Madencilik politikaları partiler üstü bir anlayışla oluşturulmalı
Madenciliğin geliştirilmesinin ülke ekonomisi için önemi, bu alanda yapılan yatırımların da önemini artırıyor. Yapılacak yeni yatırımların önünün açılması için madencilik politikalarının partiler üstü bir anlayışla ele alınıp oluşturulmasını ve sektörün önünün açılması için mevzuat ile ilgili düzenlemelerin yapılmasını bekleyen madencilerin beklentisi ise tüm tarafların beklentilerine cevap veren bir mevzuatın hayata geçirilmesidir. Konu ile ilgili görüşlerini aldığımız Türkiye Madenciler Derneği Başkanı Ali Emiroğlu, önemli açıklamalarda bulundu.
Madencilik sektörünün geldiği noktayı ve gelecek beklentilerinizi aktarır mısınız?
Öncelikle şu konuya vurgu yapmak isterim, pandemi sürecinden ilk derinden etkilenen sektörlerden biri madencilik sektörü oldu. Bu durumun en büyük nedeni pandeminin Çin’de başlaması oldu. Bizim maden ihracatımızın önemli bir kısmı, özellikle doğal taşın yarıya yakın miktarı Çin’e gidiyor. Dünyadaki en büyük maden cevher alıcısı da yine Çin’dir. ABD ile ticaret savaşının üstüne, covid-19 salgını da Çin’de başlayınca Çin çok daha derin etkilenmiş oldu. Bütün kapılarını kapadı. Büyük oranda Çin’e bağlı olan madencilik sektörü de ilk şoku yaşadı. Türk madencilik sektörü açısından baktığınızda altıncı aydan sonra toparlanmaya başladık. İhracat rakamlarında düzelmeler oldu. Doğal taşta düşüşler yaşansa da metal fiyatlarında ve taleplerindeki artışlar ile 2021 yılı ihracatı sadece %1 kayıpla 4,27 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu toparlanma süreci halen devam ediyor. Pandemi sürecinin nereye doğru gideceği net olarak belli olmadığı için sorunlar da devam ediyor. Genel anlamda bir düşüş olsa da diğer sektörlerle karşılaştırdığınızda daha iyi bir noktadayız.
Pandemi süreci yerli kaynaklarında önemini ortaya çıkardı ve burada maden ürünlerinin önemi arttı deniliyor. Bu durum sektöre yansımadı mı?
Pandemi sürecinde bizlerin yanında tüm dünya ham madde kaynaklarının ülke için, ülke sanayisi için ne kadar önemli olduğunu anladı. Madenciler olarak biz kendi sanayimizin bu kaynakları kullanmasının ne kadar önemli olduğunu tabii ki biliyorduk. Sanayinin devamlılığı açısından da ham madde kaynakları büyük önem taşıyor. Bizim sanayimizin yerli kaynakları kullanması da madenciler açısından son derece önemlidir. Türkiye cam, seramik, boya, demir çelik, kimya, kağıt, döküm, Çimento, kireç ve bunlar gibi bir çok sanayi kolunda yerli kaynakların kullanımı çok önemlidir. Dünya ticaretinin durduğu, ham maddelerinin yurt dışından sağlanamadığı, ya da fahiş fiyatlarla sağlanabildiği bir dönemde kendi kaynaklarımızın önemli olduğunu bu dönem çok daha iyi kavradık.
Cumhurbaşkanı çevre maden ilişkisini dile getirdi, bu konuda çevre ve maden ilişkisini Türkiye belli bir seviyeye getirebildi mi?
Türkiye Madenciler Derneği ve maden firmaları olarak kendimize şöyle bir yolu seçtik, önce insan, sonra çevre ve en son madencilik . Bu bizim için önemlidir. İnsan da bizim insanımız, çevre de bizim çevremiz, madende hepimizin. Tabii ki madenleri üreteceğiz, insanı önceleyeceğiz ve çevreyi de koruyacağız. Tabii ki bunu da topluma aktarmak zorundayız. Toplumda şu anda madencilere karşı farklı algı var, bu algıyı değiştirmemiz gerekiyor.
Çevreyi samimi duygularla savunan insanlara da hak veriyoruz, fakat hem madeni hem de çevreyi birlikte savunacağız. Türkiye’nin geleceği açısından madenlerin ne kadar önemli olduğu gerçeğini tüm toplumun içselleştirmesi için çok çalışmamız, doğru bilgileri tüm şeffaflığı ile aktarmamız ve bilinmesini sağlamamız gerekiyor. Biz ikisini birlikte yürütmez zorundayız. Yani hem madenlerimizi işleteceğiz, hem de çevremizi koruyacağız.
Ülkemizde madencilik faaliyetinin sonlandığı bir çok alanlarda çok iyi rehabilitasyon örnekleri var. Bu her geçen gün daha da artıyor. Tabii ki eksiklerimiz de var. Ancak biz sektör olarak bu eksiklerimizi gidermek ve çevre bilincini üst seviyeye getirmek için var gücümüzle çalışıyoruz.
Burada çevre, halk, madenci ve kamu açısından bakacak olursak doğru bir üretim modeli nasıl oluşabilir?
Burada insanı ve çevreyi önceleyen bir üretim modelinin doğru olduğunu belirtmiştim. Öncelikle toplumun madencilik sektörüyle ilgili algısı çok önemlidir. Bu konuda madenciler olarak bize de çok önemli görevler düşüyor. Bu konuda eksik kaldık. Madencilikte çok güzel örneklerimiz var, fakat yeterince anlatamadık. Doğru yapılanları topluma anlatmalıyız. Toplumda geleceğinden şüphe eden, yaşadığı yerin yok olacağını düşünen, sıkıntı duyan veya sularının zehirleneceğini düşünen insanlara doğruları aktarmalıyız. Bunları da açık ve şeffaf bir şekilde anlatmalıyız. Bir bölgede ağaç keseceksek ne kadar keseceğimize de anlatmalıyız. Buradaki madenin çalışması sürecinde risklerin ne olduğunu, firmaların aldıkları önlemleri ve nelerin yapılması gerektiğini ve maden çalışması bittiğinde ne yapacağımızı anlatmalıyız. Eksiklerimiz var mı, var tabii fakat çok iyi işletilen madenlerimiz de var. Madenciliğin artılarını da eksilerini de anlatmalıyız. İşletme bittikten sonra da bölgeyi nasıl doğaya kazandırdığımız da göstermemiz gerekiyor. Bu algıyı biz tek başımıza düzeltemeyiz. Bunu devletle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve samimi çevre örgütleriyle birlikte yapabiliriz. Hem çevreyi korumak hem de madeni işletmek zorundayız. Madenciliğin ne olduğunu topluma yeterince anlamadık. Madencilik sektörü partiler üstü, siyaset üstü şeklinde ele alınmalıdır. Biz sonuçta özel sektör olarak devletin varlığını işletiyoruz, bize ruhsat veriliyor ve devlet adına işletiyoruz. Anayasaya göre madenler toplumun ve devletin varlığıdır. Bu yüzden madencilik sektörü siyasete alet edilmemesi gerekiyor. Maden firmalarında da bu konuda eksiklikler yok mu, çevre örgütleri soru soruyor cevap vermeyen maden firmaları bulunuyor. Sonrasında da Soma kazası olduğunda bütün sektör zan altında kalıyor. İnsanlar bilmediği şeylerden korkuyor. Eksiklerimiz mutlaka var, tüm işletmeler aynı mantıkla çalışamayabiliyor. Ama Soma faciasından sonra iş sağlığı ve güvenliği konusunda çok önemli çalışmalar yapıldı. Devletin denetlemeleri de daha da çok arttı. Tabii ki bu bir süreçtir. İşçi sağlığı ve güvenliği kültürünün oluşması gerekiyor. Bir kültürün gelişimi de süreçtir ve bugün bu sürecin başladığını söyleyebilirim. Devletin denetimleri de bu kültürün artmasını sağlıyor. Eksikliklerimiz var fakat bu da değişecek. Halen her yerde siyanürle altın arandığı yazılıyor, biz bu söylemlere düzeltmeler göndermemize rağmen, açıklamalar yapmamıza rağmen böyle aktarılıyor ve biz artık bunun iyi niyetli olduğunu düşünmüyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde ve Türkiye’de de böyle bir arama yöntemi yoktur. Biz şeffaf ve açık olarak yapılan işlemleri halka aktarmak zorundayız.
Madencilik sektörüyle ilgili sürekli bir yasa çalışması hazırlanıyor, halen eksik kalan noktalar mı var?
Yasal mevzuatlar sadece maden kanunuyla ilgili değil, maden, orman, çevre gibi madencilik sektörünün her alanıyla ilgili sürekli bir değişim yaşanmaktadır. Biz sektör olarak bu durumdan son derece rahatsızız. Bu mevzuatların değişmesiyle beraber yatırımlar sekteye uğruyor. Hem yerli hem de yabancı sermaye olarak madencilik sektörüne yatırımlardan çekiniyoruz. Bu değişikliklere neden ihtiyaç duyuluyor? Bazı şeyler zamanla sektörün ihtiyaçlardan kaynaklanıyor, bazı değişiklikler tepkilerden doğuyor, örneğin Soma faciasından sonra birçok şey değiştirildi ve yanlış ve çok ağır yaptırımlar da sektöre getirildi. Biz bunları sürekli söylüyoruz. Bazı çevre eylemlerinden etkileniliyor ve buna bağlı olarak değişikler yapılıyor. Fakat dengesini biz halen oluşturamadık. Dengeli bir mevzuatın oluşmasını sağlayamadık. Bir madeni işletmek için 5-6 Bakanlık ve 27 kurumdan izin alıyoruz ve tüm kurumlar tarafından da denetleniyoruz. Her bir kurumun birbirinden bağımsız ayrı bir mevzuat çıkarmasına değil, tek bir yerden hepsini kapsayacak şekilde düzenleme yapılması gerekiyor. Aksi takdirde sektör sürekli küçülüyor ve rakamlarda bunu teyit ediyor. Madencilik ülkemizin ekonomik olarak büyüdüğü dönemlerde de küçülüyor. Bu acı bir durumdur.
Yasal değişiklikler sonrası mı yatırımcılar kaçıyor?
Yasal değişikliklerinin getirdiği ruhsat güvencesinin azalmasına bağlı olarak yatırımcılar tereddüt yaşıyor, yatırımlar erteleniyor ya da vazgeçiliyor. Bizim sektörümüzde ruhsat demek her şey demektir. Ruhsatınızı kaybettiğinizde yaptığınız bütün yatırımları kaybediyorsunuz. Bugün fabrika kurduğunuzda ve bir hata yaptığınızda cezasını çekiyorsunuz fakat kimse gelip sizin fabrikanızı elinizden almıyor. Bizde ise durum öyle değildir. Bütün bakanlıkların iki dudağı arasındayız. Bir şey olduğu zaman ömrünüzü verdiğiniz, emek verdiniz, yatırım yaptığınız ve gelecek beklediğiniz her şeyinizi kaybediyorsunuz. Bu kadar riskli bir alana da kimse de yatırım yapmak istemiyor. Tek sorun bu değil tabi. Bunun dışında izin süreçleri var. Bunun için enerji bakanlığından onay alıyorsunuz, Çevre Bakanlığından, orman bakanlığından onay ve izin alıyorsunuz, Orman Genel Müdürlüğü’nden onay alıyorsunuz, il ve ilçe kurumlarından onay alıyorsunuz, turizm, kara yolları, belediyeler, kültür, tarım, DSİ ve bunun gibi 24 kurumdan bir tanesi olumsuz görüş verse bizler çalışamıyoruz. Bunların izin süreçleri ise çok uzun sürüyor. Özellikle Orman İşletmeleri’nin süreçleri 1-2 yıl sürüyor. Yine bu izin süreçlerinin şeffaf olmaması da çok büyük bir sorundur. Bugün orman alanlarının madencilik sektörüne tahsil ettiği alan sadece binde üç seviyesindedir. Bunun %60’ı da aslında ağaç olmayan, bozuk ve çok bozuk baltalık diye tabir edilen alanlardır. Tabii bunları toplum sadece kesilen ağaçların madencilik için olduğunu görüyor. Oysa kereste için de, kağıt için de, mobilya sektörü içinde ağaç kesiliyor. Ülkemizde her yüzbin ağacın sadece bir tanesi madencilik sektörü için kesiliyor.
Madencilik sektörünün oluşturduğu ekonomiye de görmek gerekiyor. Bugün altın sektöründe ortalama 8-10 milyar Dolarlık ithalat yapıyoruz, bu rakamın bir kısmını ülkemizde üretemez miyiz?
Türkiye her yıl ortalama 8 milyar Dolarlık altın ithalatı yapıyordu. 2020 yılında altın fiyatlarının yükselmesi ve pandemi sürecindeki belirsizlik altına olan talebi arttırdı. Yıl sonu itibariyle 24 milyar Dolarlık altın ithalatı gerçekleşti.
Geçen yıl 37 ton altın çıkarıldı, 2020 yılında altın üretimi 42 ton olarak gerçekleşti. Eğer projelerin önü açılırsa çok kısa sürede yılda 100 ton altın üretebiliriz. Bu ülkenin varlıklarını tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi mutlaka ekonomiye kazandırmak zorundayız.
Enerji bakanı sektörü geliştirmek istediğini belirtiyor.
Enerji bakanımızın da, Mapeg’inde sektörü geliştirmek istediğinin bilincindeyiz. Bakanlık düzeyinde işlerimiz son derece hızlı ilerliyor. Fakat sadece tek bakanlıkla çalışmıyoruz.
Enerji bakanlığı bazen kesilen cezaları arttırıyor. Bu cezalar yeterli düzeyde mi?
Birine sadece ceza vererek düzeltemezsiniz. Ceza miktarlarına baktığınızda aslında yeterince caydırıcıdır. Burada hapis cezası da var. Devlet denetleyici, yol gösterici olmalıdır. Ruhsat iptali, hapis cezası gibi cezalar var. Bunlar çok ağır cezalar. Sektöre yatırımları engelleyen cezalar. Projeler için Finans bulmak mümkün olmuyor. Burada önemli olan bilincin ve kültürün gelişmesidir.
Varlık Fonu Maden A.Ş’yi kurdu ve sektörde yer aldı. Siz bu gelişimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Kamu kurumlarının stratejik madenler dışında ayrıcalıklı olarak ruhsat alması ve özel sektöre rakip olmasını doğru bulmuyoruz. Bor gibi, uranyum gibi stratejik madenler için tabi ki devletin işletmeleri olmalıdır. Örneğin nükleer için devletin kendi işletmesi olmalıdır. Ama bunun dışında özel sektörün karşısına rakip algısı oluşturacak şekilde ruhsatlar almasının, özel sektörün madenciliğe olan ilgisini azaltacağına inanıyoruz. MART2021