri bulunan Total, Siemens gibi büyük firmalar tarafından kullanılmasının zor olduğu düşünülmekle birlikte özel olarak Ortadoğu’da ve İran’da faaliyet gösteren şirketler tarafından rağbet görmesi beklenmektedir.
Yaptırımlar karşısında alacağı pozisyonu en çok merak edilen ülkeler şüphesiz son birkaç senedir İran’ın petrol ihracatında ilk sıralarda yer alan Çin ve Hindistan’dır. Her iki ülke de geçmişte Obama yönetiminin uyguladığı, BM tarafından desteklenen ve AB tarafından da uygulanan yaptırımlar süresince İran ile aralarındaki ticari ilişkileri devam ettirmiştir. Yaptırımlarla birlikte AB ülkelerinin İran petrolünü satın almayı durdurması Tahran’ın petrol ihracatı içindeki dengeleri –dünyanın en büyük enerji ithalatçıları konumuna yerleşen– Çin ve Hindistan lehine değiştirerek sırasıyla birinci ve ikinci sıraya yerleşmelerini sağlamıştır. Özellikle son bir yıldır Trump’ın yaptırımlarına en sert şekilde hedef ülke olan Çin nükleer anlaşmaya sadık kalarak İran’ın yanında olduğunun sinyallerini vermiştir. Yaptırımların açıklandığı Mayıs’tan bu yana ithal edilen petrol miktarlarında zaman zaman düşüş gözlense de Çinli politika yapıcıları ABD’nin tek taraflı olarak uyguladığı yaptırımlara karşı çıkarak İran’dan petrol ithal etmeye devam edeceklerini belirtmişlerdir.
Hindistan açısından durum biraz daha karmaşıktır. İlk olarak tek taraflı yürürlüğe koyulacak olan yaptırımlara uymayacağını belirten ülke daha sonra Eylül’de Japonya ve Güney Kore gibi Asya ülkelerine katılarak İran’dan petrol ithal etmeyi bırakacağı yönünde sinyaller vermiştir. Fakat Ekim 2018’de yaptırımların yaklaşmasıyla İran’ın sağladığı uygun fiyat ve kaliteli petrol karşısında kısa vadede yeni bir alternatif bulamayacağına karar vererek ithalatına devam edeceğini bildirmiştir. Ayrıca ülkenin İran ile petrol ticaretini dönem dönem yükselen döviz kurları sebebiyle kendi para birimi olan rupi üzerinden gerçekleştirdiği ve ABD yaptırımlarına takılmamak adına yeniden bu yola başvurmak istediği de bilinmektedir.
Trump yönetimi tepkilere rağmen yeniden uygulamaya koyduğu yaptırımlara uluslararası kamuoyundan destek alabilmek adına İran Aksiyon Grubu (The Iran Action Team) isimli bir oluşum kurmuştur. Alanında uzman dışişleri ve hazine bakanlığı çalışanlarından oluşan bu grup dünya başkentlerini ziyaret ederek hükümet yetkilileri, karar alıcılar ve büyük şirketleri İran yaptırımları konusunda bilgilendirmektedir. Bugüne dek otuzdan fazla ülkeye giden grubun amacının İran’ın uluslararası güvenliği tehdit ederek bölgesindeki terörist eylemlere yaptığı yardımları anlatmak olduğu açıklanmaktadır. Ancak yetkililerin iki seçenekle masaya oturdukları bilinmektedir: ya dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD ile iş birliği yaparlar ya da İran ile iş birliği yapıp ABD’nin yaptırımlarıyla karşı karşıya kalırlar. Daha önce Obama döneminde uygulanan İran yaptırımlarının ABD lehine verdiği olumlu sonuçları göz önünde bulunduran Trump yönetiminin yaptırımlar konusunda hazırlıklı olduğu aşikardır. Ayrıca Total, Mercedes, Peugeot-Citroen gibi büyük şirketlerin ülkeden çekilme kararı almaları grubun etkili olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır.
Trump’ın yaptırımlarına hedef olmaktan çekinen şirketler İran ile iş birliği yapmayı bırakırken Tahran’dan petrol ithal etmeye devam etme arzusunda olan başkentler Washington yönetimi ve İran Aksiyon Grubu ile gerçekleştirdikleri temaslarda muafiyet taleplerini gündeme getirmiş lerdir. Nihayetinde Tahran ile ticari-ekonomik ilişkilerini sürdürmek isteyen ya da İran petrolüne ikame bulmakta güçlük çeken sekiz ülke yaptırımlara kısa bir süre kala ikinci aşama yaptırımlardan muafiyet elde etmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo 2 Kasım 2018’de verdiği İran yaptırımları brifinginde adını açıklamadığı sekiz ülkenin İran’dan petrol almaya devam edebileceğini dile getirmiştir. Ancak Pompeo tarafından muafiyetin yalnızca bir süreliğine geçerli olacağı ve ABD’nin İran petrol ithalatını sıfıra düşürme hedefinin saklı tutulduğunun ifade edildiğinin altını çizmek gerekmektedir. Buna göre yapılan görüşmeler neticesinde muafiyet süresince iki ülke petrol ithalatını tamamen durdurmayı, geri kalan altı ülke de ithal ettiği miktarı çok büyük ölçüde düşürmeyi taahhüt etmiştir. İran’ın petrol satışlarından elde edeceği gelir ise yurt dışındaki hesaplarda tutulacak ve İran tarafından yalnızca insani ihtiyaçlar ve yaptırıma tabi olmayan mal ve hizmetlerin ticaretinde kullanılabilecektir. Amacın petrol fiyatlarını stabil tutmak olduğunu belirten Pompeo, İran’ın terörizm, balistik füze geliştirme ve siber saldırı gibi yasa dışı faaliyetlere aktardığı petrol gelirlerinin sıfıra düşürülmesi için baskıların artırılarak devam edeceğini ifade etmiştir.
Yaptırımlardan muaf tutulacak sekiz ülke arasında İran’ın en çok petrol ihraç ettiği ülkelerden Hindistan, Güney Kore ve Japonya yer almaktadır.26 Bahsi geçen üç ülkenin aksine yaptırımların yeniden uygulanacağının açıklandığı Mayıs’tan bu yana yaptırımlara kararlılıkla karşı duruş sergileyen Türkiye de bahsi geçen sekiz ülkeden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
YAPTIRIMLARIN PETROL PİYASASI VE İRAN ENERJİ SEKTÖRÜNE ETKİLERİ
İran; Venezuela, Suudi Arabistan ve Kanada’dan sonra dünyanın dördüncü en fazla ispatlanmış petrol rezervlerine sahip ülkesidir. Ortadoğu’nun en eski petrol üreticisi olan ülkedeki petrol sektörü küresel petrol endüstrisinin kendisi kadar eskidir. Ülke aynı zamanda Rusya’dan sonra dünyanın ikinci en geniş doğal gaz rezervlerine sahiptir. Ancak sahip olduğu doğal gaz sektörü henüz petrol sektörü kadar gelişme gösterememiştir.
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (Organization of the Petroleum Exporting Countries, OPEC) üyeleri arasında Suudi Arabistan ve Irak’tan sonra üçüncü büyük petrol üreticisi olan İran dünyanın en büyük petrol üreticileri arasında ise altıncı sıradadır (Grafik 1). İran’ın kurucuları arasında yer aldığı OPEC dünya ham petrol üretiminin yaklaşık yüzde 40’ını gerçekleştirmektedir. Aynı zamanda örgüt tarafından ihraç edilen petrol uluslararası petrol ticaretinin yaklaşık yüzde 60’ına denk gelmektedir. Bu, OPEC’in petrol fiyatlarının belirlenmesi noktasında ciddi bir güce sahip olduğu anlamına gelmektedir. En basit haliyle üye ülkelerdeki petrol üretiminin artması fiyatları düşürücü, azalması ise fiyatları yükseltici etki yaratabilmektedir.
Tarihi boyunca birçok defa yaptırım uygulamalarına maruz kalan İran’da petrol ve doğal gaz sektöründen elde edilen kazanç ekonominin başlıca gelir kaynağıdır. Öyle ki enerji sektörü ülkedeki kamu gelirlerinin yüzde 50’sini, gayrisafi yurt içi hasılanın ise yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Obama yönetimi öncülüğünde 2012-2015 arasında uygulanan yaptırımlarla başta enerji olmak üzere birçok kalemdeki gelirinde gerileme kaydeden İran ekonomisi oldukça zorlu bir süreçten geçmiştir. Ekonominin en önemli gelir kalemlerinden olan petrol ihracatında düşüş yaşanmasının da etkisiyle yaptırımlarla geçen ortalama üç yıllık süreç içerisinde ülke ekonomisinde küçülme gözlemlenmiştir. Nükleer anlaşma ile birlikte yaptırımların kaldırılmasının ardından uluslararası ticarete yeniden entegre olmaya başlayan İran yeniden petrol ihraç edebilir hale gelmiş, ekonomik büyüme rakamlarında iyileşme kaydetmiştir.
İran’ın en fazla ihracat yaptığı ülkeler incelendiğinde ilk dört sırada Asya-Pasifik ülkelerinin yer aldığı görülmektedir. Bu ülkelerden küresel petrol talebinin tek başına yüzde 14’ünden fazlasını oluşturan Çin ilk sırada yer almaktadır. Çin’i sırasıyla yükselen ekonomilerden biri olan ve dünya petrol talebinin yaklaşık yüzde 5’ine karşılık gelen Hindistan takip etmektedir. Japonya ve Güney Kore’nin ardından Tahran’ın en fazla petrol ihraç ettiği beşinci ülke ise Türkiye’dir. 2012’de günlük petrol ihracatı 2,1 milyon varil olan İran’da bu rakam 2013 itibarıyla günlük 1,2 milyon varile kadar gerilemiştir. Nükleer anlaşmanın imzalandığı tarih olan 2015’te İran günde ortalama 1 milyon varil petrol ihraç ederken anlaşmanın ardından kaldırılan yaptırımlar sonucunda 2017’de günde ortalama 2,1 milyon varil petrol ihraç eder hale gelmiştir.
Ancak ABD Başkanı Trump’ın Mayıs 2018’de yaptırımların tek taraflı olarak yeniden devreye alacağını açıklamasıyla birlikte petrol üretiminde gözle görülür bir düşüş gerçekleşmeye başlamıştır.
Tahran yönetimi ekonomisinin en büyük gelir kaynağı olan petrol ihracatını yaptırımlar sonrasında da devam ettirebilmek adına çeşitli yöntemler üzerinde çalışmaktadır. Bu yöntemler arasında en göze çarpan, ithalatçı ülkelerin de talepleri doğrultusunda şekillenen ulusal para birimleri üzerinden ticaret yapmaktır. Gelişmekte olan ülkelerce Batı merkezli küresel finansal sisteme alternatif olarak tartışılan yerli paralarla ticaret konusu bilhassa ticaret savaşlarının hızla arttığı günümüzde ülkelerin yaptırımlardan olabildiğince az etkilenerek ekonomilerini sürdürmelerinin yollarından biri olarak anılmaktadır. ABD’nin ulusal para birimi doları yaptırım aracı olarak kullanması ekonomileri olumsuz etkilemekte ve ülkeleri bunun önüne geçebilmek adına alternatifler üretmeye itmektedir. İran’ın en büyük ithalatçıları olan Çin ve Hindistan’ın bu konuda talepleri olduğu ve büyük ölçüde anlaşmaya vardıkları bilinmektedir.
İran’ın üzerinde çalıştığı ikinci yöntem petrol ihraç ettiği tankerlerin sigorta bedellerini üstlenmektir. Bu yöntem Hindistan’da faaliyet gösteren ve ABD ile iş yapan sigorta şirketlerinin yaptırımlara hedef olmamak adına İran’dan yapılan ithalatı güvence altına alma konusunda geri adım atması sonucu gündeme alınmıştır. Nakliye sigortası almak İran gibi ekonomisi büyük ölçüde petrol ve diğer ürünlerin ihracatına dayalı olan bir ülke için oldukça önemlidir. Uluslararası platformda sigortacılık faaliyetleri yürüten 13 büyük firmanın bağlı olduğu, merkezi New York’ta bulunan bir organizasyon büyük ölçüde nakliye sigorta sektörünü kontrol ettiği için İran’ın petrol ihraç ettiği ülkelerdeki sigorta şirketleri Amerikan yaptırımlarına maruz kalma endişesine sahiptirler. Bu durumda İran için ihraç ettiği petrolün sigortasını kendisinin üstlenmesinden başka yol kalmamaktadır.
Amerikan yaptırımlarına takılmaktan endişe duyan ithalatçılarını kaybetmemek adına İran’ın görüşmelerini yaptığı üçüncü yöntem kendi tankerleri ile petrol teslimatı yapmaktır. Bu bağlamda Çinli Sinopec petrol ithalatını güvence altına alabilmek adına İran Ulusal Petrol Şirketi ile bir anlaşma imzalamış, ithalatın İran’ın sahip olduğu tankerler aracılığıyla yapılmasına karar vermiştir. Çin’in bu hamlesi Hindistan’a da örnek teşkil etmiş, Hintli karar alıcılar da taşımacılık firmalarının İran ile çalışmayı bırakma kararı almalarının ardından İran’ın tankerleri ile petrol ithal etme çalışmalarına başlamıştır.
İran’ın uygulamayı düşündüğü dördüncü ve son yöntem ise petrol fiyatlarında indirime gitmektir. Petrol ihraç etmeye devam edebilmek adına petrol gelirlerinin azalmasını göze alan Tahran artan petrol fiyatları karşısında ithalatçıların İran petrolünü avantajlı bularak satın almayı sürdürebileceklerini öngörmektedir. Bahsi geçen yöntemler Tahran yönetiminin sahip olduğu pazarları koruma ve ihracat miktarının daha fazla düşmesini engelleme noktasındaki kararlılığını anlamak açısından önemlidir.
Bunun yanında Tahran, Trump yönetimini yaptırımlardan vazgeçirmek adına güneydoğu kıyısında yer alan Hürmüz Boğazı’nı tanker trafiğine kapatmakla tehdit etmektedir. Deniz yoluyla ticareti yapılan petrolün yaklaşık yüzde 30’unun ve küresel LNG ticaretinin yüzde 30’dan fazlasının geçtiği Hürmüz Boğazı –anlaşılacağı üzere yalnızca İran için değil– hem Körfez’deki diğer petrol ve doğal gaz ihracatçısı ülkeler hem de küresel enerji pazarı için büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla böyle bir hareketin ABD’ye ve bölgedeki müttefiklerine savaş açmak anlamına geleceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değildir.
Trump’ın yaptırım kararının etkilerinin en net ve hızlı görüldüğü alan şüphesiz petrol fiyatlarıdır. Spot piyasa üzerinden anlık olarak alınıp satılan ve genelde gelecekte tedarik edilmesi üzere anlaşılan petrolün fiyatları hem ihracatçı hem de ithalatçı ülkeler için oldukça önemlidir. İran petrollerine yönelik yaptırım uygulanacağı haberinin etkisiyle Mayıs’ta yükselmeye başlayan petrol fiyatları ikinci aşama yaptırımların uygulanacağı tarihin yaklaşmasıyla birlikte artmaya devam etmektedir. Üreticilerin ve petrol ticaretiyle ilgilenenlerin İran yaptırımları sonrası piyasanın talebinin karşılanmasında güçlük çekileceği yönündeki kanaatleri yaptırımların ilk aşamasının devreye alındığı Ağustos itibarıyla daha da güçlenmiştir. Bunun sonucunda Brent petrolün varil fiyatı Ekim 2018’de dört yıl aradan sonra ilk kez 80 dolar bandını aşmıştır.
Fiyatta meydana gelen bu artışta İran yaptırımlarının yanı sıra dünyanın en geniş petrol rezervlerine sahip olmasına karşın en büyük ilk 10 üretici arasında bile yer almayan ve uzun yıllardır hem siyasi hem de ekonomik istikrarsızlık ile mücadele eden Venezuela’nın petrol üretimindeki gerileme de etkili olmaktadır.
Artan jeopolitik riskler nedeniyle fiyatların yılsonuna kadar 100 dolar seviyesine yaklaşması ve 2019’un ilk çeyreğinde de 100 dolar bandında seyretmesi beklenmektedir.
Fiyatta meydana gelen artış bir yana, piyasada oluşabilecek arz açığı daha büyük endişeye yol açmaktadır. Bugün gelinen noktada gelişen teknoloji ile enerji ihtiyacını karşılamanın yolları çeşitlendirilmiş olsa da petrol hala hemen her sektörün doğrudan ya da dolaylı olarak bağımlı olduğu bir üründür. Bu nedenle yeterli arzın sağlanamaması halinde yalnızca ülke ekonomilerini değil, küresel ekonomik sistemi de ciddi bir tehlike beklemektedir. Trump ABD’sinin uluslararası sistemi bir bütün olarak etkileyen eylemleri sonucunda ortaya çıkan bu tehlikenin olabildiğince ortadan kaldırılması ise şüphesiz bütün ülkelerin çıkarınadır. Trump yaptırımları altındaki İran’dan ve hem siyasi hem de ekonomik istikrarı sarsılmış olan Venezuela’dan kaynaklanan arz boşluğunun kapatılması adına diğer petrol üreticisi ülkelerin üretimi artırmaları ilk akla gelen seçenektir. Bu bağlamda 1973’te yaşanan petrol krizi sonrası uluslararası bir sistem oluşturarak yeni enerji krizlerinin meydana gelmesini önlemek amacıyla kurulan Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency-IEA) dahil birçok enerji otoritesinden diğer petrol üreticisi ülkelere üretimlerini artırmaları yönünde çağrılar yükselmektedir.
Bu çağrılar sonucunda piyasada yaşanması beklenen arz açığına ve artan petrol fiyatlarına önlem almak adına Suudi Arabistan ve Rusya aralarında üretimi artırma anlaşması yapmışlardır. Fakat yapılan bu anlaşma bazı enerji çevrelerince gerçekçi bulunmamaktadır. Bu görüşe göre Suudi petrol kuyuları artık üretimi artıramayacak düzeyde yıpranmıştır ve Suud yönetiminin ülkenin en büyük gelir kalemlerinden biri olan petrol üretim sektörünü ivedilikle rehabilite etme, günümüz koşullarına uygun hale getirme çalışmalarına başlaması gerekmektedir. Rusya açısından ise durum daha farklıdır; ülkenin hali hazırda maksimum üretim seviyesine ulaştığı ve kısa vadede bu seviyenin üzerine çıkmasının mümkün olmadığı tartışılmaktadır. Ayrıca petrol piyasasındaki birçok ülkenin daha önce kağıt üzerinde belirttikleri üretim seviyelerine ulaşıp ulaşamayacaklarının test edilmemiş olması sebebiyle teoride alınan üretimi artırma kararlarının gerçekte nasıl sonuçlar doğuracağı bilinmemektedir. Yaşanan bu belirsizlik ortamının en iyi ihtimalle Kasım ayındaki yaptırımlara dek süreceği açıktır.
5 Kasım’da yürürlüğe girecek olan petrol sektörüne yönelik yaptırımlar henüz uygulanmaya başlamadan, açıklandığı tarihten itibaren İran’daki petrol üretim ve ihracat miktarlarının azalmasına yol açmasının yanı sıra yaptırımlara konu olmayan doğal gaz sektörünü de dolaylı olarak etkilemeye başlamıştır. Bunun en net örneği Fransız enerji devi Total’in Trump’ın açıklamalarının ardından İran’da yürütülen Güney Pars gaz projesinin 11 nolu fazında yürüttüğü çalışmalardan çekilmesidir. Nükleer anlaşma ile birlikte kaldırılan son yaptırımlar sonrası doğal gaz sektörü için büyük önem taşıyan projeyi hayata geçirmeye hazırlanan Tahran yönetimi Total’i İran ekonomisini zarara uğratmakla suçlamıştır. Bu noktadan sonra projeyi uluslararası kamuoyu açısından daha dikkat çekici kılan ise Total’in projeden çekilmesiyle hisselerini projeyi yürüten konsorsiyumun ortaklarından Çin Ulusal Petrol Şirketi’nin satın almasıdır. Bu satın almadan sonra Çinli şirketin payı yüzde 80’e çıkmıştır. Bu olayla ABD’nin dolaylı olarak Ortadoğu’daki Çin nüfuzunun artmasına zemin hazırladığı söylenebilir. Yaptırımların ardından İran’dan petrol almaya devam edeceğini açıklayan Çin bu sayede zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip bölgedeki etkisini artırmaktadır.
Bu tablonun bir de çokça zikredilmeyen başka bir boyutu daha vardır ki o da yaptırımların ABD’nin enerji ihraç ettiği pazarları artırmak adına yeniden devreye sokulduğudur. Başkan Trump’ın göreve gelmesinin ardından Washington’ın birçok alanda olduğu gibi enerji alanındaki politikaları da değişim sürecine girmiş, enerjide dışa bağımsız bir ABD için ülkedeki kaya gazı, petrolü ve kömür gibi fosil enerji kaynaklarına yatırımlar artırılmaya başlanmıştır. Amaç ABD’yi enerji ithalatçısından enerji ihracatçısı konumuna getirmektir. Yakın zamanda Washington’ın dünyanın en büyük doğal gaz ihracatçısı olan Rusya’ya uyguladığı yaptırımların arka planında Gazprom’un en büyük pazarı olan AB’ye yaptığı sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatını artırmak olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca 2018’in ilk altı ayında Amerikan petrolünün en büyük alıcılarının Asya ülkeleri olduğu bilgisi de son derece önemlidir. Amerikan Enerji Enformasyon İdaresinden (EIA) yapılan açıklamalara göre Çin, en çok ABD petrolü ithal eden ülkeler arasında ilk sırada yer alırken Güney Kore ve Hindistan da ilk on ithalatçı içindedir. Bu bilgiler ışığın da ABD’nin İran’ın hakim olduğu pazarlardaki payını artırmayı amaçladığı görüşü daha da anlam kazanmaktadır.
YAPTIRIMLARIN TÜRKİYE-İRAN ENERJİ İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ
Türkiye, birincil enerji tüketimi içerisinde ilk sırada yer alan petrol ve doğal gaza sınırlı ölçüde sahip olması nedeniyle büyük ölçüde dışa bağımlı durumdadır. Tükettiği petrolün yüzde 93’ünü, doğal gazın da yüzde 99’unu ithal etmektedir. Coğrafi konumunun sağladığı avantaj sayesinde dünyanın en geniş hidrokarbon rezervlerinin bulunduğu Ortadoğu, Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri ile enerji ticaret ilişkileri bulunan Türkiye’nin 2017’de en fazla petrol ithal ettiği ülke analize konu olan İran’dır.
Toplam tüketim içerisindeki İran petrolü yaptırımların uygulandığı 2013-2015 arasında –BM ve AB’nin de ABD’yi desteklemesiyle yaptırımların uluslararası hale gelmesi sonucu– en düşük seviyelere gerilemiş ancak 2016’da yaptırımların kaldırılmasının ardından 2017’de tekrar ilk sıraya yerleşmiştir.
2013’ten itibaren İran’dan ithal ettiği petrol miktarını azaltmasıyla piyasada meydana gelen arz açığını dengeleyebilmek adına Irak’tan petrol ithalatını yükselten Türkiye aynı dönemde tedarikçi ülke yelpazesini genişletmeye başlamıştır. Enerji arz güvenliği noktasında enerjinin hemen her alanında çeşitliliği artırmanın öneminin farkında olan Türkiye petrol tedarik ettiği ülke sayısını çoğaltarak hem enerji piyasası hem de ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlamaya özen göstermiştir. Öyle ki 2011’de ham petrol ithal ettiği ülke sayısı sekiz iken bu rakam 2012 ve 2013’te dokuz, 2014’te on bir, 2015’te on, 2016’da dokuz ve 2017’de on üç olarak kayıtlara geçmiştir. Bunun yanı sıra söz konusu dönemde Türkiye’nin petrol ürünleri ithal ettiği ülke sayısında da artış gerçekleşmiştir.
İran aynı zamanda Türkiye’nin en fazla doğal gaz ithal ettiği ikinci ülkedir. Türkiye fiili olarak Aralık 2001’den bu yana İran’dan yılda 10 milyar metreküpe yakın doğal gaz almaktadır.
Yirmi beş yıl süreyle alım garantisi sağlayan “al ya da öde” (take or pay) sözleşmesi gereği Türkiye çeşitli nedenlerden ötürü İran doğal gazını ithal etmeyi durdursa dahi ödemesini yapmakla yükümlüdür. Bununla birlikte gerekli altyapının tesis edilmesinin kısa vadede mümkün olmaması nedeniyle Türkiye’nin İran’dan ithal ettiği yıllık 10 milyar metreküp gazı bir başka tedarikçiden sağlaması mümkün görünmemektedir. LNG olarak ithal edilen miktarlar boru hattı aracılığıyla ithalatı gerçekleştirilen gaz miktarlarına göre düşüktür. Farklı bir ülkeden boru hattı aracılığıyla gaz almak ise projelendirme aşaması, anlaşma sağlanması, boru hattı inşası gibi süreçler nedeniyle uzun yıllara yayılabilir. Bu sebeple İran’dan doğal gaz tedarik etmeyi sürdürmek Türkiye için kısa vadede en uygun seçenek olarak görünmektedir.
Bu noktada İran’ın doğal gaz sektörünün ve ticaretinin yaptırımlara konu olmadığını belirtmek gerekmektedir. Ancak doğal gazın uluslararası piyasa koşullarına uygun hale getirilmesi amacıyla petrol fiyatları üzerinden ve kontratlarda aksi belirtilmedikçe Amerikan doları ile ücretlendirilmesi yaptırımların dolaylı yoldan ülkenin doğal gaz sektörü ve ticareti üzerinde de etki yaratabileceği kanaatini oluşturmaktadır. ABD’nin İran’ı dolarla ödeme trafiğinden dışlama çalışmaları birinci aşama yaptırımlarda zaten ortaya çıkmıştı.
Birçok ülkeyle olan ticari ilişkilerini yeniden gözden geçiren Trump yönetiminin İran doğal gazı dahil büyük ölçüde Türkiye’nin doğal gaz ithalatını gerçekleştiren devlet kuruluşu BOTAŞ’ı kara listeye alması söz konusu olabilir. Bu durumda BOTAŞ yaptırımlara uyarak almadığı gazın parasını İran’a ödemek ya da İran’dan doğal gaz ithal etmeyi sürdürmek ve ABD ile ilişkilerini kesmek arasında seçim yapmaya zorlanabilir. Fakat Türkiye’nin 2016’dan bu yana ABD’nin ihraç ettiği LNG’nin Avrupa’daki en büyük alıcısı olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Bu açıdan bakıldığında Trump yönetiminin BOTAŞ’a yönelik olumsuz bir karar verme ihtimali zayıflamaktadır. Türkiye’nin ABD’nin tek taraflı yaptırımları karşısında İran’dan doğal gaz almayı kesmek yerine buna devam etme yönünde bir irade sergilediği de bilinmektedir.
Türkiye’nin yaptırımlara konu olan İran’dan yaptığı petrol ithalatı Mayıs ayında ABD’den gelen açıklamalar neticesinde düşüş eğilimine girmiştir. Türkiye’deki ham petrol ithalatının tamamını gerçekleştiren TÜPRAŞ, Trump yönetiminin İran’ın petrol sektörüne yönelik yaptırım uygulayacağını açıklamasının ardından İran’dan tedarik ettiği petrol miktarını piyasayı dengeleyebilmek adına kademeli olarak azaltmaya başlamıştır. Nisan 2018’de henüz İran yaptırımları açıklanmadan önce TÜPRAŞ’ın İran’dan ithal ettiği ham petrol miktarı toplam ham petrol ithalatının yüzde 67’sine karşılık gelirken söz konusu miktar Mayıs’ta yüzde 51’e, Haziran’da ise keskin bir düşüşle yüzde 15’e gerilemiştir. Temmuz ve Ağustos’a bakıldığında sırasıyla yüzde 38 ve yüzde 31’lik rakamlarla karşılaşılmaktadır.
Ancak Türkiye’nin bir önceki yaptırımların en sert seviyeye ulaştığı yıllarda dahi İran’dan petrol ithal etmeyi bırakmaması bu kez tek taraflı uygulanan yaptırımlar karşısında petrol almayı sürdüreceği sinyallerini vermektedir. Ayrıca yine yaptırımların söz konusu olmadığı Ocak 2018 rakamlarına bakıldığında İran’ın yüzde 38’lik payı göze çarpmaktadır. Bu da ithalat miktarlarının dönemsel farklılık gösterebildiğinin bir işareti olarak yorumlanabilir. İran 2011’den bu yana Türkiye’nin en fazla ham petrol ithal ettiği ilk iki ülkeden biri olmuştur. TÜPRAŞ’tan gelen açıklamalar da İran’dan petrol ithalatının sürdürüleceği yönündedir.
Durum bir de teknik açıdan ele alındığında kalite ve kimyasal bileşenler açısından birbirine en çok benzeyen petrollerin Ortadoğu ülkelerinde bulunduğunu belirtmek gerekir. Yani İran petrolünün en uygun ikamesi yine bir Ortadoğu ülkesinin petrolü olabilir. Ayrıca Ortadoğu petrollerinin diğerlerine göre daha ucuz olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. Bu sebeplerden ötürü Türkiye’nin azalan İran petrol ithalatından doğacak açığı yine bir Ortadoğu ülkesi petrolü ile doldurması, Irak ve Suudi Arabistan’dan ithal ettiği ham petrol miktarını yeniden artırması beklenmektedir. Ayrıca Türkiye son yıllarda yükselen petrol talebiyle birlikte enerji arz güvenliğini de sağlamak adına ham petrol tedarik ettiği ülke sayısında çeşitliliği artırmıştır. Dolayısıyla pazar alternatifi önceki yıllara göre daha fazladır. Gelinen noktada üst düzey devlet kademesi karar alıcılarının dış politikada enerji arz güvenliğini önceleyen politikalarının etkisi de mutlaktır.
Türkiye’nin İran yaptırımlarına uymaması halinde karşılaşabileceği olumsuzluklar da söz konusudur. ABD Başkanı Trump’ın “İran ile iş yapan ABD ile iş yapamaz” şeklindeki açıklamaları Türkiye-ABD arasındaki ticari ilişkilerin olumsuz etkilenebileceğinin sinyallerini vermektedir. 2017’de ABD’den 12 milyar dolara yakın ithalat gerçekleştiren Türkiye aynı yıl ABD’ye 8,6 milyar dolarlık ihracat yapmıştır.66 Yaptırımlara uyulmaması halinde Trump yönetiminin Türkiye’den gerçekleştirdiği ithalat miktarını düşürmesi olasıdır. Ancak iki ülke arasındaki ilişkilerde farklı belirleyicilerin bulunduğu da unutulmamalıdır. Son dönemde Brunson gerekçe gösterilerek gerilen ilişkiler yakın zamanda yumuşama sürecine girmiş, Trump’ın Türkiye’ye karşı tutumunda farklılaşma gözlemlenmiştir. Ayrıca enerji özelinde Türkiye, ABD’den görece az miktarda petrol ürünleri ithalatı gerçekleştirse de Avrupa’daki en büyük Amerikan LNG’si müşterisidir, bu da Türkiye’yi daha önemli kılmaktadır. Türkiye’nin ABD ile olan ikili ilişkilerini İran yaptırımlarını ayrı tutarak sürdürmesi 5 Kasım’da devreye giren İran’ın petrol sektörüne yönelik yaptırımlardan muaf tutulmasında etkili olmuştur. Trump yönetimi ve Iran Action Group ile yoğun bir diplomasi trafiği yürüten Türkiye geçmişte olduğu gibi yaptırımlar süresince miktarı azaltarak İran’dan petrol ithal etmeyi sürdürecektir. Ancak muafiyetin geçici bir süreliğine geçerli olacağı göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin petrol ithalatını sıfıra düşürmeyi mi yoksa mümkün olan en az miktarda gerçekleştirmeyi mi seçeceği konusu belirsizdir. Bu süreçte Türkiye’nin İran ile ticari ilişkilerini sürdürmek adına Washington yönetimi ile temaslarına devam etmesi beklenmektedir. Brunson davası döneminde Türkiye’ye uygulanan yaptırımların da 2 Kasım’da kaldırılması bu olasılığı güçlendirmektedir. Obama döneminde olduğu gibi Türkiye, enerji piyasasının ve dolayısıyla ekonomisinin istikrarını koruyabilmek adına İran’dan yaptığı enerji ithalatına devam etmeyi seçebilir. Bağımsız dış politika anlayışı çerçevesinde ülkelerle ilişkilerini birbirinden farklı düzlemlerde yürütmeye çalışan Türkiye’nin ABD ile ilişkilerine aralarında öneme sahip olan noktalara vurgu yaparak devam etmeye çalışması mevcut durumda her iki tarafın da lehine görünmektedir.