Önce insan ve çevre, sonra madencilik

Ülke kalkınmasında önem arz eden alanların başında gelen madencilik, ülkemizde uzun yıllar ihmal edilmiş olsa da zengin kaynakların değerlendirilmeye başlanması oldukça sevindirici bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle altın konusunda önemli bir potansiyele sahip olan Türkiye, kaynağını 2000’li yılların başlarına kadar değerlendiremedi. Çevre konusundaki hassasiyetler ön plana çıkartılarak altım madenciliği önü kesilmeye çalışılsa da yapılan çalışmaların sağlıklı bir şekilde yürütülmeye çalışılması ile altın madenciliğinin önü açıldı. Bu çerçevede çalışmalarına devam eden Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret AŞ, yeni yatırımlarla yoluna devam ediyor. Altın madenciliğinin ülkemizdeki geçmişi, bugünü ve geleceği ile ilgili görüşlerini aldığımız Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yılmaz, tüm içtenliği ile sorularımızı yanıtladı.

Madencilik alanında yanlış anlamaların azaldığı bir dönem yaşanıyor. Konu ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?

Benim Tüprag’da otuzuncu senem ve bu süre içerisinde önce insan sonra çevre sonra madencilik diyerek yolumuza devam ettik. Ama maalesef çevre ile ilgili konuların farklı bir çerçevede algılanmasından dolayı Türkiye çok zaman kaybetti. 2001 yılına kadar topraklarında altın olup da işletmeyen tek ülkeydi. Topraklarımızda altının varlığının tespiti 80’li yılların başıydı. Nereden baksanız on on beş yıl kaybettik. Bu kaybın ana gerekçesi ise çevreye zarar verileceği düşüncesiydi. Eğer çevreye zarar verildiği tezi doğru olsaydı madenin çıkarılmaması hususuna hiçbir itirazım yok ama bu tez doğru değildi. İnsanlar bilmediklerinden korkar ve bu konuda da bilgi ile hareket edilmediği için ortaya çıkartılan korkular bu sonucu doğurdu.

Art niyetli yaklaşımların da olduğunu söyleyebilir miyiz?

Tabii art niyetli yaklaşımlarda vardı, hatta ideolojik yaklaşımlardan da bahsedebiliriz. Bu yaklaşımlarda Türkiye’nin kaybına neden oldu. Türkiye topraklarında en fazla altın olan ülkelerden biri olmasına rağmen 2001 yılına kadar bunu çıkaramadı. Dünyada 6500 ton rezervle ikinci sıradayız. Diğer taraftan rezerv zenginliğimizi dünyada en fazla altın tüketen ikinci ya da üçüncü ülke konumunda olmamız hususu ile beraber değerlendirildiğinde dışa bağımlı bir durumda tüketimi karşıladığımız gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu noktada biz kendi topraklarımızdaki altını çıkartmak için harekete geçtiğimizde altın ithal ettiğimiz ülkelerle sorunlar yaşamaya başladık. Onların sivil toplum örgütleri ülkemize gelerek çevre konusundaki hassasiyetleri gündeme getirdi. Ancak bu durum zaman içerisinde sağlıklı yaklaşımlarla düzeltildi ve bu işi yapan bizim gibi firmaların çevre ile uyumlu bir şekilde işlem yaptığı anlatılınca bu etkiler azaldı.

Son dönemde bu tepkilerin azalması da aktardıklarınızın önemini gösteriyor.

Türkiye mevzuatlarda yaptığı ciddi değişikliklerle 2005 yılından sonra çevre ile ilgili kaygıları aştı. Bunun sonrasında ise Türkiye bir sıçrama yaparak potansiyelinin farkına vardı. Ben ODTÜ’de öğrenciyken rahmetli Ayhan Erler hocamız hocamız ülkemizde tek başına 100 tondan fazla altın ihtiva eden yataklar var dediğinde, Türkiye’nin potansiyelinin 6500 tonun üzerinde olduğunu söylediğinde, hocamız biraz abartıyor mu acaba diye düşünüyorduk. Akabinde biz şirket olarak Uşak Kışladağ’daki Avrupa’nın en büyüğü olan dünyada da ilk on beş içerisine girecek olan maden rezervini tespit ettik. Kışladağ’da 2006 yılından buyana üretimdeyiz.

Rezervin ne kadarını çıkardınız?

Kışladağ’da bugüne kadar 70 tonun üzerinde bir üretim yaptık. Bu örnekten yola çıkarak Türkiye’nin bu konuda büyük bir potansiyeli olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla ülke olarak bu potansiyelimizi göz ardı etmemeliyiz. Bunun yanında ticaretin ve madenciliğin genel kuralı olan malın para ettiği zaman satılması hususunu da göz ardı etmemeliyiz.

Tepkiye altının çıkarılması noktasında itiraz edilen husus siyanür ile yapılan üretimdi. Bu konuda bir değerlendirme alabilir miyiz?

Dünyada yaklaşık sekiz yüz dokuz yüz civarında altın madeni işletilmektedir. Bunların büyük çoğunluğunda  siyanürleme ile altın üretimi yapılmakta. Bizden önceki kuşaklar gözle görülür altını çıkartmışlar, bize ise gözle görülmeyen ancak yeni teknoloji siyanürleme ile çıkarılabilen kısmı kalmıştır.

2000’li yılların başında belli düzenlemeleri yaptıktan sonra inanılmaz bir atak yaptığını görüyoruz. Bu hususun detaylarını sizden alabilir miyiz?

Türkiye bahsettiğiniz tarihten sonra altın üretiminde inanılmaz bir atak yaptı. Sıfır olan altın üretimini yıllık 33 tona kadar çıkardı. Avrupa’da en fazla altın üreten ülke pozisyonuna geldik. 2013 yılına kadar bu trend böyle devam etti. 2013 yılında ülkenin dinamikleri doğrultusunda yaşananlar, bizim sektörümüzde de bazı endişelerin oluşmasına neden oldu. Bazı üreticilerin bağlantılarından dolayı sıkıntılar yaşandı. Biliyorsunuz on beş temmuz sürecine kadar gelen bu durum, ülkemizde bazı şeylerin değişmesine neden oldu. Biriler bu ülkede yasal olmayan bir şeyler yapmaya çalışıyordu, dolayısıyla devletinde önlemler alması gayet doğaldır. Bu önlemler doğrultusunda ortaya çıkarılan titiz ortam yatırımların yapılmasını geciktirmeye başladı. Bu ortamda bizim altın üretimimiz 24 tona kadar geriledi. 2017 yılı itibari ile bu sözünü ettiğimiz elemeler taramalar birazcık sonuçlanmaya başlayınca tekrar sektörün önü açıldı. Enerji Bakanlığı ile yaptığımız en son toplantıda da bazı sorunların giderilmesi için çalışmalar yapıldığının ifade edilmesi gelecek için bizi umutlandırdı. Tabi bu noktada Ekonomi Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Orman Bakanlığı’nın sorunları çözme noktasında ciddi destek verdiklerini söylememizde fayda var diye düşünüyorum. Gelinen noktada sektörün önünün açık olduğunu düşünüyorum.

33 ton rakamlarını kısa sürede tekrar ulaşabilir miyiz?

Üç beş yıl içerisinde o rakamlara ulaşacağımız kanaatindeyim. Hatta o rakamların çok daha üzerine çıkacağımızı düşünüyorum. Bunun birçok nedeni var ama geçmişten günümüze baktığımızda 2001 yılında Bergama’da bu çalışmalar başladığında bu sektörde sadece yabancı yatırımcıların yatırım yaptığını görüyorduk ancak bugün birçok yerli büyük firmanın bu alana yatırım yaptığını görüyoruz. Bu durum sektörün önünün ne kadar açık olduğunun göstergesidir.

Sektörün tamamına bakıldığında 4 milyar dolar yatırımdan bahsediliyor.

Sadece bizim Türkiye ölçeğinde 1986 yılından günümüze yatırımımız bulunmakta. Ayrıca önümüzdeki dönemler için de düşündüğümüz ilave yatırımlar söz konusu. Bundan sonra da Eldorado Gold olarak Türkiye’de yeni sahalara yatırım yapmayı ve yeni istihdam imkanları sunmayı arzuluyoruz. Altın fiyatlarının artacağını düşünüyorum. Bu ortamda da yeni yatırımlar yapmak bizim için daha cazip olacaktır. Altın fiyatlarının yükseleceğini düşünmeme sebep olan en önemli etken ise altının yatırımcı için güvenli bir liman olarak algılanmasıdır. Diğer taraftan ABD’de yaşanan belirsizlikler altının fiyatını artırmaya devam edecektir.

Türkiye her sene dışarıdan 200 ton altın ithal ediyor ama 150-160 tonunu da işleyip tekrar ihraç ediyor. Kuyumculuk sektörümüz inanılmaz gelişmiş durumdadır. Dolayısıyla dışarıdan aldığımız altının tamamını biz üretecek olursak. Bu kaynağımız ülke ekonomisine daha fazla katkı sağlar hale gelecektir.

Madencilik denilince iş güvenliği konusu ön plana çıkıyor. Bu konuda ki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Çalışan personelimizin performans değerlendirmesinde en önem verdiğimiz şey iş güvenliğidir. İş güvenliğinde 2 milyon saat kayıp zamanlı kazasız muhteşem bir rekora sahip olduk. Madencilikte çok basit bir şeyi göz ardı etmek sadece sizin değil çalışma arkadaşlarınızın da hayatını tehlikeye sokar. Buradan yola çıkarak önce iş güvenliği dedik. Yabancı sermayeli firmalarımızın ülkemize en büyük katkılarından biri de iş güvenliği kültürünü ülkemize getirmeleridir. Bizim madenlerimizde kazaların çok olması bu kültürün yerleşmemiş olmasındandır.. Biz şirket olarak iş performansına önemli kriterler koyduk ve yapılan yanlışın arkadaşı tarafından engellenmesi ona artı puanlar kazandırmaktadır. Oluşacak kazada da aynı şekilde kaza olmadığı zaman üretimden elde edilen bonuslar, sadece kazayı yapan değil diğer çalışma arkadaşlarının da kaybettiği bir durum oluyor. Dolayısıyla üretimdeki herkes birbirinin polisliğini yapıyor.

Konunun bir başka boyutu da eğitim, eğitim olmadan insanların birbirini uyarması da güç olmaz mı?

Bilgi mevcut ve bu bilgiyi alabilmek için şirketlerin bu konu ile ilgili bütçe ayırması lazım. Üretimi bütçelerken iş güvenliği ve çevre ile ilgili bir gider kalemi yoksa yaşanacak sorunları gidermek mümkün değil. Uluslararası firmalarda bu konuda oldukça titiz, çünkü bu firmalar dünyanın birçok yerinde maden işletiyor ve dünyanın herhangi bir yerindeki madeninde ortaya çıkacak sorun diğer tüm maden sahalarını da etkiliyor. Ortaya çıkacak negatif haber firmaların borsa değerlerini anında düşürüyor ve firmalar büyük kayıplar yaşıyorlar. Dolayısıyla uluslararası firmalar aktardığımız nedenlerden dolayı bu konularda çok hassas oluyorlar.

Çevre ve iş güvenliği hususunda her şeyi tam yapsanız da sorun yaşayabiliyorsunuz. Bunun nedeni nedir?

Madenciliği ne kadar bilirseniz bilin, işinizi de ne kadar titiz yaparsanız yapın, madenciler insanların arka bahçelerinde çalıştığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyor. O nedenle madeni işlettiğiniz bölge insanının sizin ne yaptığınız ile ilgili bilgi alma hakkı olduğunu kabul etmelisiniz. İnsanlar bilmediğinden korkuyor. O nedenle insanları bilgilendirmek gerekir. İnsanlar kafasındaki soruları soracak ve tatmin edici cevapları alacak. Karşılaştığımız örneklerden yola çıkarsak bölge insanına birileri bizim işletmelerimizin çevreye vereceği zarar nedeni ile çocuklarının burnu olmayacağı, çocuklarının olmayacağı, civcivleriniz üç ayaklı doğacağı söylendi. Biz o zaman Bergama’da kıyametler koparken, biz Uşak’ta yöre halkı ile iyi bir iletişim ağı kurarak sorunların üstesinden geldik. Sorunları giderirken insanların bizi kendileri gibi olduğunu görebilmelerini sağladık. İnsanlarda güveni zedelememek için iyiyi de kötüyü de olduğu gibi bizden duymalarını sağladık. Örneğin problemli bir durum yaşanmış ve siz bu durumu köylüden saklamaya çalışırsanız güven ortamı zedelenir ve iletişimin kopar. Bir diğer husus bu tür işletmelerde yöre insanının önceliğinin olmasıdır. Bizim bu noktada her iki işletmemizde de çalışanlarımızın %80’i o bölge insanıdır. Zorlukları yok mu, var. Ancak bu zorlukların üstesinden gelerek yola devam etmek gerekir. Bu yaklaşımlar insanlara sizi doğru anlamasını sağlayacaktır. Aksi takdirde dışarıdan gelen kötü niyetli insanların yaratacağı bilgi kirliliğine engel olamazsınız. 

EYLÜL 2017