Ortadoğu’da Çin Yatırımları

MUHARREM HILMI ÖZEV – DENIZ İSTIKBAL

Siyasi istikrarı muhafaza, ekonomik büyümede süreklilik, iç işlerine karışmama prensibi ve toprak bütünlüğüne bağlılık temelinde gelişen Çin-Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkiler Çin Komünist Partisi’nin dış politikada istikrar ve refah olgularına verdiği öneme işaret etmektedir. İki tarafın kazançlı çıktığı ticari, sosyal ve siyasi ilişkiler diplomatik iş birliğini geliştirirken Arap Baharı sonrası bölgenin ihtiyaç duyduğu siyasi güven ortamına katkı sunmaktadır. Oluşan bu zemin Pekin yönetiminin enerjiyi istikrarlı ve sürekli bir şekilde ithal etmesini mümkün kılarken Çin Halk Cumhuriyeti yaptığı yatırımlar ile bölge ülkelerinin kalkınmasına finansal destek sağlamaktadır. Enerji sektörü başta olmak üzere ulaşım ve çelik sektörlerinin ön plana çıktığı Çin’in Ortadoğu yatırımlarında daha çok enerjinin güvenli bir şekilde Çin’e ulaştırılması amaçlanmaktadır. Bu amaç doğrultusunda Ortadoğu ülkeleri arasındaki problemlerde pasif bir tutum takınan Çin gerekli durumlarda iş birliği olgusunu ön plana çıkararak ekonomik kalkınma, refah ve istikrar gibi daha pozitif şartlara vurgu yapmaktadır. KYG’nin başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi için kritik bir konumda olan Ortadoğu bölgesi aynı zamanda Çin’in imalat sanayiinin ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarına sahiptir. Mevcut tedarik hatlarının zarar görme ihtimaline paralel olarak ihracat üzerinden gelişim gösteren Çin kalkınma girişimi herhangi bir istikrarsızlık ortamından negatif olarak etkilenecektir.

Kırk yıllık süreçte ekonomik alanda birçok başarıya imza atan Çin dünya genelindeki yatırımlarını 2005-2019 arasında 1,985 trilyon dolara taşımıştır. Bu yatırımlardan yüzde 11,7’lik pay alan Ortadoğu bölgesi enerji sektörünün etkili olduğu bir dış ticaret profili ile diğer ülkelerle ticari ilişki kurmaktadır. 2018 rakamlarına göre Çin’in dış ticaretinde yüzde 5,8’lik pay ile yedinci en büyük ticari ortak olan Ortadoğu ülkeleri enerji kaynakları açısından dünya ekonomisinde stratejik bir konuma sahiptir. Halk devrimleri ve ekonomik krizlere maruz kalan bölge ülkeleri açısından Çin iç işlerine karışmayan bir aktör olarak değerlendirilmesi gereken küresel oyuncular arasında bulunmaktadır. Bu analizin ilk bölümünde Çin ile Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkilerin tarihsel arka planı incelenirken ikinci bölümde ise Pekin yönetiminin bölge ülkelerine yatırımları, taraflar arasındaki ilişkilerin stratejik önemi ve enerji sektörü ekonomi politik bir yaklaşımla analiz edilmektedir. Sonuç kısmında ise yatırımların siyasi, ekonomik ve diplomatik ilişkilere yansımaları değerlendirilmektedir.

ORTADOĞU’DA ÇİN:GEÇMİŞ, GELECEK PERSPEKTİFİ VE

ALTERNATİF AKTÖRLER Yirminci yüzyıla iç karışıklık ve istikrarsız hükümetler ile giren Çin, İkinci Dünya Savaşı’nda Japon işgaline ve daha sonrasında da iç savaşa maruz kalmıştır. Mao öncülüğünde yönetimde sağlanan istikrar diplomatik ilişkilerde izolasyon politikasını beraberinde getirirken 1970’lerin sonuna kadar Çin dış ilişkilerini minimum düzeyde tutmuştur. Bu politikanın bir sonucu olarak Ortadoğu ülkeleri ile ilişkiler daha çok ideolojik yakınlık nedeniyle gelişme göstermiş ancak sınırlı bir seviyede kalmıştır. 1978’de Deng öncülüğünde başlatılan dışa açılım politikası tarım, sanayi ve teknoloji gibi alanlarda gelişmeyi beraberinde getirmiştir. 1980-2000 arasında aşamalı olarak gelişen ikili ilişkiler 2000’den sonra hızlı bir şekilde ticari ve siyasi alanda ön plana çıkmaya başlamıştır. İpek Yolu Projesi sonrası Çin kredi ve yatırımlarının arttığı Ortadoğu’da birçok ülke Pekin ile en büyük dış ticaret partneri haline gelmiştir. Ekonomik alanda gelişen ilişkiler diplomaside tarafları daha fazla iş birliğine itmiş ve birçok kurumsal organizasyon faaliyete geçmiştir. Bu organizasyonlar arasında Uygulamalı Stratejik İşbirliği Platformu kritik bir konuma sahipken Çin pek çok bölge ülkesi ile ikili ilişkileri stratejik ortaklık düzeyine taşımıştır.

Dünya enerji kaynaklarının yüzde 60’ından fazlasına sahip Ortadoğu bölgesi son yıllarda bir dizi halk hareketleriyle sarsılmıştır. Halk hareketlerinin ortak noktası demokrasi talebi olurken siyasi istikrara önem veren bölge ülkeleri toplumsal düzenin tekrar sağlanabilmesi için şiddete başvurmuştur. Şiddet sarmalının Suriye, Yemen, Libya ve Irak gibi ülkelerde iç savaşa neden olması yeni demokrasi taleplerinin geri plana düşmesine ve istikrarın tekrar ana gündem maddesi haline gelmesine sebep olmuştur. İstikrar ve rejimlerin güvenliği Ortadoğu ülkeleri için dış ilişkilerin temel dayanakları arasında bulunmaktadır. Bu dayanakların sağlam temeller üzerine oturtulması için ABD, Rusya ve Çin gibi ülkeler ile geliştirilen ilişkiler kritik bir konuma sahiptir.

Çin ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkilerin uzun tarihsel bir geçmişe sahip olduğu görülmektedir. Kadim İpek Yolu başta olmak üzere birçok alanda gelişim gösteren Çin-Ortadoğu ilişkileri günümüzde farklı parametrelerin olduğu bir ilişkiler ağına evrilmiştir. Bu değişimin başlıca nedenleri arasında ABD’nin eski dönemlere kıyasla bölgeye müdahil olmak istememesi etkilidir. Çin’in günümüz Ortadoğu ülkeleri ile diplomatik ilişkilerine bakıldığında karşımıza bazı temel yaklaşımlar çıkmaktadır. Bu yaklaşımlar arasında iş birliği ve ortak kalkınma, istikrar, uluslararası arenada ortak hareket, Tayvan sorununa pasif tutum, terör ve aşırılıklarla mücadele, yatırım ve ticarette iş birliği, enerji, uzay, altyapı, finans ve sivil nükleer çalışmalarda koordinasyon gibi birçok alan bulunmaktadır. Birçok alanda iş birliğine giden Çin ve Ortadoğu ülkelerinin en fazla önem verdikleri olgular ise istikrar, güvenlik ve ortak kalkınma gibi somut kavramlardır.

Çin’in kurulmasının ardından başlayan ikili ilişkiler 1956-1990 arasında karşılıklı açılan elçilikler ile diplomatik alanda gelişim göstermiştir. Soğuk Savaş döneminde Pekin yönetiminin sosyalist ülkeler ile geliştirdiği ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilere bağlı olarak gelişen Ortadoğu- Çin ilişkileri her ülkeyle aynı düzeyde olmamıştır. Özellikle Irak, Suriye ve Mısır gibi ideolojik olarak Çin ile benzer yapılara sahip olan ülkeler ikili ilişkilerde daha fazla öne çıkmıştır. 1978’de başlayan Çin’in ekonomik olarak dış açılım süreci ise ikili ilişkilerin boyutunu ve çehresini değiştirmiştir. Bu değişim beraberinde ticari ilişkilerin siyasi ilişkilerin önüne geçmesini sağlamıştır Çin’deki ekonomik kalkınmaya bağlı olarak artan enerji ihtiyacı ise Ortadoğu ile Çin arasındaki ilişkilerin enerji güvenliği merkezli bir konjonktüre doğru ivme kazanmasına sebep olmuştur. 1991’den itibaren net enerji ithalatçısı ülke konuma gelen Çin’in en fazla enerji tedarik ettiği ülkeler ise Ortadoğu ülkeleridir. Hem enerji kaynaklarına yakınlık hem de enerji kaynaklarının bolluğu nedeniyle tercih edilen Ortadoğu ülkelerinin Çin’in enerji ithalindeki payı son dönemde görülen düşüşe rağmen kritik önemini muhafaza etmektedir.

2004’te kurulan Çin-Arap Ülkeleri İşbirliği Forumu sonrası daha kurumsal hale gelen ilişkilerin birçok alanda gelişmesi 2010’da Çin’in yeni dış politik hamleleriyle daha fazla görünürlük kazanmıştır. Körfez İşbirliği Konseyi ile de ikili ilişkilerin stratejik bir yapıya kavuşturulması taraflar arasındaki problemlerin diyalog yoluyla çözümünü kolaylaştırmıştır. İkili ilişkilerin kurumsal örgütler aracılığıyla derinleştirilmesinin temel nedenleri arasında artan dış ticaret hacminin kritik bir önemi vardır. 2005’te 60 milyar düzeyinde gerçekleşen Çin-Ortadoğu ülkeleri ticari hacmi 2018’de 268 milyar dolara kadar yükselmiştir (Grafik 1). Çin’in daha çok enerji ürünlerini (petrol ve doğal gaz) ithal ettiği, Ortadoğu ülkelerinin ise teknoloji gerektiren imalat sanayii mallarını tercih ettikleri görülmektedir. Dış ticaretin ikili ilişkilerde önem arz etmesine ek olarak yeni tip uluslararası ilişkilerin inşası için çaba sarf eden Çin farklı sahalarda iş birliğini geliştirme niyetindedir. İç işlerine ka-rışmama prensibi ve barışçıl kalkınma modeline vurgu yaparak dış ilişkilerde yeni açılımlar gerçekleştiren Çin –Batılı ülkelere kıyasla– sömür-geci bir tarihsel geçmişe sahip değildir. Mevcut olgular ikili ilişkilerin gelişmesinin temel itici faktörleri arasında bulunmaktadır.

Çin ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkiler siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda daha fazla öne çıkarken ikili ilişkilerde silah ticaretinin payı hem her iki taraf açısından alternatiflere işarettir. Yıllara göre değişiklik göstermekle birlikte Çin’in toplam silah satışları içinde yüzde 5-20 arasında farklılık gösteren Ortadoğu ülkelerinin payı küresel silah ticaretinde önemli bir konuma sahiptir (Grafik 2). Dünya silah ithalatında önemli bir paya sahip olan Ortadoğu ülkeleri artan bölgesel çatışma ortamına paralel olarak daha fazla silah alımına gitmektedir. Çin açısından ikili ilişkileri daha kurumsal ve güvenilir hale getirmek için değerlendirilebilecek olan Ortadoğu silah pazarı bölgesel iç çatışmaların arttığı bir ortamda daha önemli bir konuma gelmiştir.

Çin ve Ortadoğu ülkeleri arasında kültür, eğitim, düşünce kuruluşları, öğrenci değişimi, tarımda iş birliği, gençlik organizasyonlarında değişim ve turizm gibi alanlarda da ortak hareket etme isteminin olduğu söylenebilir. Ekonomik ve siyasi alandaki ilişkilerin halklar arasına taşınabilmesi için yukarıda değinilen iş birliği alanları önemlidir. Özellikle yerelde daha fazla ortak çalışma yapmak isteyen Çin, Ortadoğu ülkelerine büyük önem affetmektedir. Bu önemin temel çıktıları arasında uluslararası kuruluşlarda ortak hareket ve ekonomik yatırımlar bulunmaktadır. Çin ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkilere genel olarak bakıldığında ikili ilişkilerin enerji sektörü başta olmak üzere her alanda geliştiği görülmektedir. Bu gelişmenin bir sonucu olarak uluslararası alanda daha fazla iş birliğine giden taraflar ticari ilişkileri farklı alanlara taşıma niyetindedir.

Yirmi birinci yüzyılın en büyük kalkınma projesi konumunda olan KYG, Ortadoğu ülkeleri için stratejik yatırım hamlelerine işarettir. 2013’te ilan edilen Yeni İpek Yolu, eski dönemlerde kritik ticaret yollarının kesişim noktası olan Ortadoğu için önemlidir. 2013’ten itibaren Suudi Arabistan, Mısır, İran ve Irak gibi ülkelere KYG çerçevesinde yatırımlar yapan Pekin yönetimi enerji ve ulaşım sektörleri başta olmak üzere birçok alana finansal destek sağlamıştır. Marshall kalkınma yardımlarına kıyasla daha büyük bir kalkınma girişimi haline gelen KYG 2013-2020 arasında 730 milyar dolarlık bir yatırım stokuna erişmiştir. Ortadoğu ülkeleri bu yatırımlardan 80 milyar dolara yakın bir miktarda pay almıştır. Hızlı tren hatları, kara yolları ve çeşitli altyapı yatırımlarıyla Avrupa’ya uzanması planlanan KYG, Ortadoğu ülkeleri için yeni ekonomik fırsatlar barındırmaktadır. Bu fırsatların daha görünür hale gelmesi için Çin-Ortadoğu ülkeleri arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi ve daha kurumsal bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Taraflar da bu konuda farklı alanlarda çaba sarf etmektedir.

Batı Asya’da Çin’in en büyük ticari partneri haline gelen Suudi Arabistan, Ortadoğu’da bölgeyi domine eden güçler arasındadır. Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) yaşayan 200 binden fazla Çinli, Asya ve enerji ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Mısır’da Sisi’nin iktidara gelmesinin ardından artan Pekin merkezli yatırımlar 2013 sonrası 20 milyar doların üzerine çıkmıştır. İsrail ile gelişen askeri, siyasi ve ticari ilişkiler ise ABD’nin stratejik partnerleri ile Çin’in ikili ilişkilerini hükümetler seviyesine taşıdığına işarettir. ABD’nin 1950’ler sonrası Güney Kore, Japonya, Tayvan ve Almanya örneklerinde olduğu gibi sunduğu kalkınma örneklerine kıyasla Çin iç dönüşüme siyasi olarak değil ekonomik olarak odaklanmaktadır. Bölgenin ihtiyaç duyduğu sosyal, ekonomik ve siyasi dönüşüme öncülük yapmaktan kaçınan Washington yönetimi ise Pekin gibi yeni bir yatırım hamlesini sunabilecek seçeneklerden uzaktır.

DÜNYADAÇİN YATIRIMLARIVE ORTADOĞU

İç işlerine karışmama, karşılıklı kazan kazan ve ekonomik alana odaklanma temelinde gelişim gösteren Çin dış politika yaklaşımı birçok bölgede ikili ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamıştır. Dünya genelindeki yatırımlarını finans krizi sonrası hızla artıran Çin ilişki kurduğu ülkelere ekonomik destek, yatırım ve kredi sağlarken ikili ilişkilerde iç işlerine karışmama prensibini benimsemiştir.Karşılıklı kazan kazan anlayışına bağlı olarak daha fazla ön plana çıkan Ortadoğu- Çin ilişkileri dış ticaret ve yatırım gibi iki temel olgu üzerinden ilerlemektedir. Diplomatik alanın ikili sorunların çözümünde sıkça kullanılması dış ticaret ve yatırım üzerinden gelişen ilişkilerin önemli çıktılarındandır. Çin’in Ortadoğu ülkelerindeki yatırım stokunun eriştiği 223 milyar dolarlık hacim ikili ilişkilerin ekonomik alanda iyi bir seviyede olduğunu göstermektedir. Liman, demir yolu, kara yolu, hava yolu ve enerji tesisleri gibi birçok altyapı projesi ile bölgeye katkı sunan Çin, KYG ile yatırım ve ikili ilişkilerini daha stratejik bir boyuta taşımıştır. KYG’nin geçiş yolu üzerinde bulunan Ortadoğu bölgesi aynı zamanda Süveyş Kanalı ile kritik ticaret yollarını içinde barındırmaktadır. Sadece enerji değil aynı zamanda turizm ve altyapı gibi sektörlerde de potansiyel yatırım sahalarına sahip Ortadoğu ülkeleri istikrar olgusu üzerinden dış politik hamleler geliştirmektedir. Bürokratik yapıların güçlü olduğu Ortadoğu ülkeleri dış politika ve ekonomi alanlarında tarihsel kökenlere dayanan davranışlara sahiptir. Bu davranışların rejimin meşruiyeti ve devamlılığı üzerine yoğunlaşmasının ise Çin ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişiminde önemli bir rolü bulunmaktadır.

Çin’in dünya genelindeki yatırımlarına bakıldığında karşımıza 2005-2019 arasında 1,985 trilyon dolarlık bir yatırım stoku çıkmaktadır. Enerji, ulaşım ve emlak sektörleri başta olmak üzere birçok alanda yatırım yapan Çin en fazla Avrupa ve Afrika gibi bölgelere yatırımlar gerçekleştirmiştir (Tablo 1 ve Grafik 3). Sahra Altı Afrika’da bulunan gelişmemiş ve diğer ülkelerin yatırım yapmaktan çekindikleri bölgelere yatırım yapan Çin altyapı ve ulaşım gibi sektörleri daha çok tercih etmektedir. Bu sektörlere daha fazla yatırım yapılmasında birçok Afrika ülkesinin yeterli düzeyde ekonomik gelişmeyi sağlayamaması etkilidir. Her bölgenin gerekli koşullarına göre yatırım gerçekleştiren Çin, Ortadoğu bölgesinde ise yüzde 42 ile en fazla enerji sektörüne yatırım yapmıştır. Enerji sektörünü ulaşım ve emlak sektörleri izlemektedir. Ortadoğu bölgesine yapılan yatırımlar ile Çin’in dünya genelinde en fazla yatırım yaptığı sektörlerin benzer olduğu görülmektedir (Tablo 1).

Çin’in Ortadoğu’da yatırım yaptığı sektörlere bakıldığında dış ticari ilişkiler ile yatırımların yakından alakalı olduğu anlaşılmaktadır. Çin’in Ortadoğu ülkelerinden en çok ithal ettiği ürünler arasında enerji sektörü ağırlıklı mal grupları bulunmaktadır. Petrol ve petrolden üretilen ürünlerin başı çektiği ithal mal grupları Çin’in Ortadoğu ülkelerindeki yatırım yaptığı sektörler ile benzerdir. İthal ürünler arasında yüzde 75’lik paya sahip olan enerji ve enerji mamullerini yüzde 8’lik pay ile organik kimya ürünleri takip etmektedir. Aynı şekilde Çin’in Ortadoğu ülkelerine yaptığı yatırımlarda enerji yüzde 42 ile birinci, ulaşım da yüzde 18 ile ikinci en fazla yatırım yapılan sektörlerdir.

Tablo 2’de Çin’in Ortadoğu ülkelerine olan toplam yatırımlarının miktarı ve payları görülmektedir. Tablodaki bilgilerden hareketle Çin’in en fazla yatırım ve ticaret yaptığı Ortadoğu ülkelerinin benzer olduğu anlaşılmaktadır. Çin’in izlemiş olduğu yatırım ve dış ticaret politikasının diplomatik ve siyasi ayaklarına bakıldığında ise stratejik bir yaklaşımı benimsediği söylenebilir. Siyasi ilişkilerde iç işlerine karışmama, diplomatik ilişkilerde iş birliği ve ortak hareket etme, ticari ilişkilerde karşılıklı kazan kazan anlayışı ve yatırımlarda diğer yaklaşımlarla bağlantılı olarak yapılan kritik projeler Çin’in Ortadoğu politikasının birbirleriyle bağlantılı dört temele dayandığına işarettir. Bu dört temel yaklaşım ikili ilişkilerin gelişmesine katkı sunan en önemli etmenler olarak öne çıkmaktadır. Hükümetler düzeyinde iyi bir seviyede olan ikili ilişkilerin halklar düzeyine yansıması ise uzun dönemli politikalar ile hayata geçirilebilecektir.

ENERJİ GÜVENLİĞİ VE ÇİN YATIRIMLARI

Çin 1963-1993 döneminde enerji bakımından kendi kendine yeterli bir ülke durumundadır. Öyle ki 1978’de ihracata dönük ekonomiye geçiş kararı alan Çin başlangıçta sanayileşme için gerekli sermayeyi 1985’te 30 milyon ton ile zirveye ulaşan enerji ihracatı ile sağlamıştır. Zaman içerisinde ekonomi ve sanayinin gelişmesiyle Çin 1993’ten itibaren net enerji ithalatçısı bir ülkeye dönüşmüş, 2011’de ise dünya enerji tüketiminde birinci sıraya yükselmiştir. Çin’in mevcut petrol ve doğal gaz kaynaklarının azalması ve verimliliğinin düşmesi yeni bulunan enerji kaynaklarına olan ihtiyacını artırmıştır. 2000’lerde Çin artan küresel enerji talebinin yüzde 40’ından sorumlu olmuş ve 2008 öncesinde enerji fiyatlarının zirve yapmasında büyük rol oynamıştır. 2014’te enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 60 civarında olan Çin 2018’de tükettiği petrolün yüzde 70’ini ithal etmek durumunda kalmıştır. 2019’a gelindiğindeyse Çin günlük 9 milyon varillik petrol ithalatı ile küresel enerji sisteminin en önemli üyelerinden biri haline gelmiştir. Bu ortamda Çin’in Ortadoğu ülkelerinden yaptığı petrol ithalatı 1998’de günlük 330 bin varilden 2018’de günlük yaklaşık 4 milyon varile yükselmiştir. Bununla birlikte bölgenin 2008’de Çin’in petrol ithalatındaki payı yüzde 60 iken bu oran 2018’de yüzde 43’e düşmüştür.

1990’ların başından itibaren net enerji ithalatçısı bir ülkeye dönüşen Çin, sanayi sektörü başta olmak üzere gelişen ekonomisi için gerekli enerjinin ülkeye akışını uzun vadede güvence altına almak amacıyla önlemler almaya başlamış, öncelikle kömür, nükleer, petrol, doğal gaz ve yenilenebilir kaynaklar gibi sektörlerde kendi enerji kaynaklarını geliştirme çabasına girmiştir. Ne var ki kalabalık nüfusu ve gelişen ekonomisi karşısında kendi enerji kaynaklarının yetersiz kalması, özellikle petrol üretiminin düşmesi ve yeni kaynaklar geliştirilememesi üzerine Çin Ortadoğu ülkelerinden gittikçe artan miktarlarda enerji ithal etmek durumunda kalmıştır. Tablo 3’te Çin’in petrol ithalatı yaptığı ülkeler gösterilmektedir. Çin’in petrol ithal ettiği ilk beş ülkeden üçünün Ortadoğu bölgesinde bulunması bölgenin Pekin yönetimi için ne derece bir önemi haiz olduğunu işaret etmektedir. Özellikle iç siyasi karışıklıklarla mücadele eden bölge ülkeleri Çin’in enerji ithalatına zarar verebilecek potansiyele sahiptir. Bu nedenle Pekin yönetimi, Ortadoğu’daki rejimlerin istikrarına önem vermekte ve ikili ilişkileri geliştirmeye çaba harcamaktadır.

Çin’in petrol ithalatında Ortadoğu’nun 2005’te yüzde 40 civarında olan payı mütemadiyen düşerek 2018’de yüzde 35 civarında gerçekleşmiştir. Bu oran bile Çin’in enerji güvenliği bağlamında Ortadoğu’nun orta ve uzun vadede önemli rol oynamayı sürdüreceğini göstermektedir. Nitekim Çin 2013 itibarıyla Ortadoğu’dan, diğer herhangi bir bölgeden ithal ettiği petrolden daha fazlasını, toplam petrol ithalatının yüzde 60’ını ithal etmiştir. 2019’da ise Çin günlük 9 milyon varillik petrol ithalatının yaklaşık yüzde 43’ünü Ortadoğu ülkelerinden gerçekleştirmiştir. Ayrıca Çin’in 2019’da Suudi Arabistan’dan gerçekleştirdiği ithalat yüzde 44 oranında artmıştır. Bunun temel nedeni Suudi petrol devi Aramco’nun piyasa payını artırmak için izlediği agresif politika olmuş ve İran’a uygulanan ambargonun genişletilmesi de bu artışa katkı sağlamıştır. Tablo 4’te 2005-2018 döneminde Çin’in Ortadoğu’dan petrol ithalatı için ödediği tutarlar gösterilmektedir.

1993’ten günümüze enerjide dışa bağımlılığı gittikçe artan Çin, Ortadoğu ülkelerinin de içinde bulunduğu enerji üreticisi ülkelerle bir dizi anlaşma imzalamıştır. Zaman içerisinde bu anlaşmalar güncellenmiş ya da bunlara yenileri eklenmiştir. Bu anlaşmalar orta ve uzun vadeli enerji ticaretini güvence altına almanın yanında enerji rezervine sahip ülkelerde enerji yatırımlarına dönüşmüştür. Tablo 5’te 2005-2019 arasında Çin’in en fazla enerji yatırımı yaptığı ülkeler görülmektedir. Tablodan hareketle enerji yatırımlarının ulaştığı 792 milyar dolarlık hacim ile Çin’in dünya enerji piyasasında önemli bir konuma geldiği söylenebilir. Mevcut enerji yatırımlarında Ortadoğu ülkelerinin ulaştığı 96,24 milyar dolarlık stok ise bölge ülkelerinin Pekin yönetimi için stratejik bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.

Çin’in Ortadoğu’dan petrol ithalatında İran’ın da içinde bulunduğu Basra Körfezi’ne kıyısı bulunan ülkeler kilit rol oynamaktadır. Sudan gibi Çin’in enerji yatırımı yaptığı ülkelerin de Körfez ülkelerinin bölgesel politikalarının etkisi altında olmaları Suudi Arabistan’ın Çin’in enerji güvenliğindeki merkezi rolünü ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Ortadoğu’da Filistin- İsrail meselesi, İran nükleer sorunu, Suudi Arabistan-İran gerilimi gibi siyasi meselelere tarafsız kalıp sırf ekonomik karşılıklı bağımlılık ve kazanç bağlamında hareket etmek isteyen Çin’in bu amacını gerçekleştirmesi gerek bölgesel sorunların niteliği gerekse ABD-Çin ilişkilerinin gittikçe gerilimli bir hal alması nedeniyle oldukça zor görünmektedir.

Bu ortamda Çin’in enerji güvenliği sorununu kalıcı olarak çözmesi ülke içi kaynakları işleyen rezervleri dönüştürmekle ve ülke dışı kaynaklara erişimi güvence altına almakla mümkün olabilecektir. Çin’de mevcut rezervler oldukça yaşlandığı için üretim maliyetleri küresel fiyatlarla rekabet etme kabiliyetini her geçen gün kaybetmektedir. Çin’in kaya gazı ve petrolü gibi geleneksel olmayan (unconventional) alanlarda çok geniş kaynaklara sahip olduğu bilinmektedir. Ancak bu kaynakların yer altı yapılarının çok karmaşık olması en azından kısa vadede bu kaynaklardan yararlanmayı güçleştirmektedir. Üstelik bu kaynakların büyük bir kısmı Tarim sahası gibi “Sincan sorunu” nedeniyle taşımacılık bakımından son derece riskli bölgelerde yer almaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirme bakımından da Çin dünyada öncü ülkeler arasındadır ama bu alanla ilgili gelişmelerin henüz Ar-Ge aşamasında bulunması ve maliyetlerin çok yüksek olması nedeniyle geleneksel enerji kaynaklarına tam bir alternatif olma noktasından oldukça uzak gözükmektedir. Bu nedenle Çin ülke içi kaynakların geliştirilmesinde nükleer ve kömür gibi kaynaklara ağırlık vermektedir. Ancak bu iki kaynaktan enerji üretimi çevre hassasiyeti ve uluslararası ticaretin sorunsuz sürdürülmesi noktasında problem oluşturmaktadır. Bu nedenle Çin orta ve uzun vadede enerji güvenliğini sağlamak amacıyla enerji ticareti anlaşmaları kadar Ortadoğu ülkelerinin de içinde bulunduğu ülkelerde enerji yatırımlarına ağırlık vermiştir. Grafik 4’te Çin’in enerji yatırımı yaptığı Ortadoğu ülkeleri ve miktarları görülmektedir.

Enerji fiyatlarının ortalama 100 doların üzerinde seyrettiği 2009-2014 döneminde Çin mevcut enerji şirketleri ile birleşme ve satın alma stratejisi izlemiş ve sonrasında petrol fiyatlarındaki aşırı düşüş nedeniyle ekonomik cazibesini kaybeden bu stratejiyi terk etmiştir. Ortadoğu’daki geniş enerji kaynaklarının küresel pasta payı dikkate alındığında Çin’in bölgedeki enerji yatırımlarının düşük düzeyde kaldığı tespiti yapılabilir. Bunun nedeni ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batılı ülkelerin bölgedeki enerji kaynaklarını geliştirme ve işletme konusunda gerekli yatırımlara yüz yılı aşkın bir süre önce başlamış olmalarıdır. Bu açıdan Çin’in Ortadoğu’da son dönemde kayda değer yatırım faaliyeti yürüttüğü anlaşılmaktadır. Öte yandan Çin, ekonomik etkileşime önem veren, siyasi ve stratejik meselelerden uzak bir imaj sergilemeye çalışan kendine özgü dış politika ilkeleri çerçevesinde artan enerji ihtiyacının karşılanmasında en önemli bölgeler arasında yer alan Ortadoğu’ya dönük bütünleşik bir strateji geliştirmek yerine Cibuti’de askeri bir üs açmak, Birleşmiş Milletler’in bölgesel misyonlarına katkı sağlamak ve bir dizi yatırımı içeren bir portföy oluşturmakla yetinmiş gözükmektedir. Bu yöntemin kısa vadede Çin’in bölgesel politikalarını belirlemeye devam edeceği tahmin edilebilir.

ORTADOĞU’YA JEOSTRATEJİK YAKLAŞIM:ASYA YÜZYILI VE ÇİN

Günümüzde Ortadoğu adı verilen bölge insanlık tarihi boyunca ticari, siyasi ve kültürel açıdan stratejik önemini korumuştur. Bölge üç semavi dinin doğum yeri ve kutsal mekanlarının merkezidir. Üç kıtayı birbirine bağlayan ticaret yollarının kavşak noktasında olması geleneksel dönemlerde bölgeyi önemli bir çekim merkezi haline getirmiştir. Sömürgeciliğin gelişmesi ve Sanayi Devrimi ile birlikte bölge başta İngiltere, Rusya ve Fransa olmak üzere tüm büyük güçlerin daha fazla dikkatini çeken bir coğrafyaya dönüşmüştür. Yirminci yüzyılın başından itibaren dünya enerji rezervlerinin büyük bir bölümünün bu bölgede keşfedilmiş olması bölgenin stratejik önemini daha da artırmıştır. Bölge ülkelerinin önemli bir kısmının petrol gelirlerine kavuşması ise bölgenin stratejik önemini zirveye taşımıştır. Çünkü petrolden elde edilen sermayenin merkezi haline gelen bölge sanayileşmiş ülkeler için hem pazar hem de yatırım alanı haline gelmiştir.

Son dönemde küresel üretimin ve ekonominin başta Çin olmak üzere Asya ülkelerine kayması ile birlikte Ortadoğu bölgesi Doğu-Batı rekabetinin odak noktalarından birine dönüşmüştür. Ayrıca KYG için kara ve deniz geçişleri açısından bölge merkezi bir noktada bulunmaktadır. Ortadoğu bölgesi KYG için tasarlanan altı koridordan Kuzey Afrika’ya uzanan koridorun tam üzerinde, Avrupa ve Afrika’ya uzanan koridorların ise yakınında yer almaktadır. Nitekim Çin bölge ülkeleri ile (Filistin-İsrail, Katar-Suudi Arabistan, Suudi Arabistan-İran gibi) saflaşmalarda taraf tutmaksızın stratejik ortaklık ilişkileri geliştirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla Çin hem ihracatı için sahip olduğu pazarları genişletmek hem de bu bölgedeki enerji kaynakları kadar enerji ihracatı sayesinde biriktirilen sermaye yatırımlarından aldığı payı da artırmak için bölgeye özel bir önem atfetmektedir. Ne var ki bölge ülkelerinin Batılı ülkelerle tarihi, siyasi, diplomatik ve ekonomik ilişkilerinin derinliği bölgeyi Çin ile Batılı ülkeler arasında stratejik bir cepheye dönüştürmektedir.

Çin, Ortadoğu’daki ekonomik çıkarlarını geliştirirken bölgede Batı tarafından oluşturulan güvenlik mimarisini kullanmaya devam etmektedir. Diğer bir deyişle Çin’in Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki faaliyetleri ekonomik alanla sınırlıdır. Çin stratejik ve siyasi konularda sınırlı adımlar atmakta ve Batılı ülkelerle ters düşmemeye özen göstermektedir. Öte yandan ABD’nin bölgede Soğuk Savaş döneminde inşa ettiği ve günümüzde ağırlığını koruyan askeri mevcudiyeti bölge ülkelerinin Çin ile askeri ve siyasi ilişkilerini derinleştirmelerini engellemektedir. Buna rağmen Çin’in bölgedeki giderek artan etkisi ABD ve Avrupa ülkelerinde ciddi bir endişe kaynağı haline gelmiştir. Çünkü önümüzdeki dönemde Çin’in bölgede derinleşen ekonomik çıkarlarını korumak için siyasi ve askeri angajmanlara da girebileceği düşünülmektedir. Denilebilir ki Suriye başta olmak üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki nüfuzunu artıran Rusya, Batılı ülkeler tarafından Çin’e karşı bir denge unsuru olarak görülmekte ve bu nedenle Moskova’nın bölgedeki faaliyetleri bir ölçüde görmezden gelinmektedir. Körfez ülkeleri, Lübnan, İsrail ve bazı Kuzey Afrika ülkelerinin KYG bağlamında kazandıkları önem Çin’in bu ülkelerle daha etkin bir şekilde ilgilenmesini beraberinde getirmiştir. Suriye, Lübnan, Libya ve Yemen krizlerinde bu durumun etkilerini görmek mümkündür. Son dönemde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Lübnan ve Irak’a gerçekleştirdiği ziyaretler sırasındaki açıklamaları bu savın doğruluğunu yani Fransa’nın bu ülkelere ilgisinin temelde Çin’in MENA bölgesindeki faaliyetlerini sınırlama amacı güttüğünü göstermektedir.

Soğuk Savaş döneminde Çin’in Ortadoğu politikası emperyalizm karşıtlığı ve Filistin davasının desteklenmesi gibi ilkeler üzerinden seyretmiştir. 1990’lardan itibaren ise Çin tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu ülkelerine karşı da ekonomik karşılıklı kazanç ve iç işlerine müdahale etmeme gibi ilkeler temelinde bir politika izlemeye başlamıştır. Bu çerçevede bölgede İran, Suudi Arabistan ve İsrail gibi birbirine rakip ülkelerle ekonomik fayda temelli ilişkilerini geliştiren ama bölgesel siyasi sorunlardan olabildiğince uzak duran bir ilişki tarzı geliştirmeye çalışmıştır. Bu politikanın doğal sonucu olarak bölgedeki mevcut “statükoyu korumak” Çin’in temel dış politika hedeflerinden bir haline gelmiştir. Nitekim Çin, Tunus ve Mısır’da başlayıp tüm Ortadoğu’yu etkisi altına alan “Arap Baharı” hareketleri karşısında olabildiğince sessiz kalan ama bu mümkün olmadığında mevcut rejimleri destekleyen bir tavır takınmıştır. Bunun en çarpıcı örneği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye rejimi aleyhine alınan kararlarda Çin’in çekimser ya da ret oyu kullanması olmuştur. Çin’in bu tavrı bölgedeki otoriter rejimleri değiştirmeyi hedefleyen muhaliflerin tepkisini çekmiş ve Arap Baharı hareketlerinin Libya’ya sıçradığı günlerde olduğu gibi Çin’i farklı dönemlerde zor durumda bırakmış olsa da Ortadoğu’daki mevcut otoriter yönetimleri cezbetmiş, bu da Çin- Ortadoğu ülkeleri ilişkilerinin gelişmesine ya da kalıcılığına katkı sağlamıştır.

Diğer bir ifadeyle bölgede açılan Konfüçyüs Enstitüleri ve Çin üniversitelerinde sağlanan burs imkanları üzerinden Çincenin yaygınlaştırılması ve turistik ziyaretlerin karşılıklı olarak artırılması gibi girişimlerin yanında Çin’in dış politikada dayandığı “ekonomik karşılıklı kazanç” ve “iç işlerine müdahale etmeme” gibi ilkeler Pekin yönetimi için önemli bir “kamu diplomasisi” ve “yumuşak güç” aracı haline gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde Çin, liberalizmin ve Vestfalya ulus devlet sisteminin mevcut düzende cari ve etkin olan söylemlerini kendi ülke çıkarları için etkin bir biçimde kullanmayı başarmıştır. Bu “yumuşak güç” unsurunun Çin’in Ortadoğu bölgesindeki yatırımlarının korunması ve geliştirilmesi noktasında son derece etkili olduğu söylenmelidir. Öte yandan Çin’in Ortadoğu’daki demokratikleşme hareketlerinden “kötü birer örnek” olarak çekiniyor olması ihtimal dahilindedir. Bu durum sadece Ortadoğu’daki çatışan gruplar ile Uygur Türkleri arasındaki etkileşim açısından değil Çin’deki otoriter hatta totaliter rejimin geleceği açısından da önemli görüldüğü için Pekin yönetiminin Ortadoğu’daki otoriter rejimleri desteklediği ve bundan sonra da desteklemeye devam edeceği ileri sürülebilir. Öte yandan Ortadoğu bölgesi Uygur Türkleri için önemli kültürel ve toplumsal etkileşim merkezidir. Dolayısıyla Çin, Sincan bölgesinde uyguladığı politikalarda diplomatik ortamın uygun halde tutulması için Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerin sağlıklı bir zeminde devam etmesine özen göstermektedir.

Ankara’nın Uygur Türkleri ile ilgili olarak kullandığı dil ve Türk dünyası liderliği söylemi Çin’in Türkiye’ye çekinceli bir tavır geliştirmesinin temel sebebidir. Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin birçok Ortadoğu ülkesiyle sorunlar yaşamaya başlaması, Çin’in Ortadoğu ülkeleri ileilişkilerinde Türkiye aleyhine denge gözetmesini beraberinde getirmiştir.

Son döneme kadar İran’ın nükleer projesi nedeniyle Batılı ve Ortadoğulu ülkelerle yaşadığı problemler İran-Çin ilişkilerinin gelişmesi önündeki en önemli handikaplardan biri olarak görünmekteydi. Öyle ki Çin, İran nükleer projesi gibi önemli sorunlarda Tahran’ın değil Washington’ın görüşlerine daha yakın bir pozisyon benimsemekte, ABD tarafından uygulanan ambargo ve kuşatma politikalarına büyük ölçüde katılmaktaydı. 2020’nin Ağustos ayı içerisinde Çin ve İran arasında imzalanan kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması ile birlikte Çin’in Ortadoğu politikalarında ABD’den ayrışmaya başladığı gözlenmektedir.

Çin’in Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesi bölge ülkelerinde ABD’nin bölgesel taahhütlerinin sorgulanmaya başladığı bir döneme rastlamıştır. ABD’nin Irak’ı işgali ve Arap Baharı adı verilen süreçle ve özellikle bu sürecin Suriye ayağıyla ilgili ikircikli tavrı, İran ve P5+1 ülkeleri arasında imzalanan anlaşma karşısında Körfez ülkelerinin kendilerini Washington tarafından terk edilmiş hissetmeleri, kaya gazı ve petrolü teknolojilerin gelişmesinin ardından ABD’nin net enerji ihraç eden bir ülke haline gelmesi, Ortadoğu Stratejik İttifakı (MESA) adıyla bölgede NATO benzeri bir askeri ittifakı teşvik etmesi, Katar ve Suudi Arabistan arasında yaşanan kriz sırasında Washington yönetiminin takındığı ikircikli tavır gibi hususlar bölge ülkelerinin ABD’ye kuşkuyla bakmalarına ve kendilerine yeni müttefik aramalarına neden olmuştur. Bu sırada birçok bakımdan alternatif ülkeler olarak yükselen Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve Rusya gibi aktörler bölge ülkeleri açısından bir fırsat olarak görülmüş ve bu ülkelerin Ortadoğu’daki etkinlikleri artmıştır. ABD’nin buyurgan tavırları ile karşılaştırıldığında Çin’in daha eşitlikçi bir söylem kullanması bölgeye nüfuzunu kolaylaştırmıştır. Ortadoğu’daki petrol üreticisi ülkelerin enerji fiyatlarının düşmesi ve kaynakların tükenmesi gibi riskler karşısında ekonomilerini çeşitlendirme arayışları, toplumsal değişim ve dönüşüm taleplerini karşılamak üzere tek kaynaklı rantiye devlet uygulamalarını gözden geçirmeye çalışmaları, Ortadoğu ülkelerinin dış politikada alternatif arayışlarını güçlendiren hususlar olmuştur.

ABD’nin Ortadoğu politikalarının Çin’in bölgesel politikaları üzerindeki etkileri açısından bakıldığında her iki ülkenin bölgeye angaje olma nedenlerinin birbiriyle büyük ölçüde örtüştüğü görülmektedir. Bölgedeki enerji kaynaklarının küresel piyasalara sorunsuz bir şekilde aktarılması ve küresel ticaretin kesintiye uğramadan devam etmesi her iki ülkenin de çıkarları gereğidir. Bölgesel istikrarın devamı anlamında Suudi hanedanı başta olmak üzere bölgede statükoyu temsil eden rejimlerin ayakta kalması her iki ülkenin çıkarlarına hizmet ediyor görünmektedir. ABD bu bölgede İsrail’in güvenliğine büyük önem vermektedir. Çin de en azından ABD ile ilişkilerinin geleceği açısından İsrail ile ilişkilerini sağlam tutmaya çalışmaktadır. Bu noktada iki ülke politikalarının ayrıştığı ya da çeliştiği nokta ise Çin’in bölgede Amerikan hegemonyasını tehdit edecek kadar ileri gidip gitmemesi ile alakalı olacaktır. Bu hususu dikkate alan Çin’in İsrail, İran ve Mısır gibi ABD için önem taşıyan ülkelerle ilişkilerinde Amerikan politikalarına ters düşmemeye çalıştığı görülmektedir. Bu durum en azından kısa vadede Çin’in bölgesel politikalarının ABD’nin Ortadoğu politikalarından kaynaklanan sınırlandırmalara tabi olacağını göstermektedir. Bu noktada Pekin yönetiminin bölgede yürütmekte olduğu yumuşak güç inşası hedefi yeni koronavirüs (Covid-19) salgınının Çin’den başlayarak yayılması nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu bölgesinde de ağır bir darbe almıştır. Bu salgının Çin’in üretim ve ihracat faaliyetlerini sınırlaması neticesinde ekonomik faaliyetlerine vurduğu somut darbenin ötesinde salgın nedeniyle Çin’in ülke ve toplum olarak diğer toplumlar nezdindeki cazibesini kaybetmesi noktasında önemli rol oynadığını söylemememiz gerekmektedir. Nitekim salgın nedeniyle karşılıklı turizm ve eğitim faaliyetleri büyük ölçüde sınırlanmış gözükmektedir. Orta ve uzun vadede bu etkinin azalarak da olsa devam edeceği ve Çin’in Ortadoğu’daki etkinliğini kısıtlayacağı öngörülebilir. Çin’in Sri Lanka ve Maldivler gibi bazı ülkelere verdiği kredilerin geri ödenememesi üzerine –yapılan anlaşmalar gereği– bu ülkelerin önemli tesislerine el koyması “borç tuzağı” olarak adlandırılmaktadır. Borç tuzağı, petrol zengini olmayan Ortadoğu ülkelerinin önemli çekincelerinden birini teşkil etmekte ve Çin ile ilişkilerini geliştirmeleri önünde soru işaretleri oluşturmaktadır. OCAK2021