Türkiye’nin Finansal Piyasalarına Bakış
Bankacılık Sektörü Türkiye’de finansal piyasaların en önemli parçası şüphesiz bankacılık sektörüdür. Bu önem sektörün sermaye hacminin büyüklüğü ve hane halkının tasarruflarının büyük kısmının banka mevduatlarında değerlendirilmesi gibi unsurlarla daha da iyi anlaşılmaktadır. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’de bir banka hesabına sahip olanların oranı 2011-2017 arasında yüzde 58’den yüzde 69’a çıkmıştır. Bu oran yükselme eğilimi gösteriyor olsa da yüzde 90’ın üstünde oran sergileyen yaklaşık bütün gelişmiş ülkelere kıyasla düşüktür. Türkiye’de bankacılık sektörünün faaliyetleri 1840’larda Galata’da faaliyet gösteren bankerler vasıtasıyla devlet borçları için finansman sağlanmak amacıyla başlamıştır. 1847’de kurulan ilk yabancı banka Bank-ı Dersaadet (İstanbul Bankası) olmuş, 1856-1875 döneminde de yabancı sermayeli on bir banka kurulmuştur.
1881’de kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi ile Galata bankerlerinin önemi azalmış, 1856’da kurulan Londra merkezli Bank-ı Osmani (Ottoman Bank) edindiği imtiyazlar sayesinde önem kazanmıştır. Cumhuriyet dönemine kadar kısıtlı alanlarda finansman sağlamak amaçlı faaliyetlerde bulunan ve ağırlıklı olarak yabancı sermayeli olan bankacılık sektörü Cumhuriyet sonrasında bazı değişikliklerden geçmiştir.
Cumhuriyet sonrasında 1932’ye kadar yirmi yedi ulusal banka kurulmuş, bunlardan ilki 1924’te kurulan İş Bankası olmuştur. 1929’da ABD’de başlayan Büyük Buhran’ın etkilerinin hissedildiği 1930’ların başından İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesine kadar devlet planlamasının ön plana çıktığı ekonomi politikalarına paralel olarak kalkınmayı destekleme amaçlı Sümerbank (1933), Etibank (1935) ve Halk Bankası (1938) gibi devlet bankaları kurulmuştur. Yine bu süreçte atılan önemli adımlar arasında 1930’da Merkez Bankası’nın kurulması, 1933’te 2243 sayılı Mevduatı Koruma Kanunu ve 1936’da 2999 sayılı Bankalar Kanunu gibi yasal düzenlemelerin yürürlüğe koyulması sayılabilir. Savaşın bitmesinden 1960’a kadar süren ve özel sektörün ön plana çıktığı süreçte Yapı ve Kredi Bankası (1944), Garanti Bankası (1946), Akbank (1948) gibi birçok özel banka kurulmuştur. 1958’de 7129 sayılı Bankalar Kanunu ile bankacılık sektöründe bazı değişikliklere gidilmiştir.
1960 Darbesi’ni takip eden süreçte özel sektör odaklı politikalar tekrar arka planda kalmış, ithal ikame odaklı kalkınma planları vasıtasıyla ön plana çıkarılan devlet planlaması önem kazanmıştır. Devlet bu süreçte faiz oranları ve döviz kurlarını kontrol etmeye çalışmış, mevcut bankaları devlet kalkınma planlarını desteklemeye yönlendirmiş ve yabancı bankaların açılmasına müsaade etmiştir. 1970’lerde ekonominin dışsal koşulların kötüleşmesi, Kıbrıs askeri operasyonu, petrol krizleri gibi etken ya da zorluklarla karşı karşıya gelmesiyle finansal piyasalar da birçok sorun yaşamıştır. Bu süreçte reel faizler negatif olmuş, krediler öncelikli sektörlere verilmiş ve toplam kredi hacmi içerisinde 1979’da yüzde 75’lere varmıştır. Bu sorunlara rağmen bankaların bilançoları büyümüş, varlıklar ve kredi hacmi genişlemiştir.
Ocak 1980 İstikrar Programı ile beraber kur rejimi ve faiz uygulamalarının serbestleştirilmesi, ithal ikame odaklı politikalar yerine ihracat odaklı ticaret politikalarının uygulanması, sermaye piyasalarının yeniden organizasyonu gibi finansal piyasalara yönelik birçok liberalleşme politikalarının temeli atılmıştır. 1983’te Turgut Özal’ın seçilmesiyle liberal politikalar devam ettirilmiş, bankalar arası piyasa, döviz piyasaları ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) faaliyetlerine başlamış, Merkez Bankası açık piyasa işlemlerini kullanmaya başlamış, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kurulmuştur. Bu süreç sancısız geçmemiş, 1983’te İstanbul Bank, Ortadoğu İktisat Bankası ve Hisarbank gibi bankalar zorunlu olarak Ziraat Bankası’na devredilmiştir.
90’larda Türkiye ekonomisi ve finansal piyasaları tarihinin en dalgalı dönemlerinden birisini deneyimlemiştir. 1990’da sermaye hesabının serbestleştirilmesiyle birlikte gerekli makro ihtiyati politikaların eksikliği ve finansal piyasaların gerekli derinliğe sahip olmaması sonucunda sık sık finansal krizler yaşanmış, aynı zamanda yüksek bütçe açıkları norm haline geldiği için ekonomi yüksek enflasyon ve yüksek reel faiz oranlarıyla karşı karşıya gelmiştir. Ekonominin ve finansal piyasaların kırılganlıklarının bir sonucu olarak 1994 ve 2001’de finansal krizler, 2000’de de bir banka krizi yaşanmıştır. 1999’a kadar Türkiye’de bulunan bankaların toplam sayısı seksen bire ulaşmış, 2000 ve 2001 krizlerinden sonra bu sayı birleşme ve iflas gibi sebeplerle elli beşe kadar inmiştir. Birçok bankanın batmasıyla sonuçlanan Eylül 2000’de olumlu bir gelişme olarak bankacılık sektörünün denetlenmesinde sonraki senelerde çok önemli rol oynayacak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) faaliyete geçmiştir. 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile kurulan BDDK’nin görevleri Kanun’da şu şekilde belirtilmiştir: Kurum, tasarruf sahiplerinin haklarını ve bankaların düzenli ve emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye sokabilecek ve ekonomide önemli zararlar doğurabilecek her türlü işlem ve uygulamaları önlemek, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere gerekli karar ve tedbirleri almak ve uygulamakla yükümlü ve yetkilidir.
Diğer olumlu bir gelişme 2001’de gerçekleşen finansal krizi müteakip kabul edilen Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı olmuştur. Bu programda özellikle 1990’larda para politikası, mali politikalar ve finansal piyasalara yönelik uygulanan hatalı yaklaşımlar dile getirilmiştir. Bankacılık sektörüne de değinen programda kamu bankalarının şeffaf olmayan yöntemlerle kamu borçlarının finansmanı görevini üstlenmiş olmaları ve zararlarının zamanla artmış olması, özel bankaların ise önceliklerinin reel ekonominin finansmanı olmaktan çıkarak kamu borçlarını finanse etmek olması eleştirilmiş, bu sorunların giderilmesi için öneriler sunulmuştur. Kamu ve özel bankalar için sermaye artırımı, kar odaklı verimlilik esasının benimsenmesi ve yeniden yapılandırmalarla beraber Merkez Bankası bağımsızlığı ve disiplinli mali politikalar da dile getirilmiştir. Kasım 2002’de seçilerek göreve başlayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetinin de alınan bu kararları uygulaması sonucunda enflasyon ve faiz oranları hızla gerilemiş, 2008’de yaşanan küresel kriz sonrasında Türkiye’de bankacılık sektörü bundan önemli derecede etkilenmemiştir.
Şubat 2019 itibarıyla 34’ü mevduat, 13’ü kalkınma, 6’sı katılım bankası olmak üzere Türkiye’de toplam 52 banka bulunmaktadır. BDDK verilerine göre Aralık 2018 itibarıyla mevduatların toplam değeri yaklaşık 3,9 trilyon liraya ulaşmıştır. Bu değerin yüzde 56’lık kısmı TL cinsinden, geri kalanı yabancı para ve kıymetli maden depo hesaplarından değerlendirilmiştir. Tablo 1’de bankacılık sektörüne dair veriler sunulmaktadır.
Tablo 1’de bankacılık sektörünün 2002’den günümüze kadar olan gelişimini gösteren veriler sunulmaktadır. Tablodan anlaşılacağı üzere birçok türbülansın yaşandığı 2009 ve 2018 senelerinde bile Türkiye’de bankacılık sektörü büyümüş, kredi hacmi ve öz kaynaklar açısından artış devam etmiştir. Yine tablodan anlaşılacağı üzere takipteki alacaklar 2001 krizi sonrasında yüksek iken 2009 ve 2018 senelerinde yüksek volatiliteye rağmen görece düşük kalmıştır. Bununla beraber bankacılık sisteminin risklere karşı sağlamlığını ölçen başka bir veri olan sermaye yeterliliği oranı Grafik 1’de sunulmaktadır.
2003’ten sonra sermaye yeterliliği düşmüş olsa da BIS tarafından ilk olarak 1988’de sunulan ve zamanla güncellenen Basel kriterlerine göre asgari oran olan yüzde 8’in üstünde kalmaktadır. Mermod ve Ceran’a göre bankacılık sektörü Türkiye’de uluslararası kıyaslamalara göre risklere karşı sağlam bir yapıya sahiptir.
Türkiye’de hanehalkının tasarruflarının toplam değeri Eylül 2018 itibarıyla 1,5 trilyon lira olarak gerçekleşmiş, bu varlıkların yüzde 78’i bankacılık sektöründe tasarruf mevduatları olarak değerlendirilmiştir. Buna karşın 2017’de toplam yurt içi tasarrufları 2,8 trilyon olarak gerçekleşmiş, yüzde 60’ı bankacılık sektöründe, yüzde 26’sı sabit getirili menkul kıymetler piyasasında ve yüzde 12,7’si de pay senedi piyasalarında değerlendirilmiştir. Bu varlıkların dağılımı aşağıdaki tabloda verilmektedir.
Bu verilere göre Türkiye’de hanehalkı varlıklarının büyük çoğunluğu banka mevduatlarında değerlendirilmekte, sabit getirili menkul kıymetler veya pay senetlerinin rolü ise önemsiz kalmaktadır. Bununla beraber Türkiye’de yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin ve resmi kuruluşların dahil edildiği toplam tasarruf hacmi hanehalkı tasarruflarının iki katı olarak gerçekleşmiş ve bu hacmin en büyük kısmı banka mevduatlarından, önemli bir kısmı da sabit getirili menkul kıymetler ve pay senetlerinden oluşmuştur. Bu rakamlara göre hanehalkı finansal piyasalara en basit yatırım aracı olan banka mevduatları vasıtasıyla iştirak etmekte, yurt içi yerleşiklerin geri kalan kısmı yatırımlarını çeşitlendirerek farklı araçlara yatırım yapmaktadır.
Türkiye’de sermaye piyasalarının tarihi yaklaşık yüz elli sene olup 1866’da sermaye temini amacıyla kurulan Dersaadet Tahvilat Borsası ile başlamıştır. Zamanla çeşitli düzenlemelerden geçen borsa 1906’da Esham ve Tahvilat Borsası, 1929’da da İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) adları altında mevcudiyetini sürdürmüştür. Bunlarla beraber organize hisse işlemleri 1986’da İMKB’nin faaliyete geçmesiyle başlamış, İMKB ve İstanbul Altın Borsası’nın 2013’te birleşmesi ve vadeli işlem ve opsiyon sözleşmelerini de bünyesine almasıyla Borsa İstanbul ismiyle işlemlerini devam ettirmektedir. Kuruluşu 19. yüzyıla dayanmasına rağmen halka açık hisselerin ancak 1986’da organize piyasalarda aktif olarak alınıp satılması göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’deki hisse piyasalarının diğer ülkelere kıyasla çok yeni olduğu söylenebilir zira ABD’nin ve dünyanın en önemli borsalarından New York Menkul Kıymetler Borsası 19. yüzyılın başında, Frankfurt Borsası 16. Yüzyılda Londra Borsası 17. yüzyılda, Meksika Borsası 19. yüzyılın sonlarında ve Güney Afrika Borsası 19. yüzyılın sonlarında aktif hisse ticaretine başlamıştır. Günümüzde Borsa İstanbul hisse ticareti ve borçlanma senedi hacmi itibarıyla dünyanın önemli merkezlerdendir.
Tablodan anlaşılacağı üzere Borsa İstanbul dünya pay senedi piyasaları arasında hacmi ve getirisi itibarıyla önemli bir yer ve çekici bir yatırım fırsatı teşkil etmektedir. Aynı zamanda hisselerin likiditesi, fiyat bulma mekanizmasının sağlığı ve etkin dağılımı gibi yararları olan yüksek devir hızına sahip olması ve yatırımcılara dolar bazında yüksek gelirler sağlaması Borsa İstanbul’un yükselmekte olan ekonomilerde bulunan piyasalar arasında önemli bir yere sahip olmasını sağlamıştır. Grafik 2 ve 3’te Türkiye’de ve OECD ülkelerinde listelenen kamuya açık firmaların piyasa kapitalizasyonu GSYH’ye oranla gösterilmektedir.
Grafikten anlaşılacağı üzere hisse piyasalarının derinliği ve potansiyelini ölçen bir veri olarak kullanılan piyasa kapitalizasyonu Türkiye’de OECD ülkelerine kıyasla düşük seviyelerdedir ve ulaşabileceği sermaye kapitalizasyonu kapasitesinin altında işlem görmektedir. Bu veriye ilaveten 2017 itibarıyla Türkiye’de 509 halka açık ortaklık mevcut olup bunların toplam piyasa kapitalizasyonu 233 milyar dolara ulaşmışken OECD ülkelerinde bu rakam ortalama olarak 2,25 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir.
Diğer önem teşkil eden verilere göre; 1) Borsa İstanbul’da 2018’de işlem yapan yatırımcıların yüzde 99’u yerlidir. 2) İşlem hacminin yüzde 30’u ve piyasa değerinin yüzde 65’i yabancı yatırımcılar tarafından oluşturulmuştur. 3) Yabancı yatırımcıların yüzde 29’u ABD’de yerleşik yatırımcılardan, yüzde 13’ü Birleşik Krallık’ta yerleşik yatırımcılardan oluşmuştur. 4) Varlıkları ortalama elde tutma süreleri 2011’de yerli yatırımcılar için 37 gün iken 2018’de 31 güne, yabancı yatırımcılar için 316 günden 133 güne düşmüştür. 5) Yerli yatırımcıların yüzde 99,5’i gerçek, yüzde 0,5’i tüzel yatırımcılardan ve yabancı yatırımcıların yüzde 67’si gerçek, yüzde 33’ü de tüzel yatırımcılardan oluşmaktadır. Borsa İstanbul teknoloji alanında verimliliği artırmak amacıyla teknolojik altyapısını 2015’ten itibaren güncellemiştir. ABD’nin teknoloji borsalarından olan NASDAQ ile yaptığı iş birliği anlaşması neticesinde 2015’ten itibaren BISTECH isimli otomatik işlem platformunu kullanmaya başlaması olumlu bir gelişme olmuştur.
Varlık yönetiminin önemli aktörlerinden olan yatırım fonları Türkiye’de hisse piyasaları gibi aktif olarak 1980’lerde kurulmuştur. Bununla beraber tasarruf sahiplerinin yatırımlarını yönetme gibi önemli bir rol üstlenen bu kurumların boyutu Türkiye’de diğer ülkelere nazaran küçüktür. Tablo 4’te çeşitli ülkeler için bu fonların ellerinde bulunan varlıkların hacmi ve yönettikleri varlıklara göre dağılımı gösterilmektedir.
Tablo 4’te görüldüğü üzere Türkiye’de yatırım fonlarının yönettikleri varlık hacmi Güney Afrika gibi benzer ülkelere kıyasla çok daha küçük kalmaktadır. Bununla beraber bu varlıklar gelişmiş ülkelerde daha çok hisse senedi ve tahvillerden oluşan karma fonlar veya hisse senetlerinden oluşurken Türkiye ve diğer yükselmekte olan ülkelerde ağırlıklı olarak risk ve getirisi düşük tahvil/bonolardan ve para piyasası fonlarından oluşmaktadır. Bu veriler Türkiye’de yatırım fonlarının büyümesi için ciddi bir potansiyel olduğunu ortaya koymaktadır. Tablo 4’e dahil edilmeyen emeklilik yatırım fonları da (EYF) Türkiye’de zamanla önem kazanarak finansal sistemin –özellikle tasarruf ve güvence açısından– önemli yapı taşlarından biri haline gelmiştir. Bireysel emeklilik sistemi
2001’de “Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik Yapılmasını Öngören Kanun” ile düzenlenmiş, zamanla olumlu teşvik mekanizmalarının devreye sokulması amacıyla bazı değişikliklere tabi tutulmuştur. Bunlardan ilki 2013’te ödenen katkı paylarının yüzde 25’i oranında devletin katkı sağlaması, ikincisi de 2017’de yürürlüğe sokulan otomatik katılım sistemidir. Davranışsal finans yöntemlerinden olan ve birçok ülkede uygulanan otomatik katılım sistemi devreye girmeden önce bireysel emeklilik sistemine dahil olmak isteyenler kendi istekleriyle bu sisteme katılmaktalardı. 2017’den sonra yürürlüğe giren sisteme göre ise ücretli çalışanlar sisteme otomatik olarak dahil olup çıkmak istemeleri durumunda bunu beyan etmeleri gerekmektedir. Sistem 2017 itibarıyla yaklaşık 80 milyar TL’lik hacme ulaşmıştır.
2013-2017 arasında yüzde 200 civarında büyüyen sistemde Takasbank verilerine göre en büyük pay kamu iç borçlanma senetlerinden oluşmakta, bunu pay senetleri ve diğer yatırım araçları takip etmektedir. Bu gelişmelerle beraber 2017’de başlayan başlangıç fonu yüksek cayma oranlarıyla karşı karşıya gelmiştir ancak buna rağmen devam ettirilmesi önem arz etmektedir.
Türev piyasaları dünya finansal piyasalarının önemli bir parçası haline gelmiştir. Milattan önceye dayanan tarihiyle beraber gelişmiş ülkelerde özellikle 20. yüzyılın ikinci kısmından itibaren önem kazanan bu piyasalar risk yönetimi araçlarını yaygınlaştırmakla beraber spekülasyon hareketleriyle de bilinmektedir. Vadeli işlemler ve opsiyonlar farklı ürünler için sözleşmenin bugün, alım satımın ise gelecekte bir tarihte yapılmasını içeren finansal piyasa enstrümanlarındandır.
Bu enstrümanlar başlangıçta daha çok tarımsal ürünlerin fiyatlarındaki belirsizliği minimize etmek için kullanılmışsa da zamanla faiz oranları, hisseler, kurlar, emtia ve altın gibi çeşitli ürünler için de kullanılmaya başlanmıştır.
Dünyanın en önemli türev piyasası olan CME Group 1848’de Chicago Board of Trade olarak kurulmuş, zamanla türev piyasalarının getirdiği birçok yeniliğe öncülük yapmıştır. Türkiye’de Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası (VOB) Bakanlar Kurulu kararıyla 2001’de kurulmuş, 2005’te faaliyete geçmiş ve 2013’te de Borsa İstanbul ile birleşerek faaliyetlerini sürdürmüştür. Günümüzde Türkiye’de VİOP dünya piyasalarının içerisinde küçük bir pay almakla beraber hızla gelişmektedir. WFE verilerine göre Türkiye’de 2016-2017 arasında işlem hacmi yüzde 32’lik bir oranla büyüyen piyasada toplam işlem hacminin yüzde 4,4’ü opsiyon işlemlerinden, yüzde 95,6’lık kısmı vadeli işlemlerden oluşmaktadır. Vadeli işlemler arasında ise en önemli iki kalem ise pay hissesi endeksli vadeli işlemler ve kur işlemlerinden oluşmaktadır. Altı ve yedinci tablolarda dünya piyasalarında ve Türkiye’de vadeli işlemler ve opsiyon piyasalarına dair veriler sunulmaktadır.
Sadece organize borsalarda işlem gören sözleşmelerin sunulduğu tablolardan anlaşılacağı üzere vadeli işlemler ve opsiyon sözleşmelerinin toplam işlem hacmi dünya piyasalarında çok yüksek rakamlara tekabül etmekle beraber bu hacmin önemli kısmı ABD ve Almanya gibi ülkelerde işlem görmektedir. Türkiye ekonomisinin kur riskinin yüksek olduğu bir ortam olması sebebiyle opsiyon piyasalarında en çok işlem gören kalem yüzde 85’lik oranla döviz opsiyon sözleşmeleridir.
Vadeli işlem ve opsiyon piyasaları üretici veya yatırımcılar için muhtemel risklere karşı korunma imkanlarını sunmakla birlikte piyasa istikrarını artırıp artırmadığı tartışılan bir konudur. Bu konuda ABD’de birçok ürün için vadeli işlemlerin sunulduğu 1980’leri inceleyen Stein emtia piyasaları gibi spot piyasalarına giren spekülatörlerin piyasalar için istikrar bozucu bir etken olduklarını savunmakta, buna karşın Pilar, Rafael ve Bohl gibi isimlerin yaptıkları çalışmalarda bu piyasaların dayanak varlıklar üzerinde istikrar sağlayıcı bir rol üstlendiklerini belirtmektedir. Türkiye piyasasını inceleyen Adnan Kasman ve Saadet Kasman bu konuda ikinci görüşü destekleyen deliller sunmakta ve vadeli işlem piyasalarının İMKB’nin volatilitesini azalttığını iddia etmektedir.
Türkiye’de vadeli işlemler ve opsiyon piyasasının döviz işlemleriyle beraber sıklıkla olumsuzlukları beraberinde getiren faiz ve enerji25 alanlarında da genişlemesi muhtemeldir. Zira dünya piyasalarında faiz sözleşmelerinin işlem hacmi 2 katrilyon doları geçerken Türkiye’de ise bu hacim 2017’de 3 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye ekonomisinin son senelerde yaşadığı kırılganlıklardan en önemlisi şüphesiz özel sektör finansmanıyla alakalıdır. 2010-2017 arasında ortalama yüzde 5,9 olarak gerçekleşmiş olan cari açık oranlarının görece yüksek olması yurt dışı kaynaklı finansman ihtiyacını beraberinde getirmiş, bu ihtiyaç ve spekülasyonlar neticesinde 2018’de şiddetli kur oynaklıkları meydana gelmiştir. Bu gelişmelerin neticesinde çeşitli kamu kurumları nezdinde yurt dışı kaynaklı finansmana alternatif yolları genişletmek için çalışmalar başlatılmıştır. OECD ülkeleri arasında nakit ve mevduat hesaplarının toplam varlıklar arasında en yüksek orana sahip ülkenin Türkiye olduğu düşünülünce hanehalkının finansal piyasalarına iştirak etmelerini sağlayacak önlemler almak kısa ve orta vadede önem taşımaktadır. Tablo 8 ve 9’da 2014 için OECD ülkelerinde çeşitli finansal varlıkların toplam finansal varlıklar içindeki dağılımı ve Türkiye’de 2014-2018 arası döviz ve kıymetli maden hesaplarının toplam mevduatlar arasındaki oranı sunulmaktadır.
Tablo 8’den anlaşılacağı üzere OECD ülkelerine kıyasla Türkiye’de hanehalkı varlıkları büyük oranda nakit ve mevduat hesaplarında değerlendirildiğinden diğer varlıkların rolü düşük kalmaktadır. Tablo 9’da ise özellikle 2013’ten sonra bireylerin tasarruflarını döviz ve kıymetli maden hesaplarında değerlendirdikleri ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede bireylerin finansal piyasalara katılımını sağlayacak ve varlık çeşidini artıracak önerilere ve finansal altyapının verimini artırabilecek bazı teknolojilere ve alternatif finansman yöntemlerine değinmek gerekir.
“Finansal okuryazarlık” bireylerin finansal alanlarda bilgi seviyesini ölçen bir kavramdır. Türkiye ekonomisi için sürekli önem taşıyan konulardan olan tasarrufların artırılması, yatırımların finansal sistemde uzun vadeli değerlendirilmeleri, cari açığın düşmesi gibi konularla doğrudan alakalıdır. OECD’nin bu konuda yaptığı 2016’daki araştırmasına göre Türkiye’de ortalama finansal okuryazarlık OECD ülkelerine kıyasla yetersiz kalmıştır. Yapılan diğer araştırmalarda finansal okuryazarlığı daha düşük olan insanların finansal piyasalara daha az katılım sağladıkları ortaya koyulmakta, Türkiye’de bu etkinin İslami finans alanında katılım sağlayan bireyler için de geçerli olduğu belirtilmektedir. Çiftlik Bank gibi olağanüstü getiri vaatleriyle ciddi hacimlerde dolandırıcılık yapan yapıları da beraberinde getiren bu husustaki yetersizliğe karşı gerekli birtakım tedbirlerin alınması önem arz etmektedir. Bazı finans kuruluşları Milli Eğitim Bakanlığıyla iş birliği yaparak bu konuda finansal okuryazarlık eğitimi veriyor olsa da toplumun önemli bir kesiminin hassasiyetlerini göz önünde bulunduran alternatif finansal alanlara yeterince önem verilmemektedir. Toplumun daha büyük kısımlarına ulaşmak amacıyla –birçok ülkede olduğu gibi– ortaokul veya lise seviyesinde temel finans eğitimi, müfredatların seçmeli veya zorunlu parçası olarak daha önemli bir konuma getirilebilir.
OECD 2016 Finansal Okuryazarlık Raporu’na göre az yirmi yedi ülkede okullarda finans eğitimi verilmekte, bunların birçoğunda müfredat kamu kurumları tarafından geliştirilmekte veya onaylanmaktadır. Örneğin Malezya’da 2014’ten itibaren ilkokullarda, 2017’den de itibaren ortaokul ve liselerde finansla alakalı zorunlu eğitim verilmekte, öğretmenler için finans alanında eğitim imkanları sunulmaktadır. Bunlara ilaveten davranışsal iktisat yöntemlerini kullanarak ve bakanlıklar tarafından oyunlar ve sosyal medya odaklı içerikler üretilerek finansal okuryazarlık artırılabilir. Türkiye’de henüz gelişmekte olan finansal piyasaların şekillenmesinde önemli rol oynayabilecek bu önlemlerin alınması uzun vadeli ekonomi planlamalarının bir parçası olabilir.
İslami finans varlık yönetimi, risk yönetimi ve diğer finans alanlarına İslam’a uygun alternatifler sunan reel sektör odaklı bir alan olup 2017 itibarıyla küresel piyasalarda 2,4 trilyon dolarlık hacme ulaşmıştır. Sektör, katılım bankacılığı, İslami usullere uygun sigortacılık (tekafül), varlığa dayalı kira sertifikaları (sukuk) ve diğer İslami yatırım araçlarından oluşmaktadır. Alternatif finans alanlarından sayılan İslami finansın prensipleri özetle faiz alınmaması, helal olmayan ürünlerin alım-satımının yapılmaması, varlığa dayalı ve aşırı risk içermeyen enstrümanların kullanılması ve tarafların karla beraber zarara da ortak olmaları olarak sayılabilir.
İslami finans teşebbüslerinin ilkleri 1960’larda Mısır’da yerel tasarruf bankaları olarak kurulmuştur. Türkiye’de ise bu kuruluşlar faaliyetlerine 1985’te Albaraka Türk ve Faisal Finans’ın kurulmalarıyla Özel Finans Kurumları adıyla başlamış, 2005’te Bankacılık Kanunu ile katılım bankaları ismini almıştır. Bu sektörün Türkiye’deki hacmi 2017’de 34 milyar dolar olarak gerçekleşerek küresel piyasanın yüzde 2,6’sını teşkil etmiştir.31 İslami finans faaliyetleri Malezya’da –birçok ülkede olduğu gibi– 1980’lerde başlamış olmasına rağmen günümüzde 500 milyar dolarlık hacme ulaşmıştır. Türkiye’de sektörün görece küçük kalmış olmasının en önemli sebepleri arasında sektörün uzun seneler politika yapıcıları tarafından yeterince itibar görmemesi, standardizasyonun yeterli düzeyde olmaması ve gerekli hukuki düzenlemelerin yapılmaması sayılabilir.32 Küresel sektörde olduğu gibi Türkiye’de de yüzde 78’lik oranla İslami finans sektörünün büyük çoğunluğu katılım bankacılığından oluşmaktadır. Sektör, bankacılık sektörünün içerisinde yüzde 5’lik paya sahip olup 2019 itibarıyla altı katılım bankasından oluşmaktadır.
Katılım bankacılığının yanında son senelerde finansal sistemde değerlendirilmeyen altın tasarruflarının sisteme kazandırılması amacıyla altın kira sertifikaları ihraç edilmiştir. Bankacılık haricinde tasarruf sahiplerinin doğrudan iştirak edip ortak olabilecekleri birçok reel ekonomi odaklı yatırım formlarını içeren İslami finans mevcut finansman modellerine ilaveten tamamlayıcı bir model olarak hayata geçirilebilir. Yapılan çeşitli anketlere göre Türkiye’de bireylerin İslami finans kuruluşlarını tercih etmelerinin sebepleri arasında faizsiz kurum imajı ve dini hassasiyetler ön plana çıkmaktadır. Birçok yüksek maliyetli projenin hayata geçirildiği Türkiye’de ekonomik bireylerin uzun vadeli altyapı proje finansmanlarında ortak olmaları finansal piyasalara yeni bir dinamizm getirebilir. Bu hususta çalışmalar yapan Dünya Bankası’nın hazırladığı bir rapora göre Türkiye ve diğer birçok ülkede kamu-özel iş birliği içeren projelerde İslami finansman yöntemleri kısmen kullanılmış ama Türkiye’de yurt içi kaynaklı finansmanın rolü küçük kalmıştır. Buna karşın kira sertifikası ihracında dünyanın en önemli ülkelerden biri konumunda olan Malezya’da yurt içi kaynaklı özel sektör ihraçları ve altyapı projelerinin finansmanları geleneksel tahvil ihraçlarını 2017 Aralık itibarıyla geçmiş durumdadır. 2001-2018 arasında ihraç edilen hacim itibarıyla Türkiye dünya sukuk piyasasının yüzde 4’ünü oluşturmuş, sektörün öncülüğünü Birleşik Arap Emirlikleri ve Malezya yapmışlardır. 2017’de ise Türkiye dünya piyasalarında kamu sukuk ihraçlarının yüzde 3,15’ine (finans sektörü dahil) ve özel sektör ihraçlarının da yüzde 7,2’sine sahip olmuştur.
Türkiye’de sukuk piyasasına yönelik ilk yasal düzenleme 2010’da özel sektöre yönelik Resmi Gazete’de yayımlanmış olan “Kira Sertifikalarına ve Varlık Kiralama Şirketlerine İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ” ile, kamunun ihracını sağlayan kanun da 2012’de 6327 sayılı “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile yürürlüğe girmiş ve bunları diğer kanunlar takip etmiştir.38 Tablo 10’da 2010-2017 arasında bankacılık sektörü, özel sektör ve kamu tarafından gerçekleştirilmiş kira sertifikası ihraçlarının toplam hacmi sunulmaktadır.
Tablodan anlaşılacağı üzere 2010’dan itibaren sukuk ihraçları hacim itibarıyla sürekli artış göstermiş; en önemli aktörler katılım bankaları ve kamu olmuş, finans dışı özel sektör ihraçlarının rolü ise çok kısıtlı kalmıştır.
2017’den itibaren 3 bin 500 ton olduğu düşünülen “yastık altı” altın stoğunu finans sektörüne kazandırmak amacıyla Türkiye’de üç kira sertifikası ihracı yapılmış, bu ihraçların sonucunda Tablo 11’de yer alan senet türleri ve hacimleri tercih edilmiştir.
Bu verilere göre üç ihraçta toplamda 6,5 ton altın ekonomiye kazandırılmıştır. Bu ise finans sektöründe değerlendirilmeyen altın miktarının yüzde 0,2’sini teşkil etmiş, kira sertifikalarının payı yaklaşık yüzde 0,1 olmuştur. Yapılan bazı çalışmalarda Türkiye’de bireylerin altın taleplerinin yüksek olmasının sebeplerinden birinin dini hassasiyetler olduğu belirtilmektedir. Bu hassasiyet göz önünde bulundurulduğunda kira sertifikası ve benzer çalışmaların daha başarılı olması için ihraç edilecek enstrümanların ve katılım bankacılığının İslami prensiplere uygunluğunun daha güvenilir standartlar çerçevesinde araştırılması ve halk nezdinde güvenilirliğin sağlanması elzemdir. Gerek sukuk gerekse katılım bankacılığı alanında İslami prensiplere uygun finansman modellerini uygulamaya çalışan diğer birçok ülkede olduğu gibi kurumlara özel danışma kurullarına ilaveten Türkiye Katılım Bankaları Birliği (TKBB) bünyesinde merkezi danışma kurulunun Nisan 2018’de oluşturulması olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir. Bununla beraber bu gibi kurulların güvenilirlik kazanması için kamuoyuyla iletişim sağlamaları gerekmektedir.
Sukuk piyasanın gelişmesi için son senelerde Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından teşebbüslerde bulunulmuştur. Yasal düzenlemeler ve ikincil piyasaların Mayıs 2018’de BIST nezdinde kurulmasıyla piyasa Türkiye ekonomisinin önemli bir parçası haline gelmeye devam etmektedir. Bunlara rağmen piyasanın yeterince derin olmaması, ihraç maliyetinin piyasanın kurulma aşamasında geleneksel borçlanma araçlarına kıyasla yüksek olması, standardizasyon ve derecelendirme yetersizliği gibi birçok sorun yüzünden sukuk piyasaları potansiyelinin altında gelişmektedir.
Son senelerde Türkiye’de önemi artan ve tasarrufa dayalı faizsiz finans sistemi, el birliği sistemi veya benzer isimlerle adlandırılan alternatif konut finansman modelleri de geleneksel veya katılım bankacılığı tarafından sunulan imkanlara alternatif teşkil etmektedir. Bu gibi sistemlerin sağlıklı büyümesi ve dolandırıcılık gibi etkenlerle güven kaybına uğramaması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması önem arz etmektedir.
Son olarak Türkiye’de son senelerde artmakta olan çevresel yatırımlar finansman alanında da kullanılabilir. OECD’nin raporuna göre Türkiye’de çevre alanında son senelerde birçok yatırım yapılmış ve gelişme kaydedilmiştir. Aynı zamanda artan çevresel bilincin finansal sisteme kanalize edilmesi için Malezya ve Endonezya’da uygulanan “yeşil sukuk” gibi uygulamalar üzerinde çalışmalar yapılabilir. Çevreyle alakalı projelerin finansmanı için ihraç edilebilecek bu enstrümanlar çeşitli öncelikleri olan bireylerin finansal piyasalara katılım sağlamalarını da beraberinde getirebilir.
Merkez Bankası sektör faaliyet raporlarına göre 2016 itibarıyla Türkiye’de firmalar finansmanlarını daha çok kısa vadeli yabancı kaynaklardan sağlamaktalar. Bununla beraber yabancı kaynakların yaklaşık yarısı banka kredilerinden oluşmaktadır. İşletmelerin yüzde 99,9’unu ve istihdamın da yüzde 76’sını oluşturan KOBİ’ler için ise finansman kanalları Tablo 12’de görüldüğü üzere ağırlıklı olarak banka kredilerinden oluşmuş ve 2007-2017 arasında sürekli bir artış göstermiştir. 2016’dan sonra küresel finansman koşullarının kötüleşmesi neticesinde ve hacimlerinin küçük veya teminatlarının yetersiz olması sebebiyle kredi sağlayamayan KOBİ’leri desteklemek amacıyla Kredi Garanti Fonu (KGF) devreye sokulmuş ve bu da işletmelere 2017’de 237 milyar TL hacminde kredi sağlanmıştır. Ciddi hacimlere ulaşan bu ve buna benzer devlet destekli kanalların sağladıkları kredilerin etkisi ve verimliliğini ölçmek amaçlı önce pilot projelerin başlatılması ve sonrasında da sistematik değerlendirilmeler yapılması önem arz etmektedir.
Tablodan anlaşılacağı üzere bankacılık haricinde KOBİ’lerin temin edebildiği finansman yöntemlerinin oranı zamanla artmıştır. Bunlardan risk sermayesi (venture capital) henüz önemsiz bir yer teşkil etmekteyken işletmelerin banka limitlerini etkilemeyen ve kısa vadeli nakit yetersizliğini karşılamak için üretilmiş leasing veya vadeli işlemlerde nakit temin ve takibi için kullanılan faktoring gibi yöntemler de hızla önem kazanmaktadır. BIS verilerine göre Türkiye’de finansman sağlamak amaçlı ihraç edilen özel sektör borçlanma araçları artmakta ancak bu borçlanmalar toplam borçların içerisinde küçük bir pay teşkil etmektedir.
Tabloya göre 2010’da borç piyasası neredeyse tamamıyla devlet borçlanmasından oluşmaktayken zamanla finans sektörü önem kazanmıştır. Buna karşın finans dışı özel sektörde ihraçların miktarı ve yüzdesi sürekli bir artış göstermiş ancak toplam rakam içerisinde görece düşük kalmıştır.
Türkiye’de tahvil piyasalarından finansman sağlayabilen finans dışı firmalar sayılı kuruluşlardan oluşmakta, KOBİ’ler büyük ölçüde bu finansman kaynağından istifade edememektedir. Almanya, Çin, Güney Kore gibi ülkelerde de benzer bir durum söz konusu olduğu için son zamanlara bu işletmelerin finansman sağlayabilmelerini amaçlayan KOBİ borçlanma piyasaları kurulmuştur. Bir önceki bölümde açıklandığı üzere KOBİ’lerin reel sektör odaklı geleneksel ve alternatif birçok enstrümanı bu gibi piyasalarda finansman amaçlı kullanabilmeleri için gerekli teknik ve hukuki altyapı sağlanabilir ve ikincil piyasaların altyapısı hazırlanabilir. Bu piyasalara iştirak etmek isteyen yerel firmaların değerlendirilmesi için kurulması planlanan milli kredi derecelendirme kuruluşu rol üstlenebilir.
Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de finansal piyasalarda teknoloji kullanımı özellikle kişisel bilgisayar, akıllı telefon ve internet kullanımının artmasıyla yaygınlaşmıştır. Bu teknolojilerin sayesinde bireyler ve kurumsal yatırımcılar internet ve mobil bankacılığıyla para transferi, ödeme ve yatırım gibi faaliyetleri gerçekleştirebilir. Tablo 14’te 2006-2018 arası finansal teknoloji kullanımı hakkında bilgiler verilmektedir.
Tablodan anlaşılacağı üzere Türkiye’de 2006-2018 arasında dijital bankacılık kullanımı her alanda ciddi bir artış sergilemiş ve nüfusun önemli bir kısmı teknoloji kullanımıyla finansal piyasalara iştirak etmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda bireylerin finansal piyasalara daha aktif ve yapıcı ölçüde katılım sağlamaları için teknolojiden faydalanması gerektiği söylenebilir. Zira her ne kadar bankacılık alanında finansal teknoloji kullanımı yüksek olsa da altın sertifikası ihracı ve benzeri araçların yeterli oranda başarılı olmamalarını sağlayan sebepler arasında teknolojik kolaylıkların sağlanmış olmaması sayılabilir. Bir sonraki alt başlıkta finansal piyasalarda teknoloji kullanımına dair bazı hususlara değinilmektedir.
Finansal teknolojiler anlamında kullanılan FinTech dünya finans piyasalarında potansiyelini son senelerde önem arz eden her alanda göstermiştir. Bu alanla bağlantılı olarak Makine Öğrenimi (Machine Learning), Veri Madenciliği (Data Mining), Finansal Teknoloji (FinTech) alanları sayılabilir. “Algoritmik işlemler” çeşitli matematiksel algoritmalara dayalı bilgisayar programlarının emirler koymak ve yönetmek gibi finansal işlemler yapmaları olarak tanımlanabilir. Algoritmik işlemlerin bir alt dalı olarak tanımlanan ve yüksek frekanslı alışveriş işlemleri (highfrequency trading, HFT) olarak adlandırılan yazılım bazlı algoritmaların piyasalarda katılımcılar tarafından ticaret stratejileri için uygulanmasıyla ilgilidir. Geleneksel finansal işlemlere kıyasla yeni bir fenomen olan HFT kısa sürede piyasalarda ciddi hacimlere ulaşmıştır. Dünyanın en büyük finansal piyasalarına sahip olan ABD’de HFT 2017’de piyasa hacminin yüzde 60’ını, Birleşik Krallık’ta da 2010’da yüzde 77’sini teşkil etmiştir. Türkiye’de ise 2013-2014 aralığını inceleyen bir çalışmada algoritmik işlemler ve HFT’nin Borsa İstanbul’da yapılan ticaretlerin küçük ama önemli bir payını teşkil ettiği ve bu yöntemlerin daha çok portföy ve fon yöneten şirketler tarafından kullanıldığı belirtilmektedir. ABD ve diğer finansal merkezlere kıyasla önemi Türkiye’de henüz daha az olan bu işlemlerin gelecekte önem kazanma olasılığı yüksektir.
Bunlarla beraber algoritmik işlemler ve HFT son senelerde zaman zaman dünya finans piyasalarında –Mayıs 2010’da yaşanan ve küresel boyutlara varan “flash crash” adlı satış dalgası gibi– olağanüstü volatiliteyi beraberinde getirmesi ile bu yöntemlerin piyasalar açısından yararının sorgulanmasını sağlamıştır.47 Bu olumsuz yan etkilerin48 ve algoritmik işlemler gibi reel ekonomiye doğrudan etkisi sınırlı olan alışverişlerin sınırlı kalması amacıyla Avrupa Komisyonu bir çeşit finansal işlemler vergisi olan “Tobin vergisi” üzerine çalışmaktadır. Türkiye’de henüz küçük boyutlarda olan bu teknolojilerin gelecekte beraberinde getirebilecekleri muhtemel yan etkilerin sınırlı kalması için finansal piyasalarda gerekli altyapı ve düzenlemelerin yapılması kritik önem arz etmektedir.
2008’de ortaya koyulan Blockchain teknolojisi önceleri sadece Bitcoin ve diğer sanal para birimleriyle ilişkilendirilirken zamanla farklı alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Bir çeşit dağıtık veri tabanı olan bu teknolojinin bazı özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 1) Blockchain işleminin tarafları veri tabanının tamamına ve tarihine erişim sağlayabilmekte ama kontrol edememektedir. 2) İletişim merkezi bir sistemde değil taraflar arasında gerçekleşmektedir. 3) İşlemlerin tamamı sistemde olan herkese açık olup işlem yapanlar anonim kalabilmekte veya kimliklerini açık tutabilmektedir. 4) Kayıtlar bir zincir şeklinde birbirleriyle bağlantılı oldukları için geriye dönük olarak değiştirilememektedir. Kontrat, alışveriş ve kayıtların elektronik ortamda güvenli bir şekilde muhafazasının kritik öneme sahip olduğu finansal piyasalarda bu teknoloji siber saldırılara maruz kalan ve pahalı olan mevcut sisteme hızlı, düşük maliyetli ve güvenilir bir alternatif sunmaktadır. Bunlarla beraber bazı araştırmacılara göre bu teknolojinin potansiyelinin ülkelerde tamamıyla kullanılmasının on yıllar alabileceği ama altyapı çalışmalarının günümüzde başlamasının yararlı olacağı belirtilmektedir. Henüz yeni olan bu teknolojinin Ticaret Bakanlığı nezdinde dış ticaret işlemleri üzerinde uygulanması için çalışmalar başlatılması bu anlamda önemli bir gelişme olarak görülebilir. Bununla beraber finansal kuruluşların sistemlerine entegre edebilmeleri için gerekli hukuki altyapının sağlanması gerekmektedir.EYLÜL 2019