“Sıddık Yarman İstanbul”
Akademisyen kimliği ile yurtdışında ve yurtiçinde önemli keşiflere imza atmış biri olan Prof. Dr. Sıddık Yarman, yeni keşfi ile özellikle üst düzey yöneticilerin ihtiyaç duyduğu güvenli iletişimi sağlıyor. Uzun yıllar yurtdışında çalışmalar yapan Prof. Dr. Sıddık Yarman, şimdilerde Türkiye’nin özgün bilim ve teknolojisine katkı vermek için çaba sarf ettiğini ve yurtdışında gerçekleştirdiği keşifler için alınan patentlerin üzerinde “Sıddık Yarman İstanbul” yazmasının ise kendisini gururlandırdığını belirtiyor. Yapılan keşifle devletin içerisine sızmış veya sızmaya çalışan çetelerinde yarattığı güvenlik zafiyetlerinin önüne geçileceğini ifade eden Prof. Dr. Sıddık Yarman, sorularımızı yanıtladı.
Ülkemizde savunma sanayinin gelişimine tanıklık etmiş biri olarak, savunma sanayinin gelişimi ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?
Ben ABD’de uzun yıllar kaldım. O dönemde Cornell Üniversitesi’ndeki doktora tezim ABD Hava Kuvvetleri tarafından desteklendi. Çalışmalarımız sırasında da ABD Hava Kuvvetleri adına çok önemli keşifler yaptık. Bu keşifler çerçevesinde ABD Hava Kuvvetleri uçaklarının haberleşme sistemlerinin temel tasarımlarını gerçekleştirdik. Benim yaptığım keşiflerle ABD Hava Kuvvetlerine ait uydular çok daha rahat tasarlanır hale geldi. Yine o dönemde ABD ordusunun çok ciddi problemleri vardı. Tank üzerine anten takacaklardı ancak tank içerisinden antene gücü nasıl aktaracaklarını bilmiyorlardı. Antenler kısa olduğu için güç aktarmak çok zordu. Doktora tezimdeki bilgilerle imkânsız denilen bu sorunu çözdük ve ABD tanklarının kısa dalgalarla Pentagon’a haber gönderebilme yeteneğine kavuştu. Bu vesile ile ABD ordusunda tanınır, takdir edilir bir isim haline gelmiştik. Akabinde dünyanın ilk teknoloji şirketlerinden biri olan Radio Corporation of Amarica’nın araştırma merkezinde çalışmaya başladım. Çalıştığım merkez cennet gibi bir yerdi ve örnek aldığım birçok Nobelli bilim adamı ile yan yana çalışma fırsatı buldum. Sonrasında ABD’de yapmam gerekenleri yaptığıma kanaat getirip Türkiye’ye döndüm. Döndüğümde ise bana ilk sahip çıkan isim Aselsan’ın kurucu Genel Müdürü rahmetli Hacim Kamoy’du.
Savunma sanayinin de efsane isimlerinden biridir.
Haklısınız çok değerli bir isimdir, dahi bir insandır. Hacim abi beni o dönemde elektronik harp bölümündeki ekibin içerisine yerleştirdi. Bu vesile ile elektronik harp konusunda çalışmalara başladım.
Elektronik harp konusunda Mikes firması vardı. Fakat onlarda Aselsan’dan dertliydi. Sonrasında da Aselsan tarafından satın alındı. Yanlış mı hatırlıyorum?
Evet, oranın kurucusu da benim asistanım Engin Arıkan’dı. O dönemde kurulan birçok özel şirket kapandı. Bunun asıl nedeninin o dönemde bu alandaki kaynak yetersizliği olduğunu düşünüyorum.
Geçmişe dönersek Türkiye’ye dönüş yılınızı hatırlıyor musunuz?
Yanlış hatırlamıyorsam 80’li yılların ortalarıydı. Daha henüz şimdiki adı Savunma Sanayi Başkanlığı olan, Savunma Sanayi Müsteşarlığı kurulmamıştı. Yeni yeni özelleştirme çabaları başlamış, ülke farklı bir yapıya doğru ilerliyordu. Turgut Özal ve benim bilim adamı kimliği ile tanıdığım, askerlik arkadaşım Adnan Kahveci, savunma sanayini özel sektöre açmak isteklerini bana aktardılar. Aynı dönemlerde de Savunma Sanayi Müsteşarlığı da kuruldu. Bize de tecrübelerimize binaen Aselsan’a rakip bir firma kurmamız için teklif getirildi. Buradaki amaç devlet desteği ile yeni firmaların sektöre girmesi ve bu doğrultuda ordunun yeni kabiliyetler kazanmasını sağlamaktı. Getirilen teklif bizi oldukça şaşırttı. Biz bilim adamı olarak sermayesi olan insanlar değiliz ve şirket işletmek konusunda da bilgimiz yok. Doğal olarak bunları Adnan Bey’e de aktardık. Bize bu noktada merak etmememizi, bir fon bulup bizi destekleyeceklerini ifade edince yola koyulduk. Yola koyulmadan önce de Hacım abiye gittim durumu anlattım. Memnuniyetle karşıladı ve çok isabetli olacağını söyledi. Ancak sonraki dönemde Hacim abi iletişim kurma çabalarıma karşılık vermedi hatta yıllar sonra bir toplantıda karşılaşana kadar da görüşme fırsatım olmadı. Bu toplantıda bir araya geldiğimizde de ona savunma sanayinde bir firma kurup büyütmenin ne kadar zor olduğunu ifade ettim. Bugünkü tecrübemle de savunma sanayinde aynı alanda birden çok firmanın yer alması oldukça zor olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Savronik firmasını o dönemde mi kurdunuz?
Evet, o dönemde kurduk. O zaman bizi STFA İnşaat’ın kurucuları Sezai Türkeş, Fevzi Akkaya ile tanıştırdılar. Onlarda çok değerli insanlardı. Türkiye’nin yurtdışına açılan ilk müteahhitleri olmuş, kurdukları şirketten kazandıkları paraları lüks tüketim yerine kendi şirketlerinin gelişimi için harcamış, çalışanlarına ve onların çocuklarına iyi bir yaşam ve iyi bir eğitim imkânı sunmak için harcamış insanlardı. Bu açıdan onlardan çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Cumhuriyetin ilk kuşakları ve biz ikinci kuşakları böyleydi. Hep ülkenin gelişimi için kafa yoran, başkasından beklemek yerine ben ne yapabilirim diyen insanlardı. Biz de aynı doğrultuda Türkiye’nin özgün bilim ve teknolojisine katkı vermek için çaba sarf ettik, etmeye de devam ediyoruz.
Sonuç olarak gösterilen yolla STFA bünyesinde Savronik şirketini kurduk. Bu çerçevede de TÜBİTAK’tan arkadaşlarımızı davet ettik. Arkasından benimde görevli olduğum Anadolu Üniversitesi’nde yetiştirdiğimiz gelecek vadeden öğrencilerimizi şirkete aldık. İlk olarak F-4 uçaklarının radarlarının bakım onarımını üstlendik. Ona ilişkin otomatik test cihazları üretmeye başladık. Testler sonucunda arızalı parçaları bulduk, parçası bulunmayan kartların imalatına başladık. Sonrasında F-4’lerin elektronik patlatıcılarını ürettik. Bu konuda biraz daha uzmanlaşarak MKEK’nin çok namlulu roket atarlarının elektronik patlatıcılarını ürettik.
TÜBİTAK’la da başarılı çalışmalara imza attınız.
TÜBİTAK’taki çalışmalarda bulundum ve bu çalışmalarımdan dolayı 1987 yılında TÜBİTAK Teknoloji Ödülü’nü verdiler. Yaptığımız çalışmalar Kürecik radar sistemlerinde, F-16 uçaklarının radar sistemlerinin antenleri benim elektronik devrelerimle çalışıyor. F-35 uçaklarının, Patriot Füzeleri’nin takip sistemleri antenleri benim patentli sistemlerimle çalışıyor. Patentlerin üzerinde “Sıddık Yarman İstanbul” yazıyor.
Sonrasında savunma Sanayi Müsteşarlığı ile STM Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Tic. A.Ş’yi mi kurdunuz?
O dönemde F-16 uçakları teslim alınacak, ancak Hava Kuvvetleri’nde bu teslimatı alacak kabiliyette insanlar yok. Bir uçak alınacak ve bu uçağın son teknoloji birçok sistemi ve parçası var. Bu yapıların doğru çalışıp çalışmadığının kontrol edilerek teslim alınması gerekiyordu. Bu çerçevede STM firmasını kurduk ve bu firma, başarılı çalışmalara imza atarak bugünlere geldi. STM’nin teknik gelişiminde büyük çabalarımız oldu ve sonrasında ise Savronik firmamız, STM’nin hiçbir çalışmasında yer almadı. Şuanda da Savronik firması olarak STM’nin %34 ortağıyız ve iki yönetim kurulu üyemizle orada temsil ediliyoruz. STM bugün başarılı bir firma haline geldi. Milgem Projesi’nde önemli bir rol üstlendi, dron teknolojileri alanında çalışmalarına devam ediyor. Siber güvenlik konusunda çalışmaları var. Bu çalışmalarında Savronik’in STM’ye getirdiği vizyonla başarıldığını düşünüyorum.
Üretmeye keşfetmeye adanmış bir ömürden bahsediyorsunuz. Bu çerçevede olaylara baktığımızda yurtdışında bu çalışmaları yapmış olsaydınız sonuç nasıl olurdu?
Yıllarca para pul gözetmeden ülkem için çabaladığım ve çabalamaya devam ettiğimi söyleyebilirim. Bu çalışmalar sırasında da tabiri caiz ise başımıza gelenlerin pişmiş tavuğun başına gelmediğini söylemeliyim. Anca pişman değilim. Başka bir ülkede olsaydım örneğin ABD’de Apple’ın kurucusu gibi biri olabilirdim.
Bu noktada yeni keşfiniz ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Kriptolu iletişim konusunda benim de içerisinde bulunduğum çalışmalar neticesinde belli bir noktaya geldik. Sonucunda da gördük ki bu sistem gelişmiş bilgisayarlar yardımıyla çözülebilirdi ve ülkenin güvenli iletişim ihtiyacı devam etmekteydi. Bu problem yıllarca kafamı meşgul etmeye devam etti. Problemin çözülmesi için de bugüne kadar öğrenilmiş, bilinenlerden yola çıkarak bir yere varamayacağımızı düşünüp, şifreli iletişimin dışında bir yolla güvenli iletişimin sağlanabileceği sonucuna vardık. Ayrıca tüm haberleşme altyapısı da değiştirilemeyeceğimizi de göz önünde bulundurarak kuracağımız sistemle mevcut altyapıyı kullanıp farklı bir yöntem ile güvenli iletişimi sağlamayı amaçladık. Bunun da standart ses kodlama yapısı ile olamayacağını düşünerek yeni bir ses kodlama tekniği ortaya çıkarmamız gerektiği sonucuna vardık.
Bu yeni modelin isminin de bugün SYMPES olduğunu biliyoruz. Konu ile ilgili detay alabilir miyiz?
Standart ses kodlama yapısı bir şekilde sesi parçalıyor ve karşı tarafa gönderiyor. Patenti bizde olan bizim keşfimizdeki kodlama tekniği ile ilgili aktaracağım bilgiler oldukça önemli. Ses tellerine ulaşan sesin ham şekli herkesin kendisine özel bir hali vardır. Bu ham sesin herkesin kendi imzası olduğunu söyleyebiliriz. Devamında ham ses ağız boşluğunda dilimiz, damağımız, dudaklarımız, dişlerimizle kelimelere dönüştürülür. Buna da biz sesin bilgisi adını veriyoruz. Dolayısıyla sizin işittiğiniz konuşmanın iki temel fonksiyonu var; biri ham ses enerjisi (imzası) diğeri ise sesin bilgisidir. Buna ekleyeceğimiz bir diğer husus ise sesin kazancı olarak nitelendirdiğimiz, sesin tonlaması şiddetidir. Bizim sitemimizde özetlersek üç temel fonksiyonu var. Birincisi sesin imzası, ikincisi sesin silgisi ve üçüncüsü sesin kazancıdır. Bu üç parametreye göre sesin çok küçük bir bölümünü inceliyoruz. Bu inceleme doğrultusunda sesi modelliyoruz. Bu incelemede sesin enerji kısmında yani imza kısmında ve sesin bilgisi kısmında kısa bir aralıkta 65000’er farklı dalga şeklinin olduğunu gördük. Bunları matematik fonksiyonlar olarak değerlendirebiliriz. Bu fonksiyonları iki ayrı bölümdeki dalga şekillerini iki ayrı veri tabanında toplayacağımız matematiği keşfetmemiz lazımdı onu keşfettik. Bu keşif sonucunda verici mikrofona konuşurken gerçek zamanlı olarak analiz ettiğimiz 65000’er farklı fonksiyondaki katsayıyı karşıya aktarıyoruz. Bunun yanında sesin kazancı kısmındaki veriyi de gönderiyoruz. Alıcıda bu veritabanını kullanarak matematiksel yapıyı sese dönüştürüyor. Kısaca iletişim kurarken ses aktarmak yerine matematiksel yapıları aktarıyoruz. Dolayısıyla arada ses olmadığı için dinlemede gerçekleşemiyor. Bunun neticesinde de güvenli iletişim kurulabiliyor.
Kiriptolu iletişimde olduğu gibi güçlü bilgisayarlarla çözülemez mi?
Şifreli bir görüşme olmadığı için çözülecekte bir şey yok. Burada bu görüşmenin çözümlenmesi için bir benim bilgime sahip olman lazım, iki görüşme ile ilgili benim verilerime sahip olman lazım, buda ancak bu bilgiler çalmakla mümkün olabilir. Çalındı diyelim, o zaman fark edilir ve bunun anında 65000 faktöriyel (pratik olarak sonsuz) içerisindeki yapısını anında değiştirip konuyu çözeriz. Dolayısıyla sonsuz boyuttaki seçeneği çözebilme imkânı yok. Bu yolla kullanıcılar birebir ya da kendi aralarında her kişi ve gruplara göre aktarılmış kütüphaneleri kullanarak iletişim kurabilirler. Hatta devletimize bu konuda ayrı bir alan açarak tüm bilgiyi verip bizim müdahale edemediğimiz bir sistem gibi kullanmasını sağlamak istiyoruz. Bu yolla Cumhurbaşkanımızın yaptığı telefon görüşmelerinin dinlendiği gibi devlet başkanlarının dahi dinlendiği şifreli konuşmaların artık dinlenemeyeceğini söyleyebiliriz. Bu sistemle devletin içerisine sızmış çetelerinde önüne geçilebilir.
Bu keşfi kimler kullanabilir?
Bu keşif toplumun her kesimine kontrollü bir şekilde yayılabilir.
SYMPES, ekonomik olarak toplumun her kesimine yayılabilecek bir sistem mi?
Bugünkü şartlarda kişi başı belirli bir ücretle bu iletişim standardına ulaşılabilir. Bu ücreti, lisans ücreti olarak alıyoruz. Büyük kurumlar için farklı bir çözüm üretilebilir. Devlet zaten başımızın üzerinde o daha farklı bir çerçevede değerlendirilebilir.
Sistem ile ilgili yeni bir yasa veya düzenleme ihtiyacı var mı? Şuanda böyle bir ihtiyaç yok. MART2021