YENİ DÖNEMİN FİNANSMAN ARAÇLARI

ALTERNATİF FİNANSMAN İHTİYACI: TÜRKİYE ÖRNEĞİ

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası dönemde ABD, piyasa kuruna göre (nominal olarak) küresel ekonominin neredeyse yarısını ifade ediyordu. Ancak bu devasa ekonomik ağırlık bugün artık yok. Küresel güç dengesi diğer ülkelere doğru kayıyor. Önce Japonya ve Avrupa şimdi de Asya, Çin, Türkiye ve Güney Amerika yükseliyor. ABD’nin bugün satın alma gücü paritesine göre küresel ekonomideki ağırlığı yüzde 15’lere kadar gerilemiştir. Bu yeni dengede üretim daha adil yayılacak, finansal sistemin küresel ödeme sistemlerindeki ağırlıkları ve paranın merkezi de adım adım değişecektir.

Ancak gücünü ve ayrıcalıklı konumlarını giderek kaybeden merkezdeki ülkeler ise daha hırçın, daha agresif ve tek taraflı uygulamalarla güvenilirliklerini kaybetmektedir. Milli menfaatler ile küresel çıkarlar –bu örneklerden de anlaşılacağı üzere– her zaman uyuşmayabiliyor. Hatta çoğu zaman küresel sistemin merkezdeki ülkeleri kendi başlarına karar almayı tercih etmektedir. Merkezde kalma kaygısının çevre ülkelere ve dünyanın geri kalanına etkileri ise derin kaygıları beraberinde getirmektedir. Bu noktadaki dönüşümün sınırlarının ne olacağı ise hala belirsizdir.

Yeni dönemin yeni ekonomi modelinde ticaret ve ihracata dayalı büyümeye de özel önem verilmektedir. Bu da konuyu dış ticareti kolaylaştıracak ve dolar gibi merkezi ödeme araçlarına olan bağımlılığı azaltabilecek “blok zinciri” (blockchain) gibi yeni teknolojiler ve açıkların finansmanı konusuna getirmektedir. Türkiye yeni dönemde coğrafi konumunu ticari ve finansal faaliyetlerde avantaja çevirmek istiyorsa blok zinciri gibi yeni teknolojilerde öncü veya merkezi rolü üstlenebilmelidir. Sağlam bir hukuki, teknolojik altyapı ve ortaklıklarla bu yeni teknolojide özellikle de uluslararası ticaretteki finansal işlemlerde önemli avantajlar yakalanabilir.

Dahası dolar gibi güçlü milli paralarla ticaret yerine yerel para birimleri veya herkesin kabullenebileceği, kimseye ayrıcalıklı konum sağlamayan altın gibi araçlarla ticarete odaklanmak kaçınılmaz bir sona benzemektedir. Mevcut düzenin uzun sürmeyeceği ise açıktır. Türkiye ile komşu ülkelerin ikili ticarette attıkları yeni adımlar bu açıdan önemlidir.

Türkiye yeni dönemde finansmandan ticarete her konuda oyun kurucu ülkelerden biri olmak istiyorsa erken hareket etmelidir. Çevresinde ve dünyanın geri kalanında adım adım hayata geçen blok zincir ortaklıkları ve dijital tek pazar gibi yeni girişimlere uzak durmamalı, yeni oluşumların dışında kalmamalıdır. Ortaya çıkacak yeni birliklerin dışında kalmak rekabet noktasında Türkiye’ye çok şey kaybettirir. Örneğin Avrupa Birliği’nin (AB) yirmi yedi ortağı yakın zamanda Avrupa’da kendi içlerinde ve dünyanın geri kalanıyla yapılan ticari ve finansal faaliyetlerin daha hızlı, güvenilir ve düşük maliyetle yapılabilmesi için Avrupa Blok Zincir Ortaklığı (European Blockchain Partnership) kurulması için anlaşmıştır. AB muhtemelen kuracağı bu sağlam altyapıyı adım adım kendisiyle ticaret yapacak diğer dış paydaşlara da kabul ettirilecektir. Bu adımlar da orta vadede parasal ve ticari bir birlikten “dijital tek pazar” (eIDAS) kurulmasına doğru ilerleyecektir. eIDAS altyapısı adım adım oluşurken Türkiye henüz bu sürecin dışındadır.

Son dönemin bu doğrultuda dikkat çekilen önemli tartışma konularından biri de yerli paralarla ticaret ve dolar gibi küresel ödeme araçlarına olan bağımlılığı azaltmaktır. Kur şoku da bu dönemde yeni ittifaklar için kapıyı aralamaktadır. Türkiye’nin mevcut durumdaki önerisi ise milli paralarla ticarettir. Kayıt zinciri veya blok zinciri gibi yeni teknolojiler aslında tam da bu doğrultuda dolar gibi konvansiyonel araçlar ve onlara dayalı küresel parasal sistemin olumsuz etkilerini sonlandırmayı amaç edinmektedir. Bu açıdan blok zinciri teknolojisi önemli bir fırsattır.

Bu tür yeni girişimler ve farklı çıkış yolları özellikle de mevcut küresel güçlerin tehditkar tutumlarının arttığı, tek taraflı yaptırım çıkışlarının olduğu ve yaptırım gücünü elinde bulundurduğu günümüzde önemlidir. ABD’li ekonomist ve hukukçu James Rickards bu konuyla ilgili kitabında Rusya’nın uluslararası ticaretinde dolar yerine altına dayalı yeni bir araç kullanabileceği bir senaryo üzerinde durmaktadır. Buna göre diğer ülkelerin de Rusya’yı takip etmesiyle dolara dayalı modern ödeme sistemleri ve ABD’nin tüm dünya ekonomisi ve finansal sistemi üzerindeki hegemonyası çökecektir. Benzer senaryoların gerçeğe dönüşme ihtimali özellikle kripto teknolojilerle gittikçe artmaktadır. Uluslararası ticaret, finansal işlemler ve hatta farklı sözleşmeler ve faturalama dahi bu yeni teknoloji ürünü güvenli altyapılarla daha işlevsel hale getirilebilir. Örneğin blok zinciri teknolojisi dış ticareti ve ödemeleri kolaylaştırabilir ve bu yolla dolar gibi merkezi ödeme araçlarına olan bağımlılığı azaltabilir.

Farklı sektörlerde kontratların blok zinciri sistemleri üzerinden satılmasının avantajları (işlem geçmişinin belli olmasının da ötesinde) da fazladır. Daha basit ve daha hızlı bir finansman modeli sunarak küçük şirketlerin ve bireylerin de kullanabileceği bir finansman metodu olabilir. Ticareti kolay olduğu için ikinci el piyasası da oluşabilir. Blok zinciri özellikle de uluslararası arz sürecinin yönetimi noktasında maliyetleri düşürebilir ve işlemleri hızlandırabilir.

Ancak kripto teknolojiler maliyetleri düşürme ve daha bağımsız hareket edebilme kabiliyeti kazandırırken herhangi bir manipülasyon, kaçakçılık ve spekülasyon durumunda başvurulacak veya piyasaları tekrar düzene sokacak belirli kurallar çerçevesinde regülasyonu sürekli kılacak bir kurumsal yapı eksikliğini de beraberinde getirmektedir.

Bu teknoloji bağlamında yapılabilecek yeniliklerden biri de aynı blok zinciri sistemini sadece güvenilebilecek kullanıcılara açmak olabilir. Finansal veriler ve sağlık verileri gibi önemli bilgilerin kaydının blok zinciri üzerinden silinememesi, değişiklikler yapılamaması da sistemin mevcut önemli zayıflıklardan bir diğeridir.

Yeni dönemin temel kaygısı ticaret savaşlarının dünya ve Türkiye ekonomisine etkileri ve yerel yansımalarının nasıl olacağıdır. Ticaret savaşları yeni dönemin yadsınamaz bir gerçeğidir. Peki Türkiye bu savaşın neresindedir? Gelişmiş ülkelerin parasal sıkılaştırma adımlarına ek olarak yeni dönemde hızı giderek artan ticaret savaşları da gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) borçlanma maliyetleri ve finansmana erişimlerini ciddi anlamda olumsuz etkilemektedir. Doğrudan gümrük vergileri ve tarifelerde değişiklik olmasa dahi bu ülkeler küresel büyüme hızının gerilemesi, ticaretin daralması, risk iştahındaki azalış ve likidite sıkışıklığından olumsuz etkilenmektedir. Türkiye de –diğer GOÜ’ler kadar olmasa da– bu olumsuz gidişattan payını alacaktır.

YEP’te ticari hedeflerin tutturulması, ticaretin finansmanı ve yeni dönemin küresel gelişmeleriyle mücadele için hedeflenen önceliklerden ikisi şöyle ifade edilmektedir: İhracatı desteklemek amacıyla Eximbank’ın öz kaynakları daha da güçlendirilecek ve şube sayısı arttırılacaktır. (…) Uluslararası ticaretin kolaylaştırılması, gümrük işlemlerinin hızlandırılması, kaçakçılığın ve kaçakçılıktan kaynaklanan gelir kaybının engellenmesi için gümrük bilgi sistemleri uçtan uca bir bakış açısıyla ve büyük veri analizi, ileri analitik yetkinliklerini de içerecek şekilde güçlendirilecektir.

Türkiye yeni dönemde tarihine ve kimliğine uygun, daha bağımsız bir politika güden, bölgesinin ve bölge halklarının çıkarlarını önceleyen yeni bir perspektifle özgün bir paradigma geliştirmiştir. Şüphe yok ki bu milli ve bölgesel duruş belli güç merkezlerini ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Nitekim 15 Temmuz öncesi siyaset üzerinden Türkiye’ye kurulmaya çalışılan tahakküm 15 Temmuz ve sonrasında ekonomik ve finansal bir baskıya dönüştürülmüş görünmektedir. Türkiye’nin bu milli ve bölgesel duruşunu koruması için önünde alacağı uzun bir yolu vardır. Bu istikamette maliye politikasında disiplinli ve sıkı duruş sürdürülmeli, makro ihtiyati önlemler devam ettirilmeli ve yapısal reformlar (cari açığın düşürülmesi ve sürdürülebilir kalkınma için) kararlılıkla devam ettirilmelidir.

Yakın dönemde enflasyon, kur, faizler ve büyüme kalemleri öne çıkmakta ancak üç önemli nokta her zaman temel öncelikler arasında yer bulmalıdır: sürdürülebilir dengeli bir büyüme, daha düşük cari açık ve daha düşük enflasyon. Bunlar yapılırken yüksek büyüme ve istihdam artışı korunmalı, tüm bu adımların finansmanı da çok iyi planlanmalıdır.

Türkiye’de henüz yatırım harcamaları da istenen seviyede değil. Özel sektör yatırımları çok önemli olmakla birlikte hala yetersiz kalmaktadır. Makro ihtiyati tedbirler ve faiz indirimleri bu noktada faydalı olabilir. Faizlerin düşük seyretmesi yatırımların artırılması noktasında önemlidir. AK Parti hükümetlerinin öncelikli hedefi hazine faizleri ve özel sektör borçlanma faizlerini mümkün olduğunca düşük tutmak gibi görünmektedir. Bu noktadaki iyileşmenin de kısa vadede finansman ihtiyacını artıracağı açıktır.

 İhracata ve rekabete dayalı üretim stratejisi sürdürülebilir istikrarlı büyümenin anahtarıdır. İleri teknolojik üretime en yüksek teşvik sisteminin uygulanması ciddi katkılar sağlamaktadır. Yüksek katma değerli mal ve hizmet ihracatının artırılması da oldukça önemlidir. Yeni yatırımlar çekmek için yatırım ortamı iyileştirilmeli, yasal düzenlemelere öncelik tanınmalı ve hizmet gelirlerinin artırılmasına yönelik kapsamlı stratejiler geliştirilmelidir. Tüm bu adımlar orta vadede finansman gereksinimini azaltacaktır.

Uluslararası ödemeler konusu da yakın ve orta vadede önemli gelişmelere gebedir. Blok zinciri teknolojisinin uluslararası ödemelerde kullanımıyla ilgili yenilikler yeni dönemde çokça ilgi çekmektedir. Kanada’dan Singapur’a, İngiltere’den ABD’ye bu teknolojinin etkin kullanımıyla ilgili yenilikler üzerine farklı üniversitelerde araştırma merkezleri ve birçok büyük finansal kuruluşta araştırma birimleri kuruluyor, ciddi çalışmalar yürütülüyor. Türkiye de bu alana ciddi yatırımlar yapmak zorundadır. Bu doğrultuda stratejik konum iyi kullanılabilmeli ve yine bu alanda milli bir strateji geliştirilmelidir.

FİNANSMAN VE ÖDEME ARAÇLARI

Uluslararası ilişkilerin rayına oturduğu ve yeni siyasal düzenin de büyük oranda oluştuğu İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük savaşlar yerini konjonktürel krizlere bırakmıştı. Örneğin ABD’nin kendi finansman ihtiyacı için faizleri hızlıca artırdığı her dönem GOÜ’lerde borçların ödenememesinden kaynaklı küçük krizler yaşanıyordu. Borç yükleri artan faiz ve kurlarla birlikte bir anda yükseliyor ve ödenemeyecek seviyelere ulaşıyordu. GOÜ’ler de sık sık iflas bayrağı çekiyordu.

1980’lerde başlayan liberalleşme dalgası, 1990’ların tek kutuplu dünyası ve 2000’lerin dijitalleşme dalgasıyla birlikte krizlerin ve dönemsel döngülerin doğası da değişmeye başladı. Ticaret savaşları, yaptırımlar, korumacılık adımları, yönlendirilen sermaye hareketleri, GOÜ’lerde çıkarılan iç karışıklıklar ve savaşlar ile imajın zedelenmesi de sermayenin güvenli liman olarak gösterilen Batılı gelişmiş ülkelere akıtılma çabasının bir parçası olarak görülmeye başlandı.

Ülke ekonomileri ve kamunun finansman kaynaklarının çeşitlendirilmesi, finansman vadelerinin uzatılması ve yabancı sermayeye aşırı bağımlılığın kırılması bu konunun yeniden düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Bu noktada kullanılabilecek kaynaklar arasında aşağıda sayılacak farklı bireysel finansman enstrümanları dışında yenilikçi ICO tipi kamu finansman yöntemlerinin canlandırılması, kalkınma bankası gibi yeni kurumsal yapılar, katılım bankaları ve hatta merkez bankası finansmanı öne çıkan önemli alternatifler olarak tartışılmaktadır.

Daha güçlü, altyapısı sağlam bir ekonomi ve sürdürülebilir bir kalkınma hikayesi oluşturmak için yeni hikayenin finansman ihtiyacının da iyi planlanması elzemdir. Sadece özel sektör ve yeni fikirler değil kamunun finansman ihtiyacı da önemli bir sorundur. Bu noktada Türkiye’de bugün devlet bütçesinin yüzde 10 ila yüzde 15’i düzeyinde seyreden yıllık borç faizi ödemelerinin aşağı çekilmesi önemli bir öncelik olarak düşünülmelidir. Örneğin YEP’te faiz dışı dengenin önümüzdeki iki yılda yüzde 1,3’e çekilmesi ve açılan bu finansman alanının da reel üretime kaydırılması hedeflenmektedir. Ancak bu yeterli olmayacaktır. Finansmanın doğası ve araç zenginliği noktasında da yol alınabilmelidir.

Devletin borçlanma ihtiyacı düşünülürken borç miktarının düşürülmesi veya kamu gelirlerinin artırılması çabalarıyla birlikte borçlanma yöntemleri ve yüksek faiz ödemesini devam ettirecek konvansiyonel enstrümanlara alternatifler üretilmesi çabalarına odaklanmakta da fayda görülmelidir. Finansman alternatiflerinin zenginleştirilmesi de burada önemli bir unsurdur. Özellikle küresel yeni bir kriz ihtimalinin daha sık dile getirildiği, belirsizliklerin artma eğiliminde olduğu, finansman ihtiyacı ve likidite eksikliğinin derinden hissedildiği bu dönemde yenilikçi alternatifler, kolektif katılımı öngören yaklaşımlar daha çok tartışılmalıdır.

Finansman konusunda çeşitliliğe gidilmesi politika yapıcıların elini de güçlendirecek, daha bağımsız politikalar yürütülmesi noktasında teşvik edici olacaktır. Bu noktada yeni nesil finansman enstrümanları, yeni araçlar, fon ve kaynaklarını doğrudan üretim ve reel sektöre kaydıran katılım bankaları ve faizsiz finansal kuruluşlar gibi alternatiflere daha fazla önem vermekte fayda olacağı açıktır. Nitekim Türkiye’de bugün hala finansal piyasalar denince akla sadece konvansiyonel bankalar gelmektedir. Oysaki gelişmiş ülkelerdeki mevduat ve yatırım bankaları ayrımından tutun büyük kredi kooperatiflerine, yatırım ortaklıkları ve risk sermayesinden sigorta şirketleri ve varlık yönetim şirketlerine, broker ve mortgage şirketlerinden yerel ve bölgesel kredi birlikleri, finansal kurum ve bankalara kadar çok geniş finansal kurumlar ağından bahsetmek mümkündür.

Benzer şekilde modern ekonomilerin temel sorunlarının başında sermaye eksikliği ve onunla bağlantılı standart borçlanma araçlarının getirdiği borç ve faiz sarmalı gelmektedir. Örneğin Eurobond tipi ve yurt dışında (yabancı para cinsinden) ihraç edilen değerli kağıtlar üzerinden yapılan konvansiyonel borçlanmalar sadece geçici kaynak yaratma çabalarıdır. Öz finansmana dayanmayan, uzun vadeli reel maliyeti nispeten çok daha yüksek seyreden bu tip dış finansman kaynakları orta ve uzun vadede daha çok dışa bağımlılığı da beraberinde getirmektedir. Bu durum borçlanan ülkelerin döviz ihtiyacını gidermek için daha ciddi zorlukları ve izledikleri politikalar noktasında uluslararası kuruluşların reçetelerine bağımlı kalınması sonucunu doğurmaktadır. Oysa finansman noktasında başvurulabilecek geniş bir perspektifte farklı enstrüman opsiyonları söz konusudur. Basit bir örnek olarak reel üretimin finansmanı için standart banka kredileri yerine kadim bir tarihi geçmişi olan “selem akdi” gibi önemli alternatifler mevcuttur. Bu tür farklı kredi ya da sözleşmeler borç ve faize dayalı modern finansal düzeninin hegemonyasını kırabilir. Yatırım, üretim ve istihdama yönlendirilmiş krediler –faiz kazancı yerine ekonomiye de katkısı olan– reel kazanca odaklanan önemli birer alternatiftir.

Analiz bu amaçla prosper ve lendingclup gibi p2p platformlar üzerinden yürütülen birebir borçlanma imkanları gibi bireysel fonlardan mikro-kredi ve halka arzlara, alınan makine ve ekipmanların taksitler halinde ödenmesi esasına dayanan varlık finansman metotlarından kredi birlikleri ve risk sermayesine, kitlesel fonlamadan İslami finansa kadar geniş bir ilgi ve uygulama alanı olan alternatif finansman kaynaklarına tekrar dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda ve daha geniş bir makro perspektif sunmak amacıyla son dönemde önemi artan iç tasarruflar ve dış finansmanla ilgili tartışmalarla birlikte yenilikçi ICO tipi kamu finansman yöntemlerinin canlandırılması, katılım bankaları, kitlesel fonlama ve kalkınma bankaları gibi yeni kurumsal yapı örneklerine birer alternatif uygulama olarak kısaca odaklanılmaktadır.

Cari Açık, İç Tasarruflar ve Dış Finansman Dengesi

Kronik cari açıkların finansmanı; kamu, özel sektör ve yeni fikirlerin ihtiyaç duyduğu ucuz, uzun vadeli ve sürdürülebilir finansman kaynakları meselesi yeni dönemin en kritik konusu olmaya adaydır. Finansman kaynakları noktasında ise iç tasarruflarla birlikte dış finansman da önemli bir unsurdur. İç tasarrufların genelde düşük seyrettiği ülkemizde ihtiyaç duyulan dış finansmanın çekilmesi noktasında 2002 sonrası iyi bir performans sergilenmiştir. Ancak küresel finansal koşulların değiştiği bu yeni dönemde henüz alınacak uzun, ince bir yol mevcuttur. Dış finansmanla bağlantılı olası küçük şoklar ülke ekonomisinde bütçe dengesi ve finansal istikrar noktasında dengeleri ve imajı zedeleme potansiyeli taşımaktadır.

İç tasarrufları  –Çin ve Hindistan örneklerindeki gibi– yüzde 30-40’lı rakamlara çıkarmak elbette zor olacaktır. Ancak tasarrufların kısa vadede yüzde 20’li oranlara çekilmesi önemlidir. Daha önce hayata geçirilen BES, zorunlu BES ve çeyiz hesabı gibi örnek adımlarla tasarruf oranları yüzde 15’lerin üzerine çekilmiştir. Ancak bu adımların henüz yeterli düzeyde olmadığı açıktır. Özellikle de dış finansman kaynaklarının kıtlaştığı, küresel düzeyde sıkılaştırma adımlarının arttığı son dönemde iç tasarrufların önemi daha açık ortaya çıkmış durumdadır. İç tasarrufların doğru yönlendirilmesi, Batı’daki örnekleri takip ile varlık fonu ve kamu fonlarının kurumsal bir kimliğe kavuşturulması finansal derinleşme ve makroekonomik istikrar yönünde atılan önemli adımlardır.

İç tasarrufların henüz yetersiz olduğu Türkiye’de dış finansman ihtiyacı yüksektir. Dış finansman noktasında küresel kaynakların kıtlaştığı bir ortamda özellikle de doğrudan yabancı yatırımları ülkeye çekecek altyapı ve yatırım ortamının iyileştirilmesi, kurumsal kaliteyi artırıcı ve yabancı yatırımcıya güven aşılayacak adımların pekiştirilmesi özel önem arz etmektedir. Bu noktada birkaç yıldır devam eden derecelendirme kuruluşlarının not indirimleri süreci ülke ekonomisinin imajı ve ciddi ihtiyaç duyulan dış finansman için pek de iyi bir işaret değildir. Uzun dönem döviz cinsi kredi notunun düşüşü –zayıf karnımız– yabancı sermaye girişini riske sokacaktır.

Son dönemdeki dengelenme süreciyle 2019’da cari açıklar bir nebze dizginlendi. Bu da özellikle de dış finansman ihtiyacının azaltılması yönünde oldukça önemli bir gelişmedir. Cari açık azaltılmadığı müddetçe dış finansman çekilmesi ihtiyacı her zaman yüksek kalacaktır. Bu dengelenme sürecinin devamı, yapısal yeni bir dönüşüm veya Doğu Akdeniz’de ülkenin kaderini değiştirecek ciddi bir enerji hamlesi olmadığı taktirde dış açıklar ülke ekonomisinin kırılganlığını sürdürecektir. Büyük resimde dış finansmana bağımlılık Türkiye’de hala önemli sorunların başında gelmektedir. En azından cari açığın nispeten yüksek seyrettiği dönemler özellikle de yabancı sermaye girişini riske sokacak her yeni gelişme küçük şoklara kapı aralayacaktır.

Ödeme Sistemleri

Alternatif finansman yöntemleri, finansman araçları ve ödeme sistemleri konusunda atılacak adımlara altyapının kendisini de eklememek ciddi bir eksiklik olur. Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren yaygınlık kazanmaya başlayan kartlı ve elektronik ödeme sistemleri günümüzde onlarca trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklüğe ulaşmış durumdadır. Dünya Bankası verilerine göre dünya nüfusunun yüzde 63’lük kısmı banka kartları kullanırken gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 98’lere kadar çıkmaktadır.

Son yüzyılın önemli finansal kazanımlarından kredi kartları gibi modern ödeme araçları tüketim ve tedarik zincirini oluşturan tüm bireylerin işlerini kolaylaştırmıştır. Ülke ekonomilerine de hatırı sayılır katkıları olmuştur. Her şeyden önce nakitle alışverişin önüne geçilerek her alışverişten vergi toplanması garanti edilmiştir. Bu da kamunun finansman gereksinimini azaltmıştır. Bundan ötesi kredi kartları gibi araçların kullanımı teşvik edilerek gerekli durumlarda ülkedeki tüketim ve dolayısıyla talep de düzenlenebilir hale getirilmiştir. Ancak kredi kartı kullanımının ödeme sistemleri piyasasının oligopol yapısı, harcama eğilimi ve borç birikimini artırmaları, gelecek dönemlerin gelirlerini düşürücü etkileri, faiz ve komisyon ödemeleri gibi önemli negatif yönleri de mevcuttur.

Daha genel anlamda da finansal sistemin gün geçtikçe monopolleşmesi (en iyi ihtimalle oligopolleşmesi) ve birkaç güçlü oyuncunun elinde toplanması ilgiyi alternatif enstrümanlara çekmektedir. Örneğin kredi kartlarının bağlı olduğu elektronik ödeme sistemleri bile bugün sadece birkaç büyük global oyuncunun elinde toplanmıştır. Bu durum ise hem piyasa ekonomisinin rekabete dayalı doğasına ters hem de piyasanın daha verimli ve etkili işlemesi yönündeki beklentilere önemli bir engeldir. Bu eğilim ekonomileri önemli sorunlara karşı daha hassas hale getirmekte ve direncini de kırmaktadır.

Burada yapılan ödeme sistemleri vurgusu hemen akla bankaların sunduğu bol bonuslu popüler kredi kartı markalarını getirmemelidir. Bu kartların her biri ve Türkiye’deki diğer bankamatik ve daha az popüler kredi kartlarının hepsi birer ödeme aracı olarak aslında küresel büyük ödeme sistemlerinden birinin ödeme altyapısını kullanmaktadır. Dolayısıyla bu teknolojik altyapı ve ödeme araçlarının komisyonlarının asıl kaymağını ve nakit akışlarından gelen gelirin önemli bir kısmını da yine bu küresel büyük oyuncular almaktadır. Batı’nın teknolojik altyapısını, Batılı Visa, MasterCard, Amex gibi aracıların (bir nebze de Çinli UnionPay gibi yeni oyuncuların) ve büyük finans kuruluşlarının altyapısını ve teknik iznini almadan kimse dünya üzerindeki iki nokta arasında para transferi yapamaz duruma gelmiştir. Yerel ödeme araçlarının payı ise henüz ihmal edilebilecek kadar düşük düzeydedir.

McKinsey & Company’ye göre Visa, MasterCard ve UnionPay gibi küresel oyuncular dışında kalan yerel ve daha küçük ödeme sistemleri 2017’de 30 trilyon dolar civarındaki küresel ödeme pastasından toplamda yüzde 15-20 civarında pay alabilmektedir. Diğer yandan 1990’larda Sovyet Rusya’nın yıkılmasıyla ABD merkezli ödeme sistemleri yaygınlaşmış ve dünya genelindeki ağırlığı gittikçe artmıştır. ABD adım adım küresel ekonomi ve finansal sistemi üzerindeki hegemonyasını güçlendirmiştir. Bretton Woods sonrası oluşan dolar merkezli küresel sistemden sonra finansal işlemler ve ödeme sistemlerinin de ABD merkezli yapılanmaya başlaması Washington yönetiminin küresel hegemonyasını güçlendirmiştir. Son dönemde Avrupa da kendine ait yeni bir EFT sistemi geliştirmektedir. İran ile ticarete getirilen ABD yaptırımları Avrupa’da da kendilerine ait yeni bir EFT ve ödeme sistemi kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Çin ve Rusya’nın da bu mekanizmaya katılması ise ABD’nin ve doların hegemonyasını kırabilir. ABD dolarına ve küresel rezerv para rolüne ciddi darbe vurabilir.

Çinli UnionPay firmasının 2000’lerde sunmaya başladığı yerel ödeme sistemi de ciddi bir başarı sağlarken bu adım dünyanın farklı bölgelerinde yerel ödeme sistemlerinin gelişimleri için önayak olmuştur. 2002’de yerel bir ödeme sistemi olarak kurulan “China UnionPay” bugün kullanıcı sayısı ve işlem hacminde küresel ölçekte büyük bir oyuncu konumuna gelmiştir.

2018 ortasındaki Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre Türkiye 200 milyonun üzerindeki kart adediyle Avrupa’nın sayısal olarak en büyük kart ve ödeme sistemleri pazarıdır. Türkiye’de yine kartlı ödeme sistemleri nakitten sonra en yaygın ödeme aracıdır. Diğer yandan Türkiye’deki kartlı ödeme sistemlerinin yüzde 99’unu Visa ve MasterCard gibi küresel ödeme sistemleri yönetmektedir. Bu çelişkili tablo işlemlerin yüzde 98 gibi ezici bir kısmı yurt içi işlemler olduğu halde karşımıza çıkmaktadır.

Unutmamalı ki ekonomik ve finansal bağımsızlık günümüzde en az siyasi bağımsızlık kadar önemli bir unsurdur.

Yerli ve milli bir ödeme sistemi

Türkiye için stratejik ve hayati önemi haizdir. Yüzde 99 oranında dışa bağımlı ödemeler sistemi herhangi bir ekonomik, finansal veya siyasi kriz durumunda Türkiye’nin elini tamamen bağlayabilecek önemli bir zaaftır. Bu sistem ülkeleri finansman araçları noktasında da dışa bağımlı bırakır. Yerli ve milli bir ödeme sistemi olan Türkiye’nin Ödeme Yöntemi (TROY) ülke ekonomisinin önünü açabilecek, dışa açılımı kolaylaştırabilecek ve bağımsız hareket kabiliyetini artırabilecek potansiyele sahiptir. Her şeydenönce ciddi bir potansiyele sahip Ortadoğu, Asya ve Afrika ile İslam dünyası pazarından faydalanılabilir, Türkiye’yi bölgesel ve küresel bir çekim merkezi haline getirebilir. Ancak BKM verilerine göre –2018 yazı itibarıyla– Nisan 2016’da aktif olan TROY’un pazar payı ancak yüzde 2,1’e yükselmiştir. Yeni verilen kartlar arasında da TROY yüzde 15’lik paya sahiptir.

TROY önemli miktarda komisyon ücretini Türkiye’ye geri çekebilir ve bu yolla cari açığı ve finansman gereksinimini de düşürür. Bankalar ve finans kuruluşlarının komisyon maliyetleri de önemli oranda düşer. İç işlemlerde dahi dışa bağımlılık dış kriz gibi risklerden kaçınmayı zorlaştırır ve yurt içi işlemlerde olası kilitlenmelerin önünü açmış olur. Ayrıca tüketici bilgilerinin yabancı firmalarla –ücretini kendimiz ödeyerek– paylaşılması durumu (hatta irrasyonalitesi) da ortadan kalkar.

Dijital Jetonlaşma ve ICO’lar

Dijital dönüşüm çağında her alanda olduğu gibi finansal piyasalar ve işlemler teknolojisinde de bugün her anlamda baş döndüren bir değişim, dönüşüm ve dijitalleşme evresi yaşanmaktadır. Bu evre kullanılan paradan alışveriş ve para transferinin doğasına, bankacılık işlemlerinden yatırıma her alanda kendisini güçlü bir şekilde hissettirmektedir. Gelinen noktada sadece finansal işlemler ve transferler teknolojisinde değil şirketlerin kuruluşu ve fikirlerin ilk finansman aşamasında da blok zinciri gibi yeni teknolojilere ve dijital paralara ilgi sürekli artmaktadır.

Özellikle girişimcilik kültüründe tüm dünyayı kasıp kavuran start-up ve dijital paralar gibi yenilikler yeni fikir ve girişimlerin finansmanı noktasında da yeni ihtiyaçları ve teknolojik yenilik açığını beraberinde getirmektedir. Hisse senedi piyasaları ve halka arzlarla risk sermayesine, “melek yatırımcı”ya dayalı finansman modellerinin doğası da değişim geçirmektedir.

Türkiye’de henüz ciddi ölçekte bir uygulama alanı olmasa da küresel düzeyde ICO gibi yeni fikirlere ilgi hızla artıyor. Tıpkı konvansiyonel bankacılıktan blok zinciri teknolojisine yaşanmakta olan dönüşümde olduğu gibi bugün konvansiyonel finansman enstrümanlarından yeni alternatiflere (örneğin kripto paralara dayalı finansman modellerine) daha fazla yöneliş görülmektedir. Son birkaç yılda popülaritesi gittikçe artmaya başlayan ICO tipi yeni finansman modelinde dijital jetonlar ya da sikkeler para yerine yeni fikirlerin finansmanında araç olarak kullanılmaktadır.

ICO tipi yeni finansman modelinin konvansiyonel halka arz ya da risk sermayesi finansman modellerinden temel farkı yatırımcının şirkette hisse sahibi olmamasıdır. Yeni girişimin dijital jetonlarından alan yatırımcılar bu dijital jetonları daha sonra ortaya çıkacak ürünleri almak için kullanırlar. Yani şirket hisseleri yerine bu yeni şirketlerin üretecekleri ürünleri almış olurlar.

IPO’lardan önemli farkı ise IPO oturmuş, güven veren şirketler için geçerli iken ICO daha çok yeni ortaya çıkan fikirlerin finansmanı için kullanılan bir metottur. Bu açıdan ICO özünde yepyeni bir halka arz türü ve sermaye toplamak için kullanılan modern bir finansman modelidir. Girişimciler Ethereum gibi platformlar üzerinden yeni dijital paralar ya da jetonlar oluşturarak bunları fikirlerinin finansmanı için satarlar. Ardından da dijital jeton ya da paranın yatırımcılara satış süreci başlar: public ICO.

Yeni fikre finansman sağlamak isteyen yatırımcılar diğer dijital paraları da kullanarak bu fikrin finansmanı sürecine katılır. Bir örnek olarak blok zinciri teknolojik altyapısını kullanan güvenli telefon Solarin’in mucidi Sirin Labs geçen yıl ciddi ses getiren bir ICO örneğini oluşturmuştur. Sirin Labs akıllı telefon ve bilgisayarlarda kullanılacak blok zinciri tabanlı açık erişim FINNEY altyapısı için 2018’de bir yıl içerisinde 150 milyon dolar civarında finansman toplamıştır. Telegram, Dragon Coin ve Huobi gibi başarılı girişimler de henüz ortada ürün yokken dahi birkaç milyar doları bulan finansman oluşturarak yeni teknolojilerin etkin kullanımı konusunda önemli dersler sunmaktadır.

Bu gibi başarılı örnekler ve ulaştıkları ciddi finansman rakamları yeni teknolojilerin kaynak oluşturma, finansal çeşitlilik ve daha genel anlamda da finansal derinleşme noktasında oynayabileceği rollerle ilgili önemli veriler sunmaktadır. Uzun vadede piyasanın oturmasıyla bu dijital jetonların da hisse senetleri gibi alınıp satılabilmesi ve değer kazanarak yatırımcısına üretilen son üründen daha fazlasını kazandırması beklenebilir.

Kitlesel Fonlama

Yakın dönemin önemli trendlerinden ve popülaritesi gittikçe artan finansman bulma yöntemlerinden kitlesel fonlama her yıl milyarlarca dolarlık sermayenin toplandığı, yaratıcı yeni fikirlerin fonlandığı, toplumsal sorunlara çözümler sunulan önemli bir başka yeniliktir. Önemli ve başarılı girişimlerin önünü açan özellikle de sosyal medyanın etkin kullanımıyla çok daha fazla destekçiye hızlı ulaşım imkanı sağlayan yeni bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kitlesel fonlama kitlelerin bir araya gelerek bir fikir, proje veya ihtiyacı küçük bağışlarla fonlaması işlemidir. Finansmanın doğasını değiştiren, fon bulmayı oldukça kolaylaştıran, müşteri, yatırımcı ve girişimcileri ortak iş yapma ve karşılıklı etkileşimle kazan-kazan iş ilişkisi kurmaya teşvik eden, çoğunluğu internet platformları üzerinden ve belli bir zaman dilimi için yürütülen kampanyalardır. Üniversite harçlarını ödeyemeyenlerden acil hastalara, hayvan hakları savunucularından başarılı yeni iş ve girişimcilik fikirlerine kadar çok geniş bir alanda yaygınlıkla kullanılan bu araç yeni yüzyılın önemli yeniliklerinden biri olarak yerini almış durumdadır.

Kickstarter ve GoFundMe gibi popüler ve kendisini kanıtlamış örneklerin yanında yeni girişimlere ve taze fikirlere odaklanan SmartSomeGood, Patreon ve Indiegogo gibi platformlar da kendisinden söz ettiren önemli yeni nesil kitlesel fonlama ve finansman platformlarıdır. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere bu teknikte ABD küresel liderliği kimseye kaptırmamaktadır.

Bazı kitlesel fonlama kampanyaları –fon karşılığı hisse dağıtan equity crowdfunding örneğinde olduğu gibi– küçük hisseler dağıtırken birçoğu kar payı veya hisse dağıtmaz. Farklı ödül programlarıyla fon çekmeye çalışan projelerin sayısı da hatırı sayılır miktardadır. 2009’da ortaya ilk çıktığı zaman ciddi ses getiren Kickstarter yeni fikirlere henüz ilk aşamalarda cezbedici ödül programlarıyla yakın çevre ve çıkacak ürüne ilgi duyacak müşterilere ulaşmayı kolaylaştırmaktadır. Obama döneminde 2012’de imzalanan JOBS Kanunu (act) da daha fazla destek toplanabilmesinin önünü açmak için küçük hisseler yoluyla kitlesel fonlama sürecinin temellerini atan equity crowdfunding’in yasal altyapısını oluşturmuştur. Bununla birlikte girişimciler ile KOBİ’lerin gelişimlerinin desteklenmesi sürecine ciddi katkılar sağlamıştır. Adım adım kamuya açık ilanlar yoluyla da finansman aranmasının yasal altyapısı teşkil edilmiştir.

Son dönemlerin başarılı kitlesel fonlama hikayelerine birkaç örnek olarak Pebble Time, Co olest Cooler, Pebble 2, Kingdom Death, Pebble E-Paper Watch, Oculus VR, 3Doodler gibi girişimleri saymak mümkündür.

Melek Yatırımcılar

Melek yatırımcılar erken aşama girişimlerin finansmanı için kullanılan sermaye piyasası araçlarının önemli ve popüler bir türüdür. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ve potansiyel büyümeleri için de önemli bir veridir. Türkiye’de melek yatırımcı pazarı Avrupa’nın en büyükleri listesinde beşinciliğe kadar çıkmıştır. EBAN (Avrupa Melek Yatırım Ağı) verilerine göre Türkiye 500 milyon avroluk melek yatırımcı pazarı ile Fransa, Rusya ve İtalya gibi ülkeleri de sollayarak Avrupa beşinciliğine kadar yükselmiştir.20 Ancak –özellikle de ABD pazarıyla karşılaştırıldığında– hala uzun bir yol katedilmesi gereklidir.

Bununla birlikte Türkiye bu haliyle dahi şimdiden uzun yıllardır girmeye çalıştığı ancak henüz hazır olmadığı iddia edilen AB kulübünün onlarca ülkesinden daha iyi durumdadır. Türkiye’den daha iyi performans gösteren ülkeler grubunda ise İngiltere, İspanya, Almanya ve Finlandiya yer almaktadır. Avrupa beşinciliği Türkiye’nin nüfus ve ekonomik büyüklüğü göz önüne alındığında ciddi bir anlam ifade etmese de beş yıl öncesinde Avrupa’nın ilk otuz ülkesi arasında yer alamayışı göz önünde bulundurulduğunda kayda değer bir gelişmedir.

Türkiye’nin aldığı bu ciddi yol şaşırtıcı görülmemelidir. Eski Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek geçtiğimiz yıllarda Borsa İstanbul’da yaptığı bir konuşmasında Türkiye’nin melek yatırımcı pazarında yakın zamanda Avrupa’nın en büyük ilk üç ülkesi arasına girebileceğini iddia etmiştir.21 Şimdiden ulaşılan bu başarı ileride çok daha büyük başarıların yakalanması için önemli bir fırsat olduğunu kanıtlamaktadır.

Avrupa ve ABD karşılaştırması da burada önemli bir başka husustur. Avrupa’da melek yatırımcı pazarı 2016-2017 döneminde 10 milyar avro civarı büyüklükteydi. Bu rakam önceki yıla göre yüzde 33 civarı bir büyüklüğe denk gelmektedir. ABD ile karşılaştırıldığında ise pazarın yalnızca yüzde 27’sine tekabül etmektedir. Bu da Avrupa’nın henüz ne kadar geride olduğunu kanıtlamaktadır. Girişimcilik ve start-up kültürünün canlanmasıyla hem Avrupa hem de Türkiye’de bu noktadaki finansman ihtiyacı sürekli artacaktır.

İslami Finans

Katılım bankaları doğrudan reel üretimi ve üreticiyi hedef alan yapılanmaları, Körfez ülkeleri başta olmak üzere yurt dışından yabancı fonları ülkemize çekmeleri, faizli finansal sistemden uzak duran kesimleri tekrar ekonomiye ve sisteme kazandırmaları, faizsiz sistem enstrümanlarının da katılmasıyla finansal derinleşmeyi sağlamaları, piyasada rekabet ve çeşitliliği artırmaları gibi temel noktalarda ülke ekonomisine ciddi katkılar sunarlar.

Türkiye Katılım Bankaları Birliği ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre katılım bankaları topladıkları fonların yüzde 90’ını yine ülke içerisindeki reel sektöre finansman olarak sağlamaktadır. Bu da özellikle finansal daralmanın ve sıkıntıların arttığı dönemlerde ekonomiye önemli direnç sağlamaktadır. İslami finans, ortaklık kültürü ve pay sahipliğiyle kar ortaklığı üzerine kuruludur. Faiz yasaktır ancak reel yatırımlar da neredeyse aynı getiriyi sağlamaktadır. Mevcut ekonomik ve finansal sistemin yapısı ve araçlarından kaynaklanan sorunlara yeni bir çözüm sunabilmektedir.

Bu doğrultuda katılım bankalarının özel sektörün ve özellikle de kamunun finansmanı sürecine daha aktif olarak çekilmesi kamu için borçlanma fonlarını ve çeşitliliğini artıracak, faizleri de düşürecektir. Katılım bankaları için de yeni ve güvenli bir yatırım, daha sağlam bir gelir akışı metodu geliştirilmiş olacaktır. Devletin katılım bankalarından borçlanması ise (örneğin İslami usullere uygunluk için) doğrudan nakit finansman yerine harcamaların veya mal, hizmet alımlarının finansmanı şeklinde olabilecektir.

İslami veya katılım bankalarının finansman yöntemleri, geniş bir perspektifte, ortaklık yoluyla doğrudan finansman veya satış yoluyla dolaylı finansman olmak üzere iki kola ayrılabilir. Doğrudan finansman yöntemlerine örnek olarak ise “icara”, “müşareke” ve “mudaraba” sayılabilir. Dolaylı finansman yöntemlerine örnek olarak da “selem” ve “murabaha” gibi iki popüler enstrümanı saymak mümkündür.

Katılım bankaları yatırım mallarının, savunma sanayii ürünleri ve hatta sağlık ürünlerinin kamuya vadeli satışından (murabaha) varlık senedine (sukuk sertifikaları) kadar geniş bir araç opsiyonu üzerinden finansman sağlayabilirler. Büyük altyapı projelerine de mudaraba veya müşareke yöntemleriyle ortak olabilirler. Diğer yandan selem senedi karşılığı krediler ya da para peşin mal veresiye sözleşmeleri modern bankacılık sisteminin olumsuz birçok yönlerini kapatabilecek altyapısı sağlam alışveriş sözleşmeleridir. Selem senedi karşılığı kredi ya da ön sipariş kredisi konvansiyonel vadeli kredilerin yerini rahatlıkla alabilir.

YEP’te geçen “Katılım bankacılığının yaygınlaştırılması amacıyla yeni iş modeli/pencere sistemi uygulamasına yönelik düzenlemeler yapılacaktır” ifadeleriyle bu yönde atılması hedeflenen adımlara dikkat çekilmektedir. Ancak Türkiye’de katılım bankacılığında murabaha hala fon kullandırılan esas araç durumundadır. Sukuk kullanımı da gittikçe artmaktadır. Murabaha hem uygulanmasının kolaylığı hem de standart bankacılık işlemlerine yakın olması nedeniyle en sık kullanılan yöntemdir. Henüz yaygınlaşmayan mudaraba ise aslında en önemli alternatif finansman araçlarından biridir. Küçük yatırımcılar mudaraba yoluyla birleşerek büyük yatırımları ve fikirleri finansa edebilirler.

Tüm bu noktalar dikkate alındığında finansman sorununu aşmak, bölgesel ve küresel finansal krizlerin yıkıcı etkilerinden korunmak için İslami finansın oynayabileceği kritik roller göze çarpmaktadır. İslami finans özellikle de ciddi miktarda (maliyeti de oldukça yüksek) dış finansman ihtiyacı olan ülkelerin yeni finansman kaynakları bulması için farklı bir çıkış yolu sağlayabilir. Diğer yandan ekonomi büyürken ve gelişirken finansmanın sürekli dışarıda aranmaması için içeride de finansal derinleşme ve zengin araç opsiyonları sunabilir. Hasılı cari açığın dolayısıyla da dış finansman ihtiyacının yüksek olduğu Türkiye’de uzun vadede kırılganlıkları azaltmak için bu tür finansman opsiyonlarına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.

İslami finans borç yerine öz sermaye ve ortaklıkla büyümeyi teşvik ettiği için daha sağlam ve dirençli ekonomiler oluşmasına da katkı sağlar. Yatırımcıların üretimin ve büyümenin finansmanına doğrudan katkıda bulunması sağlanır. Küçük yatırımcıların dahi tasarruflarının ekonomiye kazandırılması için gerekli araçlar sunulmuş olur.

Ancak tüm bu artılara rağmen Thomson Reuters’ın yeni yayımlanan İslami Finans Gelişim Raporu 2018’e göre Türkiye, İslami finansla ilgili hemen hemen hiçbir alanda ağırlıklı bir role sahip değildir. Doğrusu başında İslam olan her şeye gösterilen tepkiler nedeniyle Türkiye’de İslami finans uzun yıllar gelişme fırsatı da bulamamıştır. Sadece bankacılık içinde katılım bankaları olarak varlık gösterebilmiş ancak burada da payını ancak yüzde 5’ler seviyesine kadar çıkarabilmiştir.

Türkiye Kalkınma Bankası

Özel sektörün finansman ihtiyacı ve doğru finansman kaynaklarına erişim noksanlığının getirdiği ciddi sermaye gereksinimi konvansiyonel alternatiflerin güçlendirilmesini de zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de kamunun finansmanı önemli bir sorun olmaktan çıkmış ancak özellikle özel sektörün finansman ihtiyacı giderek artmaktadır. Yeni dönemin temel sıkıntısı da bu olacak gibi durmaktadır. Yeni dönemde yeni yatırımların finansmanının daha uzun vadelere yayılması, büyük ölçekli projelerin mümkün olduğunca uzun vadeli uluslararası finansmanla gerçekleştirilmesi ve doğrudan yabancı yatırıma odaklanılmasına öncelik tanınmaya çalışılmaktadır.

YEP’te hedeflenen önceliklerden biri de büyüme ve üretimin finansmanı noktasında Türkiye Kalkınma Bankasının görev alanı genişletilerek yeniden yapılandırılacak olmasıdır. Emlak Katılım Bankasının da gayrimenkul sektörünün finansmanını yönlendirmesi beklenmektedir Bu doğrultuda YEP’e eklenen ifadeler şöyledir: Türkiye Kalkınma Bankası, sermaye piyasalarını kuvvetlendirmesi ve kalkınmaya destek vermesi amacıyla, görev alanları genişletilerek yeniden yapılandırılacaktır. (…) Yeniden yapılandırılacak olan Türkiye Emlak Bankası A.Ş. ülkemizde gayrimenkul sektörünün en iyi uygulamalar kapsamında gayrimenkul finansmanını yönlendirecek bir banka haline getirilecektir.

Bunlar dışında modern ekonomilerde para basma ve fiyat istikrarı sorumluluklarını üstlenen merkez bankalarının kamu borçlarının sürdürülebilirliği ve yeni yatırımların finansmanı konularına da el atması gerektiği fikrine odaklanan Kalkınmacı Merkez Bankacılığı ve Modern Para Teorisi (Modern Monetary Theory) gibi radikal fikirler de tartışılmaktadır. Ancak bu konular çok daha uzun ve ayrı bir tartışmanın konusudur. KASIM 2019