Yerli ve kalıntı problemi olmayan ürünlerin ruhsatlanmasında öncelik talep ediyoruz
Gıda fiyatlarındaki artış, sağlıklı tarım ürünlerine ülke insanının ulaşımı gibi konular bugün olduğu gibi yakın geleceğimizde de önemli bir gündem maddesi olarak karşımıza çakacak. Bu doğrultuda yapılan çalışmaların önem kazandığı bir dönemde bir araya geldiğimiz Süpersol Organik Gübre Yönetim Kurulu Başkanı Rafael De Toledo, sorularımızı yanıtladı.
Son dönemde gıda fiyatlarındaki artışlar gündemdeki yerini korumaktadır. Fiyat artışlarının yaşanmasında önemli bir unsur olarak da üretimde verimin artırılmaması olduğu ifade edilmektedir. Bu noktada verimli bir üretim sürecini nasıl hayata geçireceğimiz hususundaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Konvansiyonel tarım denilen miladı çoktan dolmuş bir sisteme sıkı sıkı sarılmış olan ülkemizde 70 senedir uygulanan yanlış politikalar bizi bu günlere getirdi. Bu konvansiyonel tarım denilen kimyasal zehir patlamasında:
- Önce bütün dünyada tartışılan ve muhtemel kanserojen olan Glyphosate ve benzeri herbisitlerle toprağımız bir güzel sulanıyor, sistemik olan bu herbisitler, ana sütü dahil vücudumuzun her bölümünde tespit edilebiliyor, toprağı ve daha önemlisi sularımızı da bir daha temizlenmeyecek şekilde zehirliyorlar.
- Kök hastalıklarına karşı koruma sağlasın diye kimyasal ilaçlarla kaplanmış ithal tohumlar toprağa veriliyor ( bu tohumlardan 2 tane yutan bir kuşun ölüsünü 20 dakika sonra tarlada bulduk) ve buradan çıkacak ürünü çocuklarımız yiyecek!
- İthal kimyasal gübre ve ithal kimyasal pestisitlerle devam edilen işlemler, toprağın normal çalışmasını sağlayan ve olmazsa olmazı yararlı mikro organizmaları bitirmenin haricinde ne kuş bırakıyor ne de yararlı böcekleri, arıların durumunu hiç sormayın, sularımızı kirletmemiz, topraklarımızı da çoraklaştırmamızda cabası.
- Artık kanserler, otizm ve bir seri nöroserebral hastalıkların yediğimiz içtiğimiz ile ilişkilendirildiği bir dünyada yaşıyoruz, çocuklarımıza yedirdiğimiz tarımsal ürünlerin kalitelerini sorgulamak her vatandaşın görevi olmalı.
Bunun Neticesinde :
– Toprak ve sularımızı hızla kirletiyoruz, organik maddesi azalmış topraklarda kullanılan kimyasallar yararlı mikro organizmaları da öldürdüğü için verim daha da düşüyor.
– Çiftçinin tarlada bahçede geçirdiği gün sayısı çok düşük, insan gücünden tasarruf edilmek isteniyor hâlbuki tersi yapılmalıdır. İtalya’nın Toscana bölgesinde fındık üreticileri senede en az 155 gün bahçede, geri kalan günlerde ise bilgisayar başında araştırma yaparlar. Karadeniz’de bizim çiftçi ortalama 20 gün girmez bahçeye, basıp zehri ürün alınmaya çalışılıyor. Netice bizim dekarda ürettiğimizin 4 mislini kimyasallara alternatif girdiler kullanarak çok daha kaliteli olarak üretiyorlar.
– Üreten memnun değil, girdiler pahalı, sezon sonunda kâr edeceğinden veya masraflarını karşılayacağından emin değil, iş gücünden kısıyor, ikinci bir yan iş arıyor buluyor kendine, zaten parseller küçük, mekanizasyon zayıf ve bu vesileyle aşırı masraflı.
– İlaç ve gübre satan bayiiler memnun değil: Köylü zorlanıyor alım gücü yok diyorlar.
– Gıda ürünlerinin kalite kontrolleri yeterince yapılmıyor, Otizm 20 senede her 2500 çocuktan, 60 çocukta 1 oranına yükseldi. Kanserler küçük çocuklarımızı bile vuruyor, Nöroserebral hastalıklar rekor üzerine rekor kırıyor. Tabiatı ve İnsanı mahveden bu Konvansiyonel ‘’Tarım’’ modern ve demokratik dünyada çoktan iflas etti ama bizim gibi güçlerinin yettiği kolayca yozlaştırılabilen toplumlarda daha da etkinleşmeye çalışıyor. Tabi bu sarmalda parayı kazanan birileri var: Bu girdileri satan yabancı çokuluslu firmalar, onların yurdumuzdaki lobileri ve bunlar için çalışan bazı ‘’Bilim adamları’’. Kesinlikle çiftçi ve köylüyü kazanan arasında sayamıyoruz.
Tarım Bakanlığı yerli gübre konusunda çalışmalar yapmaktadır. Yerli gübre üretimiyle ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
En kısa zamanda Sayın Bakanımızın da defalarca vurguladığı gibi yerli gübremizi üretmeliyiz ancak bu üretim kesinlikle konvvansiyonel olmamalı, sürdürülebilir ve teknolojik olmalıdır. Yerli gübre derken kompost, leonardit, humik fulvil asit, bitkisel ve hayvansal amino asitleri anlıyorsak bunları üretmek çok basittir ülkemizde bunların hepsinden bolca vardır büyük bir teknoloji gerektirmez.
Biz SUPERSOL olarak yerli gübre olarak daha teknolojik ve Ar-Ge bazlı ürünlere yöneldik, 4 üniversite ile ortak çalışmalarımız var. Bunun yanında tamamen yerli biyolojik ve organik tarıma uygun 3 tane tarım ilacımızı ruhsatlama çalışmalarımız sürüyor. Bu ürünler kimyasal ve ithal malı olan muadillerinin girişini azaltacak gibi yapacağımız ihracatla da ülkemizin dış ticaret açığını azaltacaktır.
Bugün tartışılan bir başka önemli hususta, tarımda kullanılan kimyasal ürünlerin, özellikle çocuk sağlığını tehdit ettiğidir. Gıda güvenliği konusunda bu sorunlara nasıl bir çözüm getirilebilir?
Kimyasal gübrelerin çevremizi, toprağımızı, sularımızı, kimyasal bitki koruma ürünlerinin de sağlığımızı tehdit ettikleri bir gerçektir. Bunlardan bilhassa bazı herbisitler gibi sistemik olanlarının anne sütünde bile kabul edilebilecek normların çok üzerinde bulunduğu biliniyor.
Artık ülkemizde toksikolojik ve ekotoksikolojik testleri yapabilecek birkaç laboratuvar açmamız gerekiyor. Bitki koruma ürünlerinin ruhsatlanmasında kendi normlarımızı belirlememiz, hallerde ve yüklü alım yapılan yerlerde kontrolleri artırmamız gerekecek. Yerli ve zararsız bitki koruma ürünlerine öncelik ve teşvik verilmesi de çok yararlı olacaktır.
Tarım politikalarımızda maalesef bizler zamanında İtalya’yı, Hollanda’yı takip etmek varken Hindistan’ı takip etmişiz ama orada bu sistem yüzünden ekonomik sıkıntılardan dolayı her yarım saat bir çiftçi intihar ediyor. Büyük bir tohum ve ilaç firması bazı kaynaklar tarafından bu durumun sorumlusu olarak gösteriliyor. Avrupa Topluluğu, ABD konvansiyonel bitki koruma ürünlerini büyük bir hızla terk ediyor ve entegre zararlı mücadelesine dönüyorlar. Tarımda çok başarılı Hollanda ise bugün teknolojik ve organik gübreler için bir araştırma üssü olmuştur. İspanya, İtalya hatta Fas kimyasal kalıntısız ve daha ekonomik tarım ürünleri üretiyorlar bizim pazarlarımızı kapıyorlar, bizim bunları takip etmemiz lazım.
Sürdürülebilir, teknolojik gübreler ve entegre zararlı mücadelesi daha çok insan gücü, gözlem ve el emeği gerektirir ama laikiyle yapılırsa daha ekonomik ve kârlıdır. Zehre ödeyeceğiniz parayı insana ödersiniz o kadar. İşsizliğin bu kadar arttığı bir dönemde fena bir yöntem olmaz. Neticede istihsal daha kaliteli, raf ömrü daha uzun ve besin değerleri çok daha yüksektir. Artık bu yeni teknolojilerin üniversite programlarına alınmaları ve en az konvansiyonel gübreleme ve ilaçlama kadar okutulmalarının zamanı gelmiştir, Hollanda Wageningen Üniversitesi’ne her sene 20 öğrenci yollanmalı ve bunların en az yarısı
Bakanlık bünyesinde görevlendirilmelidir.
Türkiye’de organik gübre çalışmalarının artması için kamudan beklentilerinizi aktarır mısınız?
Biz yerli gübre olarak Ar-Ge gerektiren bio stimülantlar, mikrobiyal gübreler, bitki gelişim düzenleyicileri, 4. nesil toprak düzenleyicilerini anlıyoruz ve bunları üretip ihraç edebiliyoruz. Örneğin tuzlu toprakları ıslah edebiliyoruz, topraktaki organik madde oranını artırabiliyor, havadaki azot ve topraktaki fosfatları bitkiye daha verimli bir şekilde aldırabiliyoruz, don ve kuraklığa direnç, bitkilerin kök yapısını güçlendirerek hastalıklara karşı daha dirençli olmasını sağlayabiliyoruz. Ülkemizi bu yarışta öne çıkaracak olan gübreler bunlardır. Bunların faydalarının onlarca TAGEM çalışmasıyla ispatlanmıştır. Özel sektörün ilgisi büyük, devletten de ilgi bekliyoruz. Örneğin bu çalışmaların mercek altına alınıp olumlu bulunmaları halinde Bakanlığa bağlı kuruluşlarda da kabul görmelerini istiyoruz ki bunca çalışma ve yatırım boşa gitmesin. Unutmayalım ki Türkiye’nin en büyük çiftçisi Tigem’dir, en büyük gübre tedarikçisi de Tarım Kredi Kooperatifleridir. Bunun yanında tamamen yerli biyolojik ve organik tarıma uygun 3 tane tarım ilacımızı ruhsatlama çalışmalarımız sürüyor. Bu ürünler kimyasal ve ithal malı olan muadillerinin girişini azaltacak ve yapacağımız ihracatla ülkemizin diş ticaret açığını azaltacaklardır.
Bu tür yerli ve kalıntı problemi olmayan ürünlerin ruhsatlanmasında öncelik talep ediyoruz, böyle bir uygulama Sağlık Bakanlığı’nda var Tarım Bakanlığı’nda da olmasını isteriz. Öncelik yerli ve temiz ürüne, diğerleri sırasını beklesin.
Son dönemde fındıkta Gürcistan tarafından yeni bir böcek türünün geldiği ve verimliliği düşürdüğü belirtilmektedir. Bu hususta sizin de çalışmalarınız bulunmaktadır. Yaşanan bu sorunun giderilmesi için önerileriniz nelerdir?
Kahverengi Kokarca (Halymorpha Halys) isimli bu böcek geçtiğimiz yıllarda Gürcistan’ın fındık üretimini % 10’lar seviyesine düşürdü, fındık, bağ, mısır gibi kültürleri yok ediyor, Gürcistan’da kimyasallar kullanılarak yapılan mücadelede maalesef kuşları ve yararlı böcekleri öldürmenin dışında 3 senedir hiçbir netice alınamadı. Bu zararlının Artvin’den ülkemize girdiği ve Giresun’a kadar gelebileceği muhtemel ve çok ürkütücü, tehditkâr bir durumdur. Bu büyük tehdit karşısında ne kadar alarm versek azdır. Çiftçi bu tehlike karşısında mutlaka teyakkuzda olmalı ve bahçesinde her gün gözlem yapmalıdır. Bu böceğe karşı ruhsatlı ilaç olmadığından yapılacak mücadelede Bakanlığın ve Tarım il Müdürlüklerinin önerileri uygulanmalı, kesinlikle başka inisiyatifler alınmamalıdır.
Bizler 2018 de Arslantürk firmasının Gürcistan’daki bahçelerini bu zararlıya karşı Biyolojik mücadele etmenleri ile korumaya çalıştık ama başarılı olamadık, böyle bir zararlıyı anlamak ve çaresini bulmak seneler alabiliyor, Samsun 19 Mayıs Üniversitesinden Prof. Dr. İslam Saruhan bu konuda çok emek verdi.
Erzurum Atatürk Üniversitesinden Prof. Dr. Recep Kotan ile zararlının bulaştırdığı bakteriyel hastalık üzerinde çalıştık ve laboratuvar ortamında başarılı olduk, yalnız laboratuvardaki başarıyı bahçe denemelerinde de göstermemiz gerekecek, bu sene de elimizdeki imkanlarla mücadeleye devam edeceğiz, bu biyolojik çözümü İnşallah Bakanlığımıza 6 ay içerisinde sunmayı amaçlıyoruz.
MAYIS – HAZİRAN 2019